الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَىٰ عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجًا ۜ (1) Hamd, o Allah'a mahsustur ki kulu (Muhammed'e) kitabı indirdi ve ona hicbir egrilik koymadı |
قَيِّمًا لِّيُنذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِّن لَّدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا حَسَنًا (2) Onu dosdogru (bir kitap) olarak (indirdi) ki katından gelecek siddetli azaba karsı (insanları) uyarsın ve yararlı isler yapan muminlere kendileri icin guzel bir mukafat bulundugunu mujdelesin |
مَّاكِثِينَ فِيهِ أَبَدًا (3) Onlar orada surekli kalacaklardır |
وَيُنذِرَ الَّذِينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا (4) Ve "Allah cocuk edindi" diyenleri de uyarsın |
مَّا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِآبَائِهِمْ ۚ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ ۚ إِن يَقُولُونَ إِلَّا كَذِبًا (5) Bu hususta ne kendilerinin, ne de atalarının hicbir bilgisi yoktur. Agızlarından cıkan soz ne buyuk bir iftiradır. Onlar, yalandan baska bir sey soylemiyorlar |
فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ عَلَىٰ آثَارِهِمْ إِن لَّمْ يُؤْمِنُوا بِهَٰذَا الْحَدِيثِ أَسَفًا (6) (Ey Muhammed!) Demek onlar, bu soze (kitaba) inanmazlarsa, onların pesinde uzule uzule kendini helak edeceksin |
إِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْأَرْضِ زِينَةً لَّهَا لِنَبْلُوَهُمْ أَيُّهُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا (7) Biz yeryuzundeki seyleri kendisine sus olsun diye yarattık ki, insanların hangisinin daha guzel amel edecegini deneyelim |
وَإِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا (8) Suphesiz biz, yeryuzunde olanları kupkuru bir toprak yapacagız |
أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا (9) Yoksa sen Ashabı Kehf'i ve Rakim'i (isimlerinin yazılı bulundugu tas kitabeyi) sasılacak ayetlerimizden mi sandın |
إِذْ أَوَى الْفِتْيَةُ إِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا آتِنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَدًا (10) O gencler magaraya sıgınınca soyle dediler: "Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim icin su isimizden bir kurtulus yolu hazırla |
فَضَرَبْنَا عَلَىٰ آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا (11) Bunun uzerine biz de kulaklarını tıkayarak magarada onları yıllarca uyuttuk |
ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ أَيُّ الْحِزْبَيْنِ أَحْصَىٰ لِمَا لَبِثُوا أَمَدًا (12) Sonra da iki gruptan hangisinin, onların magarada kaldıkları sureyi daha iyi hesapladıgını anlamak icin, onları tekrar uyandırdık |
نَّحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَأَهُم بِالْحَقِّ ۚ إِنَّهُمْ فِتْيَةٌ آمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًى (13) Biz sana onların kıssalarını gercek olarak anlatacagız. Hakikaten onlar, Rablerine iman eden birkac genc idi. Biz de onların hidayetlerini artırdık |
وَرَبَطْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ إِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَن نَّدْعُوَ مِن دُونِهِ إِلَٰهًا ۖ لَّقَدْ قُلْنَا إِذًا شَطَطًا (14) (Oranın hukumdarı karsısında) ayaga kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, goklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan baskasına ilah deyip tapmayız, yoksa sacma sapan konusmus oluruz |
هَٰؤُلَاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً ۖ لَّوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِم بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍ ۖ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا (15) Su bizim kavmimiz, Allah'tan baska ilah edindiler. Onların ilah olduguna dair acık bir delil getirselerdi ya! Allah'a karsı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir |
وَإِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ إِلَّا اللَّهَ فَأْوُوا إِلَى الْكَهْفِ يَنشُرْ لَكُمْ رَبُّكُم مِّن رَّحْمَتِهِ وَيُهَيِّئْ لَكُم مِّنْ أَمْرِكُم مِّرْفَقًا (16) (Iclerinden biri soyle demisti:) "Mademki siz, onlardan ve Allah'tan baska taptıkları putlardan ayrıldınız, o halde magaraya sıgının ki, Rabbiniz rahmetinden size genislik versin ve isinizi rast getirip kolaylastırsın |
