×

سورة طه باللغة التركية ابن كثير

ترجمات القرآنباللغة التركية ابن كثير ⬅ سورة طه

ترجمة معاني سورة طه باللغة التركية ابن كثير - Turkish_Ibni_Kesir

القرآن باللغة التركية ابن كثير - سورة طه مترجمة إلى اللغة التركية ابن كثير، Surah TaHa in Turkish_Ibni_Kesir. نوفر ترجمة دقيقة سورة طه باللغة التركية ابن كثير - Turkish_Ibni_Kesir, الآيات 135 - رقم السورة 20 - الصفحة 312.

بسم الله الرحمن الرحيم

طه (1)
Ta-Ha
مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَىٰ (2)
Biz; Kur´an´ı, sana gucluk cekesin diye indirmedik
إِلَّا تَذْكِرَةً لِّمَن يَخْشَىٰ (3)
Ancak Allah´tan korkanlara bir bir ogut olarak
تَنزِيلًا مِّمَّنْ خَلَقَ الْأَرْضَ وَالسَّمَاوَاتِ الْعُلَى (4)
Yeri ve yuce gokleri yaratanın katından indirmedir
الرَّحْمَٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَىٰ (5)
Rahman, Ars´a hukmetmistir
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرَىٰ (6)
Goklerde, yerde, ikisinin arasında ve topragın altında bulunanlar O´nun
وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى (7)
Istersen sen sozu acıga vur, suphesiz ki O; gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir
اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ لَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَىٰ (8)
Allah´tan baska hic bir ilah yoktur. En guzel isimler O´nundur
وَهَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ مُوسَىٰ (9)
Ve sana Musa´nın haberi geldi mi
إِذْ رَأَىٰ نَارًا فَقَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَّعَلِّي آتِيكُم مِّنْهَا بِقَبَسٍ أَوْ أَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى (10)
Hani o; bir ates gormustu de ailesine: Durun, ben bir ates gordum. Size ya ondan bir kor getiririm veya atesin yanında bir yol gosteren bulurum, demisti
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِيَ يَا مُوسَىٰ (11)
Atesin yanına gelince; kendisine: Ey Musa, diye seslenildi
إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ ۖ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى (12)
Suphesiz ki senin Rabbın Benim, Ben. Pabuclarını cıkar. Zira sen mukaddes vadide, Tuva´dasın
وَأَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحَىٰ (13)
Ve ben; seni sectim. Oyleyse vahyolunanı dinle
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي (14)
Suphesiz ki Ben; Allah´ım. Benden baska hic bir ilah yoktur. Oyleyse Bana ibadet et ve Beni anmak icin namaz kıl
إِنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَىٰ كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَىٰ (15)
Cunku kıyamet muhakkak gelecektir. Her nefis islediginin karsılıgını gorsun diye onu neredeyse gizliyorum
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَن لَّا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَتَرْدَىٰ (16)
Ona inanmayan ve hevesine uyan kimse, seni bundan alıkoymasın, yoksa helak olursun
وَمَا تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَا مُوسَىٰ (17)
O sag elindeki de nedir ey Musa
قَالَ هِيَ عَصَايَ أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَىٰ غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَىٰ (18)
Dedi ki: O benim degnegimdir. Ona dayanırım, onunla davarıma yaprak silkerim ve daha bir cok islerde ondan faydalanırım
قَالَ أَلْقِهَا يَا مُوسَىٰ (19)
Buyurdu: Ey Musa bırak onu
فَأَلْقَاهَا فَإِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعَىٰ (20)
O da bıraktı. Bir de ne gorsun; o, hemen kosan bir yılan oluvermis
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ ۖ سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا الْأُولَىٰ (21)
Buyurdu: Tut onu korkma. Biz onu yine eski durumuna cevirecegiz
وَاضْمُمْ يَدَكَ إِلَىٰ جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ آيَةً أُخْرَىٰ (22)
Elini de koltugunun altına koy ki; diger bir mucize olarak kusursuz, bembeyaz cıksın
لِنُرِيَكَ مِنْ آيَاتِنَا الْكُبْرَى (23)
Bununla sana daha buyuk mucizelerimizi gosterelim
اذْهَبْ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَىٰ (24)
Firavun´a git, dogrusu o, azmıstır
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي (25)
Dedi ki: Rabbım, gogsumu ac
وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي (26)
Isimi kolaylastır
