المص (1) Elif, Lam, Mim, Sad |
كِتَابٌ أُنزِلَ إِلَيْكَ فَلَا يَكُن فِي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِّنْهُ لِتُنذِرَ بِهِ وَذِكْرَىٰ لِلْمُؤْمِنِينَ (2) Bir kitab indirilmistir sana. Ondan dolayı gogsunde bir sıkıntı olmasın. Onunla uyarman icin. Ve iman edenlere bir ogut |
اتَّبِعُوا مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاءَ ۗ قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ (3) Rabbınızdan size indirilene uyun. O´ndan baska dostlara uymayın. Ne de az ogut dinliyorsunuz |
وَكَم مِّن قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا فَجَاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتًا أَوْ هُمْ قَائِلُونَ (4) Nice kasabalar vardır ki; Biz, onları helak etmisizdir. Geceleyin uyurken, ogleyin dinlenirken, baskınımız gelip cattı onlara |
فَمَا كَانَ دَعْوَاهُمْ إِذْ جَاءَهُم بَأْسُنَا إِلَّا أَن قَالُوا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (5) Baskınımız geldigi zaman, cagırısları: Biz gercekten zalimlerdendik, demekten baska birsey olmadı |
فَلَنَسْأَلَنَّ الَّذِينَ أُرْسِلَ إِلَيْهِمْ وَلَنَسْأَلَنَّ الْمُرْسَلِينَ (6) Andolsun ki; kendilerine peygamber gonderilmis olanlara da soracagız, peygamber olarak gonderilenlere de |
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِم بِعِلْمٍ ۖ وَمَا كُنَّا غَائِبِينَ (7) Andolsun ki; onlara bilerek anlatacagız, zaten gaibler de degildik |
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ ۚ فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (8) Tartı, o gun haktır. Kimin terazisi agır basarsa; iste onlar, felaha erenlerin kendileridir |
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَٰئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُم بِمَا كَانُوا بِآيَاتِنَا يَظْلِمُونَ (9) Kimin de tartısı hafif gelirse; iste onlar da ayetlerimize zulmeder oldukları icin kendilerini ziyana ugratmıs olanlardır |
وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْأَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ ۗ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ (10) Andolsun ki; sizi, yeryuzune yerlestirdik. Ve size orada gecimlikler yarattık. Ne de az sukrediyorsunuz |
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ لَمْ يَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ (11) Andolsun ki; sizi yarattık, sonra size sekil verdik, sonra da meleklere dedik ki: Adem´e secde edin. Hemen secde ettiler. Ancak Iblis mustesna. O, secde edenlerden olmadı |
قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلَّا تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ ۖ قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ (12) Buyurdu ki: Sana emretmisken secdeden seni alıkoyan nedir? Dedi ki: Ben ondan daha hayırlıyım; beni atesten yarattın, onu ise camurdan yarattın |
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ أَن تَتَكَبَّرَ فِيهَا فَاخْرُجْ إِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرِينَ (13) Buyurdu ki: Oyle ise: In oradan, artık buyuklenmek sana dusmez. Hemen cık sen alcaklardansın |
قَالَ أَنظِرْنِي إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ (14) Dedi ki: Bana, onların tekrar dirilecekleri gune kadar muhlet ver |
قَالَ إِنَّكَ مِنَ الْمُنظَرِينَ (15) Buyudu ki: Sen muhlet verilmislerdensin |
قَالَ فَبِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ (16) Dedi ki: Oyleyse beni azgınlıga mahkum ettigin icin ben de andolsun ki; Senin dosdogru yolun uzerinde onlara karsı duracagım |
ثُمَّ لَآتِيَنَّهُم مِّن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ أَيْمَانِهِمْ وَعَن شَمَائِلِهِمْ ۖ وَلَا تَجِدُ أَكْثَرَهُمْ شَاكِرِينَ (17) Sonra andolsun ki; onların onlerinden, arkalarından, saglarından ve sollarından gelecegim. Ve Sen, onların cogunu sukreder bulmayacaksın |
قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْءُومًا مَّدْحُورًا ۖ لَّمَن تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنكُمْ أَجْمَعِينَ (18) Buyudu ki: Cık oradan, alcak ve kovulmus olarak. Andolsun ki; onlardan kim, sana tabi olursa; cehennemi butun sizden dolduracagım |
وَيَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هَٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ (19) Ey Adem; sen ve esin cennette oturun. Ikiniz de dilediginiz yerden yeyin. Su agaca yaklasmayın, sonra zalimlerden olursunuz |
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِن سَوْآتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَٰذِهِ الشَّجَرَةِ إِلَّا أَن تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ (20) Derken seytan ayıp yerlerini kendilerine gostermek icin ikinize de vesvese verdi ve dedi ki: Rabbınız, sizi baska bir sey icin degil, ancak iki melek veya ebedi kalanlardan olmanızı onlemek icin yasaklamıstır |
وَقَاسَمَهُمَا إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحِينَ (21) Ve; dogrusu ben size ogut verenlerdenim, diye ikisine yemin etti |
فَدَلَّاهُمَا بِغُرُورٍ ۚ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ ۖ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَن تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُل لَّكُمَا إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُّبِينٌ (22) Boylece onların ikisini de bastan cıkarıp aldattı. Agactan tadınca ayıp yerleri kendilerine gorundu. Ikisi de kendilerini cennetin yapragıyla ortmeye basladılar. Rabbları da onlara: Ben sizi o agactan men´etmedim mi? Ve seytan size apacık bir dusmandır, demedim mi? diye nida etti |
قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ (23) Ikisi dediler ki: Rabbımız; kendimize zulmettik. Eger bizi bagıslamazsan ve bize merhamet etmezsen; muhakkak ki biz, husrana ugrayanlardan oluruz |
قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ ۖ وَلَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَىٰ حِينٍ (24) Buyurdu ki: Kimimiz kiminize dusman olarak inin. Sizin icin yeryuzunde bir muddet yerlesip kalmak ve gecinmek vardır |
قَالَ فِيهَا تَحْيَوْنَ وَفِيهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ (25) Buyurdu ki: Orada yasar, orada olur ve oradan cıkarılırsınız |
يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْآتِكُمْ وَرِيشًا ۖ وَلِبَاسُ التَّقْوَىٰ ذَٰلِكَ خَيْرٌ ۚ ذَٰلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ (26) Ey ademogulları; size cirkin yerlerinizi ortecek bir giyimlikle, bir de sizi susleyecek elbise gonderdik. Takva ortusu ise daha hayırlıdır. Bunlar; Allah´ın ayetlerindendir. Belki onlar ogut alırlar |
يَا بَنِي آدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُم مِّنَ الْجَنَّةِ يَنزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْآتِهِمَا ۗ إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْ ۗ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاءَ لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ (27) Ey ademogulları, seytan, ana ve babanızı ayıp yerlerini kendilerine gostermek icin elbiselerini soyarak nasıl cennetten cıkardıysa; sakın size de bir fitne yapmasın. O da, taraftarları da sizin onları gormediginiz yerden sizi gorurler. Biz, seytanı; iman etmeyenlerin velileri yaptık |
وَإِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَا آبَاءَنَا وَاللَّهُ أَمَرَنَا بِهَا ۗ قُلْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاءِ ۖ أَتَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ (28) Onlar; bir hayasızlık yaptıkları zaman: Biz atalarımızı da onun uzerinde bulduk. Allah da bize onu emretti, dediler. De ki: Allah; hicbir zaman hayasızlıgı emretmez. Siz, bilmediginiz seyi Allah´a karsı mı soyluyorsunuz |
قُلْ أَمَرَ رَبِّي بِالْقِسْطِ ۖ وَأَقِيمُوا وُجُوهَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ ۚ كَمَا بَدَأَكُمْ تَعُودُونَ (29) De ki: Rabbım, adaleti emretti. Her secde yerinde yuzlerinizi ona dogrultun. Ve dinde ancak kendisine muhlisler olarak yalvarın. Ilk once sizi yarattıgı gibi, yine O´na donduruleceksiniz |
فَرِيقًا هَدَىٰ وَفَرِيقًا حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُ ۗ إِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِ اللَّهِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ (30) Bir kısmını hidayete erdirdi, bir kısmına da sapıklık hak oldu. Cunku onlar; Allah´ı bırakıp seytanları kendilerine dostlar edindiler. Ve onlar; kendilerinin dogru yolda olduklarını sanıyorlardı |
۞ يَا بَنِي آدَمَ خُذُوا زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُوا ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ (31) Ey ademogulları; her mescide guzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yeyin icin ama israf etmeyin. Cunku O; israf edenleri sevmez |
قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللَّهِ الَّتِي أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ ۚ قُلْ هِيَ لِلَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ كَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ (32) De ki: Allah´ın kulları icin cıkardıgı zineti ve temiz rızıkları kim haram kılmıs? De ki: Bunlar, dunya hayatında iman edenler icindir. Kıyamet gunu ise yalnız onlara tahsis edilmistir. Biz, ayetlerimizi bilen bir kavim icin boylece uzun uzun acıklarız |
قُلْ إِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْإِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَأَن تُشْرِكُوا بِاللَّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَأَن تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ (33) De ki: Rabbım, acıgıyla, gizlisiyle tum hayasızlıkları, gunahı, Allah´a sirk kosmanızı ve Allah´a karsı bilmediginiz seyleri soylemenizi haram kılmıstır |
وَلِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً ۖ وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ (34) Her ummetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince; ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gidebilirler |
يَا بَنِي آدَمَ إِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِي ۙ فَمَنِ اتَّقَىٰ وَأَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ (35) Ey ademogulları; icinizden size ayetlerimizi anlatan peygamberler gelince, her kim ki sakınıp duzelirse; artık onlar icin bir korku yoktur ve onlar uzulecek de degillerdir |
وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (36) Ayetlerimizi yalanlayıp onlara karsı buyukluk taslayanlar; iste onlar atesliklerdir. Onlar orada temelli kalıcıdırlar |
فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ ۚ أُولَٰئِكَ يَنَالُهُمْ نَصِيبُهُم مِّنَ الْكِتَابِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا جَاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْ قَالُوا أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ ۖ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلَىٰ أَنفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرِينَ (37) Allah´a karsı yalan uyduran veya O´nun ayetlerini yalan sayanlardan daha zalim kim vardır? Iste onlara; kitabdaki payları erisecektir. Nihayet, elcilerimiz canlarını almak uzere onlara geldiklerinde; diyeceklerdir ki: Allah´tan baska tapar olduklarınız nerede? Onlar da derler ki: Onlar, bizi bırakıp kactılar. Ve onlar, kendi aleyhlerine gercekten kafir olduklarına sehadet ederler |
قَالَ ادْخُلُوا فِي أُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِكُم مِّنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ فِي النَّارِ ۖ كُلَّمَا دَخَلَتْ أُمَّةٌ لَّعَنَتْ أُخْتَهَا ۖ حَتَّىٰ إِذَا ادَّارَكُوا فِيهَا جَمِيعًا قَالَتْ أُخْرَاهُمْ لِأُولَاهُمْ رَبَّنَا هَٰؤُلَاءِ أَضَلُّونَا فَآتِهِمْ عَذَابًا ضِعْفًا مِّنَ النَّارِ ۖ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلَٰكِن لَّا تَعْلَمُونَ (38) Buyurdu ki: Sizden once gecmis cinn ve insan topluluklarıyla girin atese. Her ummet girdikce; yoldasına la´net eder. Nihayet hepsi birbiri ardından orada toplanınca; sonrakiler oncekiler icin derler ki: Rabbımız; iste bizi bunlar saptırdı. Onun icin bunlara katmerli azab ver. Buyurur ki: Hepiniz Evet, dediler. Bunun uzerine aralarında bir munadi: Allah´ın la´neti; zalimlerin uzerinedir, diye seslendi |
وَقَالَتْ أُولَاهُمْ لِأُخْرَاهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِن فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنتُمْ تَكْسِبُونَ (39) Oncekiler de sonrakilere: Sizin bizden bir ustunlugunuz yoktur. Oyleyse ne kazandıysanız karsılıgı olan azabı tadın, derler |
