القرآن باللغة التركية ابن كثير - سورة إبراهيم مترجمة إلى اللغة التركية ابن كثير، Surah Ibrahim in Turkish_Ibni_Kesir. نوفر ترجمة دقيقة سورة إبراهيم باللغة التركية ابن كثير - Turkish_Ibni_Kesir, الآيات 52 - رقم السورة 14 - الصفحة 255.
الر ۚ كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ (1) Elif, Lam, Ra. Bu, insanları Rabblarının izniyle karanlıklardan aydınlıga cıkarman icin onu sana indirdigimiz bir kitaptır. Aziz ve Hamid´in dosdogru yoluna |
اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ وَوَيْلٌ لِّلْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ شَدِيدٍ (2) O Allah ki; goklerde ve yerde olanlar O´nundur. Siddetli azaptan dolayı vay kafirlere |
الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا ۚ أُولَٰئِكَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ (3) Onlar ki; dunya hayatını ahiret tercih ederler. Allah yolundan alıkoyarlar ve onda egrilik ararlar. Iste onlar, derin bir sapıklık icindedirler |
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ ۖ فَيُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (4) Biz, her peygamberi kendi milletinin diliyle gonderdik ki; onlara, apacık anlatsın. Bundan sonra Allah; diledigini saptırır, diledigini de dogru yola iletir. Ve O; Aziz´dir, Hakim´dir |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُم بِأَيَّامِ اللَّهِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ (5) Andolsun ki; Biz, Musa´yı; kavmini karanlıklardan aydınlıklara cıkar ve onlara, Allah´ın gunlerini hatırlat, diye gonderdik. Suphesiz bunda, sabreden ve sukreden herkes icin ayetler vardır |
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ أَنجَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ ۚ وَفِي ذَٰلِكُم بَلَاءٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ (6) Hani Musa kavmine demisti ki: Allah´ın uzerinizdeki nimetini hatırlayın. Cunku o, sizi azabın kotusune ugratan, kadınlarınızı sag bırakıp ogullarınızı bogazlayan Firavun hanedanından kurtarmıstı. Bunda Rabbınızdan buyuk bir imtihan vardır |
وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ ۖ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ (7) Hani Rabbınız: Sukrederseniz; andolsun ki, size artırırım, nankorluk ederseniz; bilin ki azabım cok siddetlidir, diye bildirmisti |
وَقَالَ مُوسَىٰ إِن تَكْفُرُوا أَنتُمْ وَمَن فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا فَإِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ حَمِيدٌ (8) Musa: Siz ve yeryuzunde bulunanların hepsi nankorluk etseniz; muhakkak ki Allah, mustagni ve hamde layık olandır, demisti |
أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ ۛ وَالَّذِينَ مِن بَعْدِهِمْ ۛ لَا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا اللَّهُ ۚ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّوا أَيْدِيَهُمْ فِي أَفْوَاهِهِمْ وَقَالُوا إِنَّا كَفَرْنَا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ وَإِنَّا لَفِي شَكٍّ مِّمَّا تَدْعُونَنَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ (9) Sizden once gecenlerin Nuh, Ad, Semud kavimlerinin ve onlardan sonra Allah´tan baska kimsenin bilmedigi kavimlerin haberi size gelmedi mi? Peygamberleri onlara ayetlerle geldiler de onlar, ellerini agızlarına koyup: Biz, sizin gonderilmis oldugunuz seyi inkar ettik, bizi cagırdıgınız seyden suphe ve endise icindeyiz, dediler |
۞ قَالَتْ رُسُلُهُمْ أَفِي اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى ۚ قَالُوا إِنْ أَنتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا تُرِيدُونَ أَن تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ (10) Peygamberleri onlara: Gokleri ve yeri yaratan, gunahlarınızı bagıslamak icin cagıran ve sizi belirli bir sureye kadar tehir eden Allah´tan mı suphe ediyorsunuz? demislerdi. Onlar da: Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Siz; bizi, atalarımızın tapındıgı seylerden dondurmek istiyorsunuz. Oyleyse, bize acık bir delil getirin, demislerdi |