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي (27)
Dilimden de dugumu coz ki
يَفْقَهُوا قَوْلِي (28)
Sozumu iyi anlasınlar
وَاجْعَل لِّي وَزِيرًا مِّنْ أَهْلِي (29)
Kendi ailemden bir vezir ver bana
هَارُونَ أَخِي (30)
Kardesim Harun´u
اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي (31)
Onunla destekle beni
وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي (32)
Onu isimizde ortak yap
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا (33)
Ki seni daha cok tesbih edelim
وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا (34)
Ve seni daha cok analım
إِنَّكَ كُنتَ بِنَا بَصِيرًا (35)
Suphesiz ki Sen, bizi gormektesin
قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسَىٰ (36)
Buyurdu: Ey Musa; istedigin sana verilmistir
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً أُخْرَىٰ (37)
Zaten sana, baska bir defa daha lutufta bulunmustuk
إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَىٰ أُمِّكَ مَا يُوحَىٰ (38)
Hani annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmistik
أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِّي وَعَدُوٌّ لَّهُ ۚ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِّنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَىٰ عَيْنِي (39)
Onu bir sandıga koy da suya bırak. Su onu kıyıya atar. Bana da, ona da dusman olan birisi onu alır. Gozumun onunde yetisesin diye, senin uzerine katımdan bir sevgi koydum
إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَىٰ مَن يَكْفُلُهُ ۖ فَرَجَعْنَاكَ إِلَىٰ أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ ۚ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا ۚ فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَىٰ قَدَرٍ يَا مُوسَىٰ (40)
Hani kızkardesin gidip diyordu ki: Ona bakacak birini size gostereyim mi? Iste boylece, annen uzulmesin de gozu aydın olsun diye seni ona geri vermistik. Ve sen, bir cana kıymıstın da; seni uzuntuden kurtarmıstık. Hem seni bir cok musibetlerle denemistik. Boylece Medyen halkı arasında yıllarca kalmıstın. Sonra da bir kader uzerine geldin ey Musa
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي (41)
Ve seni kendim icin yetistirdim
اذْهَبْ أَنتَ وَأَخُوكَ بِآيَاتِي وَلَا تَنِيَا فِي ذِكْرِي (42)
Sen ve kardesin ayetlerimle git. Ikiniz de Beni zikretmede gevsek davranmayın
اذْهَبَا إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَىٰ (43)
Firavun´a gidin, dogrusu o, azmıstır
فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَّيِّنًا لَّعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَىٰ (44)
Ve ona yumusak soz soyleyin, belki nasihat dinler veya korkar
قَالَا رَبَّنَا إِنَّنَا نَخَافُ أَن يَفْرُطَ عَلَيْنَا أَوْ أَن يَطْغَىٰ (45)
Dediler ki: Rabbımız; onun bize taskınlık yapmasından veya azgın davranmasından endise ederiz
قَالَ لَا تَخَافَا ۖ إِنَّنِي مَعَكُمَا أَسْمَعُ وَأَرَىٰ (46)
Buyurdu: Korkmayın, Ben sizinle beraberim, hem gorur, hem de isitirim
فَأْتِيَاهُ فَقُولَا إِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَأَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْ ۖ قَدْ جِئْنَاكَ بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكَ ۖ وَالسَّلَامُ عَلَىٰ مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَىٰ (47)
Haydi ona gidin ve deyin ki: Dogrusu biz, senin Rabbının elcileriyiz. Artık Israilogullarını bizimle gonder ve onlara azab etme. Hem biz, Rabbından sana bir ayetle geldik. Hidayete tabi olanların uzerine selam olsun
إِنَّا قَدْ أُوحِيَ إِلَيْنَا أَنَّ الْعَذَابَ عَلَىٰ مَن كَذَّبَ وَتَوَلَّىٰ (48)
Dogrusu bize vahyolundu ki; yalanlayıp sırt cevirene azab vardır
قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَا مُوسَىٰ (49)
Ey Musa, Rabbınız kimdir sizin ikinizin? dedi
قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَىٰ كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَىٰ (50)
Dedi ki: Rabbımız her seye yaratılısını veren, sonra da dogru yola eristirendir
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْأُولَىٰ (51)
Oyle ise onceki nesillerin durumu nedir? dedi
قَالَ عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي فِي كِتَابٍ ۖ لَّا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنسَى (52)