۞ وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَت تَّزَاوَرُ عَن كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَت تَّقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِّنْهُ ۚ ذَٰلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ ۗ مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ ۖ وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُّرْشِدًا (17) Ey Muhammed! Baksaydın gunesin dogdugu zaman magaranın sag tarafına yoneldigini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp gectigini gorurdun. Onlar, magaranın genis bir yerinde idiler. Iste bu Allah'ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet ederse, iste o, hakka ulasmıstır; kimi de hidayetten mahrum ederse, artık ona dogru yolu gosterecek bir dost bulamazsın |
وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ ۚ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ ۖ وَكَلْبُهُم بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ ۚ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا (18) Bir de onları magarada gorseydin uyanık sanırdın. Halbuki onlar uykudadırlar. Biz onları saga sola cevirirdik. Kopekleri de giriste on ayaklarını ileri dogru uzatmıstı. Eger onları gorseydin, arkana bakmadan kacardın ve icin korku ile dolardı |
وَكَذَٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءَلُوا بَيْنَهُمْ ۚ قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ ۖ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ ۚ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُم بِوَرِقِكُمْ هَٰذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنظُرْ أَيُّهَا أَزْكَىٰ طَعَامًا فَلْيَأْتِكُم بِرِزْقٍ مِّنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا (19) Onları bir mucize olarak uyuttugumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da iclerinden bir sozcu soyle dedi: "Ne kadar durup kaldınız?" (Kimi) "Bir gun ya da gunun bir parcası kadar kaldık" dediler. (Kimi de) soyle dediler: "Ne kadar durdugunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Simdi siz birinizi, bu gumus paranızla sehre gonderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem cok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin |
إِنَّهُمْ إِن يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ أَوْ يُعِيدُوكُمْ فِي مِلَّتِهِمْ وَلَن تُفْلِحُوا إِذًا أَبَدًا (20) Cunku sehir halkı, sizi ellerine gecirirlerse muhakkak sizi taslayarak oldururler veya kendi dinlerine cevirirler ki, o zaman siz dunyada da ahirette de asla kurtulusa eremezsiniz |
وَكَذَٰلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَا إِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ ۖ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِم بُنْيَانًا ۖ رَّبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ ۚ قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَىٰ أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِم مَّسْجِدًا (21) Boylece insanları onlardan haberdar kıldık ki, oldukten sonra dirilmenin hak oldugunu ve kıyamet gununden suphe edilemeyecegini bildirmek icin, oylece sehir halkına buldurduk. Onları magarada bulanlar, aralarında durumlarını tartısıyorlardı. Dedilerki: "Ustlerine bir bina (kilise) yapın. Bununla beraber Rableri, onları daha iyi bilir." Sozlerinde ustun gelen muminler: "Uzerlerine muhakkak bir mescid yapacagız." dediler |
سَيَقُولُونَ ثَلَاثَةٌ رَّابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِ ۖ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ ۚ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِم مَّا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ ۗ فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَاءً ظَاهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِم مِّنْهُمْ أَحَدًا (22) Ashabı Kehf'in sayılarında ihtilaf edenlerden bazıları: Onlar, uc kisidir, dordunculeri kopekleridir" diyecekler. Diger bazıları da "Onlar, bes kisidir, altıncıları kopekleridir " diyecekler. Her ikisi de bilinmeyen hakkında tahmin yurutmektir. (kimileri de:) "Onlar, yedi kisidir; sekizincisi kopekleridir" derler. De ki: "Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir." Onları ancak pek azı bilir, Bu sebeple onlar hakkında bu bildirilenler dısında bir munakasaya girisme ve bunlar hakkında hic kimseye de bir sey sorma |
