الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَىٰ عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجًا ۜ (1) Hamd, O Allah´a ki; kuluna dosdogru kitabı indirdi ve onda hic bir egrilik koymadı |
قَيِّمًا لِّيُنذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِّن لَّدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا حَسَنًا (2) Kendi katından siddetli bir baskını haber vermek ve salih amel isleyen mu´minlere guzel bir mukafat oldugunu mujdelemek icin |
مَّاكِثِينَ فِيهِ أَبَدًا (3) Orada temelli kalacaklardır |
وَيُنذِرَ الَّذِينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا (4) Ve: Allah cocuk edindi, diyenleri uyarman icin |
مَّا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِآبَائِهِمْ ۚ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ ۚ إِن يَقُولُونَ إِلَّا كَذِبًا (5) Ne onların, ne de babalarının buna dair bilgileri vardır. O, agızlarından cıkan ne buyuk bir sozdur. Onlar yalnız ve yalnız yalan soylerler |
فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ عَلَىٰ آثَارِهِمْ إِن لَّمْ يُؤْمِنُوا بِهَٰذَا الْحَدِيثِ أَسَفًا (6) Demek ki bu soze inanmayanların ardından uzulerek neredeyse kendini mahvedeceksin |
إِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْأَرْضِ زِينَةً لَّهَا لِنَبْلُوَهُمْ أَيُّهُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا (7) Insanlardan hangisinin daha guzel amel isledigini deneyelim diye, yeryuzunde olan seylere bir sus verdik |
وَإِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا (8) Suphesiz ki Biz, yeryuzunde olanları kupkuru bir toprak haline getirebiliriz |
أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا (9) Yoksa; sen, magara ve kitabe ehlini sasılacak ayetlerimizden mi sandın |
إِذْ أَوَى الْفِتْيَةُ إِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا آتِنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَدًا (10) Hani o yigitler; magaraya sıgınmıslardı da: Rabbımız; bize katından rahmet ver, islerimizde basarılı kıl, demislerdi |
فَضَرَبْنَا عَلَىٰ آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا (11) Bunun uzerine yıllarca magarada onların kulaklarına perde vurduk |
ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ أَيُّ الْحِزْبَيْنِ أَحْصَىٰ لِمَا لَبِثُوا أَمَدًا (12) Sonra iki taraftan hangisinin bekledikleri sonucu daha iyi hesaplamıs oldugunu belirtmek icin onları uyandırdık |
نَّحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَأَهُم بِالْحَقِّ ۚ إِنَّهُمْ فِتْيَةٌ آمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًى (13) Sana; onların kıssalarını gercek olarak anlatalım: Dogrusu onlar; Rabblarına inanmıs, genc yigitlerdi. Biz de onların hidayetini artırmıstık |
وَرَبَطْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ إِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَن نَّدْعُوَ مِن دُونِهِ إِلَٰهًا ۖ لَّقَدْ قُلْنَا إِذًا شَطَطًا (14) Kalkıp da; Bizim Rabbımız goklerin ve yerin Rabbıdır; biz O´ndan baskasına tanrı demeyiz, yoksa andolsun ki; batıl soz soylemis oluruz, dedikleri zaman kalblerini pekistirmistik |
هَٰؤُلَاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً ۖ لَّوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِم بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍ ۖ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا (15) Su bizim kavmimiz, Allah´ı bırakıp O´ndan baska tanrılar edindiler. Onların gercek olduguna apacık delil getirmeleri gerekmez mi? Allah´a karsı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir |
وَإِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ إِلَّا اللَّهَ فَأْوُوا إِلَى الْكَهْفِ يَنشُرْ لَكُمْ رَبُّكُم مِّن رَّحْمَتِهِ وَيُهَيِّئْ لَكُم مِّنْ أَمْرِكُم مِّرْفَقًا (16) Onlara: Madem siz, onlardan ve Allah´tan baska tapmakta olduklarınızdan ayrıldınız; o halde magaraya cekilin ki Rabbınız; size, rahmetinden genislik versin, isinizde kolaylık gostersin, denildi |
۞ وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَت تَّزَاوَرُ عَن كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَت تَّقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِّنْهُ ۚ ذَٰلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ ۗ مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ ۖ وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُّرْشِدًا (17) Gunesin dogdugu zaman; magaralarının sag tarafına yoneldigini, battıgı zaman da; sol tarafa gittigini gorursun. Kendileri de magaranın ic tarafında idiler. Bu, Allah´ın ayetlerindendir. Allah, kimi hidayete erdirirse; o, dogru yola ermistir, kimi de sasıracak olursa; artık onun icin yol gosterici bir dost bulamazsın |
وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ ۚ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ ۖ وَكَلْبُهُم بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ ۚ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا (18) Onlar uykuda iken; sen, onları uyanık sanırdın. Biz, onları saga ve sola donduruyorduk. Kopekleri de dirseklerini esige uzatmıstı. Onları gorsen; icin korkuyla dolar, geri donup kacardın |
وَكَذَٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءَلُوا بَيْنَهُمْ ۚ قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ ۖ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ ۚ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُم بِوَرِقِكُمْ هَٰذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنظُرْ أَيُّهَا أَزْكَىٰ طَعَامًا فَلْيَأْتِكُم بِرِزْقٍ مِّنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا (19) Boylece, birbirine sorsunlar diye onları uyandırdık. Iclerinden biri; ne kadar kaldınız? dedi. Bir gun veya daha az bir muddet kaldık, dediler. Ne kadar kaldıgınızı Rabbınız daha iyi bilendir. Simdi siz, birinizi paranızla sehre gonderin de yiyeceklere baksın, hangisi daha temiz ise ondan size getirsin. Orada nazik davransın da sakın sizi kimseye duyurmasın, dediler |
إِنَّهُمْ إِن يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ أَوْ يُعِيدُوكُمْ فِي مِلَّتِهِمْ وَلَن تُفْلِحُوا إِذًا أَبَدًا (20) Cunku sizden haberleri olacak olursa; sizi, ya tasla oldururler veya dinlerine dondururler. Bu takdirde ise asla kurtulamazsınız |
وَكَذَٰلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَا إِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ ۖ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِم بُنْيَانًا ۖ رَّبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ ۚ قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَىٰ أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِم مَّسْجِدًا (21) Boylece, insanların onları bulmalarını sagladık ki Allah´ın sozunun gercek oldugunu ve kıyametin kopmasından suphe edilmeyecegini bilsinler. Nitekim bunlar hakkında cekisip duruyorlar: Onların magaralarının onune bir bina kurun, diyorlardı. Halbuki Rabbları onları cok daha iyi bilendir. Onların yerlerine galib gelenler ise: Onların magaralarının onune mutlaka bir mescid yapacagız, dediler |
سَيَقُولُونَ ثَلَاثَةٌ رَّابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِ ۖ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ ۚ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِم مَّا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ ۗ فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَاءً ظَاهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِم مِّنْهُمْ أَحَدًا (22) Karanlıga tas atar gibi; uctur, dorduncusu kopekleridir, diyeceklerdir. Veya bestir, altıncıları kopekleridir, derler. Yahut: Yedidir, sekizincileri kopekleridir, derler. Onların sayısını en iyi bilen Rabbımdır, de. Onları pek az kimseden baskası bilmez. Bu yuzden onlar hakkında bu kısa anlatılanların dısında kimseyle tartısma ve onlar hakkında kimseden bir sey sorma |
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَٰلِكَ غَدًا (23) Bir sey hakkında; ben bunu yarın mutlaka yapacagım, deme |
إِلَّا أَن يَشَاءَ اللَّهُ ۚ وَاذْكُر رَّبَّكَ إِذَا نَسِيتَ وَقُلْ عَسَىٰ أَن يَهْدِيَنِ رَبِّي لِأَقْرَبَ مِنْ هَٰذَا رَشَدًا (24) Meger ki Allah dilemis ola. Unuttugun zaman da Rabbını an ve soyle de: Umulur ki Rabbım; beni dogruya daha yakın olana eristirir |
وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا (25) Onlar magaralarında ucyuz sene eglestiler. Buna dokuz daha kattılar |
قُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثُوا ۖ لَهُ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ أَبْصِرْ بِهِ وَأَسْمِعْ ۚ مَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا (26) Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir, de. Goklerin ve yerin bilinmezlikleri O´na aittir. O ne guzel gorendir. O ne guzel isitendir. Bunların O´ndan baska yardımcısı yoktur. O, hic kimseyi hukmune ortak yapmaz |
وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن كِتَابِ رَبِّكَ ۖ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ وَلَن تَجِدَ مِن دُونِهِ مُلْتَحَدًا (27) Rabbının kitabından sana vahyolunanı oku. O´nun sozlerini degistirebilecek yoktur. O´ndan baska bir sıgınak da bulamazsın |
