وَالصَّافَّاتِ صَفًّا (1) Andolsun; saf baglayıp duranlara |
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا (2) Haykırıp surenlere |
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا (3) Zikir okumakta olanlara |
إِنَّ إِلَٰهَكُمْ لَوَاحِدٌ (4) Ki, sizin ilahınız muhakkak ki bir tektir |
رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ (5) Goklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbıdır. Ve dogruların da Rabbıdır |
إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ (6) Dogrusu Biz; dunya gogunu bir susle, yıldızlarla susledik |
وَحِفْظًا مِّن كُلِّ شَيْطَانٍ مَّارِدٍ (7) Ve onu inatcı her seytandan koruduk |
لَّا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَىٰ وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ (8) Onlar Mele-i Ala´yı dinleyemezler ve her yonden surulerek atılırlar |
دُحُورًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ (9) Kovularak. Ve onlar icin surekli bir azab vardır |
إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ (10) Ancak calıp cırpan olursa; onu da hemen delip gecen yakıcı bir alev takib eder |
فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَم مَّنْ خَلَقْنَا ۚ إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ (11) Onlara sor; yaratıs bakımından kendileri mi daha zordur, yoksa bizim yaratmıs olduklarımız mı? Dogrusu Biz; onları cıvık bir camurdan yarattık |
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ (12) Hayır, sen; sasırıp kaldın, onlarsa alay edip duruyorlar |
وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ (13) Kendilerine ogut verildiginde ise ogut dinlemezler |
وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ (14) Bir ayet gorduklerinde, onu eglenceye alırlar |
وَقَالُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ (15) Ve derler ki: Bu, ancak apacık bir buyudur |
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ (16) Oldugumuzde, toprak ve kemik oldugumuzda mı, biz mi, diriltilecegiz |
أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ (17) Veya onceki babalarımız mı |
قُلْ نَعَمْ وَأَنتُمْ دَاخِرُونَ (18) De ki: Evet, hem de hor ve hakir olarak |
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنظُرُونَ (19) O, sadece bir tek cıglıktır ki onların birden bire gozleri acılıverecektir |
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هَٰذَا يَوْمُ الدِّينِ (20) Ve dediler ki: Vay bize, bu; din gunudur |
هَٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ (21) Bu, ayırdetme gunudur ki siz, onu yalanlamıstınız |
۞ احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ (22) Zulmetmis olanları ve onların eslerini toplayın. Onların taptıklarını da |
مِن دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْجَحِيمِ (23) Allah´tan baska. Ve onları cehennem yoluna goturun |
وَقِفُوهُمْ ۖ إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ (24) Durdurun onları. Cunku onlar sorumludurlar |
مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ (25) Size ne oldu ki birbirinizle yardımlasmıyorsunuz |
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ (26) Hayır; onlar bugun, teslim olmuslardır |
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ (27) Bir kısmı bir kısmına donerek sorustururlar |
قَالُوا إِنَّكُمْ كُنتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ (28) Ve derler ki: Dogrusu siz, bize sagdan gelirdiniz |
قَالُوا بَل لَّمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ (29) Onlar da derler ki: Hayır, siz zaten iman edenler olmamıstınız |
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ ۖ بَلْ كُنتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ (30) Bizim, sizin ustunuzde bir hakimiyetimiz de yoktu. Aksine siz, azgınlar toplulugu oldunuz |
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا ۖ إِنَّا لَذَائِقُونَ (31) Bunu icin Rabbımızın sozu, uzerimize hak oldu. Dogrusu biz, tadacak olanlarız |
فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ (32) Sizi azdırdık; cunku biz de azgınlardan olmustuk |
فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ (33) Artık o gun onlar, muhakkak ki azabda ortaktırlar |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ (34) Biz, suclulara muhakkak boyle yaparız |
إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ (35) Cunku onlara; Allah´tan baska ilah yoktur, denildiginde, buyukluk taslarlardı |
وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُو آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَّجْنُونٍ (36) Ve derlerdi ki: Deli bir sair icin mi ilahlarımızı terkedecegiz |
بَلْ جَاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ (37) Hayır, O; hakkı getirmis ve peygamberleri tasdik etmisti |
إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ (38) Elbette siz, elim azabı tadacaksınız |
وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ (39) Ve yapmıs oldugunuzdan baskasıyla cezalandırılmayacaksınız |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (40) Ancak Allah´ın ihlasa erdirilmis kulları mustesna |
أُولَٰئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَّعْلُومٌ (41) Iste onlar icin, ma´lum bir rızık vardır |
فَوَاكِهُ ۖ وَهُم مُّكْرَمُونَ (42) Ve meyveler. Onlar, ikram edilenlerdir |
فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ (43) Naim cennetlerinde |
عَلَىٰ سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ (44) Karsılıklı tahtlar uzerinde |
