طس ۚ تِلْكَ آيَاتُ الْقُرْآنِ وَكِتَابٍ مُّبِينٍ (1) Ta, Sin. Bunlar sana, Kur'an'ın ve apacık bir kitabın ayetleridir |
هُدًى وَبُشْرَىٰ لِلْمُؤْمِنِينَ (2) Iman eden muminler icin hidayet rehberi ve mujdeci olmak uzere |
الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ (3) Ki o (muminler) namazı dosdogru kılarlar, zekatı verirler ve ahirete de kesin olarak iman ederler |
إِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ أَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَ (4) Suphesiz biz, ahirete inanmayanların islerini kendilerine suslu gosterdik de onlar ilerisini goremezler, kalpleri korelmistir |
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ لَهُمْ سُوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ (5) Iste bunlar, kendileri icin oldukca agır bir azab bulunan kimselerdir, ahirette en cok ziyana ugrayacaklar da onlardır |
وَإِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْآنَ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ عَلِيمٍ (6) (Resulum!) Suphesiz ki bu Kur'an, sana hikmet sahibi ve her seyi bilen Allah tarafından indirilmektedir |
إِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِأَهْلِهِ إِنِّي آنَسْتُ نَارًا سَآتِيكُم مِّنْهَا بِخَبَرٍ أَوْ آتِيكُم بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَّعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ (7) Hani Musa, ailesine soyle demisti: "Gercekten ben bir ates gordum, (gidip) size oradan bir haber getirecegim yahut bir kor ates getireyim, umarım ki ısınırsınız |
فَلَمَّا جَاءَهَا نُودِيَ أَن بُورِكَ مَن فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَا وَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (8) Oraya geldiginde soyle seslenilmisti: "Atesin bulundugu yerdeki ve cevresindekiler mubarek kılınmıstır! Alemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden munezzehtir |
يَا مُوسَىٰ إِنَّهُ أَنَا اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (9) Ey Musa! Iyi bil ki, ben, mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allah'ım |
وَأَلْقِ عَصَاكَ ۚ فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّىٰ مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ ۚ يَا مُوسَىٰ لَا تَخَفْ إِنِّي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَ (10) Asanı at!" (Asayı atıp) onu yılan gibi deprenir gorunce donup arkasına bakmadan kactı. (Dedik ki): "Ey Musa korkma! Cunku benim huzurumda peygamberler korkmaz |
إِلَّا مَن ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْنًا بَعْدَ سُوءٍ فَإِنِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ (11) Ancak, kim haksızlık yapar, sonra yaptıgı kotulugu iyilige cevirirse, bilsin ki ben (ona karsı da) cok bagıslayıcıyım, cok merhamet sahibiyim |
وَأَدْخِلْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ ۖ فِي تِسْعِ آيَاتٍ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَقَوْمِهِ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ (12) Elini koynuna sok; kusursuz bembeyaz cıkacaktır. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine (git), cunku onlar yoldan cıkmıs bir kavim olmuslardır |
فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ آيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هَٰذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ (13) Bu sekilde ayetlerimiz onların gozleri onune serilince, "Bu apacık bir sihirdir" dediler |
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا ۚ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ (14) Ve vicdanları bunlar(ın dogrulugun)a tam bir kanaat getirdigi halde, zulum ve kibirlerinden oturu onları bile bile inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduguna bir bak |
وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ عِلْمًا ۖ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي فَضَّلَنَا عَلَىٰ كَثِيرٍ مِّنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِنِينَ (15) Andolsun ki biz, Davud'a ve Suleyman'a bir ilim verdik. Onlar: "Bizi mumin kullarının bircogundan ustun kılan Allah'a hamd olsun" dediler |
وَوَرِثَ سُلَيْمَانُ دَاوُودَ ۖ وَقَالَ يَا أَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنطِقَ الطَّيْرِ وَأُوتِينَا مِن كُلِّ شَيْءٍ ۖ إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُبِينُ (16) Suleyman Davud'a varis olup dedi ki: "Ey insanlar! Bize kus dili ogretildi ve bize her seyden (nasip) verildi. Dogrusu bu apacık bir lutuftur |
