القرآن باللغة التركية ابن كثير - سورة الشعراء مترجمة إلى اللغة التركية ابن كثير، Surah Shuara in Turkish_Ibni_Kesir. نوفر ترجمة دقيقة سورة الشعراء باللغة التركية ابن كثير - Turkish_Ibni_Kesir, الآيات 227 - رقم السورة 26 - الصفحة 367.
طسم (1) Ta, Sin, Mim |
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (2) Bunlar apacık kitabın ayetleridir |
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ (3) Mu´min olmuyorlar diye nerede ise kendini mahvedeceksin |
إِن نَّشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِم مِّنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ (4) Dilersek, onlara gokten bir ayet indiririz de ona boyunları egik kalır |
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مِّنَ الرَّحْمَٰنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ (5) Onlara Rahman´dan bir ogut geldiginde, mutlaka ondan yuz cevirirler |
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنبَاءُ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (6) Onlar, gercekten yalanladılar. Ama alay edip durdukları seylerin haberleri kendilerine yakında gelecektir |
أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ (7) Yeryuzune bakmazlar mı ki; Biz, orada bitkilerden nice guzel ciftler bitirmisizdir |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (8) Muhakkak ki bunda, bir ayet vardır. Ama onların cogu mu´min olmadılar |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (9) Ve muhakkak ki senin Rabbın, elbette O; Aziz´dir, Rahim´dir |
وَإِذْ نَادَىٰ رَبُّكَ مُوسَىٰ أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (10) Hani Rabbın Musa´ya seslenmisti ki: Zalimler guruhuna git |
قَوْمَ فِرْعَوْنَ ۚ أَلَا يَتَّقُونَ (11) Firavun kavmine. Sakınmazlar mı hala |
قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ (12) Dedi ki: Rabbım, onların beni yalanlamalarından korkarım |
وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَىٰ هَارُونَ (13) Gogsum daralıyor, dilim acılmıyor. Bunun icin Harun´a da elcilik ver |
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنبٌ فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ (14) Hem onların bana isnad ettikleri bir suc var. Korkarım ki beni oldururler |
قَالَ كَلَّا ۖ فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا ۖ إِنَّا مَعَكُم مُّسْتَمِعُونَ (15) Buyurdu ki: Hayır, ikiniz ayetlerimizle gidin. Muhakkak Biz, sizinle beraber dinleyicilerdeniz |
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (16) Firavun´a varın, deyin ki: Biz, alemlerin Rabbının peygamberleriyiz |
أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ (17) Israilogullarını bizimle beraber gonder |
قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ (18) Dedi ki: Cocukken biz, seni yanımıza alıp buyutmedik mi? Ve sen, hayatının bir cok yılllarını aramızda gecirdin |
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنتَ مِنَ الْكَافِرِينَ (19) Ve yapacagın isi de yaptın. Sen nankorlerdensin |
قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ (20) Dedi ki: Ben, onu yaptım, ama o zaman saskınlardandım |
فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ (21) Bu yuzden sizden korktugum icin kactım. Sonra Rabbım bana hukum ihsan etti ve beni peygamberlerden kıldı |
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدتَّ بَنِي إِسْرَائِيلَ (22) Iste, basıma kaktıgın o nimet, Israilogullarını kole ettigin icindir |
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ (23) Firavun: Alemlerin Rabbı da nedir? dedi |
قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِن كُنتُم مُّوقِنِينَ (24) Dedi ki: Goklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbıdır. Eger siz yakin getirenlerden iseniz |
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ (25) Yanında bulunanlara: Isitmiyor musunuz? dedi |
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ (26) O da: Sizin de Rabbınız ve once gecmis atalarınızın da Rabbıdır, dedi |
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ (27) Firavun dedi ki: Size gonderilen peygamberiniz suphesiz delidir |
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ (28) O da: Eger aklınızı basınıza alırsanız; dogunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbıdır, dedi |
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَٰهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ (29) Firavun dedi ki: Benden baska bir tanrı edinirsen; suphesiz seni hapse atılanlardan kılarım |
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُّبِينٍ (30) Sana apacık bir seyle gelmissem de mi? dedi |
قَالَ فَأْتِ بِهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (31) Firavun: Eger dogru soyluyorsan, haydi getir onu, dedi |
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ (32) Bunun uzerine o asasını attı, bir de ne gorsun; apacık bir ejderhadır |
وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ (33) Elini cıkardı, bir de ne gorsun; bakanlara bembeyazdır |
قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَٰذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ (34) Cevresinde bulunan ileri gelenlere dedi ki: Suphesiz bu, belletilmis bir buyucudur |
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ (35) Sizi buyusuyle memleketinizden cıkarmak istiyor. Ne dersiniz |
قَالُوا أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ (36) Dediler ki: Onu ve kardesini alıkoy. Sehirlere toplayıcılar gonder |
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ (37) Belletilmis tum buyuculeri sana getirsinler |
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ (38) Buyuculer belli bir gunun tayin edilen vaktinde toplandılar |
وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ (39) Insanlara: Siz de toplanır mısınız? denildi |
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِن كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ (40) Eger onlar galip gelirlerse; buyuculere belki biz de tabi oluruz |
فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ (41) Buyuculer geldikleri vakit, Firavun´a dediler ki: Galip gelenler biz olursak; muhakkak bize bir ucret vardır degil mi |
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَّمِنَ الْمُقَرَّبِينَ (42) Evet, dedi. O takdirde siz, muhakkak gozdelerdensiniz |
قَالَ لَهُم مُّوسَىٰ أَلْقُوا مَا أَنتُم مُّلْقُونَ (43) Musa onlara dedi ki: Atacak oldugunuz seyleri atın |
فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ (44) Onlar da bunun uzerine iplerini ve degneklerini attılar ve dediler ki: Firavun hakkı icin elbette elbette biz galib gelenleriz |
فَأَلْقَىٰ مُوسَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ (45) Ardından Musa asasını attı. Bir de ne gorsunler; onların uydurduklarını yutuveriyor |
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ (46) Bunun uzerine buyuculer secdeye kapandılar |
قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (47) Dediler ki: Biz, alemlerin Rabbına inandık |
رَبِّ مُوسَىٰ وَهَارُونَ (48) Musa ve Harun´un Rabbına |
قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ۚ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ (49) Ben size izin vermezden once mi ona inandınız? Suphesiz size buyu ogreten buyugunuzdur. Simdi bileceksiniz; elbette ben, ellerinizi ve ayaklarınızı andolsun ki caprazlama kestirecegim ve hepinizi astıracagım, dedi |
قَالُوا لَا ضَيْرَ ۖ إِنَّا إِلَىٰ رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ (50) Onlar da dediler ki: Zararı yok. Biz muhakkak Rabbımıza donenleriz |
إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَن كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ (51) Mu´minlerin ilki olmamızdan dolayı biz, gercekten Rabbımızın hatalarımızı bagıslayacagını umarız |
۞ وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ (52) Musa´ya da vahyetti ki: Kullarımı geceleyin yola cıkar. Suphesiz siz, izleneceksiniz |
فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ (53) Bunun uzerine Firavun sehirlere toplayıcılar gonderdi |
إِنَّ هَٰؤُلَاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ (54) Suphesiz ki bunlar; dokuntu azınlıklarıdır |
وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَائِظُونَ (55) Ve gercekten bize de buyuk bir ofke beslemektedirler |
وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَاذِرُونَ (56) Dogrusu biz, topluca tedbirli olmalıyız |
فَأَخْرَجْنَاهُم مِّن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (57) Fakat Biz, onları bahcelerden ve pınar baslarından cıkardık |
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ (58) Hazinelerden ve serefli makamlardan |
كَذَٰلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا بَنِي إِسْرَائِيلَ (59) Boylece onlara Israilogullarını mirascı kıldık |
فَأَتْبَعُوهُم مُّشْرِقِينَ (60) Gunes uzerlerine dogarken onları izlediler |
فَلَمَّا تَرَاءَى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَىٰ إِنَّا لَمُدْرَكُونَ (61) Iki topluluk karsı karsıya geldiginde, Musa´nın arkadasları dediler ki: Gercekten biz, yakalandık |
قَالَ كَلَّا ۖ إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ (62) Hayır, dedi. Muhakkak ki Rabbım benimledir. Bana dogru yolu gosterecektir |
فَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْبَحْرَ ۖ فَانفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ (63) Bunun uzerine Musa´ya vahyettik ki: Asanı denize vur. O, hemen yarıldı ve her parcası yuce bir dag gibi oldu |
وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ الْآخَرِينَ (64) Sonra digerlerini oraya yaklastırdık |
وَأَنجَيْنَا مُوسَىٰ وَمَن مَّعَهُ أَجْمَعِينَ (65) Musa´yı ve beraberindekileri yopluca kurtardık |
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ (66) Sonra digerlerini suda bogduk |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (67) Suphesiz ki bunda, bir ayet vardır. Ama onların cogu inananlar degildi |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (68) Muhakkak ki Rabbın, elbette o; Aziz´dir, Rahim´dir |