يُطَافُ عَلَيْهِم بِكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ (45) Kendilerine kaynaktan doldurulmus kadehler sunulur |
بَيْضَاءَ لَذَّةٍ لِّلشَّارِبِينَ (46) Ki bembeyazdır, icenlere zevk verir |
لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنزَفُونَ (47) Basagrısı yoktur onda ve sarhos da etmez |
وَعِندَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ (48) Yanlarında el degmemis ve bakıslarını yalnız eslerine cevirmis iri gozluler vardır |
كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَّكْنُونٌ (49) Sanki onlar, saklı bir yumurta gibidirler |
فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ (50) Bir kısmı bir kısmına donerek sorustururlar |
قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ (51) Iclerinden bir sozcu der ki: Benim bir dostum vardı |
يَقُولُ أَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّقِينَ (52) Derdi ki: Sen de mi tasdik edenlerdensin |
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَدِينُونَ (53) Oldugumuz, toprak ve bir yıgın kemik oldugumuz zaman mı, biz mi ceza gorecegiz |
قَالَ هَلْ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ (54) Siz, onu bilir misiniz? dedi |
فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ (55) Bir bakar ve onu cehennemin ortasında gormustur |
قَالَ تَاللَّهِ إِن كِدتَّ لَتُرْدِينِ (56) Dedi ki: Allah´a andolsun ki; az kaldı beni de mahvedecektin |
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ (57) Rabbımın lutfu olmasaydı, ben de oraya goturulenlerden olacaktım |
أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ (58) Biz, bir daha olmeyecegiz degil mi |
إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ (59) Ancak ilk olumumuz mustesna, ve azablandırılmayacagız da |
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ (60) Iste bu, suphesiz buyuk kurtulustur |
لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ (61) Calısanlar bunun gibisi icin calıssınlar |
أَذَٰلِكَ خَيْرٌ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ (62) Konak yeri olarak bu mu hayırlıdır, yoksa zakkum agacı mı |
إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِّلظَّالِمِينَ (63) Dogrusu Biz, onu; zalimler icin bir fitne yaptık |
إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ (64) O, cehennemin dibinde cıkan bir agactır |
طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُءُوسُ الشَّيَاطِينِ (65) Tomurcukları seytanların basları gibidir |
فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ (66) Onlar muhakkak ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklardır |
ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ (67) Sonra onlar icin, uzerine kaynar su katılmıs ickiler de vardır |
ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ (68) Sonra onların donusu muhakkak, yine cehennemedir |
إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءَهُمْ ضَالِّينَ (69) Dogrusu onlar, babalarını sapıklar olarak bulmuslardı |
فَهُمْ عَلَىٰ آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ (70) Yine de onların izlerinde kosturuluyorlardı |
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ (71) Andolsun ki; onlardan once gecenlerin cogu da sapıtmıstı |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِم مُّنذِرِينَ (72) Ve andolsun ki; onlara, uyarıcılar gondermistik |
فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ (73) Bir bak; uyarılanların akıbeti nice oldu |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (74) Ancak Allah´ın ihlasa erdirilmis kulları mustesna |
وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ (75) Andolsun ki; Nuh, Bize niyaz etmisti. Ne guzel icabet edenleriz Biz |
وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ (76) Onu ve ailesini buyuk sıkıntıdan kurtarmıstık |
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ (77) Ve onun soyunu sureklilerin kendisi kıldık |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ (78) Sonrakiler arasında ona da bıraktık |
سَلَامٌ عَلَىٰ نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ (79) Alemler icinde selam olsun Nuh´a |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (80) Biz, ihsan edenleri; iste boyle mukafatlandırırız |
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ (81) Dogrusu o; Bizim inanmıs kullarımızdandı |
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ (82) Sonra digerlerini suda bogduk |
۞ وَإِنَّ مِن شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ (83) Muhakkak ki Ibrahim de onun yolunda olanlardandı |
إِذْ جَاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ (84) Cunku Rabbına selim bir kalb ile gelmisti |
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ (85) Hani babasına ve kavmine demisti ki: Neye ibadet ediyorsunuz |
أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ (86) Yalancılık etmek icin mi, Allah´tan baska tanrılar mı istiyorsunuz |
فَمَا ظَنُّكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (87) Alemlerin Rabbı hakkındaki zannınız nedir |
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ (88) Derken yıldızlara bir goz atarak baktı |
فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ (89) Dogrusu ben, rahatsızım, dedi |
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ (90) Bunun uzerine arkalarını donup uzaklastılar |
فَرَاغَ إِلَىٰ آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ (91) O da, tanrılarına yonelip dedi ki: Yemiyor musunuz |
