×

سورة سبأ باللغة التركية تفسير

ترجمات القرآنباللغة التركية تفسير ⬅ سورة سبأ

ترجمة معاني سورة سبأ باللغة التركية تفسير - Turkish_Fizilal_Kuran

القرآن باللغة التركية تفسير - سورة سبأ مترجمة إلى اللغة التركية تفسير، Surah Saba in Turkish_Fizilal_Kuran. نوفر ترجمة دقيقة سورة سبأ باللغة التركية تفسير - Turkish_Fizilal_Kuran, الآيات 54 - رقم السورة 34 - الصفحة 428.

بسم الله الرحمن الرحيم

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْآخِرَةِ ۚ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ (1)
Hamd, o Allah'ındır ki goklerde ne var, yerde ne varsa hep O'nundur. Ahirette de hamd O'nundur. O hukum ve himet sahibidir, herseyden haberdardır
يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا ۚ وَهُوَ الرَّحِيمُ الْغَفُورُ (2)
Yere ne giriyor ve ondan ne cıkıyor, gokten ne iniyor ve ona ne cıkıyorsa (Allah) hepsini bilir. O cok merhamet edicidir. Cok bagıslayıcıdır
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَأْتِينَا السَّاعَةُ ۖ قُلْ بَلَىٰ وَرَبِّي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ ۖ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَلَا أَصْغَرُ مِن ذَٰلِكَ وَلَا أَكْبَرُ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ (3)
Inkar edenler: "Bize o kıyamet saati gelmez." dediler. De ki: "Hayır, oyle degil, gaybı bilen Rabbim hakkı icin kıyamet size mutlaka gelecektir. O'nun ilminden goklerde ve yerde zerre kadar bir sey kacmaz. Bundan daha kucuk ve daha buyuk ne varsa, hepsi muhakkak acık bir kitaptadır
لِّيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ۚ أُولَٰئِكَ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ (4)
Cunku Allah iman edip iyi ameller isleyenlere mukafat verecektir. Iste onlar icin bir magfiret ve comertce verilmis bol rızık vardır
وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِّن رِّجْزٍ أَلِيمٌ (5)
Ayetlerimizi hukumsuz bırakmak icin yarısanlara gelince, onlar icin de pek kotu ve elem verici bir azab vardır
وَيَرَى الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ الَّذِي أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ هُوَ الْحَقَّ وَيَهْدِي إِلَىٰ صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ (6)
Kendilerine ilim verilmis olanlar goruyorlar ki, Rabbinden sana indirilen Kur'an, hakkın kendisidir. O, gucune nihayet olmayan, her hamde layık bulunan Allah'ın yolunu gosteriyor
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلَىٰ رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ إِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّكُمْ لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ (7)
Boyle iken inkar edenler soyle dediler: "Siz oldukten sonra, didik didik parcalandıgınız vakit, yeniden bir yaratılıs icinde bulunacaksınız diye, size birtakım haberler veren kisiyi gosterelim mi
أَفْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَم بِهِ جِنَّةٌ ۗ بَلِ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَعِيدِ (8)
O, bir yalanı Allah'a iftira mı etti, yoksa kendisinde bir delilik mi var?" Hayır, dogrusu ahirete inanmayanlar, derin bir sapıklıkla azab icindedirler
أَفَلَمْ يَرَوْا إِلَىٰ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ ۚ إِن نَّشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِّنَ السَّمَاءِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ (9)
Ya gokten ve yerden onlerindekine ve arkalarındakine bir bakmazlar mı? Dilesek kendilerini yere geciriveririz. Yahut gokten uzerlerine parcalar dusuruveririz. Suphesiz bunda Allah'a yonelen (hakka gonul veren) her kul icin bir ibret vardır
۞ وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ مِنَّا فَضْلًا ۖ يَا جِبَالُ أَوِّبِي مَعَهُ وَالطَّيْرَ ۖ وَأَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ (10)
Andolsun ki, biz Davud'a tarafımızdan bir fazilet verdik. "Ey daglar! Onunla beraber tesbih edin." dedik ve bunu kuslara da (emrettik) ve ona demiri yumusattık
أَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ ۖ وَاعْمَلُوا صَالِحًا ۖ إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (11)
Bol bol zırhlar yap ve bicimlemede olcuyu gozet dedik. Siz de iyi isler yapın, cunku ben her yapacagınızı gozetiyorum
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ ۖ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ ۖ وَمِنَ الْجِنِّ مَن يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ ۖ وَمَن يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ (12)
Suleyman'ın emrine de ruzgarı verdik. Sabah gidisi bir aylık, aksam donusu bir aylık yol idi. Erimis bakır menbaını da ona sel gibi akıttık. Hem Rabbi'nin izniyle elinin altında cinlerden de calısan vardı. Onlardan da kim emrimizden dısarı cıkarsa ona ates azabından tattırırdık
يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاءُ مِن مَّحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ ۚ اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا ۚ وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ (13)
Onlar, ona mihrablar, timsaller (heykeller) ve havuzlar gibi canaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Calısın ey Davud hanedanı, sukur icin calısın. Ama kullarım icinde sukreden azdır
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَىٰ مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ ۖ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَن لَّوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ (14)
Ne zaman ki Suleyman'a olumu hukmettik, cinlere onun olumunu sezdiren olmadı. Yalnız bir guve bocegi yere dayandıgı asasını yiyordu. Bu sebeple Suleyman yere yıkılınca ortaya cıktı ki, cinler eger gaybı bilir olsalar o zilletli azab icinde bekleyip durmazlardı
لَقَدْ كَانَ لِسَبَإٍ فِي مَسْكَنِهِمْ آيَةٌ ۖ جَنَّتَانِ عَن يَمِينٍ وَشِمَالٍ ۖ كُلُوا مِن رِّزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُ ۚ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ (15)
Andolsun ki Sebe' kavmi icin oturdukları yerde bir ibret vardı: Sag ve soldan iki bahce! (onlara): "Rabbinizin rızkından yiyin de O'na sukredin, ne guzel bir belde ve cok bagıslayıcı bir Rab!" (denildi)
فَأَعْرَضُوا فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُم بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ أُكُلٍ خَمْطٍ وَأَثْلٍ وَشَيْءٍ مِّن سِدْرٍ قَلِيلٍ (16)
Fakat onlar (sukurden yuz cevirdiler) bakmadılar. Biz de uzerlerine Arim selini salıverdik ve o guzelim iki bahcelerini buruk yemisli, ılgınlık ve icinde biraz da sidir agacı bulunan iki harap bahceye cevirdik
ذَٰلِكَ جَزَيْنَاهُم بِمَا كَفَرُوا ۖ وَهَلْ نُجَازِي إِلَّا الْكَفُورَ (17)
Bunu onlara nankorluklerinin cezası yaptık ve biz hep boyle cok nankor olanları cezalandırırız
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا فِيهَا السَّيْرَ ۖ سِيرُوا فِيهَا لَيَالِيَ وَأَيَّامًا آمِنِينَ (18)
Biz onlarla o bereket verdigimiz memleketler arasında, sırt sırta sehirler meydana getirmistik. Ve onlar da muntazam gidis gelis duzenledik. (Onlara): Buralarda gecelerce ve gunduzlerce emniyet icinde gezip yuruyun (dedik)
فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ أَسْفَارِنَا وَظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ (19)
Buna karsı onlar: "Ey Rabbimiz! Seferlerimizin arasını uzaklastır" dediler ve nefislerine zulmettiler. Biz de onları efsanelere cevirdik ve tamamen didik didik dagıttık. Suphesiz ki bunda cok sukredecek her sabırlı icin elbette ibretler vardır
وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ (20)
Yine yemin ederim ki, Iblis onlar hakkındaki zannını hakikaten dogru buldu da iclerinde muminlerden ibaret bir gruptan baskası ona uydular
وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِم مِّن سُلْطَانٍ إِلَّا لِنَعْلَمَ مَن يُؤْمِنُ بِالْآخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فِي شَكٍّ ۗ وَرَبُّكَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ (21)
