وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا (1) Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır |
فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا (2) Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır |
وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا (3) Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır |
فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا (4) Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır |
فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا (5) Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır |
عُذْرًا أَوْ نُذْرًا (6) Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır |
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ (7) Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır |
فَإِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ (8) Yıldızların ışığı giderildiği zaman |
وَإِذَا السَّمَاءُ فُرِجَتْ (9) Gök yarıldığı zaman |
وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ (10) Dağlar pamuk gibi atıldığı zaman |
وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِّتَتْ (11) Peygamberlere ümmetleri hakkında şahidlik vakitleri bildirildiği zaman |
لِأَيِّ يَوْمٍ أُجِّلَتْ (12) Bu, hangi güne bırakılmıştı |
لِيَوْمِ الْفَصْلِ (13) Hüküm gününe bırakılmıştı |
وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ (14) Hüküm gününün ne olduğunu sen nerden bilirsin |
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ (15) O gün yalanlamış olanların vay haline |
أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ (16) Öncekileri yok etmedik mi? Ardından, sonrakileri de onlara katarız |
ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ (17) Öncekileri yok etmedik mi? Ardından, sonrakileri de onlara katarız |
كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ (18) Suçlulara böyle yaparız |
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ (19) O gün, yalanlamış olanların vay haline |
أَلَمْ نَخْلُقكُّم مِّن مَّاءٍ مَّهِينٍ (20) Sizi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi |
فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ (21) Sizi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi |
إِلَىٰ قَدَرٍ مَّعْلُومٍ (22) Sizi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi |
فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ (23) Buna gücümüz yeter; Biz ne güzel güç yetireniz |
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ (24) O gün yalanlamış olanların vay haline |
أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ كِفَاتًا (25) Biz yeryüzünü, dirilerin ve ölülerin toplantı yeri yapmadık mı |
أَحْيَاءً وَأَمْوَاتًا (26) Biz yeryüzünü, dirilerin ve ölülerin toplantı yeri yapmadık mı |
وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَأَسْقَيْنَاكُم مَّاءً فُرَاتًا (27) Orada yüksek yüksek sabit dağlar var edip size tatlı sular içirmedik mi |
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ (28) Yalanlamış olanların vay o gün haline |
انطَلِقُوا إِلَىٰ مَا كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ (29) İnkarcılara o gün şöyle denir: "yalanlayıp durduğunuz şeye gidin |
انطَلِقُوا إِلَىٰ ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ (30) gölge yapmayan ve ateşten de korumayan cehennem dumanının üç kollu gölgesine gidin |
لَّا ظَلِيلٍ وَلَا يُغْنِي مِنَ اللَّهَبِ (31) gölge yapmayan ve ateşten de korumayan cehennem dumanının üç kollu gölgesine gidin |
إِنَّهَا تَرْمِي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ (32) O gölgenin saçtığı her bir kıvılcım sanki birer sarı devedir, konak gibi de büyüktür |
كَأَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌ (33) O gölgenin saçtığı her bir kıvılcım sanki birer sarı devedir, konak gibi de büyüktür |
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ (34) Yalanlamış olanların o gün vay haline |
هَٰذَا يَوْمُ لَا يَنطِقُونَ (35) Bu, onların konuşamayacakları gündür |
وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ (36) Onlara izin de verilmez ki özür beyan etsinler |
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ (37) Yalanlamış olanların o gün vay haline |
هَٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ ۖ جَمَعْنَاكُمْ وَالْأَوَّلِينَ (38) Bu, sizleri ve öncekileri topladığımız hüküm günüdür |
فَإِن كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَكِيدُونِ (39) Eğer bir düzeniniz varsa Bana kurun |
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ (40) Yalanlamış olanların o gün vay haline |
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلَالٍ وَعُيُونٍ (41) Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlar, elbette gölgeliklerde ve pınar başlarındadırlar |
وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ (42) Canlarının istediği meyveler arasındadırlar |
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ (43) Onlara denir ki: "İşlediklerinize karşılık afiyetle yiyiniz, içiniz |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (44) Biz, iyi davrananlara işte böyle karşılık veririz |
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ (45) O gün yalanlamış olanların vay haline |
كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَلِيلًا إِنَّكُم مُّجْرِمُونَ (46) Yiyiniz, biraz zevkleniniz bakalım, doğrusu sizler suçlularsınız |
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ (47) O gün yalanlamış olanların vay haline |
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ (48) Onlara "Rüku edin" denildiğinde rükua varmazlar |
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ (49) O gün yalanlamış olanların vay haline |
فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ (50) Kuran'dan başka hangi söze inanacaklar |