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ (69) Onlara Ibrahim´in haberini oku |
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ (70) Hani babasına ve kavmine: Nelere tapıyorsunuz? demisti |
قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ (71) Onlar da: Putlara tapıyoruz ve onlara baglanıp duruyoruz, demislerdi |
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ (72) O da demisti ki: Cagırdıgınızda sizi duyuyorlar mı |
أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ (73) Yahut size fayda veya zarar veriyorlar mı |
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءَنَا كَذَٰلِكَ يَفْعَلُونَ (74) Demislerdi ki: Hayır. Atalarımızı boyle yapar gorduk |
قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ (75) O da demisti ki: Neye tapmıs oldugunuzu goruyor musunuz |
أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ (76) Siz ve gecmis atalarınız |
فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ (77) Dogrusu onlar, benim dusmanımdır. Ancak alemlerin Rabbı mustesna |
الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ (78) Ki O, yaratmıstır beni. Ve O dogru yola eristirir beni |
وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ (79) Ki O, yedirir, icirir beni |
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ (80) Hastalandıgımda O, sifa verir bana |
وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ (81) Ki O, oldurur beni, sonra da O, diriltir |
وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ (82) Ve din gunu gunahlarımı bagıslamasını umdugum O´dur |
رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ (83) Rabbım, bana hukum ver. Ve beni salihlere kat |
وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ (84) Ve sonrakiler icinde bana dogru soyler bir dil ihsan et |
وَاجْعَلْنِي مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ (85) Beni Naim cennetinin varislerinden kıl |
وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ (86) Babamı da bagısla. Suphesiz o, sapıklardan olmustur |
وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ (87) Diriltilecekleri gunde beni rezil etme |
يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ (88) O gun ki mal da fayda vermez, cocuklar da |
إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ (89) Ancak Allah´a kalb-i selimle gelmis olan baska |
وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ (90) Cennet, muttakiler icin hazırlanmıstır |
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ (91) Cehennem de azgınlara gosterilir |
وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ (92) Ve onlara denilir ki: Nerededir taptıklarınız |
مِن دُونِ اللَّهِ هَلْ يَنصُرُونَكُمْ أَوْ يَنتَصِرُونَ (93) Allah´tan baska? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerine yardımları dokunuyor mu |
فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ (94) Oraya; onlar ve azgınlar atılırlar |
وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ (95) Iblis´in askerleri de topluca |
قَالُوا وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ (96) Orada birbirleriyle cekiserek derler ki |
تَاللَّهِ إِن كُنَّا لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (97) Andolsun Allah´a ki; biz, apacık sapıklıkta idik |
إِذْ نُسَوِّيكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (98) Hani biz, sizi alemlerin Rabbı ile bir tutmustuk |
وَمَا أَضَلَّنَا إِلَّا الْمُجْرِمُونَ (99) Ve bizi suclulardan baska da saptıran olmamıstı |
فَمَا لَنَا مِن شَافِعِينَ (100) Simdi bize sefaat eden kimse yoktur |
وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍ (101) Ve sıcak bir dostumuz da yoktur |
فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (102) Keski bizim icin geri donus olsa da, mu´minlerden olsak |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (103) Muhakkak ki bunda bir ayet vardır. Ama onların cogu mu´minler olmadı |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (104) Muhakkak ki Rabbın, elbette o; Aziz´dir, Rahim´dir |
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ (105) Nuh´un kavmi de peygamberleri yalanladı |
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ (106) Hani onlara kardesleri Nuh demisti ki: Siz sakınmaz mısınız |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (107) Muhakkak ki ben, size emin bir peygamberim |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (108) Artık Allah´tan korkun da bana itaat edin |
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (109) Buna karsı sizden bir ucret istemiyorum. Benim ucretim ancak alemlerin Rabbına aittir |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (110) O halde Allah´tan korkun da bana itaat edin |
۞ قَالُوا أَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْأَرْذَلُونَ (111) Sana mı inanacagız? Halbuki sana uyanlar en rezil kimselerdir, dediler |
