قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ (1) Mu´minler; gercekten felah bulmuslardır |
الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ (2) Ki onlar; namazlarında husu´ icindedirler |
وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ (3) Ki onlar; bos sozlerden yuz cevirirler |
وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ (4) Ki onlar; zekatlarını verirler |
وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ (5) Ki onlar; ırzlarını korurlar |
إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ (6) Sadece esleri ve sag ellerinin malik oldukları mustesnadır. Dogrusu onlar; bunun icin de kınanacak degildirler |
فَمَنِ ابْتَغَىٰ وَرَاءَ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْعَادُونَ (7) Kim de bundan baskasını ararsa; iste onlar, haddi asanlardır |
وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ (8) Ki onlar; emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler |
وَالَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ (9) Ki onlar; namazlarını korurlar |
أُولَٰئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ (10) Iste onlar; varis olanlardır |
الَّذِينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (11) Onlar ki; Firdevs´e varis olacaklardır ve orada ebedi kalıcıdırlar |
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ (12) Andolsun ki; Biz, insanı; camurdan, suzme bir ozden yarattık |
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ (13) Sonra da onu nutfe halinde saglam bir yere yerlestirdik |
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ ۚ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ (14) Sonra nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik. Derken o kan pıhtısını bir cignemlik et yaptık. Bir cignemlik et parcasını kemik olarak yarattık. Kemiklere de et giydirdik. Ve sonra onu apayrı bir yaratık yaptık. Yaratanların en guzeli olan Allah´ın sanı ne yucedir |
ثُمَّ إِنَّكُم بَعْدَ ذَٰلِكَ لَمَيِّتُونَ (15) Sonra siz, bunun arkasından hic suphesiz ki oleceksiniz |
ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ تُبْعَثُونَ (16) Sonra siz, kıyamet gununde muhakkak diriltileceksiniz |
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ (17) Andolsun ki; biz, sizin ustunuzde yedi yol yarattık. Biz yaratmadan gafiller degiliz |
وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً بِقَدَرٍ فَأَسْكَنَّاهُ فِي الْأَرْضِ ۖ وَإِنَّا عَلَىٰ ذَهَابٍ بِهِ لَقَادِرُونَ (18) Gokten belli bir miktarda su indirdik ve onu yerde durdurduk. Suphesiz Biz; onu gidermeye de kadiriz |
فَأَنشَأْنَا لَكُم بِهِ جَنَّاتٍ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ لَّكُمْ فِيهَا فَوَاكِهُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (19) Onunla sizin icin hurmalıklardan, uzumluklerden nice baglar ve bahceler yaptık ki iclerinde sizin icin bir cok yemisler vardır. Onlardan yersiniz |
وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِن طُورِ سَيْنَاءَ تَنبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِّلْآكِلِينَ (20) Tur-u Sina´da yetisen, yiyenlere yag ve katık veren bir agac da var ettik |
وَإِنَّ لَكُمْ فِي الْأَنْعَامِ لَعِبْرَةً ۖ نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِي بُطُونِهَا وَلَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (21) Davarlarda da sizin icin elbette bir ibret vardır. Onların karınlarındakinden size iciririz. Sizin icin onlarda daha bir cok faydalar vardır. Ve onlardan yersiniz de |
وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ (22) Hem onların uzerinde, hem de gemilerin ustunde tasınırsınız |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ (23) Andolsun ki; Nuh´u kavmine gonderdik. Dedi ki: Ey kavmim, Allah´a kulluk edin. O´ndan baska tanrınız yoktur, sakınmaz mısınız |
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ مَا هَٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُرِيدُ أَن يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَأَنزَلَ مَلَائِكَةً مَّا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ (24) Bunun uzerine kavminin onde gelen kafirlerinden bir grup dediler ki: Bu, sizin gibi bir insandan baska bir sey degildir. Sizden ustun olmak istiyor. Sayet Allah dilemis olsaydı; melekler indirirdi. Ilk atalarımızdan da boyle bir sey isitmedik |
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ بِهِ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِهِ حَتَّىٰ حِينٍ (25) O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan baskası degildir. Bir sureye kadar onu gozetleyin |
