طسم (1) Ta, Sin, Mim |
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (2) Bunlar, apacık kitabın ayetleridir |
نَتْلُو عَلَيْكَ مِن نَّبَإِ مُوسَىٰ وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (3) Iman edecek bir kavim icin Musa ile Firavun'un haberlerinden bir kısmını sana dosdogru okuyacagız |
إِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْأَرْضِ وَجَعَلَ أَهْلَهَا شِيَعًا يَسْتَضْعِفُ طَائِفَةً مِّنْهُمْ يُذَبِّحُ أَبْنَاءَهُمْ وَيَسْتَحْيِي نِسَاءَهُمْ ۚ إِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ (4) Cunku Firavun, (Mısır) topragında gercekten azmıs, halkını parca parca etmisti. Onlardan bir zumreyi gucsuz buluyor, bunların ogullarını bogazlıyor, kızlarını ise sag bırakıyordu. Belli ki o bozgunculardandı |
وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ (5) Biz ise istiyorduk ki, o yerde gucsuz dusurulenlere lutufta bulunalım, onları onderler yapalım, onlara (otekilerin) yerini aldıralım |
وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُم مَّا كَانُوا يَحْذَرُونَ (6) Ve o yerde onları hakim kılalım, Firavun ile Haman ve ordularına, onlardan cekinmekte oldukları seyi gosterelim |
وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ أُمِّ مُوسَىٰ أَنْ أَرْضِعِيهِ ۖ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي ۖ إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ (7) O esnada Musa'nın anasına "Onu emzir, kendisine zarar geleceginden kaygılandıgında onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hic korkup kaygılanma, cunku biz onu tekrar sana verecegiz ve onu peygamberlerden biri yapacagız" diye bildirdik |
فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا ۗ إِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِئِينَ (8) Nihayet Firavun ailesi onu yitik olarak aldı. Cunku o, sonunda kendileri icin bir dusman ve bir tasa olacaktı. Suphesiz Firavun ile Haman ve askerleri yanılıyorlardı |
وَقَالَتِ امْرَأَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ لِّي وَلَكَ ۖ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَىٰ أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (9) Firavun'un karısı (sepetin icinden cocuk cıkınca kocasına), "Ikimizin de gozu aydın! Onu oldurmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlad ediniriz" dedi. Halbuki onlar isin sonunu sezemiyorlardı |
وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَىٰ فَارِغًا ۖ إِن كَادَتْ لَتُبْدِي بِهِ لَوْلَا أَن رَّبَطْنَا عَلَىٰ قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (10) Musa'nın anasının yuregi (tasadan) bombos kalıverdi. Eger biz, (vaadimize) inananlardan olması icin onun kalbini pekistirmemis olsaydık, neredeyse isi meydana cıkaracaktı |
وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ ۖ فَبَصُرَتْ بِهِ عَن جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (11) Annesi Musa'nın ablasına, "Onun izini takip et" dedi. O da, onlar farkına varmadan uzaktan kardesini gozetledi |
۞ وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِن قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَىٰ أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ (12) Biz (annesine geri vermezden) daha once, onun sut analarının sutunu kabulune musade etmedik. Bunun uzerine ablası, "Size, onun bakımını sizin namınıza ustlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile gostereyim mi?" dedi |
فَرَدَدْنَاهُ إِلَىٰ أُمِّهِ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (13) Boylelikle biz onu, gozu aydın olsun, gam cekmesin ve Allah'ın vaadinin gercek oldugunu bilsin, diye anasına geri verdik. Fakat yine de pek cogu (bunu) bilmezler |
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَاسْتَوَىٰ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (14) Musa yigitlik cagına girip olgunlasınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. Iste guzel davrananları biz boyle mukafatlandırırız |