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ ۖ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا (28) Sabah aksam Rabblarının rızasını dileyerek O´na yalvaranlarla beraber, sen de sabret. Dunya hayatının guzelliklerini isteyerek gozlerini onlardan ayırma. Bizi anmasını unutturdugumuz, heva ve hevesine uymus, haddi asmıs kimselere itaat etme |
وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ ۖ فَمَن شَاءَ فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاءَ فَلْيَكْفُرْ ۚ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا ۚ وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ ۚ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا (29) De ki: Gercek, Rabbınızdandır. Isteyen inansın, isteyen inkar etsin. Suphesiz ki zalimler icin, duvarları kendilerini cepecevre kusatmıs bir ates hazırlamısızdır. Onlar feryad edip yardım dilediklerinde, erimis maden gibi yuzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. O, ne kotu icecek ve ne kotu duraktır |
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ مَنْ أَحْسَنَ عَمَلًا (30) Muhakkak ki iman edip, salih amel isleyenlere gelince; muhakkak ki Biz; iyi hareket edenlerin ecrini zayi etmeyiz |
أُولَٰئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِّن سُندُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُّتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ ۚ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا (31) Iste onlara; altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bilezikler takınırlar, ince ve kalın ipekliden yesil elbiseler giyerek tahtları uzerine otururlar. O ne guzel mukafat ve ne guzel duraktır |
۞ وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلًا رَّجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِأَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ أَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعًا (32) Onlara iki adamı ornek ver ki; birisine iki uzum bagı verip cevresini hurmalıklarla cevirmis ve aralarında ekinler bitirmistik |
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِم مِّنْهُ شَيْئًا ۚ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَرًا (33) Her iki bahce de urunlerini vermisler ve hic bir seyi eksik bırakmamıslardı. Ikisinin arasından bir de ırmak akıtmıstık |
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَنَا أَكْثَرُ مِنكَ مَالًا وَأَعَزُّ نَفَرًا (34) Baskaca onun meyvesi de vardı. Bu yuzden arkadasıyla konusurken: Ben, malca senden daha zengin, nufuzca da senden ustunum, derdi |
وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ قَالَ مَا أَظُنُّ أَن تَبِيدَ هَٰذِهِ أَبَدًا (35) O, nefsine boylece zulmederek bahcesine girerken dedi ki: Bu bahcenin batacagını hic sanmam |
وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِن رُّدِدتُّ إِلَىٰ رَبِّي لَأَجِدَنَّ خَيْرًا مِّنْهَا مُنقَلَبًا (36) Kıyametin kopacagını da tahmin etmiyorum. Eger Rabbıma dondurulursem, andolsun ki; bundan daha iyisini bulurum |
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا (37) Arkadası ona cevap vererek dedi ki: Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratıp sonunda da seni insan kılıgına koyanı mı inkar ediyorsun |
لَّٰكِنَّا هُوَ اللَّهُ رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِرَبِّي أَحَدًا (38) Iste O; benim Rabbım olan Allah´tır ve ben, kimseyi Rabbıma ortak kosmam |
وَلَوْلَا إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاءَ اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ ۚ إِن تَرَنِ أَنَا أَقَلَّ مِنكَ مَالًا وَوَلَدًا (39) Bahcene girdigin zaman her ne kadar mal ve nufuz bakımından beni kendinden daha az buluyorsan da; masaallah, Allah´tan baska kuvvet yoktur, demen lazım degil miydi |
فَعَسَىٰ رَبِّي أَن يُؤْتِيَنِ خَيْرًا مِّن جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِّنَ السَّمَاءِ فَتُصْبِحَ صَعِيدًا زَلَقًا (40) Rabbım bana senin bahcenden daha iyisini verebilir ve seninkinin uzerine gokten bir felaket gonderir de kaypak bir toprak haline getirebilir |
أَوْ يُصْبِحَ مَاؤُهَا غَوْرًا فَلَن تَسْتَطِيعَ لَهُ طَلَبًا (41) Yahut suyu cekilir de bir daha bulamazsın |
وَأُحِيطَ بِثَمَرِهِ فَأَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلَىٰ مَا أَنفَقَ فِيهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُشْرِكْ بِرَبِّي أَحَدًا (42) Nitekim urunleri yok edildi. Sarfettigi emege ici yanarak avuclarını ogusturuyordu. Cardakları hep yere dusmustu. Ve diyordu ki: Ne olaydım, Rabbıma hic kimseyi ortak kosmasaydım |