Halbuki Iblis'in onlar uzerinde hicbir saltanat kudreti yoktu. Fakat biz ahirete imanı olanı belli edecek, ondan suphe icinde bulunandan ayırt edecektik. Oyle ya Rabb'in her seyi gozetleyendir
قُلِ ادْعُوا الَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ ۖ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَمَا لَهُمْ فِيهِمَا مِن شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُم مِّن ظَهِيرٍ (22)
De ki: "Allah'ı bırakıp da tanrı saydıgınız putlarınıza istediginiz kadar yalvarın. Onların ne goklerde, ne yerde zerre kadar gucleri yetmez. Onların, bunlarda bir ortaklıgı da yok. Allah'ın da onlardan bir yardımcısı yoktur
وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ ۚ حَتَّىٰ إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ ۖ قَالُوا الْحَقَّ ۖ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ (23)
Allah'ın huzurunda sefaat da fayda vermez. Ancak izin verdigi kimseninki mustesna. Nihayet kalblerinden dehset giderildigi zaman "Rabbiniz ne buyurdu?" derler. (Sefaat sahipleri de): "Hakkı soyledi" derler. O, her seyden yuksek ve buyuktur
۞ قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ قُلِ اللَّهُ ۖ وَإِنَّا أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَىٰ هُدًى أَوْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (24)
De ki: "Size goklerden ve yerden rızık veren kimdir?" Yine de ki: "Allah'tır, herhalde ya biz, ya da siz mutlak bir hidayet uzerindeyiz veya acık bir sapıklık icindeyiz
قُل لَّا تُسْأَلُونَ عَمَّا أَجْرَمْنَا وَلَا نُسْأَلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ (25)
De ki: "Siz bizim yaptıgımız gunahlardan sorumlu tutulmazsınız. Biz de sizin yaptıklarınızdan sorumlu olmayız
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلِيمُ (26)
De ki: "Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra da hak hukmu ile aramızı ayıracaktır. Asıl hukum veren ve her seyi bilen O'dur
قُلْ أَرُونِيَ الَّذِينَ أَلْحَقْتُم بِهِ شُرَكَاءَ ۖ كَلَّا ۚ بَلْ هُوَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (27)
De ki: "O'na ortak diye takıstırdıklarınızı bana gosterin bakayım! Hayır, oyle sey yoktur, dogrusu guclu ve hikmet sahibi olan ancak Allah'tır
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (28)
Biz seni ancak butun insanlara bir mujdeci ve bir uyarıcı olarak gonderdik. Fakat insanların cogu bilmezler
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (29)
Ve: "Eger gercekciyseniz bu vaad ne zaman olacak?" diyorlar
قُل لَّكُم مِّيعَادُ يَوْمٍ لَّا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ (30)
De ki: "Size vaad edilen oyle bir gundur ki, ondan ne bir an geri kalabilirsiniz, ne de ileri gecebilirsiniz
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن نُّؤْمِنَ بِهَٰذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ ۗ وَلَوْ تَرَىٰ إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِندَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ (31)
Kafirler: "Biz ne bu Kur'an'a inanırız, ne de ondan oncekilere." dediler. Fakat o zalimler yakalanıp Rablerinin huzuruna durduruldukları zaman, birbirlerine soz atarken bir gorsen! Bir taraftan zayıf dusurulenler, o buyukluk taslayanlara: "Siz olmasaydınız biz mutlaka mumin olurduk" derler
قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا أَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدَىٰ بَعْدَ إِذْ جَاءَكُم ۖ بَلْ كُنتُم مُّجْرِمِينَ (32)
Diger taraftan buyukluk taslayanlar, zayıf dusurulenlere: "Size hidayet geldikten sonra, sizi ondan biz mi cevirdik? Hayır, siz kendiniz sucluydunuz." derler
وَقَالَ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَا أَن نَّكْفُرَ بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُ أَندَادًا ۚ وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ وَجَعَلْنَا الْأَغْلَالَ فِي أَعْنَاقِ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (33)