وَدَخَلَ الْمَدِينَةَ عَلَىٰ حِينِ غَفْلَةٍ مِّنْ أَهْلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِ هَٰذَا مِن شِيعَتِهِ وَهَٰذَا مِنْ عَدُوِّهِ ۖ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذِي مِن شِيعَتِهِ عَلَى الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ فَوَكَزَهُ مُوسَىٰ فَقَضَىٰ عَلَيْهِ ۖ قَالَ هَٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ ۖ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُّضِلٌّ مُّبِينٌ (15) Musa, halkının habersiz oldugu bir sırada sehre girdi. Orada, biri kendi tarafından digeri dusman tarafından olan iki adamı birbirleriyle dogusur buldu. Kendi tarafı olan, dusmana karsı ondan yardım diledi. Musa da otekine bir yumruk indirip onun olumune sebep oldu. "Bu, seytan isidir. O, gercekten saptırıcı, apacık bir dusmandır" dedi |
قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ ۚ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (16) Musa, "Rabbim! Dogrusu kendimi ziyana ugrattım. Beni bagısla!" dedi; Allah da, onu bagısladı. Cunku, cok bagıslayıcı, cok merhamet edici olan ancak O'dur |
قَالَ رَبِّ بِمَا أَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ أَكُونَ ظَهِيرًا لِّلْمُجْرِمِينَ (17) Musa, "Rabbim! Bana lutfettigin nimetlere andolsun ki, artık suclulara asla arka olmayacagım" dedi |
فَأَصْبَحَ فِي الْمَدِينَةِ خَائِفًا يَتَرَقَّبُ فَإِذَا الَّذِي اسْتَنصَرَهُ بِالْأَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُ ۚ قَالَ لَهُ مُوسَىٰ إِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُّبِينٌ (18) Sehirde korku icinde, (etrafı) gozetleyerek sabahladı. Bir de ne gorsun, dun kendisinden yardım isteyen kimse feryad ederek yine ondan imdat istiyor. Musa ona dedi ki: "Dogrusu sen, besbelli bir azgınsın |
فَلَمَّا أَنْ أَرَادَ أَن يَبْطِشَ بِالَّذِي هُوَ عَدُوٌّ لَّهُمَا قَالَ يَا مُوسَىٰ أَتُرِيدُ أَن تَقْتُلَنِي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْأَمْسِ ۖ إِن تُرِيدُ إِلَّا أَن تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْأَرْضِ وَمَا تُرِيدُ أَن تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِحِينَ (19) Musa, ikisinin de dusmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: "Ey Musa! Dun bir cana kıydıgın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek arabuluculardan olmak istemiyor da, bu yerde ille yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun sen |
وَجَاءَ رَجُلٌ مِّنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ يَسْعَىٰ قَالَ يَا مُوسَىٰ إِنَّ الْمَلَأَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ إِنِّي لَكَ مِنَ النَّاصِحِينَ (20) Sehrin obur ucundan bir adam geldi ve dedi ki: "Ey Musa! Ileri gelenler seni oldurmek icin hakkında muzakere ediyorlar. Derhal (buradan) cık! Inan ki ben senin iyiligini isteyenlerdenim |
فَخَرَجَ مِنْهَا خَائِفًا يَتَرَقَّبُ ۖ قَالَ رَبِّ نَجِّنِي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (21) Musa korka korka, (etrafı) gozetleyerek oradan cıktı. "Rabbim! Beni zalimler guruhundan kurtar" dedi |
وَلَمَّا تَوَجَّهَ تِلْقَاءَ مَدْيَنَ قَالَ عَسَىٰ رَبِّي أَن يَهْدِيَنِي سَوَاءَ السَّبِيلِ (22) Medyen'e dogru yoneldiginde: "Umarım Rabbim beni dogru yola iletir." dedi |
وَلَمَّا وَرَدَ مَاءَ مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ أُمَّةً مِّنَ النَّاسِ يَسْقُونَ وَوَجَدَ مِن دُونِهِمُ امْرَأَتَيْنِ تَذُودَانِ ۖ قَالَ مَا خَطْبُكُمَا ۖ قَالَتَا لَا نَسْقِي حَتَّىٰ يُصْدِرَ الرِّعَاءُ ۖ وَأَبُونَا شَيْخٌ كَبِيرٌ (23) Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir cok insan buldu. Onların gerisinde de (hayvanlarını suyun oldugu yerden) geri ceken iki kadın gordu. Onlara "Derdiniz nedir?" dedi. Soyle cevap verdiler: "Cobanlar sulayıp cekilmeden biz ( onların icine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da cok yaslıdır |