Dedi ki: Onların bilgisi Rabbımın katında bir kitabdadır. Benim Rabbım sasırmaz, unutmaz
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّن نَّبَاتٍ شَتَّىٰ (53)
O ki; sizin icin, yeryuzunu dosemis, orada sizin icin yollar acmıs, gokten su indirmistir. Biz o su ile cesitli bitkilerden cifter cifter cıkardık
كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُولِي النُّهَىٰ (54)
Hem siz yeyin, hem hayvanlarınızı otlatın. Suphesiz ki bunlarda sagduyu sahipleri icin ayetler vardır
۞ مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَىٰ (55)
Ondan yarattık sizi, oraya da dondurecegiz. Ve sizi, bir kere daha oradan cıkaracagız
وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ آيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَىٰ (56)
Andolsun ki ona butun ayetlerimizi gosterdik ama yalanlayıp kactı
قَالَ أَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسَىٰ (57)
Ve dedi ki: Sihirbazlıgınla bizi yurdumuzdan cıkarmaya mı geldin ey Musa
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِّثْلِهِ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَّا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَا أَنتَ مَكَانًا سُوًى (58)
Simdi biz de seninkine benzer bir sihir gosterecegiz sana. Bizimle senin aranda bir bulusma zamanı ve yeri tayin et ki; sen de, biz de duz bir yerde bulunalım, caymayalım
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزِّينَةِ وَأَن يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى (59)
Bulusma zamanımız; sizin bayram gununuzde, insanların toplandıgı kusluk vaktidir, dedi
فَتَوَلَّىٰ فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ أَتَىٰ (60)
Bunun uzerine Firavun donup gitti ve sonra butun hilesini toplayıp geldi
قَالَ لَهُم مُّوسَىٰ وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَيُسْحِتَكُم بِعَذَابٍ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرَىٰ (61)
Musa onlara dedi ki: Yazıklar olsun size, Allah´a karsı yalan uydurmayın Sonra azabla sizi yok eder. Dogrusu Allah´a iftira eden, husrana ugramıstır
فَتَنَازَعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ وَأَسَرُّوا النَّجْوَىٰ (62)
Derken onlar isi aralarında tartıstılar ve gizlice musavere ettiler
قَالُوا إِنْ هَٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُرِيدَانِ أَن يُخْرِجَاكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَرِيقَتِكُمُ الْمُثْلَىٰ (63)
Dediler ki: Muhakkak bu iki sihirbaz sihirleriyle sizi yurdunuzdan cıkar mak ve ornek olan yolunuzu yok etmek istiyorlar
فَأَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفًّا ۚ وَقَدْ أَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلَىٰ (64)
Onun icin tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra da sırayla gelin. Bugun ustun gelen felah bulmustur
قَالُوا يَا مُوسَىٰ إِمَّا أَن تُلْقِيَ وَإِمَّا أَن نَّكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَلْقَىٰ (65)
Dediler ki: Ey Musa; ya sen at, ya da ilk atanlar biz olalım
قَالَ بَلْ أَلْقُوا ۖ فَإِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ مِن سِحْرِهِمْ أَنَّهَا تَسْعَىٰ (66)
O da: Hayır siz atın, dedi. Bir de ne gorsun; onların ipleri ve degnekleri, buyuleri yuzunden kendisine gercekten yuruyorlarmıs gibi geldi
فَأَوْجَسَ فِي نَفْسِهِ خِيفَةً مُّوسَىٰ (67)
Bu sebeple Musa, icinde bir korku hissetti
قُلْنَا لَا تَخَفْ إِنَّكَ أَنتَ الْأَعْلَىٰ (68)
Korkma; muhakkak sen daha ustunsun, dedik
وَأَلْقِ مَا فِي يَمِينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُوا ۖ إِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍ ۖ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ أَتَىٰ (69)
Sag elindekini at da onların yaptıklarını yutsun. Zira onların yaptıkları, sadece sihirbaz duzenidir. Nerede olursa olsun sihirbaz asla felah bulamaz
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَىٰ (70)
Sonunda sihirbazlar secdeye kapanarak dediler ki: Biz, Musa ve Harun´un Rabbına inandık
قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ ۖ فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَا أَشَدُّ عَذَابًا وَأَبْقَىٰ (71)