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَٰلِكَ غَدًا (23) Hicbir sey icin, Allah'ın dilemesi dısında: "Ben yarın onu yapacagım deme |
إِلَّا أَن يَشَاءَ اللَّهُ ۚ وَاذْكُر رَّبَّكَ إِذَا نَسِيتَ وَقُلْ عَسَىٰ أَن يَهْدِيَنِ رَبِّي لِأَقْرَبَ مِنْ هَٰذَا رَشَدًا (24) Ancak Allah dilerse (yapacagım de). Ve unuttugun vakit Allah'ı an ve "Umarım Rabbim beni, dogruya daha yakın olana eristirir." de |
وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا (25) Onlar, magaralarında ucyuz yıl kadar kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave etmislerdir |
قُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثُوا ۖ لَهُ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ أَبْصِرْ بِهِ وَأَسْمِعْ ۚ مَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا (26) De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir." Goklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O ne guzel gorendir! O ne mukemmel isitendir! Onların, O'ndan baska bir yardımcısı yoktur. O, kendi hukumranlıgına kimseyi ortak etmez |
وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن كِتَابِ رَبِّكَ ۖ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ وَلَن تَجِدَ مِن دُونِهِ مُلْتَحَدًا (27) Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku! Onun sozlerini degistirecek kimse yoktur. Ve O'ndan baska bir sıgınılacak da bulamazsın |
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ ۖ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا (28) Nefsince de, sabah aksam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabret. Sen dunya hayatının susunu isteyerek onlardan gozlerini ayırma. Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldıgımız, nefsinin kotu arzusuna uymus ve isi hep asırılık olan kimseye uyma |
وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ ۖ فَمَن شَاءَ فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاءَ فَلْيَكْفُرْ ۚ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا ۚ وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ ۚ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا (29) Ve de ki: O hak Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. Cunku biz zalimler icin oyle bir ates hazırlamısız ki, duvarları, cepecevre onları icine alacaktır. Eger feryad edip yardım isteseler, erimis maden gibi yuzleri haslayan bir su ile cevap verilir. O ne kotu bir icecek ve ne kotu bir dayanma yeri |
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ مَنْ أَحْسَنَ عَمَلًا (30) Iman edip de guzel davranıslarda bulunanlar var ya, suphe yok ki biz oyle guzel isler yapanların mukafatını zayi etmeyiz |
أُولَٰئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِّن سُندُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُّتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ ۚ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا (31) Iste onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar, orada altın bileziklerle suslenecekler, ince ve kalın ipekliden yesil elbiseler giyerek koltuklar uzerine dayanıp kurulacaklar. O ne guzel karsılık ve ne guzel kalma yeri |
۞ وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلًا رَّجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِأَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ أَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعًا (32) Onlara, su iki adamı misal olarak anlat: Biz bunlardan birine her turlu uzumden iki bag vermisiz, her ikisinin etrafını hurmalarla donatmısız, aralarında da bir ekinlik yapmısız |
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِم مِّنْهُ شَيْئًا ۚ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَرًا (33) Iki bagın ikisi de yemislerini vermis, hicbir sey noksan bırakmamıs, ikisinin ortasından bir de nehir akıtmısız |
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَنَا أَكْثَرُ مِنكَ مَالًا وَأَعَزُّ نَفَرًا (34) Iki bagın sahibinin ayrıca baska geliri vardı. Bundan dolayı bu adam arkadasıyla munakasa ederken: "Ben malca senden daha zengin ve insan sayısı bakımından da senden daha guclu ve ustunum" dedi |
وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ قَالَ مَا أَظُنُّ أَن تَبِيدَ هَٰذِهِ أَبَدًا (35) Adam, bu sekilde kendine zulmederek bagına girdi ve soyle dedi: "Bunun hic yok olacagını sanmıyorum |
وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِن رُّدِدتُّ إِلَىٰ رَبِّي لَأَجِدَنَّ خَيْرًا مِّنْهَا مُنقَلَبًا (36) Kıyametin kopacagını da zannetmem. Sayet Rabbimin huzuruna gotururlursem, muhakkak orada bundan daha hayırlı bir sonuc bulurum |
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا (37) Bunun uzerine kendisiyle munakasa eden arkadası da ona soyle dedi: "Seni topraktan, sonra seni bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni insan haline getireni mi inkar ediyorsun |
لَّٰكِنَّا هُوَ اللَّهُ رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِرَبِّي أَحَدًا (38) Fakat ben iman ederek diyorum ki: O Allah, benim Rabbimdir, ben Rabbime kimseyi ortak kosmam |
وَلَوْلَا إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاءَ اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ ۚ إِن تَرَنِ أَنَا أَقَلَّ مِنكَ مَالًا وَوَلَدًا (39) Kendi bagına girdigin zaman: "Bu Allah'dandır, benim kuvvetimle degil, Allah'ın kuvveti ile olmustur, deseydin ya! Her ne kadar beni, malca ve evlatca kendinden az goruyorsan da |
فَعَسَىٰ رَبِّي أَن يُؤْتِيَنِ خَيْرًا مِّن جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِّنَ السَّمَاءِ فَتُصْبِحَ صَعِيدًا زَلَقًا (40) Belki Rabbim, bana, senin bagından daha hayırlısını verir; senin bagına ise gokten yıldırımlar gonderir de, bagın yalcın bir toprak haline gelir |
أَوْ يُصْبِحَ مَاؤُهَا غَوْرًا فَلَن تَسْتَطِيعَ لَهُ طَلَبًا (41) Yahut, bagının suyu yerin dibine cekilir de bir daha suyunu cıkarıp bagını sulayamazsın |
وَأُحِيطَ بِثَمَرِهِ فَأَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلَىٰ مَا أَنفَقَ فِيهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُشْرِكْ بِرَبِّي أَحَدًا (42) Derken serveti yok edildi. Bunun uzerine bagına yaptıgı masraflara karsı ellerini ogusturmaya basladı. Bag, cardakları uzerine yıkılmıs kalmıstı, "Ah Keske Rabbime hicbir seyi ortak kosmasaydım" diyordu |
وَلَمْ تَكُن لَّهُ فِئَةٌ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مُنتَصِرًا (43) Onun Allah'tan baska yardım edecek adamları yoktur ve Allah'a karsı kendi nefsini de kurtaramadı |
هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلَّهِ الْحَقِّ ۚ هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا (44) Iste burada yardım, yalnız hak olan Allah'a aittir. O'nun verdigi mukafat da daha hayırlıdır, netice de daha hayırlıdır |
وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاءٍ أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ فَأَصْبَحَ هَشِيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ ۗ وَكَانَ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ مُّقْتَدِرًا (45) Ey Muhammed! Sen onlara dunya hayatının misalini ver. Dunya hayatı, gokten indirdigimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryuzunun bitkileri (her renk ve cicekten) birbirine karısmıs, nihayet bir cop kırıntısı olmustur. Ruzgarlar onu savurur gider. Allah her seye muktedirdir |
الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا (46) Mal ve ogullar, dunya hayatının susudur. Baki kalacak olan iyi ameller ise, Rabbinin katında, sevabca da hayırlıdır, umid yonunden de daha hayırlıdır |
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا (47) O kıyamet gununu hatırla ki, dagları yurutecegiz ve yeryuzunu cırılcıplak goreceksin. Butun insanları, mahserde toplayacagız hicbir kimseyi bırakmayacagız |
وَعُرِضُوا عَلَىٰ رَبِّكَ صَفًّا لَّقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ ۚ بَلْ زَعَمْتُمْ أَلَّن نَّجْعَلَ لَكُم مَّوْعِدًا (48) Onlar, saf halinde Rabbine arz edilmislerdir. Allah, onlara soyle diyecektir: "Suphesiz sizi ilk once yarattıgımız gibi bize geldiniz. Fakat, size kıyamet icin yaptıgımız vaadi yerine getirmeyecegimizi sanmıstınız, degil mi |
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هَٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا ۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا ۗ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا (49) O gun herkesin amel defteri ortaya konulmustur. Ey Muhammed! Gunahkarların, amel defterlerinden korkarak: "Eyvah bize! Bu nasıl deftermis ki, buyuk kucuk hicbir sey bırakmadan hepsini saymıs dokmus" dediklerini gorursun. Onlar, butun yaptıklarını hazır bulmuslardır. Senin Rabbin hic kimseye zulmetmez |
