قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ (1) Gercekten muminler kurtulusa ermistir |
الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ (2) Onlar ki, namazlarında husu icindedirler |
وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ (3) Onlar ki, bos ve yararsız seylerden yuz cevirirler |
وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ (4) Onlar ki, zekat (vazifelerini) yerine getirirler |
وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ (5) Ve onlar ki, iffetlerini korurlar |
إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ (6) Ancak esleri ve ellerinin sahip oldugu (cariyeleri) haric. (Bunlarla iliskilerinden dolayı) kınanmıs degillerdir |
فَمَنِ ابْتَغَىٰ وَرَاءَ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْعَادُونَ (7) Su halde, kim bunun otesine gitmeyi isterse, iste bunlar, haddi asan kimselerdir |
وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ (8) Yine onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler |
وَالَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ (9) Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler |
أُولَٰئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ (10) Iste asıl onlar varislerdir |
الَّذِينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (11) Ki, Firdevs'e varis olan bu kimseler orada ebedi kalırlar |
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ (12) And olsun biz insanı, camurdan, bir sulaleden (suzulup cıkarılmıs camurdan) yarattık |
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ (13) Sonra onu emin ve saglam bir karargahta (rahimde) nutfe (sperma) haline getirdik |
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ ۚ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ (14) Sonra nutfeyi bir alaka (embrio) yarattık, derken o alakayı bir mudga (bir cignem et parcası halinde) yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra onu diger bir yaratık olarak tesekkul ettirdik. Yapıp yaratanların en guzeli olan Allah, pek yucedir |
ثُمَّ إِنَّكُم بَعْدَ ذَٰلِكَ لَمَيِّتُونَ (15) Sonra siz bunun ardından, muhakkak ki oleceksiniz |
ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ تُبْعَثُونَ (16) Sonra da siz, suphesiz, kıyamet gununde tekrar diriltileceksiniz |
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ (17) Andolsun biz, sizin ustunuzde yedi yol yarattık. Biz, yaratmaktan habersiz degiliz |
وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً بِقَدَرٍ فَأَسْكَنَّاهُ فِي الْأَرْضِ ۖ وَإِنَّا عَلَىٰ ذَهَابٍ بِهِ لَقَادِرُونَ (18) Gokten uygun bir olcude yagmur indirip onu yerde durgunlastırdık. Bizim onu gidermeye de elbet gucumuz yeter |
فَأَنشَأْنَا لَكُم بِهِ جَنَّاتٍ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ لَّكُمْ فِيهَا فَوَاكِهُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (19) Boylece onun (yagmurun) sayesinde sizin yararınıza hurma bahceleri ve uzum bagları meydana getirdik ki, bunlarda sizin icin bir cok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz |
وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِن طُورِ سَيْنَاءَ تَنبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِّلْآكِلِينَ (20) Turı Sina'da (dahi) yetisen bir agac da meydana getirdik ki, bu agac, hem yag, hem de yiyenlerin ekmegine katık edecekleri (zeytin) verir |
وَإِنَّ لَكُمْ فِي الْأَنْعَامِ لَعِبْرَةً ۖ نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِي بُطُونِهَا وَلَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (21) Hayvanlarda da sizin icin elbette ibretler vardır. Onların karınlarındakilerden size iciririz. Onlarda sizin icin birtakım faydalar daha vardır; ayrıca etlerini yersiniz |
وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ (22) Hem onlara ve hem gemiye yuklenirsiniz |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ (23) And olsun biz, Nuh'u kavmine gonderdik. "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin. O'ndan baska tanrınız yoktur. Hala sakınmaz mısınız |
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ مَا هَٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُرِيدُ أَن يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَأَنزَلَ مَلَائِكَةً مَّا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ (24) Bunun uzerine, kavminin icinden kafir kodaman toplulugu "Bu, dediler, tıpkı sizin gibi bir beser olmaktan baska bir sey degildir. Size ustun ve hakim olmak istiyor. Eger Allah (peygamber gondermek) isteseydi, muhakkak ki bir melek gonderirdi. Biz gecmisteki atalarımızdan boyle bir sey duymadık |
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ بِهِ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِهِ حَتَّىٰ حِينٍ (25) Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Oyle ise, bir sureye kadar ona katlanıp (durumu) gozetleyin bakalım |
