الر ۚ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (1) Elif, Lam, Ra. Bunlar apacık kitabın ayetleridir |
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ (2) Dogrusu biz; onu akıl erdiresiniz diye arapca bir Kur´an olarak indirdik |
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ أَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَٰذَا الْقُرْآنَ وَإِن كُنتَ مِن قَبْلِهِ لَمِنَ الْغَافِلِينَ (3) Biz; sana, bu Kur´an´ı vahyetmekle; kıssaların en guzelini anlatıyoruz. Halbuki sen, daha once bundan habersizdin |
إِذْ قَالَ يُوسُفُ لِأَبِيهِ يَا أَبَتِ إِنِّي رَأَيْتُ أَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَأَيْتُهُمْ لِي سَاجِدِينَ (4) Hani Yusuf babasına demisti ki: Babacıgım, ruyamda on bir yıldızla, gunesi ve ayı gordum. Gordum ki onlar bana secde etmektedirler |
قَالَ يَا بُنَيَّ لَا تَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَىٰ إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُوا لَكَ كَيْدًا ۖ إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْإِنسَانِ عَدُوٌّ مُّبِينٌ (5) Dedi ki: Ogulcugum, ruyanı kardeslerine anlatma, sonra sana tuzak kurarlar. Cunku seytan insan icin apacık bir dusmandır |
وَكَذَٰلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِن تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَىٰ آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَىٰ أَبَوَيْكَ مِن قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ ۚ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (6) Rabbın seni boylece begenip sececek, sana ruyaların yorumlanmasına dair bilgi verecek ve daha once ataların Ibrahim´e ve Ishak´a nimetlerini tamamladıgı gibi, sana ve Ya´kup hanedanına da tamamlayacaktır. Muhakkak ki Rabbın, Alim´dir, Hakim´dir |
۞ لَّقَدْ كَانَ فِي يُوسُفَ وَإِخْوَتِهِ آيَاتٌ لِّلسَّائِلِينَ (7) Andolsun ki; Yusuf´da ve kardeslerinde, soranlar icin nice ayetler vardır |
إِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَأَخُوهُ أَحَبُّ إِلَىٰ أَبِينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّ أَبَانَا لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (8) Hani demislerdi ki: Biz, guclu bir topluluk oldugumuz halde Yusuf ve kardesi, babamızın yanında daha sevgilidirler. Dogrusu babamız apacık bir sapıklık icindedir |
اقْتُلُوا يُوسُفَ أَوِ اطْرَحُوهُ أَرْضًا يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ أَبِيكُمْ وَتَكُونُوا مِن بَعْدِهِ قَوْمًا صَالِحِينَ (9) Yusuf´u oldurun veya bir yere atın ki, babanızın teveccuhu yalnız size kalsın, ondan sonra da tevbe eder, salihler toplulugu olursunuz |
قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَتِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ (10) Iclerinden bir sozcu dedi ki: Yusuf´u oldurmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın da yolculardan bir onu bulup alsın, eger yapacaksanız |
قَالُوا يَا أَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّا عَلَىٰ يُوسُفَ وَإِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ (11) Dediler ki: Ey babamız; sen bize Yusuf´u neden guvenmiyorsun? Halbuki biz, onun iyiligini istemekteyiz |
أَرْسِلْهُ مَعَنَا غَدًا يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ (12) Yarın onu bizimle beraber gonder de gezsin, oynasın. Suphesiz biz, onu koruruz |
قَالَ إِنِّي لَيَحْزُنُنِي أَن تَذْهَبُوا بِهِ وَأَخَافُ أَن يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَأَنتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ (13) Dedi ki: Onu goturmeniz dogrusu beni tasaya dusuruyor. Siz, ondan habersizken onu kurdun yemesinden korkuyorum |
قَالُوا لَئِنْ أَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّا إِذًا لَّخَاسِرُونَ (14) Dediler ki: Biz bir toplulukken onu kurt yerse; bu takdirde biz, muhakkak husrana ugrayanlardan oluruz |
فَلَمَّا ذَهَبُوا بِهِ وَأَجْمَعُوا أَن يَجْعَلُوهُ فِي غَيَابَتِ الْجُبِّ ۚ وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُم بِأَمْرِهِمْ هَٰذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (15) Onu goturdukleri vakit, kuyunun derinliklerine bırakmayı birlikte kararlastırdılar. Biz de kendisine vahyettik ki: Sen; onlara, kendileri hic farkına varmadan yaptıklarını bir bir haber vereceksin |
وَجَاءُوا أَبَاهُمْ عِشَاءً يَبْكُونَ (16) Aksam ustu aglaya aglaya babalarına geldiler |
قَالُوا يَا أَبَانَا إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِندَ مَتَاعِنَا فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ ۖ وَمَا أَنتَ بِمُؤْمِنٍ لَّنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقِينَ (17) Dediler ki: Ey babamız; gercekten biz gitmistik ki yarıs yapalım. Yusuf´u da esyaların yanında bırakmıstık. Onu kurt yemis. Her ne kadar dogru soyluyorsak da sen, bize inanacak degilsin |