مَا لَكُمْ لَا تَنطِقُونَ (92) Ne o, konusmuyor musunuz |
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ (93) Nihayet uzerlerine yuruyup sagıyla vurdu |
فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ (94) Bunun uzerine kosarak ona geldiler |
قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ (95) Dedi ki: Yonttugunuz seylere mi tapıyorsunuz |
وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ (96) Halbuki sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıstır |
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ (97) Haydin; dediler, onun icin bir bina yapın da onu alevli atese atın |
فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ (98) Ona hile yapmak istediler. Biz de onları en asagılar kıldık |
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّي سَيَهْدِينِ (99) O, dedi ki: Dogrusu ben, Rabbıma gidiyorum. O beni hidayete erdirir |
رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ (100) Rabbım, bana salihlerden ihsan et |
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ (101) Biz de ona, hilim sahibi bir ogul mujdeledik |
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَىٰ فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَىٰ ۚ قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ ۖ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ (102) O, kendisinin yanısıra yurumeye baslayınca dedi ki: Ogulcugum; dogrusu ben, ruyada iken seni bogazladıgımı goruyorum. Bir bak, ne dersin? O da dedi ki: Babacıgım; sana emrolunanı yap. Insallah beni sabredenlerden bulursun |
فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ (103) Ikisi de teslim olunca, babası; oglunu alnı uzere yatırdı |
وَنَادَيْنَاهُ أَن يَا إِبْرَاهِيمُ (104) Biz, ona soyle seslendik: Ey Ibrahim |
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا ۚ إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (105) Sen ru´yayı gerceklestirdin. Elbette Biz, ihsan edenleri boylece mukafatlandırırız |
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْبَلَاءُ الْمُبِينُ (106) Muhakkak ki bu, apacık bir imtihandı |
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ (107) Ve ona fidye olarak buyuk bir kurbanlık verdik |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ (108) Sonrakiler arasında ona da bıraktık |
سَلَامٌ عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ (109) Selam olsun Ibrahim´e |
كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (110) Biz, ihsan edenleri iste boyle mukafatlandırırız |
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ (111) Muhakkak ki o, mu´min kullarımızdandı |
وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَاقَ نَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ (112) Ona salihlerden bir peygamber olmak uzere Ishak´ı mujdeledik |
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَىٰ إِسْحَاقَ ۚ وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ مُبِينٌ (113) Onu da, Ishak´ı da mubarek kıldık. O ikisinin soyundan ihsan eden de vardır, kendisine acıkca zulmeden de |
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ (114) Andolsun ki; Musa ve Harun´a da lutuf da bulunmustuk |
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ (115) O ikisini de, kavimlerini de buyuk bir sıkıntıdan kurtarmıstık |
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ (116) Onlara yardım etmistik de galibler onlar oldu |
وَآتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَبِينَ (117) Her ikisine de apacık anlasılan kitab vermistik |
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ (118) Ve onları dogru yola hidayet etmistik |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ (119) Sonrakiler arasında; ikisini de bıraktık |
سَلَامٌ عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ (120) Musa ve Harun´a selam olsun |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (121) Muhakkak ki Biz, ihsan edenleri boyle mukafatlandırırız |
إِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ (122) Dogrusu o ikisi de, mu´min kullarımızdandı |
وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ (123) Muhakkak ki Ilyas da peygamberlerdendi |
إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَلَا تَتَّقُونَ (124) Hani kavmine demisti ki: Siz, hic korkmaz mısınız |
أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ (125) Yaratıcıların en guzelini bırakıp da Ba´l´e mi taparsınız |
اللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ (126) Sizin de Rabbınız, onceki babalarınızın da Rabbı olan Allah´ı |
فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ (127) Fakat bunlar, onu yalanlamıslardı. Muhakkak ki onlar da cehenneme goturuleceklerdir |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (128) Yalnız Allah´ın ihlasa erdirilmis kulları mustesna |
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ (129) Sonrakiler arasında ona da bıraktık |
سَلَامٌ عَلَىٰ إِلْ يَاسِينَ (130) Selam olsun Ilyas´a |
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (131) Iste Biz, ihsan edenleri boyle mukafatlandırırız |
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ (132) Muhakkak ki o, mu´min kullarımızdandı |
وَإِنَّ لُوطًا لَّمِنَ الْمُرْسَلِينَ (133) Muhakkak ki Lut da peygamberlerdendi |
إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ (134) Hani Biz, onu ve ailesini topluca kurtarmıstık |
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ (135) Geridekiler arasında kalan bir kocakarı mustesna |