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ ۗ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ ۚ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا (50) Yine o vakti hatırla ki biz, meleklere: "Adem'e secde edin!" demistik. Iblis haric olmak uzere onlar hemen secde ettiler. Iblis cinlerdendi, Rabbinin emrinden dısarı cıktı. Simdi siz beni bırakıp da Iblis'i ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar sizin dusmanınızdır. Zalimler icin bu ne kotu bir degismedir |
۞ مَّا أَشْهَدتُّهُمْ خَلْقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَا خَلْقَ أَنفُسِهِمْ وَمَا كُنتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلِّينَ عَضُدًا (51) Ben, onları (Iblis ve soyunu) ne goklerin ve yerin yaratılısında, ne de kendilerinin yaratılısında sahit tutmadım ve hicbir zaman dogru yoldan cıkanları yardımcı edinmis degilim |
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَائِيَ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُم مَّوْبِقًا (52) Ve o (kıyamet) gunu Allah kafirlere soyle buyuracak: "Ortaklarım ve sefaatcılarınız diye zannettiginiz putlarınızı cagırın." Musrikler onları cagırırlar, fakat kendilerine cevap vermezler. Biz, kafirlerle ilahları arasına atesten bir engel koymusuzdur |
وَرَأَى الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّوا أَنَّهُم مُّوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا (53) Gunahkarlar atesi gormusler de artık ona duseceklerini anlamıslardır. Fakat ondan kacıp sıgınacak bir yer bulamazlar |
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَٰذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ ۚ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا (54) Suphesiz biz, bu Kur'an'da insanlara cesitli manaları turlu misallerle acık olarak verdik. Insan ise, her seyden cok mucadelecidir |
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَىٰ وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا (55) Kendilerine dogru yolu gosteren peygamber geldiginde insanları, iman etmekten ve Rabblerinden gunahlarının magfiretini istemekten alıkoyan sey sadece gecmis milletlerin baslarına gelen felaketlerin kendilerine de gelmesini veya ahiret azabının ansızın goz gore gore gelip catmasını beklemek olmustur |
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ ۚ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ ۖ وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنذِرُوا هُزُوًا (56) Halbuki biz peygamberleri ancak mujdeciler ve uyarıcılar olarak gondeririz. Kafir olanlar ise hakkı, batılla ortadan kaldırmak icin mucadele ediyorlar. Onlar, ayetlerimizi ve korkutuldukları azabı da alaya almıslardır |
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ ۚ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا ۖ وَإِن تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَىٰ فَلَن يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا (57) Rabbinin ayetleriyle nasihat edilip de onlardan yuz ceviren ve daha once isledigi gunahları unutandan daha zalim kim olabilir? Biz onların kalbleri uzerine (Kur'an'ı) anlamalarına engel olan bir agırlık, kulaklarına da sagırlık verdik. Ey Muhammed! Sen onları dogru yola cagırsan da onlar asla hidayete ermezler |
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ ۖ لَوْ يُؤَاخِذُهُم بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ ۚ بَل لَّهُم مَّوْعِدٌ لَّن يَجِدُوا مِن دُونِهِ مَوْئِلًا (58) Bununla beraber rahmet sahibi olan Rabbin cok bagıslayıcıdır, tevbe eden kullarına rahmeti boldur. Eger Allah, isledikleri gunahlar yuzunden onları hemen cezalandıracak olsaydı, onlara hemen azab ederdi. Fakat onlara vaad edilen bir zaman vardır ki, o geldiginde Allah'ın azabından bir kurtulus yeri bulamazlar |
وَتِلْكَ الْقُرَىٰ أَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِم مَّوْعِدًا (59) Iste zulmettikleri icin helak ettigimiz sehirler! Biz onların helakleri icin de belirli bir zaman tayin etmistik |
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِفَتَاهُ لَا أَبْرَحُ حَتَّىٰ أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا (60) Ey Muhammed! Bir vakit Musa genc adamına demisti ki: "Iki denizin birlestigi yere ulasıncaya kadar gidecegim, yahut senelerce gidecegim |
