القرآن باللغة التركية ابن كثير - سورة القيامة مترجمة إلى اللغة التركية ابن كثير، Surah Qiyamah in Turkish_Ibni_Kesir. نوفر ترجمة دقيقة سورة القيامة باللغة التركية ابن كثير - Turkish_Ibni_Kesir, الآيات 40 - رقم السورة 75 - الصفحة 577.

| لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ (1) Kıyamet gunune yemin ederim |
| وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ (2) Nedamet ceken nefse yemin ederim |
| أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَّجْمَعَ عِظَامَهُ (3) Insan zanneder mi ki Biz; onun kemiklerini bir araya toplayamayız |
| بَلَىٰ قَادِرِينَ عَلَىٰ أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ (4) Evet, Biz parmak uclarını bile duzeltmeye kadiriz |
| بَلْ يُرِيدُ الْإِنسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ (5) Fakat insan, onundekini yalanlamak ister de |
| يَسْأَلُ أَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ (6) Kıyamet gunu de ne zamanmıs? diye sorar |
| فَإِذَا بَرِقَ الْبَصَرُ (7) Goz kamastıgında |
| وَخَسَفَ الْقَمَرُ (8) Ay tutuldugunda |
| وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ (9) Gunes ve ay bir araya getirildiginde |
| يَقُولُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ (10) O gun, insan; kacacak yer nerede? der |
| كَلَّا لَا وَزَرَ (11) Hayır, hic bir sıgınak yoktur |
| إِلَىٰ رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ (12) O gun, herkesin duracagı yer, ancak Rabbının huzurudur |
| يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ (13) O gun, onde ve sonda ne yaptıysa insana bildirilir |
| بَلِ الْإِنسَانُ عَلَىٰ نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ (14) Daha dogrusu insan, kendi kendinin sahididir |
| وَلَوْ أَلْقَىٰ مَعَاذِيرَهُ (15) Ma´zeretlerini sayıp dokse de |
| لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ (16) Onu acele etmen icin dilini onunla beraber oynatma |
| إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ (17) Suphesiz onu toplamak ve okutmak Bize aittir |
| فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ (18) Oyleyse Biz, onu okudugumuz vakit; sen, onun okunusunu dinle |
| ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ (19) Sonra suphesiz onu acıklamak da Bize aittir |
| كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ (20) Hayır, bilakis siz, cabuk geceni seversiniz |
| وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ (21) Ve ahireti bırakırsınız |
| وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ (22) Bir takım yuzler o gun parlayacak |
| إِلَىٰ رَبِّهَا نَاظِرَةٌ (23) Rabblarına bakacaklardır |
| وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ (24) Bir takım yuzler de asıktır |
| تَظُنُّ أَن يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ (25) Belkemiginin kırılacagını anlar |
| كَلَّا إِذَا بَلَغَتِ التَّرَاقِيَ (26) Dikkat edin, koprucuk kemigine bir dayandıgı zaman |
| وَقِيلَ مَنْ ۜ رَاقٍ (27) Care bulacak kim? denir |
| وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ (28) Ve ayrılık vaktinin geldigini anlar |
| وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ (29) Bacak da bacaga dolasır |
| إِلَىٰ رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ (30) O gun; sevk, yalnız Rabbınadır |
| فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّىٰ (31) Tasdik etmemisti, namaz da kılmamıstı |
| وَلَٰكِن كَذَّبَ وَتَوَلَّىٰ (32) Fakat yalanlamıs, yuz cevirmisti |
| ثُمَّ ذَهَبَ إِلَىٰ أَهْلِهِ يَتَمَطَّىٰ (33) Sonra da salına salına kendinden yana olanlara gitmisti |
| أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ (34) Yazıklar olsun sana, yazıklar |
| ثُمَّ أَوْلَىٰ لَكَ فَأَوْلَىٰ (35) Yine yazıklar olsun sana, yazıklar |
| أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى (36) Insan kendisinin basıbos bırakılacagını mı sanır |
| أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَىٰ (37) O, akıtılan bir meni damlası degil miydi |
| ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّىٰ (38) Sonra kan pıhtısı olmus; sonra, onu insan bicimine koyup yaratmıs ve duzeltmistir |
| فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَىٰ (39) Ve ondan erkek, disi iki cins yaratmıstır |
| أَلَيْسَ ذَٰلِكَ بِقَادِرٍ عَلَىٰ أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَىٰ (40) Simdi O; oluleri diriltmeye kadir degil midir |