×

سورة الصافات باللغة التركية ابن كثير

ترجمات القرآنباللغة التركية ابن كثير ⬅ سورة الصافات

ترجمة معاني سورة الصافات باللغة التركية ابن كثير - Turkish_Ibni_Kesir

القرآن باللغة التركية ابن كثير - سورة الصافات مترجمة إلى اللغة التركية ابن كثير، Surah Assaaffat in Turkish_Ibni_Kesir. نوفر ترجمة دقيقة سورة الصافات باللغة التركية ابن كثير - Turkish_Ibni_Kesir, الآيات 182 - رقم السورة 37 - الصفحة 446.

بسم الله الرحمن الرحيم

وَالصَّافَّاتِ صَفًّا (1)
Andolsun; saf baglayıp duranlara
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا (2)
Haykırıp surenlere
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا (3)
Zikir okumakta olanlara
إِنَّ إِلَٰهَكُمْ لَوَاحِدٌ (4)
Ki, sizin ilahınız muhakkak ki bir tektir
رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ (5)
Goklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbıdır. Ve dogruların da Rabbıdır
إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ (6)
Dogrusu Biz; dunya gogunu bir susle, yıldızlarla susledik
وَحِفْظًا مِّن كُلِّ شَيْطَانٍ مَّارِدٍ (7)
Ve onu inatcı her seytandan koruduk
لَّا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَىٰ وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ (8)
Onlar Mele-i Ala´yı dinleyemezler ve her yonden surulerek atılırlar
دُحُورًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ (9)
Kovularak. Ve onlar icin surekli bir azab vardır
إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ (10)
Ancak calıp cırpan olursa; onu da hemen delip gecen yakıcı bir alev takib eder
فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَم مَّنْ خَلَقْنَا ۚ إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ (11)
Onlara sor; yaratıs bakımından kendileri mi daha zordur, yoksa bizim yaratmıs olduklarımız mı? Dogrusu Biz; onları cıvık bir camurdan yarattık
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ (12)
Hayır, sen; sasırıp kaldın, onlarsa alay edip duruyorlar
وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ (13)
Kendilerine ogut verildiginde ise ogut dinlemezler
وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ (14)
Bir ayet gorduklerinde, onu eglenceye alırlar
وَقَالُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ (15)
Ve derler ki: Bu, ancak apacık bir buyudur
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ (16)
Oldugumuzde, toprak ve kemik oldugumuzda mı, biz mi, diriltilecegiz
أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ (17)
Veya onceki babalarımız mı
قُلْ نَعَمْ وَأَنتُمْ دَاخِرُونَ (18)
De ki: Evet, hem de hor ve hakir olarak
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنظُرُونَ (19)
O, sadece bir tek cıglıktır ki onların birden bire gozleri acılıverecektir
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هَٰذَا يَوْمُ الدِّينِ (20)
Ve dediler ki: Vay bize, bu; din gunudur
هَٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ (21)
Bu, ayırdetme gunudur ki siz, onu yalanlamıstınız
۞ احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ (22)
Zulmetmis olanları ve onların eslerini toplayın. Onların taptıklarını da
مِن دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْجَحِيمِ (23)
Allah´tan baska. Ve onları cehennem yoluna goturun
وَقِفُوهُمْ ۖ إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ (24)
Durdurun onları. Cunku onlar sorumludurlar
مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ (25)
Size ne oldu ki birbirinizle yardımlasmıyorsunuz
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ (26)
Hayır; onlar bugun, teslim olmuslardır
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ (27)
Bir kısmı bir kısmına donerek sorustururlar
قَالُوا إِنَّكُمْ كُنتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ (28)
Ve derler ki: Dogrusu siz, bize sagdan gelirdiniz
قَالُوا بَل لَّمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ (29)
Onlar da derler ki: Hayır, siz zaten iman edenler olmamıstınız
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ ۖ بَلْ كُنتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ (30)
Bizim, sizin ustunuzde bir hakimiyetimiz de yoktu. Aksine siz, azgınlar toplulugu oldunuz
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا ۖ إِنَّا لَذَائِقُونَ (31)
Bunu icin Rabbımızın sozu, uzerimize hak oldu. Dogrusu biz, tadacak olanlarız
فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ (32)
Sizi azdırdık; cunku biz de azgınlardan olmustuk
فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ (33)
Artık o gun onlar, muhakkak ki azabda ortaktırlar
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ (34)
Biz, suclulara muhakkak boyle yaparız
إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ (35)
Cunku onlara; Allah´tan baska ilah yoktur, denildiginde, buyukluk taslarlardı
وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُو آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَّجْنُونٍ (36)
Ve derlerdi ki: Deli bir sair icin mi ilahlarımızı terkedecegiz
بَلْ جَاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ (37)
Hayır, O; hakkı getirmis ve peygamberleri tasdik etmisti
إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ (38)
Elbette siz, elim azabı tadacaksınız
وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ (39)
Ve yapmıs oldugunuzdan baskasıyla cezalandırılmayacaksınız
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (40)
Ancak Allah´ın ihlasa erdirilmis kulları mustesna
أُولَٰئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَّعْلُومٌ (41)
Iste onlar icin, ma´lum bir rızık vardır
فَوَاكِهُ ۖ وَهُم مُّكْرَمُونَ (42)
Ve meyveler. Onlar, ikram edilenlerdir
فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ (43)
Naim cennetlerinde
عَلَىٰ سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ (44)
Karsılıklı tahtlar uzerinde
يُطَافُ عَلَيْهِم بِكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ (45)
Kendilerine kaynaktan doldurulmus kadehler sunulur
بَيْضَاءَ لَذَّةٍ لِّلشَّارِبِينَ (46)
Ki bembeyazdır, icenlere zevk verir
لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنزَفُونَ (47)
Basagrısı yoktur onda ve sarhos da etmez
وَعِندَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ (48)
Yanlarında el degmemis ve bakıslarını yalnız eslerine cevirmis iri gozluler vardır
كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَّكْنُونٌ (49)
Sanki onlar, saklı bir yumurta gibidirler
فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ (50)
Bir kısmı bir kısmına donerek sorustururlar
قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ (51)
Iclerinden bir sozcu der ki: Benim bir dostum vardı
يَقُولُ أَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّقِينَ (52)
Derdi ki: Sen de mi tasdik edenlerdensin
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَدِينُونَ (53)
Oldugumuz, toprak ve bir yıgın kemik oldugumuz zaman mı, biz mi ceza gorecegiz
قَالَ هَلْ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ (54)
Siz, onu bilir misiniz? dedi
فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ (55)
Bir bakar ve onu cehennemin ortasında gormustur
قَالَ تَاللَّهِ إِن كِدتَّ لَتُرْدِينِ (56)
Dedi ki: Allah´a andolsun ki; az kaldı beni de mahvedecektin
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ (57)
Rabbımın lutfu olmasaydı, ben de oraya goturulenlerden olacaktım
أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ (58)
Biz, bir daha olmeyecegiz degil mi
إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ (59)
Ancak ilk olumumuz mustesna, ve azablandırılmayacagız da
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ (60)
Iste bu, suphesiz buyuk kurtulustur
لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ (61)
Calısanlar bunun gibisi icin calıssınlar
أَذَٰلِكَ خَيْرٌ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ (62)
Konak yeri olarak bu mu hayırlıdır, yoksa zakkum agacı mı
إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِّلظَّالِمِينَ (63)
Dogrusu Biz, onu; zalimler icin bir fitne yaptık
إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ (64)
O, cehennemin dibinde cıkan bir agactır
طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُءُوسُ الشَّيَاطِينِ (65)
Tomurcukları seytanların basları gibidir
فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ (66)
Onlar muhakkak ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklardır
ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ (67)
Sonra onlar icin, uzerine kaynar su katılmıs ickiler de vardır
ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ (68)
Sonra onların donusu muhakkak, yine cehennemedir
إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءَهُمْ ضَالِّينَ (69)
Dogrusu onlar, babalarını sapıklar olarak bulmuslardı
فَهُمْ عَلَىٰ آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ (70)
Yine de onların izlerinde kosturuluyorlardı
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ (71)
Andolsun ki; onlardan once gecenlerin cogu da sapıtmıstı
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِم مُّنذِرِينَ (72)
Ve andolsun ki; onlara, uyarıcılar gondermistik
فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ (73)
Bir bak; uyarılanların akıbeti nice oldu
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (74)
Ancak Allah´ın ihlasa erdirilmis kulları mustesna
وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ (75)
Andolsun ki; Nuh, Bize niyaz etmisti. Ne guzel icabet edenleriz Biz
وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ (76)
Onu ve ailesini buyuk sıkıntıdan kurtarmıstık
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ (77)
Ve onun soyunu sureklilerin kendisi kıldık
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ (78)
Sonrakiler arasında ona da bıraktık
سَلَامٌ عَلَىٰ نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ (79)
Alemler icinde selam olsun Nuh´a
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (80)
Biz, ihsan edenleri; iste boyle mukafatlandırırız
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ (81)
Dogrusu o; Bizim inanmıs kullarımızdandı
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ (82)
Sonra digerlerini suda bogduk
۞ وَإِنَّ مِن شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ (83)
Muhakkak ki Ibrahim de onun yolunda olanlardandı
إِذْ جَاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ (84)
Cunku Rabbına selim bir kalb ile gelmisti
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ (85)
Hani babasına ve kavmine demisti ki: Neye ibadet ediyorsunuz
أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ (86)
Yalancılık etmek icin mi, Allah´tan baska tanrılar mı istiyorsunuz
فَمَا ظَنُّكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (87)
Alemlerin Rabbı hakkındaki zannınız nedir
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ (88)
Derken yıldızlara bir goz atarak baktı
فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ (89)
Dogrusu ben, rahatsızım, dedi
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ (90)
Bunun uzerine arkalarını donup uzaklastılar
فَرَاغَ إِلَىٰ آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ (91)
O da, tanrılarına yonelip dedi ki: Yemiyor musunuz
مَا لَكُمْ لَا تَنطِقُونَ (92)
Ne o, konusmuyor musunuz
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ (93)
Nihayet uzerlerine yuruyup sagıyla vurdu
فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ (94)
Bunun uzerine kosarak ona geldiler
قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ (95)
Dedi ki: Yonttugunuz seylere mi tapıyorsunuz
وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ (96)
Halbuki sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıstır
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ (97)
Haydin; dediler, onun icin bir bina yapın da onu alevli atese atın
فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ (98)
Ona hile yapmak istediler. Biz de onları en asagılar kıldık
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّي سَيَهْدِينِ (99)
O, dedi ki: Dogrusu ben, Rabbıma gidiyorum. O beni hidayete erdirir
رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ (100)
Rabbım, bana salihlerden ihsan et
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ (101)
Biz de ona, hilim sahibi bir ogul mujdeledik
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَىٰ فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَىٰ ۚ قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ ۖ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ (102)
O, kendisinin yanısıra yurumeye baslayınca dedi ki: Ogulcugum; dogrusu ben, ruyada iken seni bogazladıgımı goruyorum. Bir bak, ne dersin? O da dedi ki: Babacıgım; sana emrolunanı yap. Insallah beni sabredenlerden bulursun
فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ (103)
Ikisi de teslim olunca, babası; oglunu alnı uzere yatırdı
وَنَادَيْنَاهُ أَن يَا إِبْرَاهِيمُ (104)
Biz, ona soyle seslendik: Ey Ibrahim
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا ۚ إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (105)
Sen ru´yayı gerceklestirdin. Elbette Biz, ihsan edenleri boylece mukafatlandırırız
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْبَلَاءُ الْمُبِينُ (106)
Muhakkak ki bu, apacık bir imtihandı
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ (107)
Ve ona fidye olarak buyuk bir kurbanlık verdik
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ (108)
Sonrakiler arasında ona da bıraktık
سَلَامٌ عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ (109)
Selam olsun Ibrahim´e
كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (110)
Biz, ihsan edenleri iste boyle mukafatlandırırız
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ (111)
Muhakkak ki o, mu´min kullarımızdandı
وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَاقَ نَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ (112)