فَسَقَىٰ لَهُمَا ثُمَّ تَوَلَّىٰ إِلَى الظِّلِّ فَقَالَ رَبِّ إِنِّي لِمَا أَنزَلْتَ إِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَقِيرٌ (24) Bunun uzerine Musa, onların davarlarını suladı. Sonra golgeye cekildi ve "Rabbim! Dogrusu bana indirecegin her hayra muhtacım" dedi |
فَجَاءَتْهُ إِحْدَاهُمَا تَمْشِي عَلَى اسْتِحْيَاءٍ قَالَتْ إِنَّ أَبِي يَدْعُوكَ لِيَجْزِيَكَ أَجْرَ مَا سَقَيْتَ لَنَا ۚ فَلَمَّا جَاءَهُ وَقَصَّ عَلَيْهِ الْقَصَصَ قَالَ لَا تَخَفْ ۖ نَجَوْتَ مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (25) Derken, o iki kadından biri utana utana yuruyerek ona geldi. "Babam, dedi, bizim yerimize (hayvanları) sulamanın karsılıgını odemek icin seni cagırıyor." Musa, ona (Hz. Suayb'a) gelip basından geceni anlatınca o, "korkma, o zalim kavimden kurtuldun"dedi |
قَالَتْ إِحْدَاهُمَا يَا أَبَتِ اسْتَأْجِرْهُ ۖ إِنَّ خَيْرَ مَنِ اسْتَأْجَرْتَ الْقَوِيُّ الْأَمِينُ (26) (Suayb'ın) iki kızından biri: "Babacıgım! Onu ucretle (coban) tut. Cunku ucretle istihdam edecegin en iyi kimse, bu guclu ve guvenilir adamdır" dedi |
قَالَ إِنِّي أُرِيدُ أَنْ أُنكِحَكَ إِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلَىٰ أَن تَأْجُرَنِي ثَمَانِيَ حِجَجٍ ۖ فَإِنْ أَتْمَمْتَ عَشْرًا فَمِنْ عِندِكَ ۖ وَمَا أُرِيدُ أَنْ أَشُقَّ عَلَيْكَ ۚ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ (27) (Suayb) Dedi ki: "Bana sekiz yıl calısmana karsılık su iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eger on yıla tamamlarsan artık o kendinden; yoksa sana agırlık vermek istemem. Insaallah beni iyi kimselerden bulacaksın |
قَالَ ذَٰلِكَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ ۖ أَيَّمَا الْأَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّ ۖ وَاللَّهُ عَلَىٰ مَا نَقُولُ وَكِيلٌ (28) Musa soyle cevap verdi: "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki sureden hangisini doldurursam doldurayım demek ki, bana karsı husumet yok. Soylediklerimize Allah vekildir |
۞ فَلَمَّا قَضَىٰ مُوسَى الْأَجَلَ وَسَارَ بِأَهْلِهِ آنَسَ مِن جَانِبِ الطُّورِ نَارًا قَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَّعَلِّي آتِيكُم مِّنْهَا بِخَبَرٍ أَوْ جَذْوَةٍ مِّنَ النَّارِ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ (29) Artık Musa sureyi doldurup ailesiyle yola cıkınca, Tur tarafından bir ates gordu. Ailesine: "Siz (burada) bekleyin; ben bir ates gordum, belki oradan size bir haber, yahut ısınmanız icin o atesten bir parca getiririm" dedi |
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِيَ مِن شَاطِئِ الْوَادِ الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَىٰ إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ (30) Oraya gelince, o mubarek yerdeki vadinin sag kıyısından, (oradaki) agac tarafından kendisine soyle seslenildi: "Ey Musa! Bil ki ben, butun alemlerin Rabbi olan Allah'ım |
وَأَنْ أَلْقِ عَصَاكَ ۖ فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّىٰ مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ ۚ يَا مُوسَىٰ أَقْبِلْ وَلَا تَخَفْ ۖ إِنَّكَ مِنَ الْآمِنِينَ (31) Ve "Asanı at!" denildi. Musa (attıgı) asayı yılan gibi debrenir gorunce, donup arkasına bakmadan kactı. "Ey Musa! Beri gel, korkma. Cunku sen emniyette olanlardansın." (buyuruldu) |
اسْلُكْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ وَاضْمُمْ إِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ ۖ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِن رَّبِّكَ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ (32) Elini koynuna sok, kusursuz bembeyaz cıkacaktır. Korkudan (acılan) kollarını kendine cek. Iste bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karsı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Cunku onlar, yoldan cıkan bir kavim olmuslardır." (diye seslenildi) |