O zayıf dusurulenler de o buyukluk taslayanlara: "Hayır, (isiniz) gece, gunduz hilekarlıktı. Cunku siz bize Allah'ı inkar etmemizi ve O'na es kosmamızı emrediyordunuz." derler. Bunlar azabı gordukleri zaman iclerinden pismanlık getirmektedirler. Biz de o kafirlerin boyunlarına demir halkalar gecirmisizdir. Onlar sadece yaptıklarının cezasını cekiyorlardır
وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ (34)
Biz herhangi bir memlekete tehlikeyi haber veren bir uyarıcı gonderdikse, mutlaka oranın refah ile sımartılmıs olanları: "Biz sizin gonderildiginiz seyleri tanımayız." dediler
وَقَالُوا نَحْنُ أَكْثَرُ أَمْوَالًا وَأَوْلَادًا وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ (35)
Ve yine dediler ki: "Biz malca da daha coguz, evlatca da, bize azab edilmez
قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ وَيَقْدِرُ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (36)
De ki: "Rabbim rızkı diledigine genisletir, diledigine sıkar. Fakat insanların cogu bilmezler
وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَىٰ إِلَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُولَٰئِكَ لَهُمْ جَزَاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ (37)
Halbuki sizi huzurumuza yaklastıracak olan, mallarınız ve evlatlarınız degildir. Ancak iman edip de salih amel isleyenlere gelince, iste onların amellerine karsı kendilerine kat kat mukafat vardır. Onlar cennet kosklerinde emniyet icindedirler
وَالَّذِينَ يَسْعَوْنَ فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَٰئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ (38)
Ayetlerimizi hukumsuz bırakmak icin yarısanlara gelince, iste onlar Hakk'ın huzuruna azab icinde getirileceklerdir
قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ ۚ وَمَا أَنفَقْتُم مِّن شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُ ۖ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (39)
De ki: "Gercekten Rabbim kullarından diledigi kimseye rızkı hem genisletir, hem daraltır. Her neyi hayra harcarsanız O, onun yerine baskasını verir. Hem O, rızık verenlerin en hayırlısıdır
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلَائِكَةِ أَهَٰؤُلَاءِ إِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ (40)
O gun Allah, onları hep birlikte mahsere toplayacak, sonra meleklere: "Sunlar size mi tapıyorlardı?" diyecektir
قَالُوا سُبْحَانَكَ أَنتَ وَلِيُّنَا مِن دُونِهِم ۖ بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّ ۖ أَكْثَرُهُم بِهِم مُّؤْمِنُونَ (41)
Onlar da: "Seni tenzih ederiz. Bizim onlara karsı sıgınacak velimiz sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı. Cogu onlara inanmıslardı." diyecekler
فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَّفْعًا وَلَا ضَرًّا وَنَقُولُ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ (42)
Iste o gun birbirinize ne bir menfaate, ne de bir zarara sahip olabilirsiniz. Ve biz o zulmedenlere: "Tadın bakalım o yalan deyip durdugunuz atesin azabını!" deriz
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا رَجُلٌ يُرِيدُ أَن يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُكُمْ وَقَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا إِفْكٌ مُّفْتَرًى ۚ وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ (43)
Karsılarında acık deliller halinde ayetlerimiz okundugu zaman o zalimler: "Bu, baska degil, sırf sizi atalarınızın taptıgı tanrılardan men etmek isteyen bir adam." dediler. Ve: "Bu (Kur'an), baska bir sey degil, sırf uydurulmus bir iftira" dediler. O kafirler, hak kendilerine geldigi zaman: "Bu apacık bir sihirden baska bir sey degil." dediler
وَمَا آتَيْنَاهُم مِّن كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا ۖ وَمَا أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِن نَّذِيرٍ (44)
Halbuki biz onlara oyle ders alacakları kitaplar gondermedik. Kendilerine senden once bir uyarıcı da gondermedik
وَكَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَا آتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُلِي ۖ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ (45)