وَحُشِرَ لِسُلَيْمَانَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ (17) Cinlerden, insanlardan ve kuslardan mutesekkil orduları Suleyman'ın hizmetinde toplandı, hepsi bir arada (onun tarafından) duzenli olarak sevkediliyordu |
حَتَّىٰ إِذَا أَتَوْا عَلَىٰ وَادِ النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (18) Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Suleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!" dedi |
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّن قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَىٰ وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ (19) (Suleyman) onun sozune gulumseyerek dedi ki: "Ey Rabbim! Bana ve ana babama verdigin nimete sukretmemi ve hosnut olacagın iyi is yapmamı gonlume getir. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat |
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنَ الْغَائِبِينَ (20) (Suleyman) Kusları gozden gecirdikten sonra soyle dedi: "Hudhud'u nicin goremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıstı |
لَأُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَدِيدًا أَوْ لَأَذْبَحَنَّهُ أَوْ لَيَأْتِيَنِّي بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ (21) Ya bana (mazeretini gosteren) apacık bir delil getirecek, ya da onu siddetli bir azaba ugratacagım, yahut bogazlıyacagım |
فَمَكَثَ غَيْرَ بَعِيدٍ فَقَالَ أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ وَجِئْتُكَ مِن سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ (22) Cok gecmeden (Hudhud) gelip: "Ben, dedi, senin bilmedigin bir seyi ogrendim. Sebe'den sana cok dogru (ve onemli) bir haber getirdim |
إِنِّي وَجَدتُّ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِن كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ (23) Gercekten, onlara (Sebelilere) hukumdarlık eden, kendisine her turlu imkan verilmis ve buyuk bir tahta sahip olan bir kadınla karsılastım |
وَجَدتُّهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِن دُونِ اللَّهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَ (24) Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp gunese secde ettiklerini gordum. Seytan, kendilerine yaptıklarını suslu gostermis de onları dogru yoldan alıkoymus. Bunun icin hidayete giremiyorlar |
أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ (25) Goklerde ve yerde gizleneni acıga cıkaran, gizlediginizi ve acıkladıgınızı bilen Allah'a secde etmezler |
اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ ۩ (26) (Halbuki) O buyuk Ars'ın sahibi olan Allah'tan baska tapılacak yoktur |
۞ قَالَ سَنَنظُرُ أَصَدَقْتَ أَمْ كُنتَ مِنَ الْكَاذِبِينَ (27) (Suleyman Hudhud'e) dedi ki: "Dogru mu soyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacagız |
اذْهَب بِّكِتَابِي هَٰذَا فَأَلْقِهْ إِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ (28) Su mektubumu gotur, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz cekil de, ne sonuca varacaklarına bak |
قَالَتْ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ (29) (Suleyman'ın mektubunu alan Sebe melikesi): "Beyler, ulular! Bana cok onemli bir mektup bırakıldı" dedi |
إِنَّهُ مِن سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ (30) Mektup Suleyman'dandır, Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (baslamakta)dır |
أَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُونِي مُسْلِمِينَ (31) Bana karsı bas kaldırmayın, teslimiyet gostererek bana gelin diye (yazmaktadır) |
قَالَتْ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ أَفْتُونِي فِي أَمْرِي مَا كُنتُ قَاطِعَةً أَمْرًا حَتَّىٰ تَشْهَدُونِ (32) (Sonra Melike) dedi ki: "Beyler, ulular! Bu isimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan hicbir isi kestirip atmam |
قَالُوا نَحْنُ أُولُو قُوَّةٍ وَأُولُو بَأْسٍ شَدِيدٍ وَالْأَمْرُ إِلَيْكِ فَانظُرِي مَاذَا تَأْمُرِينَ (33) Onlar, soyle cevap verdiler: "Biz guclu kuvvetli kimseleriz, zorlu savas erbabıyız, buyruk ise senindir; artık ne emredecegini dusun tasın |
قَالَتْ إِنَّ الْمُلُوكَ إِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً أَفْسَدُوهَا وَجَعَلُوا أَعِزَّةَ أَهْلِهَا أَذِلَّةً ۖ وَكَذَٰلِكَ يَفْعَلُونَ (34) Melike, "Hukumdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perisan ederler ve halkının ulularını hakir hale getirirler. (Herhalde) Onlar da boyle yapacaklardır" dedi |