وَجَاءُوا عَلَىٰ قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ ۚ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا ۖ فَصَبْرٌ جَمِيلٌ ۖ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَىٰ مَا تَصِفُونَ (18) Onlar sahte bir kan ile gomlegini getirdiler. Dedi ki: Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp bir ise suruklemis. Artık bana guzelce bir sabır gerekir. Sizin su anlattıklarınıza karsı yardımına sıgınılacak, Allah´tır |
وَجَاءَتْ سَيَّارَةٌ فَأَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَأَدْلَىٰ دَلْوَهُ ۖ قَالَ يَا بُشْرَىٰ هَٰذَا غُلَامٌ ۚ وَأَسَرُّوهُ بِضَاعَةً ۚ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ (19) Bir kervan gelip sucularını gonderdiler. O da kovasını salıp dedi ki: Mujde; iste bir oglan. Onu bir mal olarak sakladılar. Allah, yaptıklarını bilendir |
وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍ وَكَانُوا فِيهِ مِنَ الزَّاهِدِينَ (20) Onu, ucuz bir fiyata, birkac dirheme sattılar. Onu yanlarında alıkoymak istemediler |
وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِن مِّصْرَ لِامْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَىٰ أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا ۚ وَكَذَٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِن تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ ۚ وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَىٰ أَمْرِهِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (21) Onu satın alan Mısırlı, karısına dedi ki: Ona guzel bak, olur ki bize faydası dokunur veya onu evlad ediniriz. Iste boylece Yusuf´u Biz oraya yerlestirdik. Ve ona ruyaların yorumunu ogrettik. Ve Allah; emrinde galibdir. Fakat insanların cogu bilmezler |
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (22) Ergenlik cagına gelince; ona hukum ve ilim verdik. Iste boyle mukafaatlandırırız Biz, ihsan edenleri |
وَرَاوَدَتْهُ الَّتِي هُوَ فِي بَيْتِهَا عَن نَّفْسِهِ وَغَلَّقَتِ الْأَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ ۚ قَالَ مَعَاذَ اللَّهِ ۖ إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ ۖ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ (23) Evinde bulundugu kadın onu kendine ram etmek istedi. Kapıları sımsıkı kapadı. Ve: Sana soyluyorum gelsene, dedi. O da: Allah´a sıgınırım, dogrusu o, benim efendimdir, bana iyi bakmıstır. Muhakkak ki zalimler asla felah bulmaz, dedi |
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ ۖ وَهَمَّ بِهَا لَوْلَا أَن رَّأَىٰ بُرْهَانَ رَبِّهِ ۚ كَذَٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاءَ ۚ إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصِينَ (24) Andolsun ki o, istekli idi. Eger Rabbının burhanını gormemis olsaydı; o da onu arzu etmis gitmisti. Iste Biz, boylece ondan fenalıgı ve fuhsu bertaraf ettik. Cunku o, ihlasa erdirilmis kullarımızdandı |
وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَمِيصَهُ مِن دُبُرٍ وَأَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَى الْبَابِ ۚ قَالَتْ مَا جَزَاءُ مَنْ أَرَادَ بِأَهْلِكَ سُوءًا إِلَّا أَن يُسْجَنَ أَوْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (25) Ikisi de kapıya kostular. Kadın, onun gomlegini arkasından boylu boyunca yırttı. Kapının yanında efendisine rast geldi. Kadın dedi ki: Ailene kotuluk etmek isteyenin cezası; zindana atılmaktan veya acıklı bir azabdan baska ne olabilir |
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْنِي عَن نَّفْسِي ۚ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِّنْ أَهْلِهَا إِن كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِن قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِبِينَ (26) Dedi ki: O, beni kendisine ram etmek istedi. Kadının ailesinden biri de sehadet etti: Eger gomlegi onden yırtılmıssa; o (kadın) dogru soylemistir. Bu (Yusuf) ise yalancılardandır |
وَإِن كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِن دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِقِينَ (27) Eger gomlegi arkadan yırtılmıssa, o (kadın) yalan soylemistir, bu (Yusuf) ise dogru soyleyendir |
فَلَمَّا رَأَىٰ قَمِيصَهُ قُدَّ مِن دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِن كَيْدِكُنَّ ۖ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ (28) Gomleginin arkadan yırtılmıs oldugunu gorunce; (kadının kocası) dedi ki: Dogrusu bu, sizin tuzagınızdandır, siz kadınların tuzagı buyuktur |
يُوسُفُ أَعْرِضْ عَنْ هَٰذَا ۚ وَاسْتَغْفِرِي لِذَنبِكِ ۖ إِنَّكِ كُنتِ مِنَ الْخَاطِئِينَ (29) Yusuf; sen bundan vazgec. Ey kadın; sen de gunahının bagıslanmasını dile. Cunku sen, gercekten suclulardan oldun |
۞ وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدِينَةِ امْرَأَتُ الْعَزِيزِ تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَن نَّفْسِهِ ۖ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا ۖ إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (30) Sehirde bir takım kadınlar dediler ki: Aziz´in karısı delikanlısını kendine ram etmek istiyormus, sevgisi bagrını yakmıs. Goruyoruz ki; o, apacık bir sapıklıktadır |
فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ أَرْسَلَتْ إِلَيْهِنَّ وَأَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَأً وَآتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِّنْهُنَّ سِكِّينًا وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ ۖ فَلَمَّا رَأَيْنَهُ أَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلَّهِ مَا هَٰذَا بَشَرًا إِنْ هَٰذَا إِلَّا مَلَكٌ كَرِيمٌ (31) Onların dedikodularını isitince; onlara haber yolladı. Onlar icin yaslanacak yerler hazırladı ve onlardan her birine birer bıcak verdi. (Yusuf´a) : Cık karsılarına, dedi. Hepsi onu gorunce kendisini cok buyuttuler. Ve ellerini kestiler. Dediler ki: Allah´ı tenzih ederiz. Hasa bu, bir beser degildir, ancak cok serefli bir melektir |
قَالَتْ فَذَٰلِكُنَّ الَّذِي لُمْتُنَّنِي فِيهِ ۖ وَلَقَدْ رَاوَدتُّهُ عَن نَّفْسِهِ فَاسْتَعْصَمَ ۖ وَلَئِن لَّمْ يَفْعَلْ مَا آمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُونًا مِّنَ الصَّاغِرِينَ (32) Kadın dedi ki: Iste beni, onun icin ayıpladıgınız budur. Onu kendime ram etmek istedim, ama o iffetinden cekindi. Eger istedigimi yapmazsa; andolsun ki, zindana atılacak ve zillete ugrayanlardan olacaktır |
قَالَ رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَنِي إِلَيْهِ ۖ وَإِلَّا تَصْرِفْ عَنِّي كَيْدَهُنَّ أَصْبُ إِلَيْهِنَّ وَأَكُن مِّنَ الْجَاهِلِينَ (33) Dedi ki: Rabbım, zindan bana bunların beni davet ettiklerinden daha iyidir. Eger Sen, bunların tuzaklarını benden uzaklastırmazsan; onlara meyleder, cahillerden olurum |
فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّ ۚ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (34) Rabbı onun duasını kabul etti de onların tuzaklarını kendisinden savdı. Muhakkak ki O´dur, Semi, Alim |
ثُمَّ بَدَا لَهُم مِّن بَعْدِ مَا رَأَوُا الْآيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتَّىٰ حِينٍ (35) Sonra butun delilleri onun lehine gordukleri halde yine de bir sure icin onu zindana atmayı uygun buldular |
وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِ ۖ قَالَ أَحَدُهُمَا إِنِّي أَرَانِي أَعْصِرُ خَمْرًا ۖ وَقَالَ الْآخَرُ إِنِّي أَرَانِي أَحْمِلُ فَوْقَ رَأْسِي خُبْزًا تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُ ۖ نَبِّئْنَا بِتَأْوِيلِهِ ۖ إِنَّا نَرَاكَ مِنَ الْمُحْسِنِينَ (36) Onunla beraber iki kisi daha zindana girdi. Bunlardan biri dedi ki: Ben ruyamda kendimi sarap sıkıyor gordum. Oburu de: Ben de basımın uzerinde kusların yedigi bir ekmek tasıdıgımı gordum, dedi. Bize onun yorumunu bildir, cunku senin gercekten iyilik edenlerden oldugunu goruyoruz |
قَالَ لَا يَأْتِيكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِهِ إِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْوِيلِهِ قَبْلَ أَن يَأْتِيَكُمَا ۚ ذَٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَنِي رَبِّي ۚ إِنِّي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَّا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ (37) Dedi ki: Size rızık olmak uzere verilen yemeklerin gelmesinden once onun yorumunu bildiririm. Bu; Rabbımın bana ogrettiklerindendir. Dogrusu ben, Allah´a inanmaz bir kavmin dinini terkettim. Hem onlar, ahirete kufrederdi |
وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ آبَائِي إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ ۚ مَا كَانَ لَنَا أَن نُّشْرِكَ بِاللَّهِ مِن شَيْءٍ ۚ ذَٰلِكَ مِن فَضْلِ اللَّهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ (38) Atalarım Ibrahim, Ishak ve Ya´kub´un dinine uydum. Herhangi bir seyi Allah´a sirk kosmamız bize yarasmaz. Bu, Allah´ın bize ve insanlara olan lutfundandır. Fakat insanların cogu sukretmezler |
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ أَأَرْبَابٌ مُّتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ أَمِ اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ (39) Ey zindan arkadaslarım; darmadagınık ve degisik Rabblar mı hayırlıdır, yoksa Vahid ve Kahhar olan Allah mı |
مَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِهِ إِلَّا أَسْمَاءً سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَاؤُكُم مَّا أَنزَلَ اللَّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ ۚ إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ ۚ أَمَرَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ ۚ ذَٰلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (40) Sizin O´nu bırakıp taptıklarınız; kendinizibn ve atalarınızın takmıs oldukları adlardan baska bir sey degildir. Allah, onlara hic bir hukum indirmemistir. Hukum; ancak Allah´ındır. Kendisinden baskasına ibadet etmemenizi emretmistir. Iste dosdogru din. Ama insanların cogu bilmezler |