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا (61) Bunun uzerine ikisi de iki denizin birlestigi yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmustu |
فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءَنَا لَقَدْ لَقِينَا مِن سَفَرِنَا هَٰذَا نَصَبًا (62) Iki denizin birlestigi yeri gectikleri zaman, Musa genc arkadasına: "Kusluk yemegimizi getir. Gercekten biz bu yolculugumuzda epey yorulduk" dedi |
قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ ۚ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا (63) Adam: "Gordun mu! dedi. Kayaya sıgındıgımız vakit dogrusu ben balıgı unutmusum. Onu hatırlamamı, muhakkak seytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmisti |
قَالَ ذَٰلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ ۚ فَارْتَدَّا عَلَىٰ آثَارِهِمَا قَصَصًا (64) Musa da demisti ki: "Iste aradıgımız o idi." Bunun uzerine izlerine donup gerisin geri gittiler |
فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِّنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا (65) Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermis ve tarafımızdan bir ilim ogretmistik |
قَالَ لَهُ مُوسَىٰ هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَىٰ أَن تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا (66) Musa ona: "Allah'ın sana ogrettigi ilim ve hikmetten bana da ogretmen icin sana tabi olabilir miyim?" dedi |
قَالَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا (67) (Hızır) dedi ki: "Dogrusu sen benimle asla sabredemezsin |
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَىٰ مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا (68) Icyuzunu kavrayamadıgın seye nasıl sabredeceksin |
قَالَ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا (69) Musa: "Insaallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hicbir isine karsı gelmeyecegim" dedi |
قَالَ فَإِنِ اتَّبَعْتَنِي فَلَا تَسْأَلْنِي عَن شَيْءٍ حَتَّىٰ أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا (70) (Hızır) dedi ki: "O halde bana tabi olacaksın; ben sana sırrını anlatmadıkca, hicbir sey hakkında bana soru sorma |
فَانطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا رَكِبَا فِي السَّفِينَةِ خَرَقَهَا ۖ قَالَ أَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ أَهْلَهَا لَقَدْ جِئْتَ شَيْئًا إِمْرًا (71) Bunun uzerine ikisi beraber yuruduler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul (Hızır) gemiyi deldi. Musa, ona soyle dedi: "Geminin icindekileri bogmak icin mi deldin? Dogrusu cok kotu bir is yaptın |
قَالَ أَلَمْ أَقُلْ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا (72) (Hızır:) "Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?" dedi |
قَالَ لَا تُؤَاخِذْنِي بِمَا نَسِيتُ وَلَا تُرْهِقْنِي مِنْ أَمْرِي عُسْرًا (73) Musa dedi ki: "Unuttugum seyden dolayı beni suclama ve bu isimden dolayı bana bir gucluk cıkarma |
فَانطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُ قَالَ أَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍ لَّقَدْ جِئْتَ شَيْئًا نُّكْرًا (74) Yine gittiler. Nihayet bir erkek cocuga rastladıklarında Hızır hemen onu oldurdu. Musa: "Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın? Dogrusu sen cok fena bir sey yaptın" dedi |
۞ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا (75) Hızır dedi ki: "Dogrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana |
قَالَ إِن سَأَلْتُكَ عَن شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْنِي ۖ قَدْ بَلَغْتَ مِن لَّدُنِّي عُذْرًا (76) (Musa) dedi ki: "Eger bundan sonra sana bir sey sorarsam bana arkadas olma! Hakikaten benim tarafımdan ileri surulebilecek son mazerete ulastın |
فَانطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا فَأَبَوْا أَن يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَن يَنقَضَّ فَأَقَامَهُ ۖ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ أَجْرًا (77) Bunun uzerine yine yuruduler. Nihayet bir koy halkına varıp onlardan yemek istediler. Ancak koy halkı onları misafir etmekten kacındılar. Derken orada yıkılmak uzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu dogrulttu. Musa: "Isteseydin elbet buna karsı bir ucret alırdın" dedi |