قَالَ رَبِّ انصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ (26) Nuh: "Rabbim! dedi, beni yalana cıkarmalarına karsı bana yardım et |
فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ ۙ فَاسْلُكْ فِيهَا مِن كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَن سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْ ۖ وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا ۖ إِنَّهُم مُّغْرَقُونَ (27) Bunun uzerine ona soyle vahyettik: Bizim nezaretimiz altında ve vahyimizle gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de tandır kaynayınca, her cinsten esler halinde iki tane ve bir de iclerinden, daha once kendisi aleyhinde hukum verilmis olanların dısındaki aileni gemiye al. Zulmetmis olanlar konusunda bana hic yalvarma! Zira onlar kesinlikle bogulacaklardır |
فَإِذَا اسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (28) Sen, yanındakilerle beraber gemiye yerlestiginde: "Bizi zalimler toplulugundan kurtaran Allah'a hamdolsun" de |
وَقُل رَّبِّ أَنزِلْنِي مُنزَلًا مُّبَارَكًا وَأَنتَ خَيْرُ الْمُنزِلِينَ (29) Ve de ki: "Rabbim! Beni mubarek bir yere indir. Sen, konuklatanların en hayırlısısın |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ وَإِن كُنَّا لَمُبْتَلِينَ (30) Suphesiz bunda sizin icin birtakım ibretler vardır. Cunku biz, kullarımızı boyle denemisizdir |
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِن بَعْدِهِمْ قَرْنًا آخَرِينَ (31) Sonra onların ardından bir baska nesil getirdik |
فَأَرْسَلْنَا فِيهِمْ رَسُولًا مِّنْهُمْ أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ (32) Bunun uzerine, onlar arasından kendilerine, "Allah'a kulluk edin; cunku sizin O'ndan baska bir tanrınız yoktur. Hala Allah'tan korkmaz mısınız? (mesajını ileten) bir resul gonderdik |
وَقَالَ الْمَلَأُ مِن قَوْمِهِ الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَاءِ الْآخِرَةِ وَأَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا مَا هَٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ (33) Onun kavminden, kafir olup ahirete ulasmayı yalanlayan ve dunya hayatında kendilerine refah verdigimiz kodaman guruh dedi ki: "Bu dediler, sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediginizden yer, sizin ictiginizden icer |
وَلَئِنْ أَطَعْتُم بَشَرًا مِّثْلَكُمْ إِنَّكُمْ إِذًا لَّخَاسِرُونَ (34) Gercekten, tıpkı kendiniz gibi bir besere itaat ederseniz herhalde ziyan edersiniz |
أَيَعِدُكُمْ أَنَّكُمْ إِذَا مِتُّمْ وَكُنتُمْ تُرَابًا وَعِظَامًا أَنَّكُم مُّخْرَجُونَ (35) Size, oldugunuz, toprak ve kemik yıgını haline geldiginizde, mutlak surette sizin (tekrar) meydana cıkarılacagınızı mı vaad ediyor |
۞ هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَ (36) Heyhat o size vaad edilen sey ne kadar uzak |
إِنْ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ (37) Dunya hayatından baska gercek yoktur. (Kimimiz) oluruz, (kimimiz) yasarız; bir daha diriltilecek degiliz |
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِنِينَ (38) Bu adam, sadece Allah hakkında yalan uyduran bir kimsedir; biz ona inanmıyoruz |
قَالَ رَبِّ انصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ (39) O Peygamber: "Rabbim, dedi, beni yalanlamalarına karsı bana yardımcı ol |
قَالَ عَمَّا قَلِيلٍ لَّيُصْبِحُنَّ نَادِمِينَ (40) Allah soyle buyurdu: "Pek yakında onlar pisman olacaklar |
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُثَاءً ۚ فَبُعْدًا لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (41) Nitekim, Hak tarafından korkuc bir ses yakalayıverdi onları! Kendilerini hemen cepecevre kusattık. Zalimler toplulugunun canı cehenneme |
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِن بَعْدِهِمْ قُرُونًا آخَرِينَ (42) Sonra onların ardından bir baska nesil getirdik |
مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ (43) Hicbir ummet, ecelini ne one alabilir, ne de erteleyebilir |
ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَىٰ ۖ كُلَّ مَا جَاءَ أُمَّةً رَّسُولُهَا كَذَّبُوهُ ۚ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَهُم بَعْضًا وَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ ۚ فَبُعْدًا لِّقَوْمٍ لَّا يُؤْمِنُونَ (44) Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gonderdik. Herhangi bir ummete peygamberlerinin geldigi her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar; biz de onları birbiri ardından (yokluga) yuvarladık ve onları efsane yaptık. Artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme |
ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ وَأَخَاهُ هَارُونَ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ (45) Sonra birtakım ayetlerimiz ve acık bir ferman ile Musa'yı ve kardesi Harun'u gonderdik |
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا عَالِينَ (46) Firavun'a ve ileri gelenlerine de (gonderdik). Bunun uzerine onlar kibire kapıldılar ve ululuk taslayan zorba bir kavim oldular |