إِنَّ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ أَبْوَابُ السَّمَاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّىٰ يَلِجَ الْجَمَلُ فِي سَمِّ الْخِيَاطِ ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِمِينَ (40) Muhakkak ki ayetlerimizi yalan sayıp onlara karsı buyukluk taslayanlara; iste onlara, gogun kapıları acılmaz ve onlar; deve igne deliginden gecinceye kadar cennete de giremezler. Biz, sucluları iste boyle cezalandırırız |
لَهُم مِّن جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِن فَوْقِهِمْ غَوَاشٍ ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ (41) Onlar icin cehennemde bir dosek ve ustlerine de ortuler vardır. Biz, zalimleri iste boyle cezalandırırız |
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (42) Iman edip te salih ameller isleyenlere gelince; Biz, hic kimseye gucunun yeteceginden baikasını yuklemeyiz. Iste onlar, cennetliklerdir. Onlar orada temelli kalıcıdırlar |
وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ ۖ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي هَدَانَا لِهَٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَا أَنْ هَدَانَا اللَّهُ ۖ لَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ ۖ وَنُودُوا أَن تِلْكُمُ الْجَنَّةُ أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ (43) Goguslerinde kinden ne varsa sokup atmısızdır. Altlarından ırmaklar akar ve derler ki: Hamdolsun Allah´a ki; bizi buna hidayet etti. Eger Allah bizi hidayete erdirmemis olsaydı, biz hidayete erecek degildik. Andolsun ki; Rabbımızınpeygamberleri hakkı getirmislerdir. Onlara: Yapmakta olduklarınızdan dolayı mirascısı kılındıgınız cennet iste budur, diye seslenilir |
وَنَادَىٰ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ أَصْحَابَ النَّارِ أَن قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدتُّم مَّا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا ۖ قَالُوا نَعَمْ ۚ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ أَن لَّعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ (44) Cennet ashabı, cehennem ashabına: Rabbımızın bize vaadettigini hak bulduk. Siz de rabbınızın size vaadettigini hak buldunuz mu? diye seslendiler |
الَّذِينَ يَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا وَهُم بِالْآخِرَةِ كَافِرُونَ (45) Onlar ki; Allah´ın yolundan alıkoyarlar ve onu egriltmek isterler. Ve onlar; ahireti de inkar edenlerdir |
وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌ ۚ وَعَلَى الْأَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلًّا بِسِيمَاهُمْ ۚ وَنَادَوْا أَصْحَابَ الْجَنَّةِ أَن سَلَامٌ عَلَيْكُمْ ۚ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ (46) Iki taraf arasında bir perde vardır. A´raf uzerinde de her birini simalarıyla tanıyan adamlar vardır. Cennetliklere: Size selam olsun, diye seslenirler. Bunlar, henuz girmeyen, ama uman kimselerdir |
۞ وَإِذَا صُرِفَتْ أَبْصَارُهُمْ تِلْقَاءَ أَصْحَابِ النَّارِ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (47) Gozleri cehennem ashabından tarafa cevrilince de; Rabbımız, bizi zalimler guruhu ile beraber bulundurma, derler |
وَنَادَىٰ أَصْحَابُ الْأَعْرَافِ رِجَالًا يَعْرِفُونَهُم بِسِيمَاهُمْ قَالُوا مَا أَغْنَىٰ عَنكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ (48) A´raf ashabı; simalarıyla tanıdıkları adamlara seslenirler: Toplulugunuz, topladıgınız mal ve buyukluk taslamalarınız size fayda vermedi, derler |
أَهَٰؤُلَاءِ الَّذِينَ أَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللَّهُ بِرَحْمَةٍ ۚ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَا أَنتُمْ تَحْزَنُونَ (49) Bunlar mıydı ki; kendilerini Allah´ın rahmetine erdirmeyecegine yemin etmistiniz. Girin cennete; size hic bir korku yoktur ve sizler uzulecek de degilsiniz |
وَنَادَىٰ أَصْحَابُ النَّارِ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ أَنْ أَفِيضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَاءِ أَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ ۚ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِرِينَ (50) Cehenenm ashabı; cennet ashabına: Sudan veya Allah´ın size verdigi rızıktan biraz da bize akıtın, diye seslenirler. Onlar da derler ki: Dogrusu Allah; onları kafirlere haram kıldı |
الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا ۚ فَالْيَوْمَ نَنسَاهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَاءَ يَوْمِهِمْ هَٰذَا وَمَا كَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ (51) Onlar ki; dinlerini alayla eglenceye aldılar. Dunya hayatı da kendilerini aldattı. Iste onlar; bu gunlerine kavusmayı nasıl unutmuslar idiyse, ayeticin katmerlidir. Ne var ki bilmezsiniz. lerimizi nasıl bilerek inkar etmisler idiyse; Biz de bugun onları oylece unuturuz |
وَلَقَدْ جِئْنَاهُم بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلَىٰ عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (52) Andolsun ki; Biz, onlara kitab indirdik. Onu bilgiye dayanarak uzun uzun acıkladık. Inanan bir kavim icin hidayet ve rahmet olarak |
هَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا تَأْوِيلَهُ ۚ يَوْمَ يَأْتِي تَأْوِيلُهُ يَقُولُ الَّذِينَ نَسُوهُ مِن قَبْلُ قَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ فَهَل لَّنَا مِن شُفَعَاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَا أَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ ۚ قَدْ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ (53) Onlar, onun te´vilinden baskasını mı bekliyorlar? Onun te´vilinin geldigi gun; daha once onu unutmus olanlar derler ki: Gercekten Rabbımızın elcileri, bize hakkı getirmistir. Simdi bize sefaat edecek var mı ki; sefaat etsin. Yahut geriye cevrilir miyiz ki, yapmıs oldugumuzdan baskasını yapalım? Onlar gercekten kendilerini husrana ugratmıslardır. Ve uydurageldikleri seyler, kendilerinden uzaklasıp kaybolmustur |
إِنَّ رَبَّكُمُ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ ۗ أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ ۗ تَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ (54) Muhakkak ki sizin Rabbınız; gokleri ve yeri altı gunde yaratan, sonra Ars´a hukmeden Allah´tır. Gunduzu; durmadan kovalayan gece ile burur. Gunes, ay ve yıldızlar O´nun emri ile musahhar kılmıslardır. Bilin ki; yaratma da, emir de O´nundur. Alemlerin Rabbı olan Allah´ın sanı ne yucedir |
ادْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ (55) Rabbınıza yalvara yakara gizlice dua edin. Muhakkak ki O; haddi asanları sevmez |
وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ بَعْدَ إِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا ۚ إِنَّ رَحْمَتَ اللَّهِ قَرِيبٌ مِّنَ الْمُحْسِنِينَ (56) Islah olmusken yeryuzunde fesad cıkarmayın ve O´na korka korka ve umitle yalvarın. Muhakkak ki Allah´ın rahmeti; ihsan edenlere cok yakındır |
وَهُوَ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا أَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالًا سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَّيِّتٍ فَأَنزَلْنَا بِهِ الْمَاءَ فَأَخْرَجْنَا بِهِ مِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ ۚ كَذَٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتَىٰ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ (57) O´dur ki rahmetinin onunde ruzgarı mujdeci olarak gonderir. Nihayet bunlar, agır yuklu bulutları yuklendiginde; Biz, onu olu bir memlekete gonderir, su indirir ve onunla her tur mahsulleri yetistiririz. Iste oluleri de boylece cıkarırız. Ta ki iyice dusunup ibret alasınız |
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِإِذْنِ رَبِّهِ ۖ وَالَّذِي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ إِلَّا نَكِدًا ۚ كَذَٰلِكَ نُصَرِّفُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ (58) Iyi ve temiz memleketin bitkisi; Rabbının izniyle cıkar. Kotu olandan ise; faydası cok az olandan baskası cıkmaz. Sukreden bir kavim icin ayetleri iste boyle yerli yerince acıklarız |
لَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (59) Andolsun ki; Nuh´u kavmine gonderdik de; Ey kavmim, Allah´a kulluk edin, sizin icin O´ndan baska hicbir ilah yoktur. Dogrusu ben, sizin icin buyuk bir gunun azabından korkarım, dedi |
قَالَ الْمَلَأُ مِن قَوْمِهِ إِنَّا لَنَرَاكَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (60) Kavminden ileri gelenler de dedi ki: Biz seni apacık bir sapıklık icinde goruyoruz |
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ بِي ضَلَالَةٌ وَلَٰكِنِّي رَسُولٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ (61) Dedi ki: Ey kavmim; bende bir sapıklık yoktur. Ben, ancak alemlerin Rabbından bir peygamberim |
أُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبِّي وَأَنصَحُ لَكُمْ وَأَعْلَمُ مِنَ اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ (62) Rabbımın vahyettiklerini size bildiriyorum. Ve size ogut veriyorum. Ben sizin bilmediginizi de Allah katından biliyorum |
أَوَعَجِبْتُمْ أَن جَاءَكُمْ ذِكْرٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَلَىٰ رَجُلٍ مِّنكُمْ لِيُنذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ (63) Sizi uyarması, sizin sakınmanızı ve boylece rahmete kavusturulmanız icin; aranızdan bir adama, Rabbınız tarafından bir haber geldi diye mi hayret ediyorsunuz |
فَكَذَّبُوهُ فَأَنجَيْنَاهُ وَالَّذِينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا عَمِينَ (64) Bunun uzerine onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide beraberinde olanları kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayanları da suda bogduk. Cunku onlar, gercekten kor bir kavim idiler |
۞ وَإِلَىٰ عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا ۗ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۚ أَفَلَا تَتَّقُونَ (65) Ad´a da kardesleri Hud´u gonderdik. De ki: Ey kavmim Allah´a ibadet edin. Sizin icin O´ndan baska ilah yoktur. Hala sakınmaz mısınız |
قَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ إِنَّا لَنَرَاكَ فِي سَفَاهَةٍ وَإِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِبِينَ (66) Kavminin ileri gelenlerinden kufretmis olanlar: Gercekten biz, seni beyinsizlik icinde goruyoruz ve dogrusu biz, seni yalancılardan sanıyoruz, dediler |
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ بِي سَفَاهَةٌ وَلَٰكِنِّي رَسُولٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ (67) Dedi ki: Ey kavmim; bende hic bir beyinsizlik yoktur. Yalnız ben, alemlerin Rabbından gelmis bir peygamberim |
أُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبِّي وَأَنَا لَكُمْ نَاصِحٌ أَمِينٌ (68) Size Rabbımın vahyettiklerini bildiriyorum. Ve ben, sizin icin emin bir ogutcuyum |
أَوَعَجِبْتُمْ أَن جَاءَكُمْ ذِكْرٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَلَىٰ رَجُلٍ مِّنكُمْ لِيُنذِرَكُمْ ۚ وَاذْكُرُوا إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاءَ مِن بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَسْطَةً ۖ فَاذْكُرُوا آلَاءَ اللَّهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (69) Sizi uyarması icin aranızdan bir adama Rabbınız tarafından bir haber geldi diye mi hayret ediyorsunuz? Dusunun ki; O, sizi Nuh kavminden sonra halifeler yaptı. Yaratılıs itibariyle onlardan fazla boy bos verdi. Hem Allah´ın nimetlerini hatırlayın ki; felaha eresiniz |
قَالُوا أَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللَّهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا ۖ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (70) Dediler ki: Sen, bize; yalnız Allah´a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız icin mi geldin? Sayet sadıklardan isen; tehdit ettiklerini getir bize |
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌ ۖ أَتُجَادِلُونَنِي فِي أَسْمَاءٍ سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَاؤُكُم مَّا نَزَّلَ اللَّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ ۚ فَانتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُنتَظِرِينَ (71) Dedi ki: Gercekten uzerinize Rabbınızdan bir azab, bir gazab hak oldu. Allah onlara, kendinizin ve atalarınızın taptıgı bir takım adlar hakkında hic bir huccet indirmemisken benimle mucadele mi ediyorsunuz? Bekleyin oyleyse, suphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim |
فَأَنجَيْنَاهُ وَالَّذِينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِّنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۖ وَمَا كَانُوا مُؤْمِنِينَ (72) Biz, bunun uzerine, rahmetimizle onu ve beraberinde bulunanları kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayıp iman etmemis olanların kokunu kestik. Onlar, zaten mu´minler degillerdi |