قَالَ رَبِّ إِنِّي قَتَلْتُ مِنْهُمْ نَفْسًا فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ (33) Musa dedi ki: "Rabbim! Ben onlardan birini oldurmustum, beni oldurmelerinden korkuyorum |
وَأَخِي هَارُونُ هُوَ أَفْصَحُ مِنِّي لِسَانًا فَأَرْسِلْهُ مَعِيَ رِدْءًا يُصَدِّقُنِي ۖ إِنِّي أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ (34) Kardesim Harun'un dili benimkinden daha duzgundur. Onu da beni dogrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gonder. Zira bana yalancılık ithamında bulunmalarından endise ediyorum |
قَالَ سَنَشُدُّ عَضُدَكَ بِأَخِيكَ وَنَجْعَلُ لَكُمَا سُلْطَانًا فَلَا يَصِلُونَ إِلَيْكُمَا ۚ بِآيَاتِنَا أَنتُمَا وَمَنِ اتَّبَعَكُمَا الْغَالِبُونَ (35) Allah buyurdu: "Seni kardesinle destekliyecegiz ve size oyle bir kudret verecegiz ki, ayetlerimiz sayesinde onlar size erisemeyecekler. Siz ve size tabi olanlar ustun geleceksiniz |
فَلَمَّا جَاءَهُم مُّوسَىٰ بِآيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ (36) Musa onlara apacık ayetlerimizi getirince, "Bu, olsa olsa uydurulmus bir sihirdir. Biz onceki atalarımızdan boylesini isitmemistik" dediler |
وَقَالَ مُوسَىٰ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَن جَاءَ بِالْهُدَىٰ مِنْ عِندِهِ وَمَن تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِ ۖ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ (37) Musa soyle dedi: "Rabbim, kendi katından kimin hidayet rehberi getirdigini ve hayırlı akibetin kime nasip olacagını en iyi bilendir. Muhakkak ki zalimler, kurtulusa eremezler |
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرِي فَأَوْقِدْ لِي يَا هَامَانُ عَلَى الطِّينِ فَاجْعَل لِّي صَرْحًا لَّعَلِّي أَطَّلِعُ إِلَىٰ إِلَٰهِ مُوسَىٰ وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِبِينَ (38) Firavun: "Ey ileri gelenler! Sizin icin benden baska bir ilah tanımıyorum. Ey Haman, haydi benim icin camur uzerine ates yak (ve tugla imal et), bana bir kule yap ki, Musa'nın ilahına cıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan soyleyenlerdendir." dedi |
وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ إِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ (39) O ve askerleri, yeryuzunde haksız yere buyukluk tasladılar ve gercekten bize dondurulmeyeceklerini sandılar |
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ ۖ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ (40) Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zalimlerin sonu nice oldu |
وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ ۖ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنصَرُونَ (41) Onları atese cagıran onculer kıldık. Kıyamet gunu onlar yardım gormeyeceklerdir |
وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً ۖ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ هُم مِّنَ الْمَقْبُوحِينَ (42) Bu dunyada arkalarına lanet taktık. Onlar, kıyamet gununde de kotulenmisler arasındadır |
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِن بَعْدِ مَا أَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْأُولَىٰ بَصَائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَّعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (43) Andolsun ki biz, ilk nesilleri yok ettikten sonra Musa'ya olur ki dusunur, ogut alırlar diye, insanlar icin apacık deliller, hidayet rehberi ve rahmet olarak o Kitab'ı (Tevrat'ı) vermisizdir |
وَمَا كُنتَ بِجَانِبِ الْغَرْبِيِّ إِذْ قَضَيْنَا إِلَىٰ مُوسَى الْأَمْرَ وَمَا كُنتَ مِنَ الشَّاهِدِينَ (44) (Resulum!) Musa'ya emrimizi vahyettigimiz sırada sen batı yonunde bulunmuyordun ve (o hadiseyi) gorenlerden degildin |