Dedi ki: Ben size izin vermeden mi O´na inandınız? Dogrusu o size buyu ogreten buyugunuzdur. Oyleyse ben de ellerinizi ve ayaklarınızı caprazlama olarak kesecegim ve sizi hurma kutuklerine asacagım. O zaman hangimizin azabının daha cetin ve devamlı oldugunu bileceksiniz
قَالُوا لَن نُّؤْثِرَكَ عَلَىٰ مَا جَاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذِي فَطَرَنَا ۖ فَاقْضِ مَا أَنتَ قَاضٍ ۖ إِنَّمَا تَقْضِي هَٰذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا (72)
Dediler ki: Seni, bize gelen apacık mucizelere ve bizi yaratana ustun tutmayacagız. Ne hukum vereceksen ver. Sen ancak bu dunya hayatına hukmedebilirsin
إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ ۗ وَاللَّهُ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ (73)
Dogrusu biz, hatalarımızı ve bize zorla yaptırdıgın buyuyu bagıslaması icin Rabbımıza iman ettik. Allah´ın verecegi mukafat daha hayırlı ve daha devamlıdır
إِنَّهُ مَن يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَإِنَّ لَهُ جَهَنَّمَ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَىٰ (74)
Kim Rabbına suclu olarak gelirse; suphesiz ki cehennem onun icindir. Orada ne olur, ne de yasar
وَمَن يَأْتِهِ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَأُولَٰئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلَىٰ (75)
Kim de O´na iman etmis ve salih ameller islemis olarak gelirse; iste onlara en ustun dereceler vardır
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ وَذَٰلِكَ جَزَاءُ مَن تَزَكَّىٰ (76)
Altlarından ırmaklar akan ve icinde temelli kalacakları Adn cennetleri vardır ve bu, arınanların mukafatıdır
وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًا لَّا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَىٰ (77)
Andolsun ki; Musa´ya soyle vahyettik: Kullarımı geceleyin yurut. Denizde onlara kuru bir yol ac. Batmaktan ve dusmanların yetismesinden korkma, endise etme
فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ فَغَشِيَهُم مِّنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ (78)
Firavun da ordusuyla onu takip etti. Deniz de onları nasıl kapladıysa oylece kaplayıverdi
وَأَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدَىٰ (79)
Firavun kavmini saptırdı ve onlara dogru yolu gostermedi
يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنجَيْنَاكُم مِّنْ عَدُوِّكُمْ وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ (80)
Ey Israilogulları; sizleri dusmanınızdan kurtardık ve size Tur´un sag yanını vaad eetik. Ve uzerinize kudret helvasıyla bıldırcın indirdik
كُلُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِي ۖ وَمَن يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَىٰ (81)
Size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yeyin, bunda asırı gitmeyin ki gazabımı hak etmeyesiniz. Gazabımı hak eden, muhakkak mahvolmustur
وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِّمَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَىٰ (82)
Muhakkak ki ben; tevbe edeni, inanarak salih amel isleyeni sonra da dogru yola gireni elbette bagıslayanım
۞ وَمَا أَعْجَلَكَ عَن قَوْمِكَ يَا مُوسَىٰ (83)
Ey Musa; seni, kavminden daha cabuk gelmeye sevk eden nedir
قَالَ هُمْ أُولَاءِ عَلَىٰ أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَىٰ (84)
Dedi ki: Onlar izim uzerindedirler. Rabbım, hosnud olman icin sana cabucak geldim
قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِن بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ (85)
Buyurdu: Dogrusu biz, senden sonra kavmini sınadık ve Samiri de onları saptırdı
فَرَجَعَ مُوسَىٰ إِلَىٰ قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا ۚ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا ۚ أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ أَمْ أَرَدتُّمْ أَن يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُم مَّوْعِدِي (86)
Musa kavmine kızgın ve uzgun olarak dondu ve: Ey kavmim; Rabbınız size guzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı gecti aradan, yoksa Rabbınızın gazabına ugramak istediniz de mi bana verdiginiz sozden caydınız? dedi
قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَٰكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا مِّن زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَٰلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ (87)