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ إِن نَّحْنُ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ وَلَٰكِنَّ اللَّهَ يَمُنُّ عَلَىٰ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ ۖ وَمَا كَانَ لَنَا أَن نَّأْتِيَكُم بِسُلْطَانٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ (11) Peygamberleri onlara: Biz de sizin gibi birer insanız, ama Allah kullarından diledigine ihsanda bulunur. Allah´ın izni olmadıkca biz; size delil getiremeyiz. Mu´minler; Allah´a tevekkul etsinler, demislerdi |
وَمَا لَنَا أَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللَّهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا ۚ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَىٰ مَا آذَيْتُمُونَا ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ (12) Hem biz, ne diye Allah´a tevekkul etmeyelim ki; bize dosdogru yolları O, gostermistir. Bize yaptıgınız eziyetlere elbette dayanacagız. Tevekkul edenler de yalnız Allah´a tevekkul etsinler |
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُم مِّنْ أَرْضِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا ۖ فَأَوْحَىٰ إِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمِينَ (13) Kufredenler peygamberlerine dediler ki: Ya bizim dinimize donersiniz, ya da sizi memleketimizden cıkarırız. Rabbları da onlara vahyetti ki: Biz |
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْأَرْضَ مِن بَعْدِهِمْ ۚ ذَٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَامِي وَخَافَ وَعِيدِ (14) Onlardan sonra da yeryuzune sizi yerlestirecegiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkanlara vaadimdir |
وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (15) Yardım istediler ve butun inatcı zorbalar da husrana ugradılar |
مِّن وَرَائِهِ جَهَنَّمُ وَيُسْقَىٰ مِن مَّاءٍ صَدِيدٍ (16) Ardından da cehennem. Orada irinli sudan icirilecektir |
يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُسِيغُهُ وَيَأْتِيهِ الْمَوْتُ مِن كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ ۖ وَمِن وَرَائِهِ عَذَابٌ غَلِيظٌ (17) Onu yudum yudum alacak ama yutamayacaktır. Her taraftan ona olum geldigi halde olemeyecektir. Ve arkasından siddetli bir azab gelip catacaktır |
مَّثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ ۖ أَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرِّيحُ فِي يَوْمٍ عَاصِفٍ ۖ لَّا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلَىٰ شَيْءٍ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ (18) Rabblarına kufredenlerin hali; fırtınalı bir gunde ruzgarın siddetle savurdugu kule benzer. Yaptıklarından dolayı hicbir sey elde edemezler. Iste bu, uzak bir sapıklıktır |
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ ۚ إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ (19) Gormez misin ki, Allah; gokleri ve yeri hak ile yaratmıstır. Dilerse sizi yok edip yeni bir halk getirir |
وَمَا ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ (20) Ve bu, Allah icin hic de guc degildir |
وَبَرَزُوا لِلَّهِ جَمِيعًا فَقَالَ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنتُم مُّغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللَّهِ مِن شَيْءٍ ۚ قَالُوا لَوْ هَدَانَا اللَّهُ لَهَدَيْنَاكُمْ ۖ سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا أَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِن مَّحِيصٍ (21) Onların hepsi; Allah´ın huzuruna toplanıp cıkarlar. Zayıflar buyukluk taslayanlara: Dogrusu biz; size uymustuk. Allah´ın azabından bizi koruyabilecek misiniz? derler. Onlar da: Allah, bizi dogru yola eristirseydi; biz de sizi eristirirdik. Su halde artık sızlansak da katlansak da birdir. Bizim icin kacıp sıgınacak bir yer yoktur, derler |
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْأَمْرُ إِنَّ اللَّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ ۖ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلَّا أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي ۖ فَلَا تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنفُسَكُم ۖ مَّا أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُم بِمُصْرِخِيَّ ۖ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ ۗ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (22) Is olup bitince; seytan dedi ki: Gercekten Allah, size sozun dogrusunu soylemisti. Ben de size soz verdim, ama caydım. Sizi zorlayacak hic bir gucum de yoktu. Yalnız ben sizi cagırdım, siz de geldiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Esasen daha once, beni Allah´a ortak kosmanızı kabul etmemistim. Dogrusu zalimlere elim bir azab vardır |
وَأُدْخِلَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ ۖ تَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلَامٌ (23) Iman edenler, salih amel isleyenler; altlarından ırmaklar akan cennetlere konulurlar. Rabblarının izni ile orada ebediyyen kalırlar. Onların birbirine saglık temennileri de; selam´dır |
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاءِ (24) Gormez misin; Allah, nasıl bir misal verdi. Hos bir soz; koku saglam, dalları goge dogru olan hos bir agaca benzer |
تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا ۗ وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (25) Ki, Rabbının izniyle her zaman yemisini verir. Insanlar ibret alsınlar diye Allah, onlara misal veriyor |
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبِيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ اجْتُثَّتْ مِن فَوْقِ الْأَرْضِ مَا لَهَا مِن قَرَارٍ (26) Cirkin bir soz; yerden koparılmıs, koku olmayan kotu bir agaca benzer |
يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ ۖ وَيُضِلُّ اللَّهُ الظَّالِمِينَ ۚ وَيَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ (27) Allah; inananları, dunya hayatında ve ahirette saglam bir soz uzerinde tutar. Zalimleri de saptırır. Allah, diledigini yapar |
۞ أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللَّهِ كُفْرًا وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ (28) Allah´ın verdigi nimeti kufre cevirip degistirenleri ve milletlerini helak olacakları yere goturenleri gormuyor musun |
جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا ۖ وَبِئْسَ الْقَرَارُ (29) Yaslanacakları cehenneme ki; o, ne kotu bir karargahtır |
وَجَعَلُوا لِلَّهِ أَندَادًا لِّيُضِلُّوا عَن سَبِيلِهِ ۗ قُلْ تَمَتَّعُوا فَإِنَّ مَصِيرَكُمْ إِلَى النَّارِ (30) Onlar; Allah´ın yolundan saptırmak icin O´na esler kosmuslardı. Yasayın bakalım, varacagınız yer suphesiz ates olacaktır, de |
قُل لِّعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا يُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُنفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لَّا بَيْعٌ فِيهِ وَلَا خِلَالٌ (31) Iman eden kullarıma soyle: Namazı kılsınlar, alısveris ve dostlugun olmayacagı gun gelmezden once; kendilerine verdigimiz rızıktan gizli, acık infak etsinler |
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَّكُمْ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْأَنْهَارَ (32) Allah O´dur ki; gokleri ve yeri yaratmıs, indirdigi su ile size rızık olarak urunler cıkarmıstır. Emri geregince denizde yuzmek uzere gemileri ve nehirleri buyrugunuza verdi |
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَائِبَيْنِ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ (33) Devamlı olarak yorungelerinde yuruyen gunesi ve ayı size musahhar kıldı. Geceyi ve gunduzu de size teshir etti |
وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ ۚ وَإِن تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا ۗ إِنَّ الْإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ (34) O, size istediginiz seylerin hepsinden verdi. Allah´ın nimetini sayacak olsanız; bitiremezsiniz. Dogrusu insan, pek zalim ve nankordur |
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَٰذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَن نَّعْبُدَ الْأَصْنَامَ (35) Hani Ibrahim demisti ki: Rabbım; bu sehri emniyetli kıl. Beni de, ogullarımı da puta tapmaktan uzak tut |
رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ ۖ فَمَن تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي ۖ وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ (36) Rabbım; cunku onlar insanlardan bir cogunu bastan cıkardılar. Bundan sonra bana uyan bendendir. Bana karsı gelen kimseyi de Sana havale ederim. Muhakkak ki Sen; Gafur, Rahim´sin |
رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ (37) Rabbımız; ben, cocuklarımdan kimini; namaz kılabilmeleri icin, Senin mukaddes evinin yanında corak bir vadiye yerlestirdim. Rabbımız; insanların gonullerini onlara meylettir. Sukretmeleri icin onları meyvelerle rızıklandır |
رَبَّنَا إِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفِي وَمَا نُعْلِنُ ۗ وَمَا يَخْفَىٰ عَلَى اللَّهِ مِن شَيْءٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ (38) Rabbımız; dogrusu Sen, gizledigimizi de acıga vurdugumuzu da bilirsin. Zaten yerde ve gokte hicbir sey Allah´tan gizli kalmaz |
الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ ۚ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاءِ (39) Ihtiyarlıgıma ragmen bana Ismail´i ve Ishak´ı bahseden Allah´a hamdolsun Dogrusu Rabbım; duaları isitendir |
رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلَاةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي ۚ رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ (40) Rabbım; beni namaz kılan eyle. Soyumdan gelenleri de. Duamı kabul buyur Rabbımız |
رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ (41) Rabbımız; hesabın goruldugu gunde beni, anamı, babamı ve mu´minleri bagısla |
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ ۚ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ (42) Zalimlerin yaptıklarından Allah´ı gafil sanma. Onları sadece gozlerin dehsetle belirecegi bir gune kadar tehir etmektedir |
مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لَا يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ ۖ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ (43) O gun; basları kalkmıs, gozleri kendilerine donmeyecek sekilde sabit kalmıs, gonulleri bombos olarak kosup duracaklardır |
وَأَنذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْتِيهِمُ الْعَذَابُ فَيَقُولُ الَّذِينَ ظَلَمُوا رَبَّنَا أَخِّرْنَا إِلَىٰ أَجَلٍ قَرِيبٍ نُّجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَ ۗ أَوَلَمْ تَكُونُوا أَقْسَمْتُم مِّن قَبْلُ مَا لَكُم مِّن زَوَالٍ (44) Insanları, kendilerine azabın gelecegi gun ile uyar. Zulmedenler derler ki: Rabbımız; bizi, yakın bir muddete kadar tehir et, davetine uyalım ve peygamberlere tabi olalım. Siz daha once de sonunuzun gelmeyecegine yemin etmemis miydiniz |
وَسَكَنتُمْ فِي مَسَاكِنِ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْأَمْثَالَ (45) Ustelik kendilerine zulmedenlerin yerlerinde oturdunuz, onlara yaptıklarımız ise sizlere acıklanmıstı. Size misaller vermistik |
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِندَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ وَإِن كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ (46) Gercekten onlar, duzenlerini kurmuslardı. Halbuki dagları oynatacak gucte olsa bile, onların bu duzenleri hep Allah´ın elindeydi |
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ (47) Sakın, Allah´ın peygamberlerine vaadinden cayacagını sanma. Muhakkak Allah; Aziz´dir, intikam sahibidir |
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْأَرْضُ غَيْرَ الْأَرْضِ وَالسَّمَاوَاتُ ۖ وَبَرَزُوا لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ (48) O gun; yer baska bir yerle degistirilir. Gokler de baska goklerle. Ve onlar; Vahid ve Kahhar olan Allah´ın huzuruna cıkarlar |
وَتَرَى الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ مُّقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ (49) O gun; mucrimleri zincirlere vurulmus olarak gorursun |
سَرَابِيلُهُم مِّن قَطِرَانٍ وَتَغْشَىٰ وُجُوهَهُمُ النَّارُ (50) Gomlekleri katrandandır, yuzlerini ates buruyecektir |
لِيَجْزِيَ اللَّهُ كُلَّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ ۚ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ (51) Bu; Allah´ın herkese yaptıgının karsılıgını vermesi icindir. Muhakkak ki Allah; hesabı cabuk gorendir |
هَٰذَا بَلَاغٌ لِّلنَّاسِ وَلِيُنذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا أَنَّمَا هُوَ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ (52) Bu; uyarılsınlar ve yalnızca bir tek ilah bulundugunu bilsinler, akıl sahipleri de ogut alsınlar diye insanlara bir tebligdir |