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ أَمَّا أَحَدُكُمَا فَيَسْقِي رَبَّهُ خَمْرًا ۖ وَأَمَّا الْآخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِن رَّأْسِهِ ۚ قُضِيَ الْأَمْرُ الَّذِي فِيهِ تَسْتَفْتِيَانِ (41) Ey zindan arkadaslarım; biriniz efendisine sarab icirecek, digeri de asılacak, kuslar onun basından yiyecektir. Iste sordugunuz is, boylece olup bitmistir |
وَقَالَ لِلَّذِي ظَنَّ أَنَّهُ نَاجٍ مِّنْهُمَا اذْكُرْنِي عِندَ رَبِّكَ فَأَنسَاهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّهِ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِنِينَ (42) O ikisinden kurtulacagını sandıgı kimseye dedi ki: Efendinin yanında beni an. Fakat seytan onu efendisine anmayı unutturdu. Bu yuzden daha nice yıl zindanda kaldı |
وَقَالَ الْمَلِكُ إِنِّي أَرَىٰ سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنبُلَاتٍ خُضْرٍ وَأُخَرَ يَابِسَاتٍ ۖ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ أَفْتُونِي فِي رُؤْيَايَ إِن كُنتُمْ لِلرُّؤْيَا تَعْبُرُونَ (43) Hukumdar dedi ki: Ben gordum ki; yedi semiz inegi yedi zayıf inek yemektedir. Yedi yesil basak ve bir o kadar da kurumus basak. Ey ileri gelenler; eger ruya yorumlayabiliyorsanız su benim ruyamın anlamını soyleyin |
قَالُوا أَضْغَاثُ أَحْلَامٍ ۖ وَمَا نَحْنُ بِتَأْوِيلِ الْأَحْلَامِ بِعَالِمِينَ (44) Dediler ki: Karmakarısık ruyalar bunlar. Biz boyle ruyaların yorumunu bilenler degiliz |
وَقَالَ الَّذِي نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ أُمَّةٍ أَنَا أُنَبِّئُكُم بِتَأْوِيلِهِ فَأَرْسِلُونِ (45) O ikiden kurtulmus olanı nice zaman sonra hatırladı da dedi ki: Ben, size onun yorumunu bildireyim. Hemen gonderin beni |
يُوسُفُ أَيُّهَا الصِّدِّيقُ أَفْتِنَا فِي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنبُلَاتٍ خُضْرٍ وَأُخَرَ يَابِسَاتٍ لَّعَلِّي أَرْجِعُ إِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ (46) Yusuf, ey dogru sozlu; bildir bakalım bize: Yedi semiz inegi, yedi zayıf inegin yemesini ve yedi yesil basakla bir o kadar da kuru basagı. Geri donup insanlara haber vereyim de onlar bilsinler |
قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِنِينَ دَأَبًا فَمَا حَصَدتُّمْ فَذَرُوهُ فِي سُنبُلِهِ إِلَّا قَلِيلًا مِّمَّا تَأْكُلُونَ (47) Dedi ki: Yedi sene alıstıgınız bicimde ekin. Yediginiz bir mikdar dısında bictiklerinizi basagında bırakın |
ثُمَّ يَأْتِي مِن بَعْدِ ذَٰلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ إِلَّا قَلِيلًا مِّمَّا تُحْصِنُونَ (48) Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir. Saklayacagınız az bir mikdar dısında biriktirdiklerinizi yer, goturur |
ثُمَّ يَأْتِي مِن بَعْدِ ذَٰلِكَ عَامٌ فِيهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَفِيهِ يَعْصِرُونَ (49) Sonra bunun ardından oyle bir yıl gelir ki insanlar, onda yagmura kavusturulur ve onda sıkıp sagarlar |
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونِي بِهِ ۖ فَلَمَّا جَاءَهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ إِلَىٰ رَبِّكَ فَاسْأَلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ اللَّاتِي قَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ ۚ إِنَّ رَبِّي بِكَيْدِهِنَّ عَلِيمٌ (50) Hukumdar dedi ki: Onu bana getirin. Bunun uzerine ona elci gelince: Efendine don ve ellerini kesen o kadınların zoru neydi kendisine sor. Suphesiz ki benim Rabbım, onların duzenini bilir, dedi |
قَالَ مَا خَطْبُكُنَّ إِذْ رَاوَدتُّنَّ يُوسُفَ عَن نَّفْسِهِ ۚ قُلْنَ حَاشَ لِلَّهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ مِن سُوءٍ ۚ قَالَتِ امْرَأَتُ الْعَزِيزِ الْآنَ حَصْحَصَ الْحَقُّ أَنَا رَاوَدتُّهُ عَن نَّفْسِهِ وَإِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِقِينَ (51) Dedi ki: Yusuf´tan kam almak istediginiz zaman ne halde idiniz? Onlar dediler ki: Hasa, Allah icin biz onun bir kotulugunu gormedik. Aziz´in karısı da soyle dedi: Simdi hak ortaya cıktı. Onu kendime ben ram etmek istedim. Ve o, gercekten sadıklardandır |
ذَٰلِكَ لِيَعْلَمَ أَنِّي لَمْ أَخُنْهُ بِالْغَيْبِ وَأَنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي كَيْدَ الْخَائِنِينَ (52) Bu; gıyabında kendisine gercekten hıyanet etmedigimi, hainlerin hilesini Allah´ın basarıya erdirmeyecegini, onun da bilmesi icindi |
۞ وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي ۚ إِنَّ النَّفْسَ لَأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلَّا مَا رَحِمَ رَبِّي ۚ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ (53) Ve ben, nefsimi temize cıkarmam. Cunku nefs var siddetiyle kotulugu emredendir. Meger ki Rabbımın esirgedigi bir nefs ola. Rabbım Gafur´dur, Rahim´dir |