Onlar: Sana verdigimiz sozden kendi basımıza caymadık. O kavmin ziynet esyasından bize yukler dolusu tasıtıldı ve biz onları attık. Samiri de aynı sekilde attı, dediler
فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَّهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هَٰذَا إِلَٰهُكُمْ وَإِلَٰهُ مُوسَىٰ فَنَسِيَ (88)
Derken o, kendilerine boguren bir buzagı heykeli cıkarmıstı. Dediler ki: Iste bu, sizin de, Musa´nın da tanrısıdır. Fakat o, unuttu
أَفَلَا يَرَوْنَ أَلَّا يَرْجِعُ إِلَيْهِمْ قَوْلًا وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا (89)
Gormuyorlar mıydı ki; o kendilerine ne bir soz soyleyebilirdi, ne bir zarar, ne de bir fayda verebilirdi
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هَارُونُ مِن قَبْلُ يَا قَوْمِ إِنَّمَا فُتِنتُم بِهِ ۖ وَإِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمَٰنُ فَاتَّبِعُونِي وَأَطِيعُوا أَمْرِي (90)
Andolsun ki; daha once Harun da onlara: Ey kavmim; siz, bununla sınanıyorsunuz. Sizin gercek Rabbınız Rahman´dır. Bana uyun ve emrime itaat edin, demisti
قَالُوا لَن نَّبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِفِينَ حَتَّىٰ يَرْجِعَ إِلَيْنَا مُوسَىٰ (91)
Onlar da: Musa bize donene kadar, buna sarılmaktan asla vazgecmeyecegiz, demislerdi
قَالَ يَا هَارُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ ضَلُّوا (92)
Dedi ki: Ey Harun; bunların saptıklarını gorunce ne alıkoydu seni
أَلَّا تَتَّبِعَنِ ۖ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِي (93)
Benim ardımdan gelmekten? Yoksa benim emrime karsı mı geldin
قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي ۖ إِنِّي خَشِيتُ أَن تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي (94)
O da: Ey anamın oglu; sacımdan sakalımdan tutma. Dogrusu; Israilogulları arasına ayrılık soktun, sozume bakmadın, demenden korktum, dedi
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ (95)
Ya senin zorun neydi ey Samiri? dedi
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِّنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَٰلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي (96)
O da: Onların gormedikleri bir sey gordum ve o elcinin bastıgı yerden bir avuc avucladım. Ve bunu ziynet esyasının eritildigi potaya attım. Nefsim bana bunu hos gosterdi, dedi
قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَن تَقُولَ لَا مِسَاسَ ۖ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَّن تُخْلَفَهُ ۖ وَانظُرْ إِلَىٰ إِلَٰهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا ۖ لَّنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا (97)
Dedi ki: Haydi git, dogrusu hayatta artık; bana dokunmayın, demenden baska yapacagın bir sey yoktur. Bir de senin icin hic kacamayacagın bir ceza gunu var. Sarılıp durdugun ustune dusup tapındıgın ilahına bak; yemin olsun ki; biz onu yakacagız, sonra da parcaparca edip denize atacagız
إِنَّمَا إِلَٰهُكُمُ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۚ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا (98)
Sizin ilahınız; ancak O´ndan baska hic bir ilah olmayan Allah´tır. O, ilmiyle her seyi kusatmıstır
كَذَٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاءِ مَا قَدْ سَبَقَ ۚ وَقَدْ آتَيْنَاكَ مِن لَّدُنَّا ذِكْرًا (99)
Sana gecmislerin haberlerinden bir kısmını iste boylece anlatıyoruz. Suphe yok ki sana, katımızdan bir de zikir verdik
مَّنْ أَعْرَضَ عَنْهُ فَإِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وِزْرًا (100)
Kim, ondan yuz cevirirse; suphesiz ki kıyamet gunu agır bir gunah yuklenecektir
خَالِدِينَ فِيهِ ۖ وَسَاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حِمْلًا (101)
Onda temelli kalacaklardır. Bu, kıyamet gununde onlar icin ne kotu bir yuktur
يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ ۚ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًا (102)
Sur´a uflendigi gun, iste o gun; sucluları, gozleri korkudan govermis olarak toplarız
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا عَشْرًا (103)
Aralarında gizli gizli konusarak: Siz, sadece o gun eglestiniz, derler
نَّحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ إِذْ يَقُولُ أَمْثَلُهُمْ طَرِيقَةً إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا يَوْمًا (104)
Onların soylediklerini Biz daha iyi biliriz. En akıllıları da: Sadece bir gun eglestiniz, der
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا (105)
Ve sana daglardan sorarlar. De ki: Rabbım, onları ufalayıp savuracak
فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًا (106)
Yerlerini duz, kuru bir toprak haline getirecek
لَّا تَرَىٰ فِيهَا عِوَجًا وَلَا أَمْتًا (107)
Orada ne bir cukur, ne de bir tumsek goreceksin
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُ ۖ وَخَشَعَتِ الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَٰنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا (108)
O gun; hic bir tarafa sapmadan o davetciye uyacaklardır. Sesler, Rahman´ ın heybetinden kısılmıstır ve sen; fısıltıdan baska bir sey isitmezsin
يَوْمَئِذٍ لَّا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا (109)
O gun; Rahman´ın izin verdigi ve sozunden hosnud oldugu kimseden baskasının sefaati fayda vermez
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا (110)
O, onların onlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onların hic birinin ilmi asla bunu kavrayamaz
۞ وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا (111)
Ve butun yuzler Hayy ve Kayyum olan Allah´a bas egmistir. Bir zulum yuku tasıyanlar ise gercekten husrana ugramıstır
وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا (112)
Kim de inanmıs olarak salih ameller islerse; o, zulumden ve hakkının yenmesinden korkmaz
وَكَذَٰلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا (113)
Biz onu boylece Arapca bir Kur´an olarak indirdik. Belki sakınırlar veya onlara ibret verir diye tehditleri acıkladık
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ ۗ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَىٰ إِلَيْكَ وَحْيُهُ ۖ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا (114)
Gercek hukumdar olan Allah; yucedir. Kur´an sana vahyedilirken; vahiy bitmezden once unutmamak icin acele tekrar edip durma ve: Rabbım, ilmimi artır, de
وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَىٰ آدَمَ مِن قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا (115)
Andolsun ki; Biz, daha once Adem´e de ahid vermistik. Fakat o unuttu ve Biz onda bir azim bulmadık
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ (116)
Hani meleklere demistik ki: Adem´e secde edin. Iblis´ten baska hepsi secde etmis, o ise dayatmıstı
فَقُلْنَا يَا آدَمُ إِنَّ هَٰذَا عَدُوٌّ لَّكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَىٰ (117)
Biz de demistik ki: Ey Adem, dogrusu bu, hem senin hem de esinin dusmanıdır. Sakın sizi cennetten cıkarmasın. Yoksa bedbaht olursun
إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَىٰ (118)
Zira cennette ne acıkırsın, ne de cıplak kalırsın
وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَىٰ (119)
Orada ne susarsın, ne de guneste yanarsın
فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَىٰ شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَّا يَبْلَىٰ (120)
Ama seytan ona vesvese verdi ve: Ey Adem, sana ebedilik agacını ve yok olmayacak bir mulku gostereyim mi? dedi
فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ ۚ وَعَصَىٰ آدَمُ رَبَّهُ فَغَوَىٰ (121)
Bunun uzerine ikisi de ondan yediler. Hemen ayıp yerleri acıldı. Uzerlerine cennet yapraklarından yamamaya basladılar. Adem, Rabbına karsı geldi de saskın dustu
ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَىٰ (122)
Sonra Rabbı onu secti de tevbesini kabul etti ve ona dogru yolu gosterdi
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا ۖ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ ۖ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَىٰ (123)
Buyurdu ki: Birbirinize dusman olarak hepiniz oradan inin. Benden size bir yol gosteren gelir de kim, benim yoluma uyarsa; ne sapar, ne de bedbaht olur
وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَىٰ (124)
Kim de benim zikrimden yuz cevirirse bilsin ki; onun dar bir gecimi olur ve kıyamet gununde Biz onu kor olarak hasrederiz