وَإِلَىٰ ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا ۗ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ قَدْ جَاءَتْكُم بَيِّنَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ ۖ هَٰذِهِ نَاقَةُ اللَّهِ لَكُمْ آيَةً ۖ فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللَّهِ ۖ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (73) Semud´a da kardesleri Salih´i. Dedi ki: Ey kavmim; Allah´a ibadet edin, sizin icin O´ndan baska hic bir ilah yoktur. Size Rabbınızdan acık bir burhan gelmistir. Iste size bir ayet olarak Allah´ın disi devesi. Onu bırakın da Allah´ın topragında otlasın. Ona bir kotulukle dokunmayın. Yoksa sizi elim bir azab yakalar |
وَاذْكُرُوا إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاءَ مِن بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّأَكُمْ فِي الْأَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِن سُهُولِهَا قُصُورًا وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتًا ۖ فَاذْكُرُوا آلَاءَ اللَّهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ (74) Dusununuz ki; O, sizi Ad kavminden sonra halifeler yaptı, yeryuzune sizi yerlestirdi. Ovalarından koskler yapıyor, daglarından evler yontuyorsunuz. Artık Allah´ın nimetlerini anın. Yeryuzunde fesadcılar olarak taskınlık yapmayın |
قَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا مِن قَوْمِهِ لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ آمَنَ مِنْهُمْ أَتَعْلَمُونَ أَنَّ صَالِحًا مُّرْسَلٌ مِّن رَّبِّهِ ۚ قَالُوا إِنَّا بِمَا أُرْسِلَ بِهِ مُؤْمِنُونَ (75) Onun kavminden buyukluk taslayan ileri gelenleri; kendilerine hor gorunenlere iclerinden iman edenlere: Siz; Salih´in gercekten Rabbı tarafından gonderilmis olduguna inanıyor musunuz? dediler. Onlar da dediler ki: Dogrusu biz, onunla gonderilene inanıyoruz |
قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا بِالَّذِي آمَنتُم بِهِ كَافِرُونَ (76) Buyukluk taslayanlar dediler ki: Biz, dogrusu sizin iman ettiginizi inkar edenleriz |
فَعَقَرُوا النَّاقَةَ وَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُوا يَا صَالِحُ ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الْمُرْسَلِينَ (77) Ve disi deveyi kesip devirdiler de Rabblarının emrine bas kaldırdılar ve dediler ki: Ey Salih; eger sen peygamberlerden isen tehdid edip durdugun azabı getir bize |
فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ (78) Bu yuzden onları siddetli bir sarsıntı tutuverdi de yurtlarında dizustu coken kimseler oldular |
فَتَوَلَّىٰ عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبِّي وَنَصَحْتُ لَكُمْ وَلَٰكِن لَّا تُحِبُّونَ النَّاصِحِينَ (79) O da onlardan yuz cevirdi ve dedi ki: Ey kavmim; andolsun ki ben, size Rabbımın vahyettigini bildirdim ve size ogut verdim. Ne var ki siz, ogut verenleri sevmiyorsunuz |
وَلُوطًا إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُم بِهَا مِنْ أَحَدٍ مِّنَ الْعَالَمِينَ (80) Lut´u da. Hani o, kavmine demisti ki: Sizden once dunyalarda hic kimsenin yapmadıgı hayasızlıgı mı yapıyorsunuz |
إِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِّن دُونِ النِّسَاءِ ۚ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ مُّسْرِفُونَ (81) Siz; kadınları bırakıp sehvetle erkeklere yaklasıyorsunuz. Dogrusu siz, cok asırı giden bir kavimsiniz |
وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا أَخْرِجُوهُم مِّن قَرْيَتِكُمْ ۖ إِنَّهُمْ أُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ (82) Kavminin cevabı sadece; cıkarın onları memleketinizden. Cunku onlar, fazla temizlik yapan insanlarmıs, demek oldu |
فَأَنجَيْنَاهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ (83) Bunun uzerine Biz de, hem onu, hem de ehlini kurtardık. Ancak karısı, geride kalanlardan oldu |
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًا ۖ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ (84) Onların uzerine oyle bir yagmur yagdırdık ki; bir bak, iste sucluların sonu nasıl olmustur |
وَإِلَىٰ مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا ۗ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ قَدْ جَاءَتْكُم بَيِّنَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ ۖ فَأَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ بَعْدَ إِصْلَاحِهَا ۚ ذَٰلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ (85) Medyen´e de kardesleri Suayb´ı. Dedi ki: Ey kavmim; Allah´a kulluk edin. Sizin O´ndan baska hic bir ilahınız yoktur. Rabbınızdan size apacık bir burhan gelmistir. O halde olcuyu ve tartıyı dogru tutun. Insanların esyasını eksik vermeyin. Ve o, ıslah olduktan sonra yeryuzunde fesad cıkarmayın. Bunlar, sizin icin hayırlıdır, eger mu´minlerden iseniz |
وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ مَنْ آمَنَ بِهِ وَتَبْغُونَهَا عِوَجًا ۚ وَاذْكُرُوا إِذْ كُنتُمْ قَلِيلًا فَكَثَّرَكُمْ ۖ وَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ (86) Ve siz, Allah´a iman edenleri tehdit ederek, Allah´ın yolundan alıkoyarak ve onun egriligini isteyerek, her yolun basını tutup oturmayın. Hem hatırlayın ki; siz, vaktiyle pek az idiniz de sizi O, cogalttı. Ve bakın fesad cıkaranların sonu ne olmustur |
وَإِن كَانَ طَائِفَةٌ مِّنكُمْ آمَنُوا بِالَّذِي أُرْسِلْتُ بِهِ وَطَائِفَةٌ لَّمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتَّىٰ يَحْكُمَ اللَّهُ بَيْنَنَا ۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ (87) Eger icinizden bir kısmı benimle gonderilene inanmıs, bir kısmı da inanmamıssa; Allah, aranızdaki hukmu verinceye kadar sabredin. O; hukum verenlerin en hayırlısıdır |
۞ قَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا مِن قَوْمِهِ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَكَ مِن قَرْيَتِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا ۚ قَالَ أَوَلَوْ كُنَّا كَارِهِينَ (88) Kavminden buyukluk taslayan ileri gelenler dediler ki: Ey Suayb; seni ve beraberindeki inanmıs olanları, ya memleketimizden cıkarırız veya mutlaka bizim dinimize donersiniz. Dedi ki: Istemezsek de mi |
قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللَّهِ كَذِبًا إِنْ عُدْنَا فِي مِلَّتِكُم بَعْدَ إِذْ نَجَّانَا اللَّهُ مِنْهَا ۚ وَمَا يَكُونُ لَنَا أَن نَّعُودَ فِيهَا إِلَّا أَن يَشَاءَ اللَّهُ رَبُّنَا ۚ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا ۚ عَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْنَا ۚ رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ (89) Allah, bizi ondan kurtardıktan sonra yine sizin dininize donecek olursak; dogrusu Allah´a karsı yalan uydurmus oluruz. Rabbımız olan Allah´ın dilemesi bir yana, O´na donmemiz bizim icin olacak sey degildir. Rabbımızın ilmi her seyi kusatmıstır. Ancak Allah´a dayanıp guvendik biz. Rabbımız, kavmimizle bizim aramızda Sen, hak ile hukum ver. Sen, hukum verenlerin en hayırlısısın |
وَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْبًا إِنَّكُمْ إِذًا لَّخَاسِرُونَ (90) Kavminden kufretmis olan ileri gelenler dediler ki: Suayb´a uyarsanız; andolsun ki siz, o zaman husrana ugrayanlardansınız |
فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ (91) Bunun uzerine onları sarsıntı yakalayıverdi. Ve yurtlarında dizustu cokenler oldular |
الَّذِينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَأَن لَّمْ يَغْنَوْا فِيهَا ۚ الَّذِينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَانُوا هُمُ الْخَاسِرِينَ (92) Suayb´ı yalanlayanlar, zaten yurtlarında hic oturmamıs gibi oldular. Suayb´ı yalanlamıs olanlar; husrana ugrayanlar, iste onlar oldular |
فَتَوَلَّىٰ عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ أَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبِّي وَنَصَحْتُ لَكُمْ ۖ فَكَيْفَ آسَىٰ عَلَىٰ قَوْمٍ كَافِرِينَ (93) Bunun uzerine onlardan yuz cevirdi ve dedi ki: Ey kavmim; andolsun ki ben, Rabbımın bana vahyettiklerini size bildirdim. Ve ogut verdim. Oyleyse ben, kufredenler kavmine nasıl tasalanırım |
وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّبِيٍّ إِلَّا أَخَذْنَا أَهْلَهَا بِالْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ (94) Biz, hangi kasabaya bir peygamber gonderdiysek; yalvarıp yakarsınlar diye, ora halkını mutlaka darlık ve sıkıntıya ugratmısızdır |
ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتَّىٰ عَفَوا وَّقَالُوا قَدْ مَسَّ آبَاءَنَا الضَّرَّاءُ وَالسَّرَّاءُ فَأَخَذْنَاهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (95) Sonra kotulugun yerine iyilik koyduk. Nihayet cogaldılar ve; atalarımıza da fakirlik, siddet, hastalık, iyilik ve genislik dokunmustu, dediler. Bunun uzerine Biz de onları kendilerine farkına varmadan ansızın yakalayıverdik |
وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَىٰ آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ وَلَٰكِن كَذَّبُوا فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (96) Sayet kasabaların halkı, inanmıs ve sakınmıs olsalardı; elbette uzerlerine gokten ve yerden bereketler acardık. Fakat onlar yalanladılar. Biz de bunun uzerine onları, yaptıklarından dolayı yakalayıverdik |
أَفَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَىٰ أَن يَأْتِيَهُم بَأْسُنَا بَيَاتًا وَهُمْ نَائِمُونَ (97) Kasabaların halkı; kendileri geceleyin uyurlarken, azabımızın onlara gelip catmasından emin mi oldular |
أَوَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَىٰ أَن يَأْتِيَهُم بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ (98) Yoksa kasabaların halkı; kendileri, gupegunduz oynarlarken azabımızın onlara gelip catmasından emin mi oldular |
أَفَأَمِنُوا مَكْرَ اللَّهِ ۚ فَلَا يَأْمَنُ مَكْرَ اللَّهِ إِلَّا الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ (99) Artık onlar; Allah´ın duzeninden emin mi oldular? Husrana ugrayanlar toplulugundan baskası Allah´ın duzeninden emin olmaz |
أَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذِينَ يَرِثُونَ الْأَرْضَ مِن بَعْدِ أَهْلِهَا أَن لَّوْ نَشَاءُ أَصَبْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ ۚ وَنَطْبَعُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ (100) Sahiplerinden sonra, yeryuzune varis olanlara besbelli degilmidir ki; eger Biz, dileseydik onları da gunahlarından dolayı cezalandırırdık. Ve onların kalbleri uzerine muhur basarız da bir sey duymazlar |
تِلْكَ الْقُرَىٰ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَائِهَا ۚ وَلَقَدْ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِن قَبْلُ ۚ كَذَٰلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِ الْكَافِرِينَ (101) Iste o kasabaların haberlerinin bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki; peygamberleri; onlara apacık burhanlar getirdi de, onceleri yalanladıklarından inanmadılar. Iste boyle muhur basar Allah kafirlerin kalblerine |
وَمَا وَجَدْنَا لِأَكْثَرِهِم مِّنْ عَهْدٍ ۖ وَإِن وَجَدْنَا أَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقِينَ (102) Onların cogunda Biz, ahde vefa gormedik. Onların cogunu fasıklar olarak bulduk |
ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِم مُّوسَىٰ بِآيَاتِنَا إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَظَلَمُوا بِهَا ۖ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ (103) Sonra onların ardından Musa´yı ayetlerimizle Firavun´a ve erkanına gonderdik. Onlar buna karsı haksızlık ettiler. Bir bak ki; fesadcıların sonu nice oldu |
وَقَالَ مُوسَىٰ يَا فِرْعَوْنُ إِنِّي رَسُولٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ (104) Musa dedi ki: Ey Firavun; ben, alemlerin Rabbından gonderilmis bir peygamberim |
حَقِيقٌ عَلَىٰ أَن لَّا أَقُولَ عَلَى اللَّهِ إِلَّا الْحَقَّ ۚ قَدْ جِئْتُكُم بِبَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَرْسِلْ مَعِيَ بَنِي إِسْرَائِيلَ (105) Bana yarasan; Allah hakkında haktan baskasını soylememektir. Size, Rabbınızdan apacık bir burhan getirdim. Artık Israilogullarını benimle beraber gonder |
قَالَ إِن كُنتَ جِئْتَ بِآيَةٍ فَأْتِ بِهَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (106) Dedi ki: Sayet sen, bir ayet getirdinse; goster onu, eger sadıklardan isen |
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ (107) Bunun uzerine asasını bıraktı. Bir de ne gorsunler; o, apacık bir ejderhadır |
وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ (108) Elini cıkardı, ne gorsun; o da bakanlara bembeyaz |