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونِي بِهِ أَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْسِي ۖ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ إِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَكِينٌ أَمِينٌ (54) Hukumdar dedi ki: Onu bana getirin de yanıma alayım. Onunla konusunca da dedi ki: Sen, bugun bizim yanımızda onemli bir mevki sahibisin, eminsin |
قَالَ اجْعَلْنِي عَلَىٰ خَزَائِنِ الْأَرْضِ ۖ إِنِّي حَفِيظٌ عَلِيمٌ (55) Dedi ki: Beni memleketin hazineleri uzerine tayin et. Cunku ben, onları iyi korurum, bilirim |
وَكَذَٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ يَتَبَوَّأُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَاءُ ۚ نُصِيبُ بِرَحْمَتِنَا مَن نَّشَاءُ ۖ وَلَا نُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ (56) Iste boylece Yusuf´u yeryuzunde yerlestirdik. Nereyi isterse orada konaklardı. Rahmetimizi, istedigimize veririz. Ve ihsan edenlerin ecrini zayi etmeyiz |
وَلَأَجْرُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ (57) Ama ahiret mukafaatı, iman edip de takvada daim olanlar icin daha hayırlıdır |
وَجَاءَ إِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنكِرُونَ (58) Yusuf´un kardesleri gelip yanına girdiler. Onları tanıdı, ama onlar kendisini tanımıyorlardı |
وَلَمَّا جَهَّزَهُم بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُونِي بِأَخٍ لَّكُم مِّنْ أَبِيكُمْ ۚ أَلَا تَرَوْنَ أَنِّي أُوفِي الْكَيْلَ وَأَنَا خَيْرُ الْمُنزِلِينَ (59) Onların yuklerini hazırlatınca dedi ki: Bana baba bir kardesinizi getirin. Gormuyormusunuz ki ben, olcuyu tam olcuyorum ve ben, konukseverlerin en iyisiyim |
فَإِن لَّمْ تَأْتُونِي بِهِ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِندِي وَلَا تَقْرَبُونِ (60) Eger onu bana getirmezseniz; benden bir olcek dahi alamazsınız ve bir daha bana yaklasmayın |
قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ أَبَاهُ وَإِنَّا لَفَاعِلُونَ (61) Dediler ki: Onu babasından istemeye calısırız ve herhalde bunu yaparız |
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ فِي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَهَا إِذَا انقَلَبُوا إِلَىٰ أَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ (62) Yusuf usaklarına dedi ki: Karsılık olarak getirdiklerini de yuklerinin icine koyun. Olur ki ailelerine donunce bunu anlarlar da geri donerler |
فَلَمَّا رَجَعُوا إِلَىٰ أَبِيهِمْ قَالُوا يَا أَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَأَرْسِلْ مَعَنَا أَخَانَا نَكْتَلْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ (63) Babalarına donduklerinde dediler ki: Ey babamız; artık bize zahire verilmeyecek. Kardesimizi bizimle beraber gonder de zahiremizi alalım. Biz herhalde onu koruruz |
قَالَ هَلْ آمَنُكُمْ عَلَيْهِ إِلَّا كَمَا أَمِنتُكُمْ عَلَىٰ أَخِيهِ مِن قَبْلُ ۖ فَاللَّهُ خَيْرٌ حَافِظًا ۖ وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ (64) Dedi ki: Daha once kardesinizi size ne kadar inandıysam, bunu da ancak o kadar inanırım. Ama Allah, koruyucuların en hayırlısıdır ve o, merhametlilerin en merhametlisidir |
وَلَمَّا فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ إِلَيْهِمْ ۖ قَالُوا يَا أَبَانَا مَا نَبْغِي ۖ هَٰذِهِ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ إِلَيْنَا ۖ وَنَمِيرُ أَهْلَنَا وَنَحْفَظُ أَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَعِيرٍ ۖ ذَٰلِكَ كَيْلٌ يَسِيرٌ (65) Yuklerini acyıkları vakit; karsılık olarak goturduklerinin kendilerine iade edilmis oldugunu gorduler. Dediler ki: Ey babamız, daha ne isteriz, iste mallarımız da bize geri verilmis, onunla ailemize yine zahire getiririz. Kardesimizi koruruz ve bir deve yuku zahire artırırız. Esasen bu, az bir olcektir |
قَالَ لَنْ أُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتَّىٰ تُؤْتُونِ مَوْثِقًا مِّنَ اللَّهِ لَتَأْتُنَّنِي بِهِ إِلَّا أَن يُحَاطَ بِكُمْ ۖ فَلَمَّا آتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللَّهُ عَلَىٰ مَا نَقُولُ وَكِيلٌ (66) Dedi ki: Etrafınız kusatılmadıkca muhakkak bana getireceginize dair Allah´a karsı saglam bir soz vermezseniz, onu sizinle asla gondermem. Artık onlar soz verince: Allah soylediklerinize Vekil´dir, dedi |
وَقَالَ يَا بَنِيَّ لَا تَدْخُلُوا مِن بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ أَبْوَابٍ مُّتَفَرِّقَةٍ ۖ وَمَا أُغْنِي عَنكُم مِّنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ ۖ إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ ۖ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ ۖ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ (67) Ve dedi ki: Ogullarım, hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber, Allah katında size bir faydam olmaz. Hukum ancak Allah´ındır. Ben, O´na tevekkul ettim. Tevekkul edenler de yalnız O´na tevekkul etsinler |