وَلَٰكِنَّا أَنشَأْنَا قُرُونًا فَتَطَاوَلَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ ۚ وَمَا كُنتَ ثَاوِيًا فِي أَهْلِ مَدْيَنَ تَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِنَا وَلَٰكِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ (45) Bilakis biz (o zamandan senin zamanına kadar) nice nesiller var ettik de, onların uzerinden uzun zamanlar gecti. Sen onlara ayetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da degildin; aksine biz (baska) peygamber gondermistik |
وَمَا كُنتَ بِجَانِبِ الطُّورِ إِذْ نَادَيْنَا وَلَٰكِن رَّحْمَةً مِّن رَّبِّكَ لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّا أَتَاهُم مِّن نَّذِيرٍ مِّن قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (46) (Musa'ya) seslendigimiz zaman da, Tur'un yanında degildin. Bilakis senden once kendilerine uyarıcı (peygamber) gelmeyen bir kavmi uyarman icin Rabbinden bir rahmet olarak (orada gecenleri sana bildirdik), ola ki onlar dusunup ogut alırlar |
وَلَوْلَا أَن تُصِيبَهُم مُّصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَيَقُولُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (47) Bizzat kendi yaptıklarından dolayı baslarına bir musibet geldiginde, "Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gonderseydin de, ayetlerine uysak ve muminlerden olsaydık" diyecek olmasalardı (seni gondermezdik) |
فَلَمَّا جَاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِندِنَا قَالُوا لَوْلَا أُوتِيَ مِثْلَ مَا أُوتِيَ مُوسَىٰ ۚ أَوَلَمْ يَكْفُرُوا بِمَا أُوتِيَ مُوسَىٰ مِن قَبْلُ ۖ قَالُوا سِحْرَانِ تَظَاهَرَا وَقَالُوا إِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ (48) Fakat onlara tarafımızdan o hak (peygamber) gelince, "Musa'ya verilen (mucizeler) gibi ona da verilmeli degil miydi?" dediler. Peki daha once Musa'ya verileni de inkar etmemisler miydi? "Birbirini destekleyen iki sihir" demisler ve sunu soylemislerdi: "Dogrusu biz hicbirine inanmıyoruz |
قُلْ فَأْتُوا بِكِتَابٍ مِّنْ عِندِ اللَّهِ هُوَ أَهْدَىٰ مِنْهُمَا أَتَّبِعْهُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (49) (Resulum!) De ki: "Eger dogru sozluler iseniz, Allah katından bu ikisinden (bana ve Musa'ya inen kitaplardan) daha dogru bir kitap getirin de ben ona uyayım |
فَإِن لَّمْ يَسْتَجِيبُوا لَكَ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يَتَّبِعُونَ أَهْوَاءَهُمْ ۚ وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوَاهُ بِغَيْرِ هُدًى مِّنَ اللَّهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (50) Eger sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gosterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir? Elbette Allah zalim kavmi dogru yola iletmez |
۞ وَلَقَدْ وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (51) Andolsun ki biz, dusunup ogut alsınlar diye, sozu (vahyi) birbiri ardınca ulamısızdır |
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِن قَبْلِهِ هُم بِهِ يُؤْمِنُونَ (52) Ondan (Kur'an'dan) once kendilerine kitap verdiklerimiz, ona da iman ederler |
وَإِذَا يُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ قَالُوا آمَنَّا بِهِ إِنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّنَا إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلِهِ مُسْلِمِينَ (53) Onlara (Kur'an) okundugu zaman "O'na iman ettik. Cunku o, Rabbimizden gelmis hakikattir. Esasen biz daha once de musluman idik" derler |
أُولَٰئِكَ يُؤْتَوْنَ أَجْرَهُم مَّرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ (54) Iste onlara, sabretmelerinden oturu mukafatları iki defa verilecektir. Bunlar kotulugu iyilikle savarlar, kendilerine verdigimiz rızıktan da Allah rızası icin harcarlar |
وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ (55) Onlar, bos soz isittikleri zaman, ondan yuz cevirirler ve "Bizim islerimiz bize, sizin isleriniz size. Size selam olsun. Biz kendini bilmezleri istemeyiz" derler |
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَٰكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاءُ ۚ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ (56) (Resulum!) Sen sevdigini hidayete eristiremezsin; bilakis, Allah diledigine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir |
وَقَالُوا إِن نَّتَّبِعِ الْهُدَىٰ مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ أَرْضِنَا ۚ أَوَلَمْ نُمَكِّن لَّهُمْ حَرَمًا آمِنًا يُجْبَىٰ إِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِّزْقًا مِّن لَّدُنَّا وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (57) Biz seninle beraber dogru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız" dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her seyin urunlerinin toplanıp getirildigi, guvenli, dokunulmaz bir yere (Mekkei Mukerreme'ye) yerlestirmedik mi? Fakat onların cogu bilmezler |
وَكَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَعِيشَتَهَا ۖ فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَن مِّن بَعْدِهِمْ إِلَّا قَلِيلًا ۖ وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِثِينَ (58) Biz, maisetleriyle sımarmıs nice memleketi helak etmisizdir. Iste yerleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az oturulabilmistir. Onlara biz varis olmusuzdur |
وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرَىٰ حَتَّىٰ يَبْعَثَ فِي أُمِّهَا رَسُولًا يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِنَا ۚ وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرَىٰ إِلَّا وَأَهْلُهَا ظَالِمُونَ (59) Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezlerine gondermedikce, memleketleri helak edici degildir. Zaten biz, ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmisizdir |
وَمَا أُوتِيتُم مِّن شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَزِينَتُهَا ۚ وَمَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (60) Size verilen seyler, dunya hayatının gecim vasıtası ve debdebesidir. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hala buna aklınız ermeyecek mi |
أَفَمَن وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيهِ كَمَن مَّتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الْمُحْضَرِينَ (61) Su halde, kendisine guzel bir vaadde bulundugumuz, ardından ona kavusan kimse, (sırf) dunya hayatının gecici zevkini yasattıgımız ve sonra kıyamet gununde (azab icin) huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir |
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تَزْعُمُونَ (62) O gun Allah onları cagırarak, "Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz, hani nerede?" diyecektir |
قَالَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هَٰؤُلَاءِ الَّذِينَ أَغْوَيْنَا أَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَا ۖ تَبَرَّأْنَا إِلَيْكَ ۖ مَا كَانُوا إِيَّانَا يَعْبُدُونَ (63) (O gun) haklarında azaba itilme, hukmu gerceklesen kimseler, "Rabbimiz! Biz nasıl azmıssak, iste bu azmısları da oylece azdırdık. (Onların suclarından) beri oldugumuzu sana arzederiz. Zaten onlar aslında bizlere tapmıyorlardı." derler |
وَقِيلَ ادْعُوا شُرَكَاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَرَأَوُا الْعَذَابَ ۚ لَوْ أَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ (64) (Allah'a kostugunuz) ortaklarınızı cagırın!" denir, onlar da cagırırlar; fakat kendilerine cevap vermezler ve (karsılarında) azabı gorurler. Ne olurdu (dunyada iken) dogru yola girselerdi |
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ مَاذَا أَجَبْتُمُ الْمُرْسَلِينَ (65) O gun Allah onları cagırıp "Peygamberlere ne cevap verdiniz?" diyecektir |
فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْأَنبَاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَاءَلُونَ (66) Iste o gun onlara butun haberler kapkaranlık olmustur; onlar birbirlerine de soramayacaklardır |
فَأَمَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسَىٰ أَن يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِحِينَ (67) Fakat tevbe ederek, iman edip iyi isler yapan kimseye gelince, o, kurtulusa erenler arasında olmayı umabilir |
وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ وَيَخْتَارُ ۗ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ ۚ سُبْحَانَ اللَّهِ وَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ (68) Rabbin, diledigini yaratır ve secer. Onların secim hakkı yoktur. Allah, onların ortak kostuklarından munezzehtir ve sanı yucedir |
وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ (69) Rabbin, onların, sinelerinde gizlediklerini de, acıga vurduklarını da bilir |
وَهُوَ اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْأُولَىٰ وَالْآخِرَةِ ۖ وَلَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (70) Iste O, Allah'tır. O'ndan baska tanrı yoktur. Onunde de, sonunda da hamd O'nundur, hukum O'nundur. Ve ancak O'na donduruleceksiniz |
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ اللَّيْلَ سَرْمَدًا إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِضِيَاءٍ ۖ أَفَلَا تَسْمَعُونَ (71) (Resulum!) De ki: "Dusundunuz mu hic, eger Allah uzerinizde geceyi ta kıyamet gunune kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan baska size ısık getirecek tanrı kimdir? Hala isitmeyecek misiniz |
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ فِيهِ ۖ أَفَلَا تُبْصِرُونَ (72) De ki: "Haber verin bakayım, eger Allah uzerinizde gunduzu ta kıyamet gunune kadar aralıksız devam ettirse, Allah'tan baska, istirahat edeceginiz geceyi size getirecek tanrı kimdir? Hala gormeyecek misiniz |
وَمِن رَّحْمَتِهِ جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (73) Rahmetinden dolayı, Allah, geceyi ve gunduzu yarattı ki geceleyin dinlenesiniz (gunduzun) ise O'nun lutuf ve kereminden (rızkınızı) arayasınız. Umulur ki sukredersiniz |
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تَزْعُمُونَ (74) Ve hele o gun Allah onları cagırarak: "Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz hani, nerede?" diyecektir |
وَنَزَعْنَا مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُوا أَنَّ الْحَقَّ لِلَّهِ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ (75) (O gun) her ummetten bir sahit cıkarır, "Haydin, kesin delilinizi getirin!" deriz. O zaman bilirler ki, hakikat Allah'a aittir ve uydurageldikleri seyler (putlar) de kendilerinden ayrılıp kaybolmuslardır |
۞ إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِن قَوْمِ مُوسَىٰ فَبَغَىٰ عَلَيْهِمْ ۖ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ ۖ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ (76) Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karsı azgınlık etmisti. Biz ona oyle hazineler vermistik ki, anahtarlarını guclu kuvvetli bir topluluk zor tasırdı. Kavmi ona demisti ki: "Sımarma! Bil ki Allah sımarıkları sevmez |
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ ۖ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا ۖ وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ ۖ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ ۖ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ (77) Allah'ın sana verdiginden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gozet, ama dunyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettigi gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryuzunde bozgunculugu arzulama. Suphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez |
قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَىٰ عِلْمٍ عِندِي ۚ أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَ مِن قَبْلِهِ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعًا ۚ وَلَا يُسْأَلُ عَن ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ (78) Karun ise: "O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi." demistir. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden onceki nesillerden, ondan daha guclu, ondan daha cok taraftarı olan kimseleri helak etmisti. Gunahkarlardan gunahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir) |