Ona salihlerden bir peygamber olmak uzere Ishak´ı mujdeledik
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَىٰ إِسْحَاقَ ۚ وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ مُبِينٌ (113)
Onu da, Ishak´ı da mubarek kıldık. O ikisinin soyundan ihsan eden de vardır, kendisine acıkca zulmeden de
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ (114)
Andolsun ki; Musa ve Harun´a da lutuf da bulunmustuk
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ (115)
O ikisini de, kavimlerini de buyuk bir sıkıntıdan kurtarmıstık
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ (116)
Onlara yardım etmistik de galibler onlar oldu
وَآتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَبِينَ (117)
Her ikisine de apacık anlasılan kitab vermistik
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ (118)
Ve onları dogru yola hidayet etmistik
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ (119)
Sonrakiler arasında; ikisini de bıraktık
سَلَامٌ عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ (120)
Musa ve Harun´a selam olsun
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (121)
Muhakkak ki Biz, ihsan edenleri boyle mukafatlandırırız
إِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ (122)
Dogrusu o ikisi de, mu´min kullarımızdandı
وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ (123)
Muhakkak ki Ilyas da peygamberlerdendi
إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَلَا تَتَّقُونَ (124)
Hani kavmine demisti ki: Siz, hic korkmaz mısınız
أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ (125)
Yaratıcıların en guzelini bırakıp da Ba´l´e mi taparsınız
اللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ (126)
Sizin de Rabbınız, onceki babalarınızın da Rabbı olan Allah´ı
فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ (127)
Fakat bunlar, onu yalanlamıslardı. Muhakkak ki onlar da cehenneme goturuleceklerdir
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (128)
Yalnız Allah´ın ihlasa erdirilmis kulları mustesna
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ (129)
Sonrakiler arasında ona da bıraktık
سَلَامٌ عَلَىٰ إِلْ يَاسِينَ (130)
Selam olsun Ilyas´a
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (131)
Iste Biz, ihsan edenleri boyle mukafatlandırırız
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ (132)
Muhakkak ki o, mu´min kullarımızdandı
وَإِنَّ لُوطًا لَّمِنَ الْمُرْسَلِينَ (133)
Muhakkak ki Lut da peygamberlerdendi
إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ (134)
Hani Biz, onu ve ailesini topluca kurtarmıstık
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ (135)
Geridekiler arasında kalan bir kocakarı mustesna
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ (136)
Sonra digerlerini yerle bir etmistik
وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِم مُّصْبِحِينَ (137)
Dogrusu siz, sabahleyin onlara ugrar uzerlerinden gecersiniz
وَبِاللَّيْلِ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (138)
Geceleyin de. Hala akletmez misiniz
وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ (139)
Muhakkak ki Yunus da peygamberlerdendi
إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ (140)
Hani o, dolu bir gemiye kacmıstı
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَضِينَ (141)
Kur´a cekmisti de yenilenlerden olmustu
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ (142)
Yenilgiye ugramısken, bir balık yutmustu onu
فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ (143)
Eger o, tesbih edenlerden olmasaydı
لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ (144)
Tekrar diriltilecekleri gune kadar onun karnında kalacaktı
۞ فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ (145)
Rahatsız bir halde iken Biz, onu acıklık bir yere attık
وَأَنبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِّن يَقْطِينٍ (146)
Ve onun icin genis yapraklı bir bitki yetistirdik
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ (147)
Onu yuz bin veya daha fazlasına elci gonderdik
فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ (148)
Nihayet ona inandılar, Biz de onları bir sureye kadar gecindirdik
فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ (149)
Simdi sen, onlara sor, kızlar senin Rabbının da, oglanlar onların mı
أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ (150)
Yoksa, Biz, melekleri disi olarak yarattık da onlar buna sahid miydiler
أَلَا إِنَّهُم مِّنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ (151)
Iyi bilin ki; gercekten onlar, iftiralarından oturu soyle diyorlar
وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (152)