وَلَمْ تَكُن لَّهُ فِئَةٌ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مُنتَصِرًا (43) Allah´tan baska ona yardım edecek adamları da yoktu. Yardım edilen de olmadı |
هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلَّهِ الْحَقِّ ۚ هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا (44) Iste burada velayet, yalnız hak olan Allah´ındır. Mukafatlandırma bakımından da hayırlı olan, neticelendirme bakımından da hayırlı olan O´dur |
وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاءٍ أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ فَأَصْبَحَ هَشِيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ ۗ وَكَانَ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ مُّقْتَدِرًا (45) Dunya hayatının misalini de anlat onlara. Gokten indirdigimiz su gibidir. Ki bununla yeryuzunde yetisen bitkiler birbirine karısır. Ama sonunda da ruzgarın savuracagı corcope doner. Allah; her seyin ustunde bir kudret sahibidir |
الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا (46) Mal ve ogullar dunya hayatının zinetidir. Ama baki kalacak salih ameller, sevab olarak da, amel olarak da Rabbının katında daha hayırlıdır |
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا (47) Bir gun dagları yuruturuz de; sen, yeri dumduz gorursun. Hic birini bırakmaksızın toplarız onları |
وَعُرِضُوا عَلَىٰ رَبِّكَ صَفًّا لَّقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ ۚ بَلْ زَعَمْتُمْ أَلَّن نَّجْعَلَ لَكُم مَّوْعِدًا (48) Saflar halinde Rabbına sunulduklarında onlara: Andolsun ki; sizi ilk kez yarattıgımız gibi Bize geldiniz. Sizi toplamak icin bir soz vermedigimizi iddia etmistiniz degil mi |
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هَٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا ۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا ۗ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا (49) Kitab konuldugunda sucluların onda yazılı olandan korktuklarını gorursun Vah bize, eyvah bize, bu kitab nasıl olmus da kucuk buyuk bir sey bırakmaksızın hepsini saymıs, derler. Cunku butun islediklerini hazır bulurlar. Ve Rabbın, kimseye asla zulmetmez |
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ ۗ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ ۚ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا (50) Hani meleklere; Adem´e secde edin, demistik de Iblis´ten baska hepsi secde etmisti. O ise, cinnlerden oldugu icin Rabbının emrinden dısarı cıkmıstı. Simdi siz, beni bırakıp da size dusman olan, onu ve soyunu mu dost ediniyorsunuz? Zalimler icin ne kotu bedeldir bu |
۞ مَّا أَشْهَدتُّهُمْ خَلْقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَا خَلْقَ أَنفُسِهِمْ وَمَا كُنتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلِّينَ عَضُدًا (51) Oysa Ben onları; ne goklerin ve yerin yaratılmasında, ne de kendilerinin yaratılmasında sahid tuttum. Sapıkları da hic bir zaman yardımcı edinmis degilim |
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَائِيَ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُم مَّوْبِقًا (52) Bana ortak kabul ettiklerinize seslenin, dedigi gun; onları cagırırlar ama hic birisi cevab vermez. Aralarına bir ucurum koyarız |
وَرَأَى الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّوا أَنَّهُم مُّوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا (53) Suclular atesi gorunce; ona duseceklerini anlarlar, ama ondan kacacak yer bulamazlar |
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَٰذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ ۚ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا (54) Andolsun ki; Biz, bu Kur´an´da insanlara turlu turlu misal gosterip acıkladık. Insanın en cok yaptıgı is ise, tartısmadır |
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَىٰ وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا (55) Insanlara hidayet geldiginde; onları inanmaktan ve Rabblarından magfiret dilemekten alıkoyan; oncekilerin basına gelenlerin kendilerine de gelmesini veya goz gore gore azaba ugramayı beklemeleridir |
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ ۚ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ ۖ وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنذِرُوا هُزُوًا (56) Biz, peygamberleri; sadece mujdeci ve uyarıcılar olarak gondeririz. Kufredenler ise hakkı batılla ortadan kaldırmak icin mucadele ederler. Ayetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarıları alaya alırlar |