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ (136) Sonra digerlerini yerle bir etmistik |
وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِم مُّصْبِحِينَ (137) Dogrusu siz, sabahleyin onlara ugrar uzerlerinden gecersiniz |
وَبِاللَّيْلِ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (138) Geceleyin de. Hala akletmez misiniz |
وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ (139) Muhakkak ki Yunus da peygamberlerdendi |
إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ (140) Hani o, dolu bir gemiye kacmıstı |
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَضِينَ (141) Kur´a cekmisti de yenilenlerden olmustu |
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ (142) Yenilgiye ugramısken, bir balık yutmustu onu |
فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ (143) Eger o, tesbih edenlerden olmasaydı |
لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ (144) Tekrar diriltilecekleri gune kadar onun karnında kalacaktı |
۞ فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ (145) Rahatsız bir halde iken Biz, onu acıklık bir yere attık |
وَأَنبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِّن يَقْطِينٍ (146) Ve onun icin genis yapraklı bir bitki yetistirdik |
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ (147) Onu yuz bin veya daha fazlasına elci gonderdik |
فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ (148) Nihayet ona inandılar, Biz de onları bir sureye kadar gecindirdik |
فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ (149) Simdi sen, onlara sor, kızlar senin Rabbının da, oglanlar onların mı |
أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ (150) Yoksa, Biz, melekleri disi olarak yarattık da onlar buna sahid miydiler |
أَلَا إِنَّهُم مِّنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ (151) Iyi bilin ki; gercekten onlar, iftiralarından oturu soyle diyorlar |
وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (152) Allah dogurdu. Hic suphesiz onlar yalancılardır |
أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ (153) Kızları, ogullara tercih mi etmis |
مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ (154) Ne oluyor size, nasıl hukmediyorsunuz |
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (155) Hic dusunmuyor musunuz |
أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُّبِينٌ (156) Yoksa sizin apacık bir deliliniz mi var |
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (157) Eger sadıklardan iseniz kitabınızı getirin |
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا ۚ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ (158) O´nunla cinnler arasında bir neseb bagı uydurdular. Andolsun ki; cinnler de, onların goturuleceklerini bilmektedirler |
سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ (159) Allah, onların nitelendirdiklerinden munezzehtir |
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (160) Allah´ın ihlasa erdirilmis kulları mustesna |
فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ (161) Muhakkak ki sizler ve taptıklarınız |
مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ (162) O´na karsı hic fitneleyebilecek degilsiniz |
إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ (163) Tabii cehenneme girecek olan mustesna |
وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ (164) Bizim her birimizin belirli bir makamı vardır |
وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ (165) Ve muhakkak ki biz; saf baglayıp duranlarız |
وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ (166) Ve muhakkak ki biz; tesbih edenleriz |
وَإِن كَانُوا لَيَقُولُونَ (167) Onlar her ne kadar soyle diyor idiyseler de |
لَوْ أَنَّ عِندَنَا ذِكْرًا مِّنَ الْأَوَّلِينَ (168) Oncekilerde oldugu gibi bizde de bir zikir bulunsaydı |
لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (169) Biz de elbet Allah´ın ihlasa erdirilmis kulları olurduk |
فَكَفَرُوا بِهِ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (170) Sonunda O´na kufrettiler, ama ilerde bileceklerdir |
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ (171) Andolsun ki; Bizim, gonderilen kullarımız hakkında sozumuz gecmistir |
إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ (172) Onlar muhakkak yardım gorenlerdir |
وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ (173) Ve suphesiz ki Bizim askerlerimiz; onlar galiblerdir |
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ (174) Sen, bir sureye kadar onlardan yuz cevir |
وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ (175) Gozetleyiver onları, ilerde goreceklerdir |
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ (176) Yoksa azabımızı mı cabucak istiyorlar |
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنذَرِينَ (177) Fakat o, yurtlarına indiginde uyarılanların sabahı ne kotu olur |
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ (178) Sen, bir sureye kadar onlardan yuz cevir |
وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ (179) Gozetleyiver, ilerde goreceklerdir |
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ (180) Tenzih ederiz senin izzet sahibi Rabbını, onların nitelemekte olduklarından |
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ (181) Selam olsun peygamberlere |
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (182) Hamd olsun, alemlerin Rabbı Allah´a |