فَقَالُوا أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَ (47) Onun icin: Biz, dediler, "kavimleri bize kolelik ederken bizim benzerimiz olan bu iki adama inanacak mıyız |
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَكِينَ (48) Boylece onları yalanladılar, bu yuzden de helak edilenlerden oldular |
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ (49) Andolsun biz Musa'ya belki onlar yola gelirler diye, o kitabı da verdik |
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ آيَةً وَآوَيْنَاهُمَا إِلَىٰ رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ (50) Meryemoglunu ve annesini de (kudretimize) bir alamet kıldık; onları, yerlesmeye elverisli, sulu bir tepeye yerlestirdik |
يَا أَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا ۖ إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ (51) Ey peygamberler! Temiz ve helal olan seylerden yiyin; guzel amel ve hareketlerde bulunun. Cunku ben sizin yaptıklarınızı bilirim |
وَإِنَّ هَٰذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ (52) Ve iste bu sizin ummetiniz bir tek ummet ve ben de sizin Rabbinizim. Oyle ise benden sakının." (denildi) |
فَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ زُبُرًا ۖ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ (53) Derken insanlar kendi aralarındaki islerini parca parca bolduler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip boburlendi |
فَذَرْهُمْ فِي غَمْرَتِهِمْ حَتَّىٰ حِينٍ (54) Sen simdi onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile basbasa bırak |
أَيَحْسَبُونَ أَنَّمَا نُمِدُّهُم بِهِ مِن مَّالٍ وَبَنِينَ (55) Sanıyorlar mı ki, onlara verdigimiz servet ve ogullar ile |
نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِ ۚ بَل لَّا يَشْعُرُونَ (56) Kendilerine faydalar saglamak icin can atıyoruz. Hayır, onlar isin farkına varamıyorlar |
إِنَّ الَّذِينَ هُم مِّنْ خَشْيَةِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ (57) Rablerine olan saygıdan dolayı titreyenler |
وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ (58) Rablerinin ayetlerine inananlar |
وَالَّذِينَ هُم بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَ (59) Rablerine ortak tanımayanlar |
وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوا وَّقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَىٰ رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ (60) Ve, Rablerine donecekleri icin yapmakta oldukları isleri kalpleri titreyerek yapanlar |
أُولَٰئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ (61) Iste onlar, iyiliklere kosusurlar ve iyilik icin yarısırlar |
وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۖ وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنطِقُ بِالْحَقِّ ۚ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ (62) Biz hic kimseyi, gucunun yettiginden baskası ile yukumlu kılmayız. Nezdimizde hakkı soyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlıga ugratılmazlar |
بَلْ قُلُوبُهُمْ فِي غَمْرَةٍ مِّنْ هَٰذَا وَلَهُمْ أَعْمَالٌ مِّن دُونِ ذَٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ (63) Hayır, onların kalpleri bu hususta cehalet icindedir. Ayrıca onların bundan ote birtakım kotu isleri vardır ki, onlar bu isleri yapar dururlar |
حَتَّىٰ إِذَا أَخَذْنَا مُتْرَفِيهِم بِالْعَذَابِ إِذَا هُمْ يَجْأَرُونَ (64) Nihayet, refah ve bolluk icinde olanlarını sıkıntıya ugrattıgımızda, bakarsın ki onlar feryadı basarlar |
لَا تَجْأَرُوا الْيَوْمَ ۖ إِنَّكُم مِّنَّا لَا تُنصَرُونَ (65) Bosuna feryad etmeyin bugun! Zira bizden yardım goremeyeceksiniz |
قَدْ كَانَتْ آيَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنتُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ تَنكِصُونَ (66) Cunku ayetlerimiz size okunurdu da, buna karsı siz arkanızı donerdiniz |
مُسْتَكْبِرِينَ بِهِ سَامِرًا تَهْجُرُونَ (67) Kafa tutardınız ve geceleyin hezeyanlar savururdunuz |
أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ أَمْ جَاءَهُم مَّا لَمْ يَأْتِ آبَاءَهُمُ الْأَوَّلِينَ (68) Onlar bu sozu (Kur'an'ı) hic dusunmediler mi? Yoksa kendilerine, daha once gecmisteki atalarına gelmeyen bir sey mi geldi |
أَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنكِرُونَ (69) Yoksa peygamberlerini tanımadılar da bu yuzden mi onu inkar ediyorlar |
أَمْ يَقُولُونَ بِهِ جِنَّةٌ ۚ بَلْ جَاءَهُم بِالْحَقِّ وَأَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ (70) Yoksa onda bir delilik oldugunu mu soyluyorlar? Aksine o, kendilerine hakkı getirmistir. Halbuki onlar haktan hoslanmamaktadırlar |
وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ ۚ بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُّعْرِضُونَ (71) Eger hak, onların kotu arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gokler ve yer ile bunlarda bulunan kimseler bozulur giderdi. Hayır, biz onlara san ve sereflerini getirdik; fakat onlar kendi sereflerine sırt cevirirler |
