الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْآخِرَةِ ۚ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ (1) Hamd, O Allah´a ki; goklerde ve yerde bulunanlar kendisine aittir. Ahirette de hamd O´nadır. O; Hakim´dir, Habir´dir |
يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا ۚ وَهُوَ الرَّحِيمُ الْغَفُورُ (2) Yere gireni, oradan cıkanı, gokten ineni ve oraya yukseleni bilir. O; Rahim´dir, Gafur´dur |
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَأْتِينَا السَّاعَةُ ۖ قُلْ بَلَىٰ وَرَبِّي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ ۖ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَلَا أَصْغَرُ مِن ذَٰلِكَ وَلَا أَكْبَرُ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ (3) Kufredenler dediler ki: Kıyamet saatı bize gelmeyecektir. De ki: Hayır, gaybı Rabbıma andolsun ki; o saat muhakkak size gelecektir. Goklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O´nun ilminin dısında degildir. Ondan daha kucugu de, buyugu de istisnasız, mutlaka apacık kitabtadır |
لِّيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ۚ أُولَٰئِكَ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ (4) Iman etmis olup da salih amel isleyenleri mukafatlandırması icin. Iste onlara magfiret ve comertce verilmis bir rızık vardır |
وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِّن رِّجْزٍ أَلِيمٌ (5) Ayetlerimiz hakkında Bizi aciz bırakmaya yeltenenlere de, iste onlara cetin ve elim azab vardır |
وَيَرَى الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ الَّذِي أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ هُوَ الْحَقَّ وَيَهْدِي إِلَىٰ صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ (6) Kendilerine ilim verilmis olanlar gorurler ki; sana Rabbından indirilmis olan, hakkın kendisidir. Ve Aziz, Hamid olanın dosdogru yoluna iletmektedir |
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلَىٰ رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ إِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّكُمْ لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ (7) Kufretmis olanlar dediler ki: Siz, didik didik parcalanıp dagıldıgınız zaman muhakkak sizin yeni bir yaratılısta bulunacagınızı haber veren bir adamı size gosterelim mi |
أَفْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَم بِهِ جِنَّةٌ ۗ بَلِ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَعِيدِ (8) Allah´a karsı yalan mı uyduruyor, yoksa kendisinde bir delilik mi vardır? Hayır, ahirete inanmayanlar azabtadırlar, uzak bir sapıklık icindedirler |
أَفَلَمْ يَرَوْا إِلَىٰ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ ۚ إِن نَّشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِّنَ السَّمَاءِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ (9) Gokten ve yerden onlerinde ve arkalarında olanı gormuyorlar mı? Biz, istersek; onları yerin dibine gecirir veya uzerlerine gokten parcalar indiririz. Muhakkak ki bunda, Allah´a yonelen her kul icin bir ayet vardır |
۞ وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ مِنَّا فَضْلًا ۖ يَا جِبَالُ أَوِّبِي مَعَهُ وَالطَّيْرَ ۖ وَأَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ (10) Andolsun ki; Davud´a, katımızdan lutuf ihsan ettik. Ey daglar; onunla birlikte siz de tesbih edin ve kuslar da. Ona demiri yumusak kıldık |
أَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ ۖ وَاعْمَلُوا صَالِحًا ۖ إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (11) Genis zırhlar yap ve dokumasını saglam tut, diye. Ve salih ameller isleyin. Muhakkak ki Ben; yapmakta oldugunuz seyi gorenim |
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ ۖ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ ۖ وَمِنَ الْجِنِّ مَن يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ ۖ وَمَن يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ (12) Suleyman´a da ruzgarı, gunduz estiginde gidisi bir aylık mesafedir. Aksamleyin de gelisi bir aylık mesafedir. Ve onun icin su gibi erimis bakır akıttık. Cinnlerden de Rabbının izniyle elinin altında is goreni verdik. Onlardan her kim, Bizim emrimizden cıkarsa; ona alevli atesin azabından tattırırız |
يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاءُ مِن مَّحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ ۚ اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا ۚ وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ (13) Onlar; kalelerden, heykellerden, buyuk havuzlara benzer canaklardan ve tasınması guc kazanlardan ne dilerse kendisine yaparlardı. Ey Davud hanedanı; sukrederek calısın. Kullarımdan pek azı sukredicidir |
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَىٰ مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ ۖ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَن لَّوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ (14) Onun olumune hukmettigimiz zaman; olumunu onlara ancak degnegini yiyen canlı farkettirdi. Yere dusunce ortaya cıktı ki; eger onlar gaybı bilselerdi, horlayıcı azab icinde kalmazlardı |
لَقَدْ كَانَ لِسَبَإٍ فِي مَسْكَنِهِمْ آيَةٌ ۖ جَنَّتَانِ عَن يَمِينٍ وَشِمَالٍ ۖ كُلُوا مِن رِّزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُ ۚ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ (15) Sebe´liler icin yurdlarında bir ayet vardı: Saglı sollu iki bahce. Rabbınızın rızkından yeyin ve O´na sukredin. Guzel bir belde ve bagıslayan bir Rabb |
فَأَعْرَضُوا فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُم بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ أُكُلٍ خَمْطٍ وَأَثْلٍ وَشَيْءٍ مِّن سِدْرٍ قَلِيلٍ (16) Ama onlar, yuz cevirdiler. Boylece Biz de uzerlerine Arim selini gonderdik. Ve onların iki bahcesini, buruk yemisli, ılgınlık ve biraz da sedir agacı bulunan iki bahceye cevirdik |
ذَٰلِكَ جَزَيْنَاهُم بِمَا كَفَرُوا ۖ وَهَلْ نُجَازِي إِلَّا الْكَفُورَ (17) Iste boylece kufretmis olmalarından oturu onları cezalandırdık. Biz, kufredenlerden baskasını cezalandırır mıyız |
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا فِيهَا السَّيْرَ ۖ سِيرُوا فِيهَا لَيَالِيَ وَأَيَّامًا آمِنِينَ (18) Onlarla mubarek kıldıgımız kasabalar arasında, gorunebilen kasabalar var ettik. Ve orada gezilecek belirli yerler yaptık. Orada geceleri ve gunduzleri emniyet icerisinde gezin |
فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ أَسْفَارِنَا وَظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ (19) Fakat onlar dediler ki: Rabbım, yolculuklarımızın arasını uzaklastır. Ve kendi oz nefislerine zulmettiler. Biz de onları efsaneler kılıverdik, darmadagınık ettik. Muhakkak ki bunda; cok sabreden ve cok sukreden herkes icin ayetler vardır |
وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ (20) Andolsun ki; Iblis, onlar hakkındaki zannını dogru cıkarmıs ve mu´minlerden bir topluluk haric ona tabi olmuslardır |
وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِم مِّن سُلْطَانٍ إِلَّا لِنَعْلَمَ مَن يُؤْمِنُ بِالْآخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فِي شَكٍّ ۗ وَرَبُّكَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ (21) Halbuki Iblis´in onlar uzerinde hic bir hakimiyeti yoktu. Ancak Biz, ahirete inananlarla, ondan suphede olanları belirlemek icin yaptık. Ve Rabbın, her seye Hafiz´dir |
قُلِ ادْعُوا الَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ ۖ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَمَا لَهُمْ فِيهِمَا مِن شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُم مِّن ظَهِيرٍ (22) De ki: Allah´tan baska, taptıklarınızı cagıran. Onlar ne goklerde, ne de yerde zerre kadar bir seye sahib degildirler. Ve onların bu ikisinde ortaklıgı da yoktur. O´nun bunlardan hicbir yardımcısı da yoktur |
وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ ۚ حَتَّىٰ إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ ۖ قَالُوا الْحَقَّ ۖ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ (23) O´nun katında, kendisine izin verdiginden baskası sefaat edemez. Nihayet kalblerindeki korku giderilince: Rabbınız ne dedi? dediler. Hakkı, dediler. Ve O, Aliyy´dir, Kebir´dir |
۞ قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ قُلِ اللَّهُ ۖ وَإِنَّا أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَىٰ هُدًى أَوْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (24) De ki: Sizi gokten ve yerden rızıklandıran kimdir? De ki: Allah´tır. Ya biz, ya siz; elbette dogru yolda veya apacık bir sapıklıktadır |
قُل لَّا تُسْأَلُونَ عَمَّا أَجْرَمْنَا وَلَا نُسْأَلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ (25) De ki: Bizim isledigimiz suclardan siz sorumlu olmazsınız, biz de sizin yaptıklarınızdan sorumlu olmayız |