قَالَ الْمَلَأُ مِن قَوْمِ فِرْعَوْنَ إِنَّ هَٰذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ (109) Firavun´un kavminden ileri gelenler: Dogrusu bu, bilgin bir sihirbazdır, dediler |
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُمْ ۖ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ (110) Sizi yurdunuzdan cıkarmak istiyor. Firavun: O halde ne buyurursunuz |
قَالُوا أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَأَرْسِلْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ (111) Dediler ki: Onu ve kardesini alıkoy, sehirlere toplayıcılar yolla |
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلِيمٍ (112) Butun bilgin sihirbazları sana getirsinler |
وَجَاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُوا إِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ (113) Sihirbazlar Firavun´a geldi ve dediler ki: Eger galibler biz olursak; suphesiz bize bir mukafat var, degil mi |
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ (114) Evet, hem siz muhakkak gozdeler olacaksınız, dedi |
قَالُوا يَا مُوسَىٰ إِمَّا أَن تُلْقِيَ وَإِمَّا أَن نَّكُونَ نَحْنُ الْمُلْقِينَ (115) Dediler ki: Ey Musa, sen mi atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım |
قَالَ أَلْقُوا ۖ فَلَمَّا أَلْقَوْا سَحَرُوا أَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَاءُوا بِسِحْرٍ عَظِيمٍ (116) Siz atın, dedi. Atınca; halkın gozlerini buyulediler, onlara korku saldılar ve buyuk bir sihir getirmis oldular |
۞ وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَلْقِ عَصَاكَ ۖ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ (117) Biz de Musa´ya: Asanı bırak, diye vahyettik. Bir de ne gorsunler; onların uydurduklarını yalayıp yutuyor |
فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (118) Boylece hak yerini buldu ve onların yapmakta oldukları seyler de bosa gitti |
فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانقَلَبُوا صَاغِرِينَ (119) Iste orada yenildiler, hor ve hakir geri donduler |
وَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ (120) Sihirbazlar da hep birden secdeye kapandılar |
قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (121) Dediler ki: Alemlerin Rabbına iman ettik |
رَبِّ مُوسَىٰ وَهَارُونَ (122) Musa ve Harun´un Rabbına |
قَالَ فِرْعَوْنُ آمَنتُم بِهِ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّ هَٰذَا لَمَكْرٌ مَّكَرْتُمُوهُ فِي الْمَدِينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَا أَهْلَهَا ۖ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ (123) Firavun dedi ki: Ben size izin vermeden mi ona inandınız? Dogrusu bu; halkı sehirden cıkarmanız icin dusundugunuz bir hiledir. Fakat yakında bilirsiniz siz |
لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ (124) Elbette ve elbette ellerinizi ve ayaklarınızı caprazlama kesecegim. Sonra da hepinizi asacagım |
قَالُوا إِنَّا إِلَىٰ رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ (125) Dediler ki: Biz, suphesiz Rabbımıza donenleriz |
وَمَا تَنقِمُ مِنَّا إِلَّا أَنْ آمَنَّا بِآيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَاءَتْنَا ۚ رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ (126) Sen; bizden, sırf Rabbımızın ayetleri gelince ona inandık diye intikam alıyorsun. Rabbımız; uzerimize sabır yagdır ve bizi muslumanlar olarak oldur |
وَقَالَ الْمَلَأُ مِن قَوْمِ فِرْعَوْنَ أَتَذَرُ مُوسَىٰ وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ وَيَذَرَكَ وَآلِهَتَكَ ۚ قَالَ سَنُقَتِّلُ أَبْنَاءَهُمْ وَنَسْتَحْيِي نِسَاءَهُمْ وَإِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ (127) Firavun´un kavminin ileri gelenleri: Musa´yı ve kavmini yeryuzunde fesadcılık etsinler, seni de, tanrılarını da terketsinler diye mi bırakıyorsun? dediler. Dedi ki: Ogullarını oldurturuz, kadınlarını sag bırakırız. Elbette biz, onları ezicileriz |
قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ اسْتَعِينُوا بِاللَّهِ وَاصْبِرُوا ۖ إِنَّ الْأَرْضَ لِلَّهِ يُورِثُهَا مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ ۖ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ (128) Musa kavmine dedi ki: Allah´tan yardım isteyin ve sabredin. Yeryuzu muhakkak ki Allah´ındır. Kullarından diledigini ona mirascı kılar ve akıbet muttakilerindir |
قَالُوا أُوذِينَا مِن قَبْلِ أَن تَأْتِيَنَا وَمِن بَعْدِ مَا جِئْتَنَا ۚ قَالَ عَسَىٰ رَبُّكُمْ أَن يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ (129) Dediler ki: Sen, bize gelmezden once de, geldikten sonra da eziyyet edildik. Dedi ki: Rabbınızın, dusmanınızı yok etmesi ve yeryuzunde sizi onların yerine getirmesi umulur. Ve o zaman nasıl davranacagınıza bakacaktır |
وَلَقَدْ أَخَذْنَا آلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّنِينَ وَنَقْصٍ مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ (130) Andolsun ki; Biz, Firavun hanedanını dusunup ibret alırlar diye yıllarca kuraklık ve mahsullerinin kıtlıgıyla tutup sıktık |
فَإِذَا جَاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هَٰذِهِ ۖ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسَىٰ وَمَن مَّعَهُ ۗ أَلَا إِنَّمَا طَائِرُهُمْ عِندَ اللَّهِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (131) Onlara bir iyilik geldiginde: Bu, bizim icindir, dediler. Sayet kendilerine bir kotuluk gelirse; Musa ile beraberindekilere ugursuzluk yuklerdi. Dikkat edin, onların ugursuzlugu ancak Allah katındadır, fakat cogu bilmezler |
وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِهِ مِنْ آيَةٍ لِّتَسْحَرَنَا بِهَا فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ (132) Dediler ki: Bizi buyulemek icin ne kadar mucize gosterirsen goster; biz, sana inananlardan olmayacagız |
فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ آيَاتٍ مُّفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُّجْرِمِينَ (133) Bunun uzerine, biz de birbirinden ayrı mucizeler olarak baslarına tufan, cekirge, haserat, kurbagalar ve kan gonderdik. Yine de buyukluk taslayıp suclular guruhu oldular |
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِندَكَ ۖ لَئِن كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَنِي إِسْرَائِيلَ (134) Uzerlerine azab cokunce, dediler ki: Ey Musa, sana olan ahdine gore Rabbına dua et. Eger bu azabı bizden kaldırırsan; andolsun ki, sana inanacagız ve Israilogullarını seninle birlikte gonderecegiz |