أَمْ تَسْأَلُهُمْ خَرْجًا فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌ ۖ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (72) (Resulum!) Yoksa sen onlardan bir harac mı istiyorsun? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır |
وَإِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ (73) Gercek su ki sen onları dogru bir yola cagırıyorsun |
وَإِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ (74) Fakat ahirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan cıkmaktadırlar |
۞ وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِم مِّن ضُرٍّ لَّلَجُّوا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ (75) Eger onlara acıyıp da icin de bulundukları sıkıntıyı giderseydik, iyice korleserek azgınlıklarında busbutun direnirlerdi |
وَلَقَدْ أَخَذْنَاهُم بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ (76) Andolsun, biz onları sıkıntıya dusurduk de yine Rablerine boyun egmediler, tazarru' ve niyazda da bulunmadılar |
حَتَّىٰ إِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا ذَا عَذَابٍ شَدِيدٍ إِذَا هُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ (77) Nihayet uzerlerine, azabı cok siddetli bir kapı actıgımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada saskın ve umitsiz kalmıslardır |
وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ۚ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ (78) Halbuki sizin icin o kulagı, o gozleri ve o gonulleri yaratan O'dur. Ne de az sukrediyorsunuz |
وَهُوَ الَّذِي ذَرَأَكُمْ فِي الْأَرْضِ وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ (79) Ve sizi yeryuzunde yaratıp tureden O'dur. Sırf O'nun huzuruna toplanacaksınız |
وَهُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (80) Ve O, yasatan ve oldurendir; gecenin ve gunduzun degismesi O'nun eseridir. Hala aklınızı kullanmaz mısınız |
بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْأَوَّلُونَ (81) Hayır, oncekilerin soylediklerinin benzerini soylediler |
قَالُوا أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ (82) Dediler ki: "Sahi biz, olup de bir toprak ve kemik yıgını haline gelmisken, mutlaka yeniden diriltilecegiz oyle mi |
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا هَٰذَا مِن قَبْلُ إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (83) Yemin ederiz ki, gerek bize, gerekse daha once atalarımıza boyle bir vaadde bulunuldu; (fakat) bu gecmistekilerin masallarından baska bir sey degildir |
قُل لِّمَنِ الْأَرْضُ وَمَن فِيهَا إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ (84) (Resulum!) de ki: "Eger biliyorsanız (soyleyin bakalım), bu dunya ve onda bulunanlar kime aittir |
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (85) Allah'a aittir" diyecekler. "Oyle ise siz hic dusunup tasınmaz mısınız?" de |
قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ (86) Yedi kat goklerin Rabbi, azametli Ars'ın Rabbi kimdir?" diye sor |
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ (87) (Onlar da) Allah'ındır." diyecekler. "Su halde siz Allah'tan korkmaz mısınız?" de |
قُلْ مَن بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُجِيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ (88) Eger biliyorsanız (soyleyin), her seyin melekutu (mulkiyeti ve yonetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her seyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmayan (buna muhtac olmayan) kimdir?" diye sor |
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ فَأَنَّىٰ تُسْحَرُونَ (89) (Bunlar da) Allah'ındır." diyecekler. "Oyle ise nasıl olur da buyulenirsiniz?" de |
بَلْ أَتَيْنَاهُم بِالْحَقِّ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (90) Dogrusu biz onlara hakkı getirdik; onlar ise cidden yalancıdırlar |
مَا اتَّخَذَ اللَّهُ مِن وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ إِلَٰهٍ ۚ إِذًا لَّذَهَبَ كُلُّ إِلَٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ ۚ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ (91) Allah evlat edinmemistir; O'nunla beraber hicbir ilah da yoktur. Aksi takdirde her ilah kendi yarattıgını sevk ve idare eder ve bir gun mutlaka onlardan biri digerine galip gelirdi. Allah, onların yakıstırdıkları seylerden munezzehtir |
عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ (92) Allah, gaybı da, acık olanı da bilir. O, musriklerin ortak kostukları seylerden cok yuce ve munezzehtir |
قُل رَّبِّ إِمَّا تُرِيَنِّي مَا يُوعَدُونَ (93) (Resulum!) De ki: Rabbim! Eger onlara yoneltilen tehdidi (dunyevi sıkıntıyı ve uhrevi azabı) mutlaka gostereceksen |
رَبِّ فَلَا تَجْعَلْنِي فِي الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (94) Bu durumda beni, o zalimler toplulugunda bulundurma, Rabbim |