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلِيمُ (26) De ki: Rabbımız aramızı birlestirir, sonra da aramızda hak ile hukmeder. Fettah, Alim O´dur |
قُلْ أَرُونِيَ الَّذِينَ أَلْحَقْتُم بِهِ شُرَكَاءَ ۖ كَلَّا ۚ بَلْ هُوَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (27) De ki: O´na, hasa ortaklar olarak ilistirdiklerinizi gosterin bana. Hayır, O; Allah´tır, Aziz´dir, Hakim´dir |
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (28) Biz, seni; ancak butun insanlara mujdeci ve uyarıcı olarak gonderdik. Ne var ki insanların cogu bilmezler |
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (29) Derler ki: Dogru sozluler iseniz, bu vaad ne zamandır |
قُل لَّكُم مِّيعَادُ يَوْمٍ لَّا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ (30) De ki: Sizin icin bir gunun miadı vardır. Ondan bir an ne geri kalabilirsiniz, ne de one gecebilirsiniz |
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن نُّؤْمِنَ بِهَٰذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ ۗ وَلَوْ تَرَىٰ إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِندَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ (31) Kufretmis olanlar dediler ki: Biz kesin olarak ne bu Kur´an´a ne de ondan oncekilere inanırız. Bir gorseydin, hani zalimler Rabblarının huzurunda dikilmisler, bir kısmı bir kısmına soz atıyordu. Gucsuz sayılanlar buyukluk taslayanlara diyorlardı ki: Siz olmasaydınız biz, muhakkak inananlar olurduk |
قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا أَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدَىٰ بَعْدَ إِذْ جَاءَكُم ۖ بَلْ كُنتُم مُّجْرِمِينَ (32) Buyukluk taslayanlar da gucsuz sayılanlara dediler ki: Size hidayet geldikten sonra biz mi sizi ondan alıkoyduk? Bilakis siz, suclular idiniz |
وَقَالَ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَا أَن نَّكْفُرَ بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُ أَندَادًا ۚ وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ وَجَعَلْنَا الْأَغْلَالَ فِي أَعْنَاقِ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (33) Gucsuz sayılanlar da, buyukluk taslayanlara dediler ki: Haydi, gece ve gunduzun (isiniz) hilekarlıktı. Hani siz, bizim Allah´a kufretmemizi ve O´na esler kosmamızı emrediyordunuz. Azabı gorduklerinde ettiklerine icleri yandı. Ve kufretmis olanların boyunlarına demir halkalar vurduk. Yapmakta olduklarından baskasıyla mı, cezalandırılacaklardı |
وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ (34) Uyarıcı gonderdigimiz her kasabanın varlıklıları dediler ki: Biz, sizin gonderildiginiz seyi inkar edenleriz |
وَقَالُوا نَحْنُ أَكْثَرُ أَمْوَالًا وَأَوْلَادًا وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ (35) Ve dediler ki: Biz, malca ve evladca daha coguz. Hem biz, azab edilecekler degiliz |
قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ وَيَقْدِرُ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (36) De ki: Rabbım dilediginin rızkını genisletir ve kısar, ama insanların cogu bilmezler |
وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَىٰ إِلَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُولَٰئِكَ لَهُمْ جَزَاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ (37) Ne mallarınız, ne de cocuklarınız sizi, Bizim katımıza yaklastıracak olan. Ancak iman edip salih amel isleyen kimselerin, iste onların yaptıklarına karsılık kkat kat mukafat vardır. Ve onlar, yuksek dereceler icinde emindirler |
وَالَّذِينَ يَسْعَوْنَ فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَٰئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ (38) Ayetlerimizde bizi aciz bırakmaya calısanlar, iste onlar azabla yuzyuze bırakılmıslardır |
قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ ۚ وَمَا أَنفَقْتُم مِّن شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُ ۖ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (39) De ki: Rabbım, rızkı kullarından diledigine genisletir ve kısar. Hangi seyden de infak ederseniz; O, yerine koyar. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır |
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلَائِكَةِ أَهَٰؤُلَاءِ إِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ (40) O gun; onların hepsini topladıktan sonra meleklere: Bunlar mıydı, size tapmakta olanlar? der |