قَالَ رَبِّ انصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ (26) O da: Rabbım, beni yalanlamalarına karsılık bana yardım et, dedi |
فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ ۙ فَاسْلُكْ فِيهَا مِن كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَن سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْ ۖ وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا ۖ إِنَّهُم مُّغْرَقُونَ (27) Ona vahyettik ki: Gozetimimiz altında sana bildirdigimiz gibi gemiyi yap. Buyrugumuz gelip de sular kaynayınca her cinsten ikiser ciftive aleyhine hukum verilmis olanın dısında kalan coluk cocugunu alıp gemiye bindir. Zalimler icin bana basvurma. Cunku onlar bogulacaklardır |
فَإِذَا اسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (28) Sen ve beraberindekiler, gemiye yerlesince: Bizi zalimler toplulugundan kurtaran Allah´a hamdolsun, de |
وَقُل رَّبِّ أَنزِلْنِي مُنزَلًا مُّبَارَكًا وَأَنتَ خَيْرُ الْمُنزِلِينَ (29) Ve de ki: Rabbım; beni mubarek bir yere indir. Ve Sen indirenlerin en hayırlısısın |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ وَإِن كُنَّا لَمُبْتَلِينَ (30) Suphesiz ki bunda ayetler vardır. Biz, elbette deneyenleriz |
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِن بَعْدِهِمْ قَرْنًا آخَرِينَ (31) Bunların ardından baska bir nesil yarattık |
فَأَرْسَلْنَا فِيهِمْ رَسُولًا مِّنْهُمْ أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ (32) Onlara da kendilerinden: Allah´a ibadet edin, O´ndan baska tanrınız yoktur. Hala sakınmayacak mısınız? diyen bir peygamber gonderdik |
وَقَالَ الْمَلَأُ مِن قَوْمِهِ الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَاءِ الْآخِرَةِ وَأَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا مَا هَٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ (33) Onun kavminden; kendilerine dunya hayatında rızık verdigimiz halde kufr ederek ahirete kavusmayı yalanlayan ileri gelenler dediler ki: Bu, sizin gibi bir beserden baska bir sey degildir. Sizin yediklerinizden yiyor, ictiklerinizden iciyor |
وَلَئِنْ أَطَعْتُم بَشَرًا مِّثْلَكُمْ إِنَّكُمْ إِذًا لَّخَاسِرُونَ (34) Eger kendiniz gibi bir insana boyun egecek olursanız; husrana ugrayacagınızda hic suphe yoktur |
أَيَعِدُكُمْ أَنَّكُمْ إِذَا مِتُّمْ وَكُنتُمْ تُرَابًا وَعِظَامًا أَنَّكُم مُّخْرَجُونَ (35) Oldugunuz ve bir toprak, bir kemik oldugunuz zaman tekrar dirilmenizi mi vaad ediyor |
۞ هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَ (36) Vaad edildiginiz sey ne kadar uzak, hem de ne kadar uzak |
إِنْ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ (37) Hayat ancak bu dunyadakidir. Oluruz, yasarız. Ama tekrar diriltilecek degiliz |
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِنِينَ (38) O, sadece Allah´a karsı yalan uyduran biridir. Biz ona inanacak degiliz |
قَالَ رَبِّ انصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ (39) O peygamber: Rabbım, beni yalanlamalarına karsılık bana yardım et, dedi |
قَالَ عَمَّا قَلِيلٍ لَّيُصْبِحُنَّ نَادِمِينَ (40) Allah da buyurdu ki: Az sonra pisman olacaklar |
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُثَاءً ۚ فَبُعْدًا لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (41) Gercekten onları muthis bir cıglık yakaladı. Ve onları bir supruntu yıgını haline getirdik. Zulmeden kavim uzak olsun |
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِن بَعْدِهِمْ قُرُونًا آخَرِينَ (42) Sonra bunların ardından baska bir nesil yarattık |
مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ (43) Hic bir ummet, kendi suresini one de alamaz, geriye de bırakamaz |
ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَىٰ ۖ كُلَّ مَا جَاءَ أُمَّةً رَّسُولُهَا كَذَّبُوهُ ۚ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَهُم بَعْضًا وَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ ۚ فَبُعْدًا لِّقَوْمٍ لَّا يُؤْمِنُونَ (44) Sonra birbiri ardı sıra peygamberlerimizi gonderdik. Her ummete peygamber geldikce onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardı sıra yok edip hepsini birer soylenti yaptık. Inanmayan bir kavim uzak olsun |
ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ وَأَخَاهُ هَارُونَ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ (45) Sonra Musa´yı ve kardesi Harun´u ayetlerimizle ve apacık delillerle gonderdik |
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا عَالِينَ (46) Firavun´a ve erkanına. Bunun uzerine buyukluk tasladılar. Zaten magrur bir topluluktular |