وَإِنِّي مُرْسِلَةٌ إِلَيْهِم بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ (35) Ben (simdi) onlara bir hediye gondereyim de, bakayım elciler ne (gibi bir sonuc) ile donecekler |
فَلَمَّا جَاءَ سُلَيْمَانَ قَالَ أَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍ فَمَا آتَانِيَ اللَّهُ خَيْرٌ مِّمَّا آتَاكُم بَلْ أَنتُم بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ (36) (Elciler, hediyelerle) gelince Suleyman soyle dedi: "Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah'ın bana verdigi, size verdiginden daha iyidir. Ama siz, hediyenizle boburlenirsiniz |
ارْجِعْ إِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُم بِجُنُودٍ لَّا قِبَلَ لَهُم بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُم مِّنْهَا أَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ (37) (Ey elci) Onlara var (soyle); iyi bilsinler ki, kendilerine asla karsı koyamayacakları ordularla gelir, onları, muhakkak surette hor ve hakir halde oradan cıkarırız |
قَالَ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ أَيُّكُمْ يَأْتِينِي بِعَرْشِهَا قَبْلَ أَن يَأْتُونِي مُسْلِمِينَ (38) (Sonra Suleyman musavirlerine) dedi ki: "Ey ulular! Onlar teslimiyet gosterip bana gelmeden once, hanginiz o Melike'nin tahtını bana getirebilir |
قَالَ عِفْرِيتٌ مِّنَ الْجِنِّ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن تَقُومَ مِن مَّقَامِكَ ۖ وَإِنِّي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ أَمِينٌ (39) Cinlerden bir ifrit, "Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gercekten bu ise gucum ve guvenim var." dedi |
قَالَ الَّذِي عِندَهُ عِلْمٌ مِّنَ الْكِتَابِ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ ۚ فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرًّا عِندَهُ قَالَ هَٰذَا مِن فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ ۖ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ ۖ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ (40) Kitaptan ilmi olan kimse ise, "Gozunu acıp kapamadan, ben onu sana getiririm" dedi. (Suleyman) onu (Melike'nin tahtını) yanıbasına yerlesivermis gorunce, "Bu, dedi, sukur mu edecegim, yoksa nankorluk mu edecegim diye beni sınamak uzere Rabbimin (gosterdigi) lutfundandır. Sukreden ancak kendisi icin sukretmis olur; nankorluk edene gelince, o bilsin ki Rabbim mustagnidir, cok kerem sahibidir |
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنظُرْ أَتَهْتَدِي أَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَ (41) (Suleyman devamla) dedi ki: "Onun tahtını bilemeyecegi bir vaziyete sokun; getirin bakalım tanıyabilecek mi, yoksa tanıyamayanlardan mı olacak |
فَلَمَّا جَاءَتْ قِيلَ أَهَٰكَذَا عَرْشُكِ ۖ قَالَتْ كَأَنَّهُ هُوَ ۚ وَأُوتِينَا الْعِلْمَ مِن قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِمِينَ (42) Melike gelince, "Senin tahtın da boyle mi?" dendi. O soyle cevap verdi: "Tıpkı o! Zaten bize daha once bilgi verilmis ve biz teslimiyet gostermistik |
وَصَدَّهَا مَا كَانَت تَّعْبُدُ مِن دُونِ اللَّهِ ۖ إِنَّهَا كَانَتْ مِن قَوْمٍ كَافِرِينَ (43) O'nu, Allah'tan baska taptıgı seyler alıkoymustu. Cunku kendisi inkarcı bir kavimdendi |
قِيلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَ ۖ فَلَمَّا رَأَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَن سَاقَيْهَا ۚ قَالَ إِنَّهُ صَرْحٌ مُّمَرَّدٌ مِّن قَوَارِيرَ ۗ قَالَتْ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي وَأَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمَانَ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (44) Ona "koske gir!" dendi. Melike onu gorunce derin bir su sandı ve etegini cekti. Suleyman "Bu billurdan yapılmıs, seffaf bir zemindir" dedi. Melike dedi ki: "Rabbim! Ben gercekten kendime yazık etmistim. Suleyman'ın maiyyetinde, alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَىٰ ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ فَإِذَا هُمْ فَرِيقَانِ يَخْتَصِمُونَ (45) Andolsun ki, Allah'a ibadet edin diye Semud'a da kardesleri Salih'i gonderdik. Hemen birbirleriyle cekisen iki zumre oluverdiler |
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ ۖ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ (46) Salih dedi ki: "Ey benim kavmim! Iyilik dururken nicin kotuluge kosuyorsunuz? Ne olur Allah'a istigfar etseniz, belki rahmetine ulasırdınız |