وَلَمَّا دَخَلُوا مِنْ حَيْثُ أَمَرَهُمْ أَبُوهُم مَّا كَانَ يُغْنِي عَنْهُم مِّنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ إِلَّا حَاجَةً فِي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضَاهَا ۚ وَإِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِّمَا عَلَّمْنَاهُ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (68) Babalarının kendilerine emrettigi yerden girdiler. Bu, Allah katında onlara bir fayda saglamazdı. Ancak Ya´kub icindeki dilegi meydana cıkarmıs oldu. O, suphe yok ki kendisine ogrettigimiz icin ilim sahibi idi, ama insanların cogu bilmezler |
وَلَمَّا دَخَلُوا عَلَىٰ يُوسُفَ آوَىٰ إِلَيْهِ أَخَاهُ ۖ قَالَ إِنِّي أَنَا أَخُوكَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (69) Yusuf´un yanına girince; o, kardesini yanına aldı ve: Ben senin kardesinim, onların yapmıs olduklarına artık uzulme, dedi |
فَلَمَّا جَهَّزَهُم بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ فِي رَحْلِ أَخِيهِ ثُمَّ أَذَّنَ مُؤَذِّنٌ أَيَّتُهَا الْعِيرُ إِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ (70) Onların yuklerini yuklettiginde su kabını oz kardesinin yukune koydurdu. Sonra bir munadi: Ey kafile; siz gercekten hırsızlarsınız, diye bagırdı |
قَالُوا وَأَقْبَلُوا عَلَيْهِم مَّاذَا تَفْقِدُونَ (71) Onlara donduler ve: Ne kaybettiniz? dediler |
قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَن جَاءَ بِهِ حِمْلُ بَعِيرٍ وَأَنَا بِهِ زَعِيمٌ (72) Dediler ki: Hukumdarın su kabını kaybettik, onu getirene de bir deve yuku var. Ben de buna kefilim |
قَالُوا تَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُم مَّا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْأَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِقِينَ (73) Dediler ki: Allah´a yemin ederiz, siz de ogrendiniz ki biz, yeryuzunde fesad cıkarmak icin gelmedik. Ve biz hırsızlar da olmadık |
قَالُوا فَمَا جَزَاؤُهُ إِن كُنتُمْ كَاذِبِينَ (74) Eger yalancılar iseniz; bunun cezası nedir? dediler |
قَالُوا جَزَاؤُهُ مَن وُجِدَ فِي رَحْلِهِ فَهُوَ جَزَاؤُهُ ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ (75) Dediler ki: Bunun cezası, yukunde bulunan kimsenin kendisidir. Iste o kimse bunun cezasıdır. Biz zalimleri boyle cezalandırırız |
فَبَدَأَ بِأَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَاءِ أَخِيهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِن وِعَاءِ أَخِيهِ ۚ كَذَٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَ ۖ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ أَخَاهُ فِي دِينِ الْمَلِكِ إِلَّا أَن يَشَاءَ اللَّهُ ۚ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَّن نَّشَاءُ ۗ وَفَوْقَ كُلِّ ذِي عِلْمٍ عَلِيمٌ (76) Bunun uzerine kardesinin kablarından evvel onlarınkini aramaya basladı. Sonra onu kardesinin kabından cıkardı. Iste Biz, Yusuf icin boyle bir tedbir kullandık. Yoksa o hukumdarın dinine gore; kardesini tutabilecek degildi. Meger ki Allah dileye. Diledigimizi derecelerle yukseltiriz. Ve her bilgi sahibinin ustunde bir bilen vardır |
۞ قَالُوا إِن يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ أَخٌ لَّهُ مِن قَبْلُ ۚ فَأَسَرَّهَا يُوسُفُ فِي نَفْسِهِ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ ۚ قَالَ أَنتُمْ شَرٌّ مَّكَانًا ۖ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ (77) Dediler ki: O calmıssa, daha evvel onun bir kardesi de calmıstı. Yusuf bunu icinde gizledi, onlara acılmadı. Sizin durumunuz daha kotudur. Allah sizin anlatmakta oldugunuzu en iyi bilendir, dedi |
قَالُوا يَا أَيُّهَا الْعَزِيزُ إِنَّ لَهُ أَبًا شَيْخًا كَبِيرًا فَخُذْ أَحَدَنَا مَكَانَهُ ۖ إِنَّا نَرَاكَ مِنَ الْمُحْسِنِينَ (78) Dediler ki: Ey Aziz, gercekten bunun ihtiyar bir babası var, onun yerine bizden birini al. Dogrusu biz seni ihsan edenlerden goruyoruz |
قَالَ مَعَاذَ اللَّهِ أَن نَّأْخُذَ إِلَّا مَن وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِندَهُ إِنَّا إِذًا لَّظَالِمُونَ (79) Dedi ki: Esyamızı yanında buldugumuz kimseden baskasını yakalamaktan Allah´a sıgınırız. Cunku biz, o zaman zalimlerden oluruz |
فَلَمَّا اسْتَيْأَسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِيًّا ۖ قَالَ كَبِيرُهُمْ أَلَمْ تَعْلَمُوا أَنَّ أَبَاكُمْ قَدْ أَخَذَ عَلَيْكُم مَّوْثِقًا مِّنَ اللَّهِ وَمِن قَبْلُ مَا فَرَّطتُمْ فِي يُوسُفَ ۖ فَلَنْ أَبْرَحَ الْأَرْضَ حَتَّىٰ يَأْذَنَ لِي أَبِي أَوْ يَحْكُمَ اللَّهُ لِي ۖ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ (80) Ondan umitlerini kesince; fısıldasarak bir yana cekildiler. Buyukleri dedi ki: Bilmiyor musunuz ki, babanız sizden Allah adına bir soz almıstı, daha once de Yusuf hakkında bir kusur islemistiniz. Babam bana izin verinceye veya Allah hakkımda hukmedinceye kadar, ben buradan asla ayrılmam. O, hukmedenlerin en hayırlısıdır |
ارْجِعُوا إِلَىٰ أَبِيكُمْ فَقُولُوا يَا أَبَانَا إِنَّ ابْنَكَ سَرَقَ وَمَا شَهِدْنَا إِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظِينَ (81) Siz, babanıza donun de deyin ki: Ey babamız; dogrusu oglun hırsızlık etti. Ve biz bildigimizden baska bir sey gormedik. Hem biz gaybın bekcileri de degildik |