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِي أَعْمَىٰ وَقَدْ كُنتُ بَصِيرًا (125)
Der ki: Rabbım, beni nicin kor olarak hasrettin? Halbuki ben goren biriydim
قَالَ كَذَٰلِكَ أَتَتْكَ آيَاتُنَا فَنَسِيتَهَا ۖ وَكَذَٰلِكَ الْيَوْمَ تُنسَىٰ (126)
Allah buyurur ki: Oyledir iste. Sana ayetlerimiz gelmisti de sen onları unutmustun. Bugun de sen oylece unutulursun
وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي مَنْ أَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِن بِآيَاتِ رَبِّهِ ۚ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَشَدُّ وَأَبْقَىٰ (127)
Iste israf edenleri, Rabbının ayetlerine inanmayanları boylece cezalandıracagız. Hem ahiretin azabı daha cetin ve daha sureklidir
أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُولِي النُّهَىٰ (128)
Kendilerinden once nice nesilleri yok edisimiz hala onları uyarmadı mı? Halbuki onların yurdlarında gezinip duruyorlar. Dogrusu bunda sagduyu sahipleri icin ayetler vardır
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَأَجَلٌ مُّسَمًّى (129)
Sayet Rabbının verilmis bir sozu ve tayin ettigi bir vakit olmasaydı; hemen azaba ugrarlardı
فَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا ۖ وَمِنْ آنَاءِ اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَىٰ (130)
Onların soylediklerine sabret ve gunesin dogmasından once de, batmasından once de Rabbını hamd ile tesbih et. Gece saatlarında ve gunduzleri de tesbih et ki, Rabbının rızasına eresin
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ ۚ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ (131)
Onlardan bazılarına; denemek icin verdigimiz dunya hayatının susune gozlerini dikme. Rabbının rızkı daha hayırlı ve daha devamlıdır
وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا ۖ لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا ۖ نَّحْنُ نَرْزُقُكَ ۗ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَىٰ (132)
Ehline namazı emret. Kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz. Sana Biz rızık veririz. Akibet takvadadır
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْتِينَا بِآيَةٍ مِّن رَّبِّهِ ۚ أَوَلَمْ تَأْتِهِم بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْأُولَىٰ (133)
Rabbından bize bir ayet getirseydi ya derler. Onlara onceki kitablarda apacık deliller gelmedi mi
وَلَوْ أَنَّا أَهْلَكْنَاهُم بِعَذَابٍ مِّن قَبْلِهِ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ مِن قَبْلِ أَن نَّذِلَّ وَنَخْزَىٰ (134)
Eger onları daha evvel azaba ugratarak yok etseydik: Rabbımız, bize bir peygamber gonderseydin de hor ve rusvay olmadan once ayetlerine uysaydık olmaz mıydı? diyeceklerdi
قُلْ كُلٌّ مُّتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا ۖ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدَىٰ (135)
De ki: Herkes gozlemektedir, siz de gozleye durun. Suphesiz kimlerin dosdogru yolun sahipleri oldugunu ve kimlerin hidayete ermis bulundugunu yakında bileceksiniz
❮ السورة السابقة السورة التـالية ❯

قراءة المزيد من سور القرآن الكريم :

1- الفاتحة2- البقرة3- آل عمران
4- النساء5- المائدة6- الأنعام
7- الأعراف8- الأنفال9- التوبة
10- يونس11- هود12- يوسف
13- الرعد14- إبراهيم15- الحجر
16- النحل17- الإسراء18- الكهف
19- مريم20- طه21- الأنبياء
22- الحج23- المؤمنون24- النور
25- الفرقان26- الشعراء27- النمل
28- القصص29- العنكبوت30- الروم
31- لقمان32- السجدة33- الأحزاب
34- سبأ35- فاطر36- يس
37- الصافات38- ص39- الزمر
40- غافر41- فصلت42- الشورى
43- الزخرف44- الدخان45- الجاثية
46- الأحقاف47- محمد48- الفتح
49- الحجرات50- ق51- الذاريات
52- الطور53- النجم54- القمر
55- الرحمن56- الواقعة57- الحديد
58- المجادلة59- الحشر60- الممتحنة
61- الصف62- الجمعة63- المنافقون
64- التغابن65- الطلاق66- التحريم
67- الملك68- القلم69- الحاقة
70- المعارج71- نوح72- الجن
73- المزمل74- المدثر75- القيامة
76- الإنسان77- المرسلات78- النبأ
79- النازعات80- عبس81- التكوير
82- الإنفطار83- المطففين84- الانشقاق
85- البروج86- الطارق87- الأعلى
88- الغاشية89- الفجر90- البلد
91- الشمس92- الليل93- الضحى
94- الشرح95- التين96- العلق
97- القدر98- البينة99- الزلزلة
100- العاديات101- القارعة102- التكاثر
103- العصر104- الهمزة105- الفيل
106- قريش107- الماعون108- الكوثر
109- الكافرون110- النصر111- المسد
112- الإخلاص113- الفلق114- الناس