قَالَ هَٰذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ ۚ سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ تَسْتَطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا (78) Hızır dedi ki: "Iste bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Simdi sana o sabredemedigin seylerin icyuzunu haber verecegim |
أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدتُّ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءَهُم مَّلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا (79) Gemi, denizde calısan bir kac yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, cunku onların ilerisinde her saglam gemiye zorla el koyan bir hukumdar vardı |
وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَن يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا (80) Oglana gelince, onun anababası mumin kimselerdi. Cocugun onları azgınlık ve inkara suruklemesinden korktuk |
فَأَرَدْنَا أَن يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِّنْهُ زَكَاةً وَأَقْرَبَ رُحْمًا (81) Istedik ki Rabbleri onun yerine kendilerine ondan temizlikce daha hayırlı ve daha cok merhamet eden birini versin |
وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنزٌ لَّهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَن يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنزَهُمَا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ ۚ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ۚ ذَٰلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا (82) Duvar ise, o sehirde iki yetim oglana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun icin Rabbin istedi ki o iki cocuk erginlik caglarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini cıkarsınlar. Ve ben bunların hicbirini kendiligimden yapmadım. Iste senin sabredemedigin seylerin icyuzleri budur |
وَيَسْأَلُونَكَ عَن ذِي الْقَرْنَيْنِ ۖ قُلْ سَأَتْلُو عَلَيْكُم مِّنْهُ ذِكْرًا (83) Bir de sana Zulkarneyn'den soruyorlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacagım |
إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا (84) Gercekten biz onu (Zulkarneyn'i) yeryuzunde iktidar sahibi yaptık ve ona ulasmak istedigi her seyi elde etmesinin bir yolunu verdik |
فَأَتْبَعَ سَبَبًا (85) Derken o da bu yollardan birini tutup gitti |
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِندَهَا قَوْمًا ۗ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَن تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَن تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا (86) Nihayet gunesin battıgı yere vardıgı zaman, gunesi, (sanki) kara bir balcıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz ona dedik ki: "Ey Zulkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi davranırsın |
قَالَ أَمَّا مَن ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَىٰ رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُّكْرًا (87) O da demisti ki: "Kim haksızlık ederse muhakkak ona azab edecegiz; Sonra Rabbine geri dondurulecek, O da onu gorulmemis bir azabla cezalandırır |
وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاءً الْحُسْنَىٰ ۖ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا (88) Amma her kim de iman edip iyi bir is yaparsa, buna da en guzel mukafat vardır. Biz ona dunyada kolaylık gosterir zor islere kosmayız |
ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا (89) Sonra Zulkarneyn yine bir yol tuttu |
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلَىٰ قَوْمٍ لَّمْ نَجْعَل لَّهُم مِّن دُونِهَا سِتْرًا (90) Nihayet gunesin dogdugu yere vardıgında, gunesin kendilerini ondan koruyacak bir siper yapmadıgımız bir kavim uzerine dogmakta oldugunu gordu |
كَذَٰلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا (91) Iste Zulkarneyn'in kudret ve saltanatı boyleydi. Ve biz onun yanında olan her seyi bilgimizle kusatmıstık |
ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا (92) Sonra yine bir yol tuttu |
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِن دُونِهِمَا قَوْمًا لَّا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا (93) Nihayet iki dag arasına ulastıgında onların onunde, hemen hic soz anlamayan bir kavim bulmustu |
قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلَىٰ أَن تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا (94) Dediler ki: "Ey Zulkarneyn! Ye'cuc ve Me'cuc bu yerde fesat cıkarıyorlar. Onun icin, bizimle onlar arasında bir sed yapman sartıyla sana bir vergi versek olur mu |