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَن مَّعَكَ ۚ قَالَ طَائِرُكُمْ عِندَ اللَّهِ ۖ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ (47) Cevap verdiler: "Senin ve beraberindekilerin yuzunden ugursuzluga ugradık." Salih: "Size coken ugursuzluk (sebebi) Allah katında (yazılı)dır. Belki siz imtihana cekilen bir kavimsiniz" dedi |
وَكَانَ فِي الْمَدِينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ (48) O sehirde dokuz cete vardı ki, bunlar yeryuzunde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hic yanasmıyorlardı |
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللَّهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَأَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّهِ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ أَهْلِهِ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ (49) Allah'a and icerek birbirlerine soyle dediler: "Gece ona ve ailesine baskın yapalım; sonra da velisine, 'Biz o ailenin yok edilisi sırasında orada degildik, inanın ki dogru soyluyoruz' diyelim |
وَمَكَرُوا مَكْرًا وَمَكَرْنَا مَكْرًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (50) Onlar boyle bir tuzak kurdular, biz de kendileri farkında olmadan onların planlarını altust ettik |
فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْ أَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ أَجْمَعِينَ (51) Iste bak! Tuzaklarının akibeti nice oldu: Onları da, kavimlerini de toptan helak ettik |
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُوا ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ (52) Iste haksızlıkları yuzunden cokmus evleri! Bilen bir kavim icin elbette bunda bir ibret vardır |
وَأَنجَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ (53) Iman edip Allah'a karsı gelmekten sakınanları da kurtardık |
وَلُوطًا إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَأَنتُمْ تُبْصِرُونَ (54) Lut'u da (peygamber olarak kavmine gonderdik). O, kavmine soyle demisti: "Goz gore gore hala o hayasızlıgı yapacak mısınız |
أَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِّن دُونِ النِّسَاءِ ۚ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ (55) Siz ille de kadınları bırakıp sehvetle erkeklere yaklasacak mısınız? Dogrusu siz beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz |
۞ فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا أَخْرِجُوا آلَ لُوطٍ مِّن قَرْيَتِكُمْ ۖ إِنَّهُمْ أُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ (56) Buna kavminin cevabı sadece: "Lut ailesini memleketinizden cıkarın; baksanıza onlar (bizim yaptıklarımızdan) temiz kalmak isteyen insanlarmıs!" demelerinden ibaret oldu |
فَأَنجَيْنَاهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِرِينَ (57) Bunun uzerine onu ve ailesini kurtardık. Yalnız karısı mustesna; onun geride (azaba ugrayanların icinde) kalmasını takdir ettik |
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًا ۖ فَسَاءَ مَطَرُ الْمُنذَرِينَ (58) Onların uzerlerine oyle bir yagmur indirdik ki, ne kotu idi uyarılanların yagmuru |
قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَسَلَامٌ عَلَىٰ عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَىٰ ۗ آللَّهُ خَيْرٌ أَمَّا يُشْرِكُونَ (59) (Resulum!) de ki: "Hamd olsun Allah'a, selam olsun seckin kıldıgı kullarına. Allah mı hayırlı, yoksa O'na kostukları ortaklar mı |
أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنزَلَ لَكُم مِّنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ مَّا كَانَ لَكُمْ أَن تُنبِتُوا شَجَرَهَا ۗ أَإِلَٰهٌ مَّعَ اللَّهِ ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَ (60) (Onlar mı hayırlı) yoksa, gokleri ve yeri yaratan, gokten size su indiren mi? Cunku biz onunla, bir agacını bile bitirmeye gucunuzun yetmedigi guzel guzel bahceler bitirmisizdir. Allah'la beraber baska bir ilah mı var! Dogrusu onlar sapıklıkta devameden bir guruhtur |
أَمَّن جَعَلَ الْأَرْضَ قَرَارًا وَجَعَلَ خِلَالَهَا أَنْهَارًا وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًا ۗ أَإِلَٰهٌ مَّعَ اللَّهِ ۚ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (61) (Onlar mı hayırlı) yoksa, yeryuzunu oturmaya elverisli kılan, aralarında nehirler akıtan, onun icin sabit daglar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında baska bir ilah mı var? Hayır onların cogu (hakikatları) bilmiyorlar |
أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاءَ الْأَرْضِ ۗ أَإِلَٰهٌ مَّعَ اللَّهِ ۚ قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ (62) (Onlar mı hayırlı) yoksa, kendine yalvardıgı zaman bunalmısa karsılık veren ve basındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryuzunun hakimleri yapan mı? Allah'ın yanında baska bir ilah mı var? Ne kıt dusunuyorsunuz |
أَمَّن يَهْدِيكُمْ فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَن يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ ۗ أَإِلَٰهٌ مَّعَ اللَّهِ ۚ تَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ (63) (Onlar mı hayırlı) yoksa, karanın ve denizin karanlıkları icinde size yolu bulduran, rahmetinin (yagmurun) onunde ruzgarları mujdeci olarak gonderen mi? Allah'ın yanında baska bir ilah mı var? Allah onların kostukları ortaklardan cok yucedir, munezzehtir |
أَمَّن يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَمَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ ۗ أَإِلَٰهٌ مَّعَ اللَّهِ ۚ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (64) (Onlar mı hayırlı) yoksa, once yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gokten, hem yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber baska bir ilah mı var? De ki: Eger dogru soyluyorsanız, siz kesin delilinizi getirin haydi |
قُل لَّا يَعْلَمُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ ۚ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (65) De ki: Goklerde ve yerde Allah'tan baska kimse gaybı bilmez. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler |
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ ۚ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّنْهَا ۖ بَلْ هُم مِّنْهَا عَمُونَ (66) Fakat ahiret hakkında bilgiler onlara ardarda gelmektedir. Ama onlar bundan bir suphe icindedirler. Cunku onlar bundan yana kordurler |
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَإِذَا كُنَّا تُرَابًا وَآبَاؤُنَا أَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ (67) Inkarcılar dediler ki: "Sahi biz ve atalarımız toprak olduktan sonra gercekten (diriltilip) cıkarılacak mıyız |
لَقَدْ وُعِدْنَا هَٰذَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا مِن قَبْلُ إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (68) And olsun ki, bu tehdit bize yapıldıgı gibi, daha once atalarımıza da yapılmıstır. Bu oncekilerin masallarından baska bir sey degildir |
قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ (69) De ki: "Hele bir yeryuzunde gezin de, gunahkarların sonu nice oldu, bir bakın |
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُن فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْكُرُونَ (70) (Habibim!) Onlara karsı mahzun olma, kurmakta oldukları tuzaklardan oturu de sıkıntı duyma |
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (71) Bir de, "Eger dogru soyluyorsanız bu vaad (ettiginiz azab) hani, ne zaman?" derler |
قُلْ عَسَىٰ أَن يَكُونَ رَدِفَ لَكُم بَعْضُ الَّذِي تَسْتَعْجِلُونَ (72) De ki: "Cabucak gelmesini istediginiz seyin (azabın) bir kısmı herhalde yakında ensenize binecektir |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ (73) Suphesiz Rabbin, insanlara karsı lutuf sahibidir; fakat insanların cogu sukretmezler |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ (74) Rabbin elbette onların sinelerinin gizlediklerini de, acıga vurduklarını da bilir |
وَمَا مِنْ غَائِبَةٍ فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ (75) Gokte ve yerde gizli hicbir sey yoktur ki apacık bir kitapta (Lehvi mahfuzda) bulunmasın |
إِنَّ هَٰذَا الْقُرْآنَ يَقُصُّ عَلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ (76) Haberiniz olsun ki bu Kur'an, Israil ogullarına, hakkında ihtilaf edegeldikleri seylerin pek cogunu anlatmaktadır |
وَإِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ (77) Ve o, muminler icin gercekten bir hidayet rehberi ve rahmettir |
إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُم بِحُكْمِهِ ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ (78) Rabbin suphesiz, onlar arasında kendi hukmunu verecektir. O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir |
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ ۖ إِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ (79) Ve o halde sen Allah'a guven. Cunku sen, apacık hakikatin uzerindesin |
إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَىٰ وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ (80) Bil ki sen, olulere isittiremezsin, arkasını donup kacmakta olan sagırlara da daveti duyuramazsın |
وَمَا أَنتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَن ضَلَالَتِهِمْ ۖ إِن تُسْمِعُ إِلَّا مَن يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُم مُّسْلِمُونَ (81) Sen korleri sapıklıklarından cevirip dogru yola getirecek degilsin. Ancak (gonulden) teslim olarak ayetlerimize iman edenlere duyurabilirsin |
۞ وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِّنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ (82) Soylenen baslarına gelecegi vakit, bunlar icin yerden bir "dabbe" (canlı) cıkarırız ki bu, onlara insanların ayetlerimize kesin bir iman getirmemis olduklarını soyler |
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ فَوْجًا مِّمَّن يُكَذِّبُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ (83) Ve her ummetin ayetlerimizi yalan sayanlarından bir cemaati toplayacagımız gun, artık onlar bir arada tutulup (hesap yerine) sevkedilirler |
حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوا قَالَ أَكَذَّبْتُم بِآيَاتِي وَلَمْ تُحِيطُوا بِهَا عِلْمًا أَمَّاذَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ (84) Nihayet (oraya) geldikleri vakit Allah buyurur: "Siz benim ayetlerimi, ne oldugunu kavramadan yalan saydınız oyle mi? Yoksa yaptıgınız baska neydi |
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِم بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنطِقُونَ (85) Yaptıkları haksızlıktan dolayı, o soz gerceklesmistir; artık onlar konusamazlar |
أَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا اللَّيْلَ لِيَسْكُنُوا فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (86) Gormediler mi ki, dinlensinler diye geceyi yarattık ve (calıssınlar diye) gunduzu apaydınlık yaptık. Iman eden bir kavim icin elbette bunda ibretler vardır |
وَيَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاءَ اللَّهُ ۚ وَكُلٌّ أَتَوْهُ دَاخِرِينَ (87) Sur'a ufuruldugu gun Allah'ın diledikleri mustesna goklerde ve yerde bulunanlar hep dehsete kapılır. Hepsi boyunları bukuk olarak O'na gelirler |
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ ۚ صُنْعَ اللَّهِ الَّذِي أَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ ۚ إِنَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ (88) Sen dagları gorursun de, yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutun yurumesi gibi yurumektedirler. Bu, her seyi sapasaglam yapan Allah'ın sanatıdır. Suphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır |
مَن جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا وَهُم مِّن فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ آمِنُونَ (89) Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir ve onlar o gun korkudan da emin kalırlar |
وَمَن جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ هَلْ تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ (90) Her kim de kotulukle gelirse artık yuzleri ateste surtulur. "Baska degil ancak yaptıgınız amellerin cezasını cekeceksiniz." (denir) |
إِنَّمَا أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ رَبَّ هَٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذِي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍ ۖ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُسْلِمِينَ (91) (De ki): "Ben ancak her seyin sahibi olan ve burayı kutlu kılan bu sehrin (Mekke'nin) Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Yine bana muslumanlardan olmam emredildi |
وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ ۖ فَمَنِ اهْتَدَىٰ فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ ۖ وَمَن ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ الْمُنذِرِينَ (92) Ve Kur'an'ı okumam emredildi." Artık kim dogru yola gelirse, yalnız kendisi icin gelmis olur; kim de saparsa ona de ki: "Ben sadece uyarıcılardanım |
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ سَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا ۚ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (93) Ve soyle de: Hamd, Allah'a mahsustur. O, ayetlerini size gosterecek, siz de onları gorup tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz degildir |