فَقَالُوا أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَ (47) Bu yuzden dediler ki: Kavimleri bize kulluk edip dururken, bizim gibi su iki insana mı inanacagız |
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَكِينَ (48) Onları yalanladılar ve bu yuzden helake ugratılanlardan oldular |
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ (49) Andolsun ki; dogru yola gelsinler diye Musa´ya Kitab´ı verdik |
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ آيَةً وَآوَيْنَاهُمَا إِلَىٰ رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ (50) Biz; Meryem´in oglunu da, annesini de bir ayet kıldık. Her ikisini de sulak, oturmaya elverisli yuksek bir yere yerlestirdik |
يَا أَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا ۖ إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ (51) Ey peygamberler; temiz seylerden yeyin ve salih amel isleyin. Dogrusu Ben; yaptıgınızı bilirim |
وَإِنَّ هَٰذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ (52) Suphesiz bu; bir tek ummet olarak sizin ummetinizdir. Ben de sizin Rabb´ ınızım. Ben´den korkun |
فَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ زُبُرًا ۖ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ (53) Ama onlar islerini kendi aralarında boluk boluk ayırdılar. Her boluk kendi tuttugu yoldan memnundur |
فَذَرْهُمْ فِي غَمْرَتِهِمْ حَتَّىٰ حِينٍ (54) Bir sureye kadar onları kendi sapıklıklarıyla basbasa bırak |
أَيَحْسَبُونَ أَنَّمَا نُمِدُّهُم بِهِ مِن مَّالٍ وَبَنِينَ (55) Zannederler mi ki; kendilerine mal ve ogullar vermekle |
نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِ ۚ بَل لَّا يَشْعُرُونَ (56) Iyiliklerde onlar icin acele davranmaktayız. Hayır farkında degiller |
إِنَّ الَّذِينَ هُم مِّنْ خَشْيَةِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ (57) Muhakkak ki Rabblarından korktukları icin titreyenler |
وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ (58) Ve Rabblarının ayetlerine inananlar |
وَالَّذِينَ هُم بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَ (59) Ve Rabblarına sirk kosmayanlar |
وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوا وَّقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَىٰ رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ (60) Ve Rabblarına doneceklerinden kalbleri urpererek vermeleri gerekenleri verenler |
أُولَٰئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ (61) Iste onlar; hayırlara kosusurlar ve o ugurda one gecerler |
وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۖ وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنطِقُ بِالْحَقِّ ۚ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ (62) Biz, hic kimseye gucunun yeteceginden fazlasını yuklemeyiz. Katımızda gercegi konusan bir kitab vardır. Ve onlar asla haksızlıga ugratılmazlar |
بَلْ قُلُوبُهُمْ فِي غَمْرَةٍ مِّنْ هَٰذَا وَلَهُمْ أَعْمَالٌ مِّن دُونِ ذَٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ (63) Hayır, onların kalbleri bundan habersizdir. Onların bundan baska da yapageldikleri isler vardır |
حَتَّىٰ إِذَا أَخَذْنَا مُتْرَفِيهِم بِالْعَذَابِ إِذَا هُمْ يَجْأَرُونَ (64) En sonunda onların refahla sımaranlarını azabla yakaladıgımız zaman hemen feryad ederler |
لَا تَجْأَرُوا الْيَوْمَ ۖ إِنَّكُم مِّنَّا لَا تُنصَرُونَ (65) Feryad etmeyin bugun. Dogrusu siz, katımızdan bir yardım gormezsiniz |
قَدْ كَانَتْ آيَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنتُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ تَنكِصُونَ (66) Ayetlerimiz size okunuyordu da siz, ona arkanızı donuyordunuz |
مُسْتَكْبِرِينَ بِهِ سَامِرًا تَهْجُرُونَ (67) Buyukluk taslıyor, gece agzınıza geleni soyluyordunuz |
أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ أَمْ جَاءَهُم مَّا لَمْ يَأْتِ آبَاءَهُمُ الْأَوَّلِينَ (68) Soyleneni dusunmediler mi hic? Yoksa onlara, daha once gecen atalarına gelmeyen bir sey mi geldi |
أَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنكِرُونَ (69) Yoksa peygamberlerini tanımadılar da onun icin mi inkar ediyorlar |
أَمْ يَقُولُونَ بِهِ جِنَّةٌ ۚ بَلْ جَاءَهُم بِالْحَقِّ وَأَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ (70) Yahut; onda bir delilik var mı diyorlar? Hayır, o kendilerine hak ile gelmistir. Ama onların cogu haktan hoslanmamaktadırlar |
وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ ۚ بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُّعْرِضُونَ (71) Sayet hak, onların heveslerine uysaydı; gokler, yer ve onlarda bulunanlar muhakkak bozulup giderdi. Hayır, Biz onlara kendi zikirlerini getirdik. Ama onlar zikirlerinden yuz ceviriyorlar |