قَالَ وَمَا عِلْمِي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (112) Dedi ki: Onların yapmakta oldukları seyler hakkında bir bilgim yoktur |
إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّي ۖ لَوْ تَشْعُرُونَ (113) Onların hesabı ancak Rabbıma aittir. Keski dusunseniz |
وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ (114) Ve ben, inananları kovacak degilim |
إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ (115) Ben, ancak apacık bir uyarıcıyım |
قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ (116) Ey Nuh, eger son vermezsen, sen muhakkak taslananlardan olursun, dediler |
قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ (117) O da dedi ki: Rabbım, dogrusu kavmim beni yalanladı |
فَافْتَحْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنِي وَمَن مَّعِيَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (118) Artık benimle onların arasında Sen, bir hukum ver. Beni ve beraberimdeki mu´minleri kurtar |
فَأَنجَيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ (119) Bunun uzerine Biz de, onu ve beraberindekileri, dolu bir gemi icinde kurtardık |
ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاقِينَ (120) Sonra geride kalanları suda bogduk |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (121) Muhakkak ki bunda, bir ayet vardır. Ama onların cogu mu´minler olmadı |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (122) Ve muhakkak ki Rabbın, elbette o; Aziz´dir, Rahim´dir |
كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ (123) Ad da peygamberleri yalanladı |
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ (124) Hani onlara kardesleri Hud demisti ki: Siz, sakınmaz mısınız |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (125) Muhakkak ki ben, size emin bir peygamberim |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (126) Artık Allah´tan korkun da bana itaat edin |
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (127) Buna karsı sizden bir ucret istemiyorum. Benim ucretim ancak alemlerin Rabbına aittir |
أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ آيَةً تَعْبَثُونَ (128) Siz, her yuksek yere koca bir bina kurup bos seylerle mi ugrasırsınız |
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ (129) Temelli kalacagınızı umarak saglam yapılar mı edinirsiniz |
وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ (130) Ve yakaladıgınız zaman da zorbaca mı yakalarsınız |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (131) O halde Allah´tan korkun da bana itaat edin |
وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُم بِمَا تَعْلَمُونَ (132) Bildiginiz seylerle sizi destekleyenden sakının |
أَمَدَّكُم بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ (133) O, desteklemistir sizi, hayvanlar ve ogullarla |
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (134) Bahceler ve cesmelerle |
إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (135) Dogrusu hakkınızda buyuk bir gunun azabından korkuyorum |
قَالُوا سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُن مِّنَ الْوَاعِظِينَ (136) Dediler ki: Ogut versen de, yahut ogut verenlerden olmasan da bizim icin esittir |
إِنْ هَٰذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ (137) Bu, oncekilerin adetinden baska bir sey degildir |
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ (138) Hem biz, azaba ugratılacak da degiliz |
فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (139) Boylece onu yalanladılar. Ve Biz, onları yok ettik. Muhakkak ki bunda bir ayet vardır. Ama onların cogu mu´minler olmadı |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (140) Ve muhakkak ki Rabbın, elbette o; Aziz´dir, Rahim´dir |
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ (141) Semud da peygamberleri yalanladı |
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَالِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ (142) Hani onlara kardesleri Salih demisti ki: Siz, sakınmaz mısınız |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (143) Muhakkak ki ben, size emin bir peygamberim |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (144) Artık Allah´tan korkun da bana itaat edin |
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (145) Buna karsı sizden bir ucret istemiyorum. Benim ucretim, ancak alemlerin Rabbına aittir |
أَتُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ (146) Burada emniyet icinde bırakılır mısınız |
فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (147) Bahcelerde, cesmelerde |
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَضِيمٌ (148) Ekinler, salkımları sarkmıs hurmalıklar arasında |
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِهِينَ (149) Daglarda ustalıkla evler oyar mısınız |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (150) O halde Allah´tan korkun da bana itaat edin |