قَالُوا سُبْحَانَكَ أَنتَ وَلِيُّنَا مِن دُونِهِم ۖ بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّ ۖ أَكْثَرُهُم بِهِم مُّؤْمِنُونَ (41) Melekler: Tenzih ederiz Seni, bizim dostumuz onlar degil Sensin. Hayır, onlar cinnlere tapıyorlardı ve cogu da onlara iman etmislerdi, derler |
فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَّفْعًا وَلَا ضَرًّا وَنَقُولُ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ (42) Iste bugun; bir kısmınız, bir kısmınız icin ne bir fayda, ne de bir zarar verebilir. Zulmetmis olanlara da deriz ki: Yalanladıgınız atesin azabını tadın |
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا رَجُلٌ يُرِيدُ أَن يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُكُمْ وَقَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا إِفْكٌ مُّفْتَرًى ۚ وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ (43) Onlara apacık ayetlerimiz okundugu zaman dediler ki: Bu, ancak sizi atalarınızın ibadet etmekte oldugundan alıkoymak isteyen bir adamdır. Ve dediler ki: Bu da dupeduz bir uydurmadan baska bir sey degildir. Hak kendilerine geldiginde hakkı inkar etmis olanlar dediler ki: Bu, sadece apacık bir buyudur |
وَمَا آتَيْنَاهُم مِّن كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا ۖ وَمَا أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِن نَّذِيرٍ (44) Halbuki biz, onlara okuyacakları bir kitab vermemis ve senden once onlara bir uyarıcı da gondermemistik |
وَكَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَا آتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُلِي ۖ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ (45) Kendilerinden oncekiler de yalanlamıslardı. Halbuki bunlar, onlara verdiklerimizin onda birine bile ulasamamıslardı. Peygamberlerimi yalanladılar. Beni inkar nasıl olurmus |
۞ قُلْ إِنَّمَا أَعِظُكُم بِوَاحِدَةٍ ۖ أَن تَقُومُوا لِلَّهِ مَثْنَىٰ وَفُرَادَىٰ ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا ۚ مَا بِصَاحِبِكُم مِّن جِنَّةٍ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا نَذِيرٌ لَّكُم بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَدِيدٍ (46) De ki: Ben, size ancak Allah icin ikiser ikiser ve teker teker kalmanızı, sonra arkadasınızda bir delilik olmadıgını iyice dusunmenizi ogutlerim. O, ancak siddetli bir azabın oncesinde sizin icin bir uyarıcıdır |
قُلْ مَا سَأَلْتُكُم مِّنْ أَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ ۖ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ (47) De ki: Sizden bir ucret istersem eger, o sizin olsun. Benim ucretim, ancak Allah´a aittir. Ve O, her seye sahid´dir |
قُلْ إِنَّ رَبِّي يَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَّامُ الْغُيُوبِ (48) De ki: Hic suphesiz Rabbim, hakkı koyar. O, gorunmezlikleri cok iyi bilendir |
قُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ (49) De ki: Hak gelmistir. Artık batıl, ne yeniden bir sey ortaya koyabilir, ne de geri getirebilir |
قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَىٰ نَفْسِي ۖ وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي ۚ إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ (50) De ki: Eger ben, sapacak olsam, ancak kendi aleyhime sapmıs olurum. Sayet hidayete erersem, Rabbimin bana vahyetmesinden oturu ererim. O, muhakkak ki Semi´dir. Karib´tir |
وَلَوْ تَرَىٰ إِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَأُخِذُوا مِن مَّكَانٍ قَرِيبٍ (51) Bir gorsen, hani onlar korkmuslardı. Artık kacacak yerleri de yoktur, yakın bir yerde yakalanmıslardır |
وَقَالُوا آمَنَّا بِهِ وَأَنَّىٰ لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ (52) O´na inandık demislerdir. Ama uzak bir yerden nasıl kolayca imana ulasılır |
وَقَدْ كَفَرُوا بِهِ مِن قَبْلُ ۖ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ (53) Halbuki daha once onu inkar etmislerdi. Uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlardı |
وَحِيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِأَشْيَاعِهِم مِّن قَبْلُ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا فِي شَكٍّ مُّرِيبٍ (54) Onlarla arzuladıkları seylerin arasına bir engel konulmustur. Daha once benzerlerine yapıldıgı gibi. Suphesiz onlar siddetli bir tereddut ve suphe icindedirler |