أَمْ تَسْأَلُهُمْ خَرْجًا فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌ ۖ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (72) Yoksa sen, onlardan bir ucret mi istiyorsun? Rabbının ecri daha hayırlıdır. Ve O, rızık verenlerin en hayırlısıdır |
وَإِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ (73) Aslında sen, onları dosdogru bir yola cagırıyorsun |
وَإِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ (74) Ama ahirete inanmayanlar, mutlaka bu yoldan sapmaktadırlar |
۞ وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِم مِّن ضُرٍّ لَّلَجُّوا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ (75) Sayet Biz, onlara acısak ve baslarındaki sıkıntıyı gidersek yine de azgınlıkları icinde bocalayıp kalırlar |
وَلَقَدْ أَخَذْنَاهُم بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ (76) Andolsun ki Biz, onları azabla yakaladık. Ama yine de Rabblarına boyun egmediler. Onlar yalvarıp yakarmazlar |
حَتَّىٰ إِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا ذَا عَذَابٍ شَدِيدٍ إِذَا هُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ (77) Sonunda onlara siddetli bir azab kapısı actıgımızda saskına donup umitsiz kalıverdiler |
وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ۚ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ (78) Sizin icin kulaklar, gozler ve kalbler var eden O´dur. Ne de az sukrediyorsunuz |
وَهُوَ الَّذِي ذَرَأَكُمْ فِي الْأَرْضِ وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ (79) Sizi yeryuzunde yaratıp tureten O´dur. Ve O´nun huzurunda toplanacaksınız |
وَهُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (80) Dirilten de, olduren de O´dur. Geceyle gunduzun birbiri ardı sıra gelmesi de O´nun emrine baglıdır. Hala dusunmez misiniz |
بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْأَوَّلُونَ (81) Hayır, onlar yine de oncekilerin dediklerini derler |
قَالُوا أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ (82) Onlar demislerdi ki: Olup de toprak ve kemik yıgını oldugumuzda mı, gercekten biz mi diriltilecegiz |
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا هَٰذَا مِن قَبْلُ إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (83) Andolsun ki biz, ve daha once de atalarımız bununla tehdit edilmisti. Bu eskilerin masallarından baska bir sey degildir |
قُل لِّمَنِ الْأَرْضُ وَمَن فِيهَا إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ (84) De ki: Yer ve onda bulunanlar kimindir? Biliyorsanız soyleyin |
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (85) Allah´ındır, diyecekler. Oyleyse ibret almaz mısınız? de |
قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ (86) De ki: Yedi gogun Rabbı ve yuce Ars´ın Rabbı kimdir |
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ (87) Allah´tır, diyecekler. Oyleyse sakınmaz mısınız? de |
قُلْ مَن بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُجِيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ (88) De ki: Her seyin hukumranlıgı elinde olan, barındıran, ama barındırılmaya asla muhtac olmayan kimdir |
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ فَأَنَّىٰ تُسْحَرُونَ (89) Allah´tır, diyecekler. Oyleyse nasıl aldanıyorsunuz? de |
بَلْ أَتَيْنَاهُم بِالْحَقِّ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (90) Hayır, Biz, onlara gercegi getirdik. Ama onlar muhakkak yalancılardır |
مَا اتَّخَذَ اللَّهُ مِن وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ إِلَٰهٍ ۚ إِذًا لَّذَهَبَ كُلُّ إِلَٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ ۚ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ (91) Allah, hic bir cocuk edinmemistir ve O´nunla birlikte hic bir ilah da yoktur. Olsaydı; o zaman, her ilah, kendi yarattıgını alıp goturur ve birbirinden ustun cıkmaya calısırlardı. Allah, onların nitelendirdiklerinden mgunezzehtir |
عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ (92) O, goruleni de, gorulmeyeni de bilir. Onların kostukları ortaklardan cok yucedir |
قُل رَّبِّ إِمَّا تُرِيَنِّي مَا يُوعَدُونَ (93) De ki: Rabbım, onların tehdit olundukları seyi bana mutlaka gostereceksen |
رَبِّ فَلَا تَجْعَلْنِي فِي الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (94) Rabbım, o zaman beni zalimler guruhunun icinde bulundurma |
وَإِنَّا عَلَىٰ أَن نُّرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ (95) Biz, onlara vaad ettigimizi sana gostermeye elbette kadiriz |
ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ السَّيِّئَةَ ۚ نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ (96) Sen, kotulugu en guzel ile sav. Onların nitelendirmekte olduklarını Biz, cok daha iyi biliriz |
وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ (97) Ve de ki: Rabbım, seytanların kıskırtmalarından Sana sıgınırım |
وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ (98) Rabbım, onların huzurumda bulunmalarından Sana sıgınırım |
حَتَّىٰ إِذَا جَاءَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ (99) Onlardan birine olum geldigi vakit der ki: Rabbım, beni geri dondur |
لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ ۚ كَلَّا ۚ إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا ۖ وَمِن وَرَائِهِم بَرْزَخٌ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ (100) Belki yapmadan bıraktıgımı tamamlar ve salih amel islerim. Hayır, bu soyledigi, sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri gune kadar arkalarında onları geriye donmekten alıkoyan bir berzah vardır |
فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَا أَنسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَاءَلُونَ (101) Sur´a uflendigi zaman; o gun, artık aralarındaki soy yakınlıgı fayda vermez. Birbirlerine bir sey de soramazlar |
فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (102) Tartıları agır gelenler; iste onlar, felaha ermis olanların kendileridir |
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَٰئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ (103) Kimin de tartıları hafif gelirse; iste onlar, kendilerine yazık edenlerdir, cehennemde ebedi kalırlar |
تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ (104) Ates onların yuzlerini yalar, disleri sırıtıp kalır |
أَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ (105) Ayetlerim size okunurken, onları yalanlayanlar siz degil miydiniz |
قَالُوا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًا ضَالِّينَ (106) Derler ki: Rabbımız, bedbahtlıgımız bizi yenmisti. Sapıklar toplulugu olmustuk |
رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْهَا فَإِنْ عُدْنَا فَإِنَّا ظَالِمُونَ (107) Rabbımız, bizi buradan cıkar, tekrar donersek dogrusu zulmetmis oluruz |
قَالَ اخْسَئُوا فِيهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ (108) Buyurdu ki: Yıkılıp gidin icerisine. Benimle konusmayın |
إِنَّهُ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْ عِبَادِي يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ (109) Cunku kullarımdan bir zumre vardı ki, onlar: Rabbımız, inandık, artık bagısla bizi, merhamet et bize. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın, diyordu |
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّىٰ أَنسَوْكُمْ ذِكْرِي وَكُنتُم مِّنْهُمْ تَضْحَكُونَ (110) Siz ise, onları alaya alıyordunuz. Oyle ki size Benim zikrimi unutturdular. Ve siz, onlara hep guluyordunuz |
إِنِّي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُوا أَنَّهُمْ هُمُ الْفَائِزُونَ (111) Sabrettiklerinden dolayı bugun onları mukafatlandırdım. Dogrusu onlar, kurtulusa erenlerin kendileridir |
قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْأَرْضِ عَدَدَ سِنِينَ (112) Buyurdu ki: Yıl sayısı olarak yeryuzunde ne kadar kaldınız |
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَاسْأَلِ الْعَادِّينَ (113) Bir gun veya daha az bir sure kaldık, sayanlara sor, dediler |
قَالَ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا ۖ لَّوْ أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ (114) Buyurdu ki: Cok az bir sure kaldınız. Keski bilseydiniz |
أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ (115) Sizi bosuna yarattıgımızı ve Bize hic dondurulmeyeceginizi mi sandınız |
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ ۖ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ (116) Gercek hukumdar olan Allah yucedir. O´ndan baska hic bir tanrı yoktur ve O, yuce Ars´ın Rabbıdır |
وَمَن يَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِهِ فَإِنَّمَا حِسَابُهُ عِندَ رَبِّهِ ۚ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ (117) Kim, baska bir tanrıya taparsa; onun hic bir delili yoktur ve onun hesabı Rabbının katındadır. Gercek su ki, kafirler felah bulamazlar |
وَقُل رَّبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ (118) De ki: Rabbım, magfiret et, merhamet et. Sen, merhamet edenlerin en hayırlısısın |