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ ۚ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا ۖ وَإِن تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَىٰ فَلَن يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا (57) Kendisine Rabbının ayetleri anlatılıp da, onlardan yuz ceviren ve onceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim kim vardır? Biz, onların kalblerinin ustune; onu iyice anlamalarına engel olan ortuler, kulaklarına da agırlık koyduk. Sen, onları hidayete cagırsan da; onlar asla hidayete gelmezler |
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ ۖ لَوْ يُؤَاخِذُهُم بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ ۚ بَل لَّهُم مَّوْعِدٌ لَّن يَجِدُوا مِن دُونِهِ مَوْئِلًا (58) Bununla beraber Rabbın Gafur´dur, merhamet sahibidir. Eger onları, yaptıklarından dolayı hemen yakalasaydı; elbette cabucak azaba ugratırdı. Fakat onların bir vadesi vardır ve ondan kacıp sıgınacak yer bulamazlar |
وَتِلْكَ الْقُرَىٰ أَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِم مَّوْعِدًا (59) Iste zulmettiklerinden dolayı helak ettigimiz kasabalar. Onları yok etmek icin, bir sure tayin etmistik |
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِفَتَاهُ لَا أَبْرَحُ حَتَّىٰ أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا (60) Hani Musa delikanlısına demisti ki: Ben iki denizin birlestigi yere ulasmaya, yahut yıllarca yurumeye kararlıyım |
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا (61) Ikisi, iki denizin birlestigi yere gelince; balıklarını unuttular. O, bir delikten kayıp denizi boyladı |
فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءَنَا لَقَدْ لَقِينَا مِن سَفَرِنَا هَٰذَا نَصَبًا (62) Oradan uzaklastıkları vakit Musa delikanlısına; azıgımızı cıkar, bu yolculugumuzdan andolsun ki yorgun dustuk, dedi |
قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ ۚ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا (63) Bak sen, kayalıga vardıgımızda balıgı unutmusum. Seytandan baskası unutturmadı onu bana. Sasılacak sekilde o, denizi boylayıvermis, dedi |
قَالَ ذَٰلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ ۚ فَارْتَدَّا عَلَىٰ آثَارِهِمَا قَصَصًا (64) Musa; zaten istedigimiz buydu, dedi. Hemen izlerinin ustunden gerisin geri donduler |
فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِّنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا (65) Derken kullarımızdan bir kul buldular ki Biz, ona; katımızdan bir rahmet vermis ve kendisine nezdimizden bir ilim ogretmistik |
قَالَ لَهُ مُوسَىٰ هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَىٰ أَن تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا (66) Musa ona: Sana ogretilen ilimden bana ogretmen icin, pesinden geleyim mi? dedi |
قَالَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا (67) O da dedi ki: Dogrusu sen, benim yaptıklarıma asla dayanamazsın |
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَىٰ مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا (68) Kavrayamayacagın bir bilgiye nasıl dayanırsın |
قَالَ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا (69) O da: Insallah sabrettigimi goreceksin, sana hic bir iste karsı gelmeyecegim, dedi |
قَالَ فَإِنِ اتَّبَعْتَنِي فَلَا تَسْأَلْنِي عَن شَيْءٍ حَتَّىٰ أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا (70) O halde bana uyacaksan; ben sana anlatmadıkca herhangi bir sey hakkında soru sormayacaksın, dedi |
فَانطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا رَكِبَا فِي السَّفِينَةِ خَرَقَهَا ۖ قَالَ أَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ أَهْلَهَا لَقَدْ جِئْتَ شَيْئًا إِمْرًا (71) Bunun uzerine kalkıp gittiler. Nihayet bir gemiye bindiklerinde; o, bu gemiyi deliverdi. Musa: Gemiyi icindekileri bogmak icin mi deldin? Dogrusu sasılacak bir sey yaptın, dedi |
قَالَ أَلَمْ أَقُلْ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا (72) Ben, sana; yaptıgım seylere dayanamazsın, demedim mi? dedi |
قَالَ لَا تُؤَاخِذْنِي بِمَا نَسِيتُ وَلَا تُرْهِقْنِي مِنْ أَمْرِي عُسْرًا (73) Unuttugum seyden dolayı bana cıkısma, gucumun yetmedigi seyden beni sorumlu tutma, dedi |
فَانطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُ قَالَ أَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍ لَّقَدْ جِئْتَ شَيْئًا نُّكْرًا (74) Yine gittiler, nihayet bir erkek cocuga rastladılar. O, hemen bunu oldurdu. Cana karsılık olmaksızın masum bir kimseye mi kıydın? Dogrusu, cok kotu bir sey yaptın, dedi |
۞ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا (75) O: Ben, sana; yaptıgım islere dayanamazsın, demedim mi? dedi |
قَالَ إِن سَأَلْتُكَ عَن شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْنِي ۖ قَدْ بَلَغْتَ مِن لَّدُنِّي عُذْرًا (76) Eger bundan sonra sana bir sey sorarsam; benimle arkadaslık etme. O zaman benim tarafımdan mazur sayılırsın, dedi |
فَانطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا فَأَبَوْا أَن يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَن يَنقَضَّ فَأَقَامَهُ ۖ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ أَجْرًا (77) Yine gittiler ve nihayet vardıkları kasaba halkından yiyecek istediler. Kasaba halkı bu ikisini misafir etmek istemedi. Ikisi sehrin icinde yıkılmaya yuz tutan bir duvar gorduler. O, bunu dogrultuverdi. Musa: Dileseydin; buna karsı bir ucret alabilirdin, dedi |
قَالَ هَٰذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ ۚ سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ تَسْتَطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا (78) O dedi ki: Iste bu; seninle benim ayrılısımızdır. Dayanamadıgın islerin icyuzunu sana anlatacagım |
أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدتُّ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءَهُم مَّلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا (79) Gemi; denizde calısan yoksullara aitti. Onu kusurlu kılmak istedim. Zira arkalarında, her saglam gemiye zorla el koyan bir hukumdar vardı |
وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَن يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا (80) Oglana gelince; onun anası babası inanmıs kimselerdi. Cocugun onları azdırıp kufre suruklemesinden korkmustuk |
فَأَرَدْنَا أَن يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِّنْهُ زَكَاةً وَأَقْرَبَ رُحْمًا (81) Rabblarının o cocuktan daha temiz ve daha cok merhametli birini vermesini istedik |
وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنزٌ لَّهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَن يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنزَهُمَا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ ۚ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ۚ ذَٰلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا (82) Duvar ise; o sehirdeki iki yetim erkek cocuga aitti. Altında da onlara ait bir define vardı. Babaları iyi bir kimseydi. Rabbın; onların erginlik cagına ulasmasını ve Rabbından bir rahmet olarak deefinelerini cıkar malarını istedi. Ben, bunları kendiligimden yapmadım. Iste dayanamadıgın seylerin tevili budur |
وَيَسْأَلُونَكَ عَن ذِي الْقَرْنَيْنِ ۖ قُلْ سَأَتْلُو عَلَيْكُم مِّنْهُ ذِكْرًا (83) Sana Zulkarneyn´i sorarlar. Onu, size anlatacagım, de |
إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا (84) Dogrusu Biz; onu, yeryuzunde buyuk bir kudret sahibi kılmıstık ve ona her seyin yolunu ogretmistik |
فَأَتْبَعَ سَبَبًا (85) O da bir yol tuttu |
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِندَهَا قَوْمًا ۗ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَن تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَن تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا (86) En sonunda gunesin battıgı yere vardıgı zaman; onu kara bir suda batıyor buldu. Orada bir kavme rastladı. Zulkarneyn, onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin, dedik |
قَالَ أَمَّا مَن ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَىٰ رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُّكْرًا (87) Dedi ki: Kim zulmederse; ona, azab edecegiz. Sonra Rabbına dondurulur ve Rabbı; onu, gorulmemis bir azaba ugratır |
وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاءً الْحُسْنَىٰ ۖ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا (88) Fakat kim de, iman eder ve salih ameller islerse; ona, mukafat olarak guzel seyler vardır. Ona emrimizden kolayını da soyleyecegiz |
ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا (89) Sonra o, bir yol tuttu |
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلَىٰ قَوْمٍ لَّمْ نَجْعَل لَّهُم مِّن دُونِهَا سِتْرًا (90) Nihayet gunesin dogdugu yere ulastıgında; onun, gunese karsı hic bir siper yapmadıgımız bir kavmin uzerine dogdugunu gordu |
كَذَٰلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا (91) Iste bunun gibi, onun yaptıklarının hepsini bastan basa biliyorduk Biz |
ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا (92) Sonra da bir yol tuttu |
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِن دُونِهِمَا قَوْمًا لَّا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا (93) En sonunda iki dagın arasına varınca; orada hemen hemen hic bir soz anlamayan bir kavme rastladı |
قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلَىٰ أَن تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا (94) Dediler ki: Ey Zulkarneyn; Ye´cuc ve Me´cuc bu ulkede dogrusu bozgunculuk yapıyorlar. Bizim ve onların arasına bir sed yapman icin sana vergi verelim mi |
قَالَ مَا مَكَّنِّي فِيهِ رَبِّي خَيْرٌ فَأَعِينُونِي بِقُوَّةٍ أَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا (95) Dedi ki: Rabbımın bana verdikleri sizinkinden daha hayırlıdır. Bana gucunuzle yardım edin de, sizin ve onların arasına saglam bir duvar yapayım |
آتُونِي زُبَرَ الْحَدِيدِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا سَاوَىٰ بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انفُخُوا ۖ حَتَّىٰ إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا (96) Bana demir kutleleri getirin. Bunlar iki dagın arasını doldurunca; korukleyin, dedi. Nihayet o, bir ates haline gelince; bana erimis bakır getirin de uzerine dokeyim, dedi |
فَمَا اسْطَاعُوا أَن يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا (97) Onlar; artık onu, ne asabildiler, ne de delip gecebildiler |
قَالَ هَٰذَا رَحْمَةٌ مِّن رَّبِّي ۖ فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ رَبِّي جَعَلَهُ دَكَّاءَ ۖ وَكَانَ وَعْدُ رَبِّي حَقًّا (98) Dedi ki: Bu, Rabbımın bir rahmetidir. Rabbımın vaadi gelince onu yerle bir eder. Rabbımın verdigi soz, gercektir |
۞ وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ فِي بَعْضٍ ۖ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعًا (99) O gun; Biz, onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sur´a uflenince hepsini bir araya toplarız |
وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِّلْكَافِرِينَ عَرْضًا (100) O gun; kafirlere cehennemi oyle bir gosteririz ki |
الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاءٍ عَن ذِكْرِي وَكَانُوا لَا يَسْتَطِيعُونَ سَمْعًا (101) Onların gozleri Bizim ogudumuze karsı kapalıdır ve ofkelerinden onu dinlemeye tahammul edemezler |
أَفَحَسِبَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَن يَتَّخِذُوا عِبَادِي مِن دُونِي أَوْلِيَاءَ ۚ إِنَّا أَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ نُزُلًا (102) Kafirler, Beni bırakıp da kullarımı dost edinmelerini kafi mi sandılar? Dogrusu Biz, cehennemi kafirlere konak olarak hazırladık |
قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُم بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالًا (103) De ki: Size amel bakımından en cok kayıpta bulunanları haber vereyim mi |
الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا (104) Onlar ki; guzel is yaptıklarını sandıkları halde dunya hayatındaki calısmaları bosa gitmistir |
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا (105) Iste onlar, Rabblarının ayetlerini ve O´na kavusmayı inkar edenlerdir. Bunun icin yaptıkları bosa gitmistir. Kıyamet gunu Biz, onlara deger vermeyecegiz |
ذَٰلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا (106) Iste onların cezası; inkar edip peygamberlerimi ve ayetlerimi alaya almalarına karsılık, cehennemdir |
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلًا (107) Muhakkak ki iman edip salih amel isleyenlerin konakları, Firdevs cennetleridir |
خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا (108) Orada temmelli kalırlar ve hic ayrılmak istemezler |
قُل لَّوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِّكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَن تَنفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا (109) De ki: Rabbımın sozlerini yazmak icin denizler murekkep olsa ve bir o kadarını da katsak; daha Rabbımın sozleri tukenmeden denizler tukenirdi |
قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ ۖ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا (110) De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beserim. Yalnız bana tanrınızın tek bir tanrı oldugu vahyediliyor. Artık kim, Rabbına kavusmayı arzu ediyorsa salih bir amel islesin. Ve Rabbına ibadette hic kimseyi ortak kosmasın |