Onlardan oncekiler de yalanlamıslardı. Hem bunlar, onlara verdiklerimizin onda birine eremediler. Peygamberlerimi yalanladılar, ama beni inkar edisin sonu nasıl oldu
۞ قُلْ إِنَّمَا أَعِظُكُم بِوَاحِدَةٍ ۖ أَن تَقُومُوا لِلَّهِ مَثْنَىٰ وَفُرَادَىٰ ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا ۚ مَا بِصَاحِبِكُم مِّن جِنَّةٍ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا نَذِيرٌ لَّكُم بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَدِيدٍ (46)
De ki: "Size sadece bir tek nasihat edecegim. Soyle ki: Allah icin ikiser, ucer ve teker teker kalkarsınız, sonra da iyi dusunursunuz." Arkadasınızda (peygamberde) delilikten eser yoktur. O, yalnız siddetli bir azabın onunde, sizi sakındıracak bir peygaberdir
قُلْ مَا سَأَلْتُكُم مِّنْ أَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ ۖ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ (47)
De ki: "Ben sizden herhangi bir ucret istemem, O sizin icindir. Benim ecrim ancak Allah'a aittir. O, her seye sahittir
قُلْ إِنَّ رَبِّي يَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَّامُ الْغُيُوبِ (48)
De ki: "Gercekten Rabbim, hakkı yerli yerine koyar. O, gaybları hakkıyla bilendir
قُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ (49)
De ki: "Hak geldi, batılın onu de kalmaz, sonu da
قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَىٰ نَفْسِي ۖ وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي ۚ إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ (50)
De ki: "Eger ben yanılırsam, yalnız kendi adıma yanılırım. Ve eger hidayeti bulmussam, bilinmeli ki Rabbimin bana vahiy vermesiyledir. Cunku O, yakındır, isitir, isittirir
وَلَوْ تَرَىٰ إِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَأُخِذُوا مِن مَّكَانٍ قَرِيبٍ (51)
Onları telasa dustukleri zaman gorsen: Artık kacamak yoktur. Yakın yerden yakalanmıslardır
وَقَالُوا آمَنَّا بِهِ وَأَنَّىٰ لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ (52)
Ve: "O'na iman ettik" demektedirler. Fakat onlar icin (ahiret gibi) uzak bir yerden (imana) el sunmak (ulasabilmek) nerede
وَقَدْ كَفَرُوا بِهِ مِن قَبْلُ ۖ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ (53)
Halbuki daha once (dunyada) O'nu inkar etmislerdi. Uzak yerden gayba tas atıyorlardı
وَحِيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِأَشْيَاعِهِم مِّن قَبْلُ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا فِي شَكٍّ مُّرِيبٍ (54)
Artık kendileriyle arzularının arasına set cekilmistir. Tıpkı bundan once benzerlerine yapıldıgı gibi. Cunku hepsi iskilli bir suphe icinde bulunuyorlardı
❮ السورة السابقة السورة التـالية ❯

قراءة المزيد من سور القرآن الكريم :

1- الفاتحة2- البقرة3- آل عمران
4- النساء5- المائدة6- الأنعام
7- الأعراف8- الأنفال9- التوبة
10- يونس11- هود12- يوسف
13- الرعد14- إبراهيم15- الحجر
16- النحل17- الإسراء18- الكهف
19- مريم20- طه21- الأنبياء
22- الحج23- المؤمنون24- النور
25- الفرقان26- الشعراء27- النمل
28- القصص29- العنكبوت30- الروم
31- لقمان32- السجدة33- الأحزاب
34- سبأ35- فاطر36- يس
37- الصافات38- ص39- الزمر
40- غافر41- فصلت42- الشورى
43- الزخرف44- الدخان45- الجاثية
46- الأحقاف47- محمد48- الفتح
49- الحجرات50- ق51- الذاريات
52- الطور53- النجم54- القمر
55- الرحمن56- الواقعة57- الحديد
58- المجادلة59- الحشر60- الممتحنة
61- الصف62- الجمعة63- المنافقون
64- التغابن65- الطلاق66- التحريم
67- الملك68- القلم69- الحاقة
70- المعارج71- نوح72- الجن
73- المزمل74- المدثر75- القيامة
76- الإنسان77- المرسلات78- النبأ
79- النازعات80- عبس81- التكوير
82- الإنفطار83- المطففين84- الانشقاق
85- البروج86- الطارق87- الأعلى
88- الغاشية89- الفجر90- البلد
91- الشمس92- الليل93- الضحى
94- الشرح95- التين96- العلق
97- القدر98- البينة99- الزلزلة
100- العاديات101- القارعة102- التكاثر
103- العصر104- الهمزة105- الفيل
106- قريش107- الماعون108- الكوثر
109- الكافرون110- النصر111- المسد
112- الإخلاص113- الفلق114- الناس