وَاسْأَلِ الْقَرْيَةَ الَّتِي كُنَّا فِيهَا وَالْعِيرَ الَّتِي أَقْبَلْنَا فِيهَا ۖ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ (82) Bulundugumuz kasabanın halkına, aralarında geldigimiz kervana da sor. Biz gercekten sadıklarız |
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا ۖ فَصَبْرٌ جَمِيلٌ ۖ عَسَى اللَّهُ أَن يَأْتِيَنِي بِهِمْ جَمِيعًا ۚ إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ (83) Ya´kub dedi ki: Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp bir ise suruklemis. Artık bana sabır gerekir. Umulur ki Allah, onların hepsini birden bana getirecektir. Muhakkak ki Alim, Hakim O´dur O |
وَتَوَلَّىٰ عَنْهُمْ وَقَالَ يَا أَسَفَىٰ عَلَىٰ يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظِيمٌ (84) Ve onlardan yuz cevirdi de: Vah, yazık oldu Yusuf´a, dedi ve uzuntusunden gozleri agardı. Artık uzuntusunu icinde saklıyordu |
قَالُوا تَاللَّهِ تَفْتَأُ تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتَّىٰ تَكُونَ حَرَضًا أَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِكِينَ (85) Dediler ki: Vallahi sen, hala Yusuf´u anıp duruyorsun, sonunda ya kederinden bitkin duseceksin veya helake ugrayanlardan olacaksın |
قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللَّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ (86) Dedi ki: Ben, uzuntumu ve kederimi yalnız Allah´a acarım. Ve ben, Allah katından sizin bilmediginizi biliyorum |
يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِن يُوسُفَ وَأَخِيهِ وَلَا تَيْأَسُوا مِن رَّوْحِ اللَّهِ ۖ إِنَّهُ لَا يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللَّهِ إِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ (87) Ey ogullarım; haydi gidin, Yusuf´u ve kardesini arastırın. Allah´ın rahmetinden umidinizi kesmeyin. Zira kafirler guruhundan baskası Allah´ın rahmetinden umidini kesmez |
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَا أَيُّهَا الْعَزِيزُ مَسَّنَا وَأَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُّزْجَاةٍ فَأَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَا ۖ إِنَّ اللَّهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّقِينَ (88) Onlar yanına vardıklarında dediler ki: Ey Aziz; bizi de ailemizi de darlık bastı, pek degersiz bir malla geldik. Bize yine tam olcek ver de tasadduk et. Muhakkak ki Allah, tasadduk edenleri mukafaatlandırır |
قَالَ هَلْ عَلِمْتُم مَّا فَعَلْتُم بِيُوسُفَ وَأَخِيهِ إِذْ أَنتُمْ جَاهِلُونَ (89) Siz, cahiller iken Yusuf´a ve kardesine neler yaptıgınızı biliyor musunuz? dedi |
قَالُوا أَإِنَّكَ لَأَنتَ يُوسُفُ ۖ قَالَ أَنَا يُوسُفُ وَهَٰذَا أَخِي ۖ قَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا ۖ إِنَّهُ مَن يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ (90) Dediler ki: Yoksa sen gercekten Yusuf musun? O da dedi ki: Ben, Yusuf´um, bu da kardesim. Dogrusu Allah, size lutfetti. Cunku kim sakınır ve sabrederse; muhakkak ki Allah, ihsan edenlerin ecrini zayi etmez |
قَالُوا تَاللَّهِ لَقَدْ آثَرَكَ اللَّهُ عَلَيْنَا وَإِن كُنَّا لَخَاطِئِينَ (91) Dediler ki: Allah´a yemin ederiz, Allah gercekten seni bizden ustun kılmıstır. Dogrusu biz, suclu idik |
قَالَ لَا تَثْرِيبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ ۖ يَغْفِرُ اللَّهُ لَكُمْ ۖ وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ (92) Dedi ki: Bugun size basa kakmak ve kınamak yok. Allah sizi bagıslasın. O, merhametlilerin merhametlisidir |
اذْهَبُوا بِقَمِيصِي هَٰذَا فَأَلْقُوهُ عَلَىٰ وَجْهِ أَبِي يَأْتِ بَصِيرًا وَأْتُونِي بِأَهْلِكُمْ أَجْمَعِينَ (93) Simdi siz, su gomlegimi goturun de babamın yuzune surun, gormeye baslar. Butun ailenizi de bana getirin |
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْعِيرُ قَالَ أَبُوهُمْ إِنِّي لَأَجِدُ رِيحَ يُوسُفَ ۖ لَوْلَا أَن تُفَنِّدُونِ (94) Kafile ayrılınca babaları dedi ki: Bana bunak demezseniz; inan olsun ki, Yusuf´un kokusunu duyuyorum |
قَالُوا تَاللَّهِ إِنَّكَ لَفِي ضَلَالِكَ الْقَدِيمِ (95) Dediler ki: Allah´a yemin ederiz, sen hala eski saskınlıgındasın |
فَلَمَّا أَن جَاءَ الْبَشِيرُ أَلْقَاهُ عَلَىٰ وَجْهِهِ فَارْتَدَّ بَصِيرًا ۖ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ مِنَ اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ (96) Fakat mujdeci gelip de onu yuzune surunce; derhal gordu ve dedi ki: Ben, size Allah katından sizin bilmeyeceginizi biliyorum, dememis miydim |
قَالُوا يَا أَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا إِنَّا كُنَّا خَاطِئِينَ (97) Dediler ki: Ey babamız; bizim icin magfiret dile, biz gercekten suclular idik |
قَالَ سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّي ۖ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (98) Dedi ki: Sizin icin ilerde Rabbımdan magfiret dileyecegim. Muhakkak ki O´dur O, Gafur, Rahim |