وَلَا تُطِيعُوا أَمْرَ الْمُسْرِفِينَ (151) Musriflerin emrine itaat etmeyin |
الَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ (152) Onlar ki yeryuzunde bozgunculuk yaparlar da ıslah etmezler |
قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ (153) Dediler ki: Suphesiz sen, ancak buyulenmislerdensin |
مَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا فَأْتِ بِآيَةٍ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (154) Hem sen, bizim gibi insandan baska bir sey degilsin. Sayet sadıklardan isen o zaman bir ayet getir |
قَالَ هَٰذِهِ نَاقَةٌ لَّهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ (155) Dedi ki: Iste su devedir. Su icme hakkı; belirli bir gun onun ve belirli bir gun sizindir |
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ (156) Sakın ona bir kotuluk yapmayın. Yoksa sizi buyuk bir gunun azabı yakalayıverir |
فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا نَادِمِينَ (157) Onlar ise onu kestiler de pisman oldular |
فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (158) Bunun uzerine azab onları yakaladı. Muhakkak ki bunda bir ayet vardır. Ama onların cogu mu´minler olmadı |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (159) Muhakkak ki Rabbın, elbette O; Aziz´dir, Rahim´dir |
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ (160) Lut kavmi de peygamberleri yalanladı |
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ (161) Hani onlara kardesleri Lut demisti ki: Siz, sakınmaz mısınız |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (162) Muhakkak ki ben, size emin bir peygamberim |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (163) Artık Allah´tan korkun da bana itaat edin |
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (164) Buna karsı sizden bir ucret istemiyorum. Benim ucretim, ancak alemlerin Rabbına aittir |
أَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَمِينَ (165) Insanlar arasında erkeklere mi yaklasıyorsunuz |
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُم مِّنْ أَزْوَاجِكُم ۚ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ (166) Ve Rabbınızın sizin icin yarattıgı esleri bırakıyor musunuz? Hayır, siz azmıs bir kavimsiniz |
قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَجِينَ (167) Dediler ki: Ey Lut, buna son vermezsen sen, elbette cıkarılanlardan olursun |
قَالَ إِنِّي لِعَمَلِكُم مِّنَ الْقَالِينَ (168) Dedi ki: Dogrusu ben, sizin islediginize kızanlardanım |
رَبِّ نَجِّنِي وَأَهْلِي مِمَّا يَعْمَلُونَ (169) Rabbım, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar |
فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ (170) Bunun uzerine onu ve ailesini topluca kurtardık |
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ (171) Sadece yaslı bir kadın geride kalanlardan oldu |
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ (172) Sonra digerlerini yerle bir ettik |
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًا ۖ فَسَاءَ مَطَرُ الْمُنذَرِينَ (173) Uzerlerine de bir yagmur yagdırdık. Uyarılanların yagmuru ne kotudur |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (174) Muhakkak ki bunda bir ayet vardır. Ama onların cogu mu´minler olmadı |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (175) Muhakkak ki Rabbın, elbette O; Aziz´dir, Rahim´dir |
كَذَّبَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ (176) Eyke halkı da peygamberleri yalanladı |
إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ (177) Hani onlara Suayb demisti ki: Siz, sakınmaz mısınız |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (178) Muhakkak ki ben, size emin bir peygamberim |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (179) Artık Allah´tan korkun da bana itaat edin |
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (180) Buna karsı sizden bir ucret istemiyorum. Benim ucretim, ancak alemlerin Rabbına aittir |
۞ أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ (181) Olcuyu tam yapın da eksiltenlerden olmayın |
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ (182) Dogru olcekle tartın |
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ (183) Insanların esyasını azaltmayın ve yeryuzunde bozgunculuk yaparak karısıklık cıkarmayın |
وَاتَّقُوا الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْأَوَّلِينَ (184) Sizi ve daha onceki nesilleri yaratmıs olandan korkun |
قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ (185) Dediler ki: Sen, ancak buyulenmislerdensin |
وَمَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَإِن نَّظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ (186) Bizim gibi bir insandan baska bir sey degilsin. Dogrusu biz, seni yalancılardan sanıyoruz |
فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِّنَ السَّمَاءِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (187) Eger sadıklardan isen bize, gokten bir parca indir |