فَخَرَجَ عَلَىٰ قَوْمِهِ فِي زِينَتِهِ ۖ قَالَ الَّذِينَ يُرِيدُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَا أُوتِيَ قَارُونُ إِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ (79) Derken Karun, ihtisam icinde kavminin karsısına cıktı. Dunya hayatını arzulayanlar, "Keske Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı. Hakikat su ki o, cok buyuk devlet sahibidir" dediler |
وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللَّهِ خَيْرٌ لِّمَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا وَلَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الصَّابِرُونَ (80) Kendilerine ilim verilmis olanlar ise, soyle dediler: "Yazıklar olsun size! Iman edip iyi isler yapanlara gore Allah'ın mukafatı daha ustundur. Ona da ancak sabredenler kavusabilir |
فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِن فِئَةٍ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنتَصِرِينَ (81) Derken biz onu da, sarayını da yerin dibine gecirdik. Artık Allah'a karsı kendisine yardım edecek taraftarları olmadıgı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de degildi |
وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ ۖ لَوْلَا أَن مَّنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا ۖ وَيْكَأَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ (82) Daha dun onun yerinde olmayı isteyenler de: "Demek ki Allah kullarından diledigine rızkı cok da, az da verir. Sayet Allah bize lutufta bulunmus olmasaydı, bizi de yerin dibine gecirirdi. Demek ki inkarcılar iflah olmazmıs" demeye basladılar |
تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لَا يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلَا فَسَادًا ۚ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ (83) Iste ahiret yurdu! Biz onu yeryuzunde boburlenmeyi ve bozgunculugu arzulamayan kimselere veririz. (En guzel) akıbet, takva sahiplerinindir |
مَن جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا ۖ وَمَن جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (84) Kim bir iyilik getirirse ona ondan daha ustun karsılık vardır. Kim bir kotuluk getirirse, o kotulukleri isleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza gorurler |
إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لَرَادُّكَ إِلَىٰ مَعَادٍ ۚ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ مَن جَاءَ بِالْهُدَىٰ وَمَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (85) (Resulum!) Kur'an'ı (okumayı, teblig etmeyi ve ona uymayı) sana farz kılan Allah, elbette seni (yine) donulecek yere dondurecektir. De ki: "Rabbim, kimin hidayetle geldigini ve kimin apacık bir sapıklık icinde oldugunu en iyi bilendir |
وَمَا كُنتَ تَرْجُو أَن يُلْقَىٰ إِلَيْكَ الْكِتَابُ إِلَّا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ ۖ فَلَا تَكُونَنَّ ظَهِيرًا لِّلْكَافِرِينَ (86) Sen, bu kitabın sana vahyolunacagını ummuyordun. Bu ancak Rabbinden bir rahmettir. O halde sakın kafirlere arka cıkma |
وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ آيَاتِ اللَّهِ بَعْدَ إِذْ أُنزِلَتْ إِلَيْكَ ۖ وَادْعُ إِلَىٰ رَبِّكَ ۖ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ (87) Allah'ın ayetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu ayetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et. Asla musriklerden olma |
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ ۘ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۚ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ ۚ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (88) Allah ile birlikte baska bir tanrıya tapıp yalvarma! O'ndan baska tanrı yoktur. O'nun zatından baska her sey helak olacaktır. Hukum O'nundur ve siz ancak O'na donduruleceksiniz |