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَىٰ يُوسُفَ آوَىٰ إِلَيْهِ أَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ إِن شَاءَ اللَّهُ آمِنِينَ (99) Onlar Yusuf´un yanına girdiklerinde; o anasını, babasını bagrına bastı ve: Allah´ın istegi ile Mısır´a emin olarak girin, dedi |
وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًا ۖ وَقَالَ يَا أَبَتِ هَٰذَا تَأْوِيلُ رُؤْيَايَ مِن قَبْلُ قَدْ جَعَلَهَا رَبِّي حَقًّا ۖ وَقَدْ أَحْسَنَ بِي إِذْ أَخْرَجَنِي مِنَ السِّجْنِ وَجَاءَ بِكُم مِّنَ الْبَدْوِ مِن بَعْدِ أَن نَّزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْنِي وَبَيْنَ إِخْوَتِي ۚ إِنَّ رَبِّي لَطِيفٌ لِّمَا يَشَاءُ ۚ إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ (100) Ana-babasını tahtın uzerine cıkarıp oturttu. Hepsi onun icin secdeye kapandılar. Dedi ki: Babacıgım; iste bu; vaktiyle gordugum ruyanın gerceklesmesidir. Dogrusu Rabbım, onu gerceklestirdi ve bana ihsan etti de; seytan benimle kardeslerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan cıkardı ve sizi colden getirdi. Muhakkak ki Rabbım, diledigine lutufkardır. Muhakkak ki O´dur O, Hakim, Alim |
۞ رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ ۚ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ أَنتَ وَلِيِّي فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ ۖ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ (101) Rabbım; bana Sen mulk verdin ve sozlerin te´vilini ogrettin. Ey goklerin ve yerin yaratanı; Sen, dunyada da, ahirette de benim velimsin. Musluman olarak canımı al. Ve beni salihlere kat |
ذَٰلِكَ مِنْ أَنبَاءِ الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيْكَ ۖ وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ أَجْمَعُوا أَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ (102) Bunlar gayb haberlerindendir ki, sana vahyediyoruz. Onlar, elbirligi edip duzen kurdukları zaman; sen, orada degildin |
وَمَا أَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِنِينَ (103) Sen, ne kadar hırs gostersen de; yine insanların cogu, inanmazlar |
وَمَا تَسْأَلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ (104) Halbuki sen, buna karsı onlardan hic bir ucret de istemiyorsun. O, alemler icn bir ogutten baska bir sey degildir |
وَكَأَيِّن مِّنْ آيَةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ (105) Goklerde ve yerde nice ayetler vardır ki; yuzlerini cevirerek onları gorup gecerler |
وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُم بِاللَّهِ إِلَّا وَهُم مُّشْرِكُونَ (106) Onların cogu; Allah´a iman etmezler, ille de sirk kosanlardır onlar |
أَفَأَمِنُوا أَن تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِّنْ عَذَابِ اللَّهِ أَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (107) Allah tarafından onları kusatacak bir azabın kendilerine gelip catmasından veya farkında olmadan kıyamet saatinin ansızın gelmesinden emin midirler |
قُلْ هَٰذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللَّهِ ۚ عَلَىٰ بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي ۖ وَسُبْحَانَ اللَّهِ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ (108) De ki: Benim yolum iste budur. Allah´a basiretle davet ediyorum, ben de bana uyanlar da, Allah´ı tenzih ederiz. Ben, asla musriklerden degilim |
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ إِلَّا رِجَالًا نُّوحِي إِلَيْهِم مِّنْ أَهْلِ الْقُرَىٰ ۗ أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ ۗ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ اتَّقَوْا ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (109) Senden once gonderdigimiz elciler de ancak kasabalar halkından, kendilerine vahyettigimiz birtakım erkeklerdi. Yeryuzunde dolasmıyorlar mı ki; gorsunler kendilerinden once gecenlerin akıbetlerinin nasıl oldugunu. Ittika edenler icin ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Hala akıllanmayacak mısınız |
حَتَّىٰ إِذَا اسْتَيْأَسَ الرُّسُلُ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَاءَهُمْ نَصْرُنَا فَنُجِّيَ مَن نَّشَاءُ ۖ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ (110) Nihayet o Peygamber umitsizlige dusup kesinlikle yalanladıklarını sandıkları sırada, onlara yardımımız gelmistir. Boylece diledigimiz kurtarılmıstır. Suclular guruhundan ise baskınımız asla geri cevrilmeyecektir |
لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِّأُولِي الْأَلْبَابِ ۗ مَا كَانَ حَدِيثًا يُفْتَرَىٰ وَلَٰكِن تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (111) Andolsun ki; onların kıssalarında aklı olanlar icin ibretler vardır. Bu, uydurulabilecek bir soz degildir. O; sadece kendinden onceki kitabların tasdiki, her seyin tafsilidir. Inananlar toplulugu icin de hidayet ve rahmettir |