Allah dogurdu. Hic suphesiz onlar yalancılardır
أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ (153)
Kızları, ogullara tercih mi etmis
مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ (154)
Ne oluyor size, nasıl hukmediyorsunuz
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (155)
Hic dusunmuyor musunuz
أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُّبِينٌ (156)
Yoksa sizin apacık bir deliliniz mi var
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (157)
Eger sadıklardan iseniz kitabınızı getirin
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا ۚ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ (158)
O´nunla cinnler arasında bir neseb bagı uydurdular. Andolsun ki; cinnler de, onların goturuleceklerini bilmektedirler
سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ (159)
Allah, onların nitelendirdiklerinden munezzehtir
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (160)
Allah´ın ihlasa erdirilmis kulları mustesna
فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ (161)
Muhakkak ki sizler ve taptıklarınız
مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ (162)
O´na karsı hic fitneleyebilecek degilsiniz
إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ (163)
Tabii cehenneme girecek olan mustesna
وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ (164)
Bizim her birimizin belirli bir makamı vardır
وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ (165)
Ve muhakkak ki biz; saf baglayıp duranlarız
وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ (166)
Ve muhakkak ki biz; tesbih edenleriz
وَإِن كَانُوا لَيَقُولُونَ (167)
Onlar her ne kadar soyle diyor idiyseler de
لَوْ أَنَّ عِندَنَا ذِكْرًا مِّنَ الْأَوَّلِينَ (168)
Oncekilerde oldugu gibi bizde de bir zikir bulunsaydı
لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (169)
Biz de elbet Allah´ın ihlasa erdirilmis kulları olurduk
فَكَفَرُوا بِهِ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (170)
Sonunda O´na kufrettiler, ama ilerde bileceklerdir
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ (171)
Andolsun ki; Bizim, gonderilen kullarımız hakkında sozumuz gecmistir
إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ (172)
Onlar muhakkak yardım gorenlerdir
وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ (173)
Ve suphesiz ki Bizim askerlerimiz; onlar galiblerdir
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ (174)
Sen, bir sureye kadar onlardan yuz cevir
وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ (175)
Gozetleyiver onları, ilerde goreceklerdir
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ (176)
Yoksa azabımızı mı cabucak istiyorlar
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنذَرِينَ (177)
Fakat o, yurtlarına indiginde uyarılanların sabahı ne kotu olur
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ (178)
Sen, bir sureye kadar onlardan yuz cevir
وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ (179)
Gozetleyiver, ilerde goreceklerdir
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ (180)
Tenzih ederiz senin izzet sahibi Rabbını, onların nitelemekte olduklarından
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ (181)
Selam olsun peygamberlere
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (182)
Hamd olsun, alemlerin Rabbı Allah´a
❮ السورة السابقة السورة التـالية ❯

قراءة المزيد من سور القرآن الكريم :

1- الفاتحة2- البقرة3- آل عمران
4- النساء5- المائدة6- الأنعام
7- الأعراف8- الأنفال9- التوبة
10- يونس11- هود12- يوسف
13- الرعد14- إبراهيم15- الحجر
16- النحل17- الإسراء18- الكهف
19- مريم20- طه21- الأنبياء
22- الحج23- المؤمنون24- النور
25- الفرقان26- الشعراء27- النمل
28- القصص29- العنكبوت30- الروم
31- لقمان32- السجدة33- الأحزاب
34- سبأ35- فاطر36- يس
37- الصافات38- ص39- الزمر
40- غافر41- فصلت42- الشورى
43- الزخرف44- الدخان45- الجاثية
46- الأحقاف47- محمد48- الفتح
49- الحجرات50- ق51- الذاريات
52- الطور53- النجم54- القمر
55- الرحمن56- الواقعة57- الحديد
58- المجادلة59- الحشر60- الممتحنة
61- الصف62- الجمعة63- المنافقون
64- التغابن65- الطلاق66- التحريم
67- الملك68- القلم69- الحاقة
70- المعارج71- نوح72- الجن
73- المزمل74- المدثر75- القيامة
76- الإنسان77- المرسلات78- النبأ
79- النازعات80- عبس81- التكوير
82- الإنفطار83- المطففين84- الانشقاق
85- البروج86- الطارق87- الأعلى
88- الغاشية89- الفجر90- البلد
91- الشمس92- الليل93- الضحى
94- الشرح95- التين96- العلق
97- القدر98- البينة99- الزلزلة
100- العاديات101- القارعة102- التكاثر
103- العصر104- الهمزة105- الفيل
106- قريش107- الماعون108- الكوثر
109- الكافرون110- النصر111- المسد
112- الإخلاص113- الفلق114- الناس