وَإِنَّا عَلَىٰ أَن نُّرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ (95) Biz, onlara yonelttigimiz tehdidi sana gostermeye elbette ki kadiriz |
ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ السَّيِّئَةَ ۚ نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ (96) Sen, kotulugu en guzel bir tutumla sav, cunku biz onların yakıstırmakta oldukları seyi cok iyi bilmekteyiz |
وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ (97) Ve de ki: Rabbim! Seytanların kıskırtmalarından sana sıgınırım |
وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ (98) Onların yanımda bulunmalarından da sana sıgınırım |
حَتَّىٰ إِذَا جَاءَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ (99) Nihayet onlardan (musriklerden) birine olum gelip cattıgında, "Rabbim, der, lutfen beni (dunyaya) geri gonder |
لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ ۚ كَلَّا ۚ إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا ۖ وَمِن وَرَائِهِم بَرْزَخٌ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ (100) Ta ki, bosa gecirdigim dunyada iyi is (ve hareketler) yapayım." Hayır! Onun soyledigi bu soz (bos) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri gune kadar (suren) bir berzah vardır |
فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَا أَنسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَاءَلُونَ (101) Sur'a uflendigi zaman aralarında artık ne soysop (cekismesi) vardır, ne de birbirlerini sorusturacaklardır |
فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (102) Boylece kimlerin tartıları agır basarsa, iste asıl bunlar kurtulusa erenlerdir |
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَٰئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ (103) Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmislerdir; (cunku onlar) ebedi cehennemdedirler |
تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ (104) Orada disleri sırıtır halde iken ates yuzlerini yalar |
أَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ (105) (Allah Teala,) Size ayetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız degil mi?... der |
قَالُوا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًا ضَالِّينَ (106) Derler ki: Rabbimiz! Azgınlıgımız bizi altetti; biz, bir sapıklar toplulugu idik |
رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْهَا فَإِنْ عُدْنَا فَإِنَّا ظَالِمُونَ (107) Rabbimiz! Bizi buradan cıkar. Eger bir daha (ettiklerimize) donersek, artık belli ki biz zalim insanlarız |
قَالَ اخْسَئُوا فِيهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ (108) (Allah) buyurur ki: Alcaldıkca alcalın orada! Bana konusmayın artık |
إِنَّهُ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْ عِبَادِي يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ (109) Cunku kullarımdan bir zumre "Rabbimiz! Biz iman ettik; oyle ise bizi bagısla, bize merhamet et, sen, merhametlilerin en iyisisin." diyorlardı |
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّىٰ أَنسَوْكُمْ ذِكْرِي وَكُنتُم مِّنْهُمْ تَضْحَكُونَ (110) Iste siz onları alaya aldınız; sonunda bu davranısınız size beni yad etmeyi unutturdu; cunku siz onlara guluyordunuz |
إِنِّي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُوا أَنَّهُمْ هُمُ الْفَائِزُونَ (111) Bugun ben onlara, sabrettiklerinin karsılıgını verdim; onlar, hakikaten muradlarına erenlerdir |
قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْأَرْضِ عَدَدَ سِنِينَ (112) (Allah inkarcılara) "Yeryuzunde kac yıl kaldınız?" diye sorar |
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَاسْأَلِ الْعَادِّينَ (113) Bir gun veya gunun bir kısmı kadar kaldık. Iste bilenlere sor." derler |
قَالَ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا ۖ لَّوْ أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ (114) (Allah) buyurur ki: Sadece az bir sure kaldınız; keske siz (bunu) bilmis olsaydınız |
أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ (115) Sizi sadece bos yere yarattıgımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceginizi mi sandınız |
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ ۖ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ (116) Mutlak hakim ve hak olan Allah, cok yucedir. O'ndan baska ilah yoktur. O, bereketli Ars'ın sahibidir |
وَمَن يَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِهِ فَإِنَّمَا حِسَابُهُ عِندَ رَبِّهِ ۚ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ (117) Her kim Allah ile birlikte diger bir tanrıya taparsaki bu hususla ilgili hicbir delili yoktur o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Surası muhakkak ki, kafirler kurtulusa eremezler |
وَقُل رَّبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ (118) Resulum! De ki: "Rabbim, bagısla ve merhamet et! Sen merhametlilerin en iyisisin |