قَالَ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ (188) Dedi ki: Rabbım; yaptıklarınızı en iyi bilendir |
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (189) Onu da yalanladılar ve onları bulutlu bir gunun azabı yakaladı. Dogrusu o, buyuk bir gunun azabı idi |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (190) Muhakkak ki bunda bir ayet vardır. Ama onların cogu mu´minler olmadı |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (191) Muhakkak ki Rabbın, elbette O; Aziz´dir, Rahim´dir |
وَإِنَّهُ لَتَنزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (192) Muhakkak ki o, elbette alemlerin Rabbının indirmesidir |
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ (193) Onu Ruh el-Emin indirmistir |
عَلَىٰ قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ (194) Senin kalbine ki uyarıcılardan olasın |
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ (195) Apacık arab diliyle |
وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ (196) O, daha oncekilerin kitablarında vardır |
أَوَلَمْ يَكُن لَّهُمْ آيَةً أَن يَعْلَمَهُ عُلَمَاءُ بَنِي إِسْرَائِيلَ (197) Israilogullarının bilginlerinin bunu bilmesi de onlar icin bir ayet degil midir |
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلَىٰ بَعْضِ الْأَعْجَمِينَ (198) Biz, onu arapca bilmeyen kimselerden birine indirseydik |
فَقَرَأَهُ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ (199) Ve o, bunu onlara okusaydı, yine de ona inananlardan olmazlardı |
كَذَٰلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ (200) Iste boylece onu sucluların kalbine sokarız |
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ حَتَّىٰ يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ (201) Elim azabı gorunceye kadar ona inanmazlar |
فَيَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (202) O da kendilerine apansız, haberleri olmadan geliverir |
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنظَرُونَ (203) O zaman derler ki: Acaba bekletilemez miyiz |
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ (204) Bizim azabımızı mı cabucak istiyorlardı |
أَفَرَأَيْتَ إِن مَّتَّعْنَاهُمْ سِنِينَ (205) Gordun mu, sayet Biz onları yıllarca yararlandırsak |
ثُمَّ جَاءَهُم مَّا كَانُوا يُوعَدُونَ (206) Sonra kendilerine vaadolunan sey baslarına gelse |
مَا أَغْنَىٰ عَنْهُم مَّا كَانُوا يُمَتَّعُونَ (207) Eglendirilmis olmaları onlara bir fayda saglamaz |
وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنذِرُونَ (208) Uyarıcılar olmaksızın Biz, hic bir kasabayı helak etmedik |
ذِكْرَىٰ وَمَا كُنَّا ظَالِمِينَ (209) Ogut olarak. Ve Biz, zalimler olmadık |
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاطِينُ (210) Onu seytanlar indirmemistir |
وَمَا يَنبَغِي لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ (211) Bu, onlara dusmez de, buna gucleri de yetmez |
إِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ (212) Onlar, gercekten isitmekten uzak tutuldular |
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ (213) O halde Allah ile beraber baska bir tanrıya yalvarma. Yoksa azablandırılanlardan olursun |
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ (214) Ve yakın akrabalarını uyar |
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (215) Mu´minlerden sana uyanlara kanatlarını ger |
فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ (216) Sayet sana isyan ederlerse, de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan uzagım |
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ (217) Aziz, Rahim´e tevekkul et |
الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ (218) Gorur O seni, kalktıgında |
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ (219) Secde edenler arasında bulundugunda |
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (220) Muhakkak ki O´dur O; Semi, Alim |
هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَىٰ مَن تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ (221) Seytanların kime indigini size bildireyim mi |
تَنَزَّلُ عَلَىٰ كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ (222) Onlar her gunahkar, her mufteriye inerler |
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ (223) Bunlar ona kulak verirler ve cogu yalancılardır |
وَالشُّعَرَاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ (224) Sairlere gelince; onlara da azgınlar uyar |
أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ (225) Gormedin mi; onlar, her vadide saskın saskın dolasırlar |
وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ (226) Ve onlar, gercekten yapmadıklarını soylerler |
إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا ۗ وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ (227) Ancak iman etmis, salih amel islemis, Allah´ı cokca zikretmis ve zulme ugratıldıktan sonra zafer kazananlar mustesnadır. Zulmedenler goreceklerdir nasıl bir yıkılısla yıkılacaklarını |