قَالَ مَا مَكَّنِّي فِيهِ رَبِّي خَيْرٌ فَأَعِينُونِي بِقُوَّةٍ أَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا (95) Dedi ki: "Rabbimin bana vermis oldugu servet ve saltanat, sizin vereceginiz seyden daha hayırlıdır. Bana maddi yardımda bulunun da sizinle onların arasına en saglam seddi yapayım |
آتُونِي زُبَرَ الْحَدِيدِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا سَاوَىٰ بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انفُخُوا ۖ حَتَّىٰ إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا (96) Bana, demir kutleleri getirin." Nihayet dagın iki ucunu denklestirdigi vakit: "Ates yakıp korukleyin" dedi. Demiri bir ates koru haline getirince. "Bana erimis bakır getirin uzerine dokeyim" dedi |
فَمَا اسْطَاعُوا أَن يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا (97) Artık Ye'cuc ve Me'cuc bu seti ne asabildiler ne de delebildiler |
قَالَ هَٰذَا رَحْمَةٌ مِّن رَّبِّي ۖ فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ رَبِّي جَعَلَهُ دَكَّاءَ ۖ وَكَانَ وَعْدُ رَبِّي حَقًّا (98) Zulkarneyn dedi ki: "Bu Rabbimin bir lutfudur. Rabbimin vaadi geldigi vakit de onu dumduz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır |
۞ وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ فِي بَعْضٍ ۖ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعًا (99) Biz o gun (kıyamet gunu) onları bırakıvermisizdir. Dalgalar halinde birbirlerine girerler, Sur'a da ufurulmustur. Boylece onların hepsini bir araya toplamısızdır |
وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِّلْكَافِرِينَ عَرْضًا (100) Ve cehennemi o gun kafirlere oyle bir gosterecegiz ki |
الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاءٍ عَن ذِكْرِي وَكَانُوا لَا يَسْتَطِيعُونَ سَمْعًا (101) Onlar ki, beni hatırlatan ayetlerimden gozleri bir ortu icindeydi. Isitmeye de tahammul edemiyorlardı |
أَفَحَسِبَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَن يَتَّخِذُوا عِبَادِي مِن دُونِي أَوْلِيَاءَ ۚ إِنَّا أَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ نُزُلًا (102) O kafirler, beni bırakıp da kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar? Dogrusu biz cehennemi o kafirlere bir konukluk olarak hazırladık |
قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُم بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالًا (103) De ki: Amelleri en cok bosa gidenleri size bildirelim mi |
الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا (104) Onların dunya hayatında calısmaları bosa gitmistir. Oysa onlar guzel isler yaptıklarını sanıyorlardı |
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا (105) Iste onlar, Rabblerinin ayetlerini ve O'nun huzuruna cıkacaklarını inkar etmislerdir de bu yuzden iyilik altında yaptıkları butun amelleri bosa gitmistir. Artık kıyamet gunu onlar icin hicbir olcu tutturmayız |
ذَٰلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا (106) Iste boyle, onların cezaları cehennemdir. Cunku inkar etmisler ve benim ayetlerimi, peygamberlerimi alaya almıslardır |
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلًا (107) Iman edip salih ameller isleyenlere gelince, onlar icin Firdevs cennetleri konak olmustur |
خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا (108) Iclerinde ebedi olarak kalacaklar, oradan hic ayrılmak istemeyeceklerdir. Bu hatırlatma ve uyarmayı yeterli gormeyip de daha fazla acıklama isteyenlere karsı ey Muhammed |
قُل لَّوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِّكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَن تَنفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا (109) Deki: "Eger Rabbimin sozlerini yazmak icin deniz murekkep olsa, Rabbimin sozleri tukenmeden once, deniz muhakkak tukenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile |
قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ ۖ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا (110) De ki: "Ben de sizin gibi ancak bir beserim. Ne var ki, bana ilahınızın ancak bir ilah oldugu vahyolunuyor. Onun icin her kim Rabbine kavusmayı arzu ederse iyi amel islesin ve Rabbine yaptıgı ibadete hic kimseyi ortak etmesin |