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ إِلَىٰ أَجَلٍ هُم بَالِغُوهُ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ (135) Onların erisecekleri bir sureye kadar azabı uzerlerinden kaldırınca; bir de bakarsın, onlar sozlerinden cayıyorlardı |
فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ (136) Bu yuzden; Biz de onlardan intikam aldık. Ve ayetlerimizi yalanlayıp umursamadıkları icin hepsini denizde bogduk |
وَأَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذِينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْأَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا ۖ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنَىٰ عَلَىٰ بَنِي إِسْرَائِيلَ بِمَا صَبَرُوا ۖ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ (137) Hor gorulmus olan kavmi de, bereketlendirdigimiz yerin dogularına ve batılarına mirascı kıldık. Rabbının Israilogullarına vuku bulan guzel sozu de onların sabretmelerinden dolayı yerini buldu. Firavun´un da, kavminin de yapmakta ve yukselmekte oldukları seyleri harab ettik |
وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتَوْا عَلَىٰ قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلَىٰ أَصْنَامٍ لَّهُمْ ۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَل لَّنَا إِلَٰهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ ۚ قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ (138) Israilogullarını denizden gecirdik. Onlar, gonulden putlara tapagelen bir topluluga rastladılar ve dediler ki: Ey Musa; onların tanrıları oldugu gibi bize de bir tanrı yap. O da dedi ki: Siz gercekten cahil topluluksunuz |
إِنَّ هَٰؤُلَاءِ مُتَبَّرٌ مَّا هُمْ فِيهِ وَبَاطِلٌ مَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ (139) Suphesiz ki bunların icinde bulundukları; yok olmaya mahkumdur ve yapmakta oldukları sey de batıldır |
قَالَ أَغَيْرَ اللَّهِ أَبْغِيكُمْ إِلَٰهًا وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ (140) Dedi ki: Ben, sizin icin bir tanrı olarak Allah´tan baskasını mı arayacak mısım? Halbuki O, sizi alemlere ustun kılmıstır |
وَإِذْ أَنجَيْنَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ ۖ يُقَتِّلُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ ۚ وَفِي ذَٰلِكُم بَلَاءٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ (141) Hani sizi, iskencenin en kotusune ugratan, kadınlarınızı sag bırakıp, ogullarınızı olduren Firavun hanedanından kurtarmıstık. Bunda size Rabbınızdan buyuk bir imtihan vardır |
۞ وَوَاعَدْنَا مُوسَىٰ ثَلَاثِينَ لَيْلَةً وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ۚ وَقَالَ مُوسَىٰ لِأَخِيهِ هَارُونَ اخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَأَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِعْ سَبِيلَ الْمُفْسِدِينَ (142) Musa´ya otuz gece vade verdik. Sonra bunu on ile tamamladık. Boylece Rabbının ta´yin ettigi vakit, kırk gece olarak tamamlandı. Musa kardesi Harun´a dedi ki: Kavmim icinde, benim yerime gec. Islah et ve fesadcıların yoluna uyma |
وَلَمَّا جَاءَ مُوسَىٰ لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ ۚ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَٰكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي ۚ فَلَمَّا تَجَلَّىٰ رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسَىٰ صَعِقًا ۚ فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ (143) Musa ta´yin ettigimiz vakitte gelince ve Rabbı onunla konusunca; dedi ki: Rabbım; bana, kendini goster. Sana bakayım. Buyurdu ki: Beni kat´iyyen goremezsin. Ama daga bak; eger o yerinde kalırsa, sen de Beni gorursun. Rabbı daga tecelli edince; onu paramparca etti ve Musa da baygın dustu. Ayılınca dedi ki: Tenzih ederim Seni, Sana tevbe ettim ve ben, mu´minlerin ilkiyim |
قَالَ يَا مُوسَىٰ إِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَاتِي وَبِكَلَامِي فَخُذْ مَا آتَيْتُكَ وَكُن مِّنَ الشَّاكِرِينَ (144) Buyudu ki: Ey Musa; risaletim ve kelamımla seni insanlar arasından sectim. Sana verdigimi al ve sukredenlerden ol |
وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْأَلْوَاحِ مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْعِظَةً وَتَفْصِيلًا لِّكُلِّ شَيْءٍ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِأَحْسَنِهَا ۚ سَأُرِيكُمْ دَارَ الْفَاسِقِينَ (145) Biz, ona levhalarda herseyden bir ogut yazdık ve herseyi uzun uzadıya acıkladık. Oyleyse sen, bunları kuvvetle al, kavmine de emret. Onları en guzel sekilde tutsunlar. Ilerde size fasıklar yurdunu gosterecegim |
سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِن يَرَوْا كُلَّ آيَةٍ لَّا يُؤْمِنُوا بِهَا وَإِن يَرَوْا سَبِيلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا وَإِن يَرَوْا سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ (146) Yeryuzunde haksız yere buyukluk taslayanları ayetlerimden cevirecegim. Onlar, her ayeti gorseler yine de inanmazlar. Dogru yolu gorseler, onu yol edinmezler. Azgınlık yolunu gorseler, hemen» onu yol edinirler. Bu, ayetlerimizi yalanlamıs olmalarından ve ondan gafil bulunmalarındandır |
وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ ۚ هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (147) Ayetlerimizi ve ahirete kavusmayı yalanlayanların isledikleri bosa gitmistir. Onlar; islediklerinden baska bir seyle mi cezalandırılacaklardı |
وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسَىٰ مِن بَعْدِهِ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلًا جَسَدًا لَّهُ خُوَارٌ ۚ أَلَمْ يَرَوْا أَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْدِيهِمْ سَبِيلًا ۘ اتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِمِينَ (148) Musa´nın kavmi; onun ardından, zinet takımlarından canlıymıs gibi boguren bir buzagı heykeli edindiler. Onun kendileriyle konusmadıgını ve bir yol da gostermedigini gormediler mi ki, tanrı edindiler de zalimlerden oldular |
وَلَمَّا سُقِطَ فِي أَيْدِيهِمْ وَرَأَوْا أَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّوا قَالُوا لَئِن لَّمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ (149) Elleri bogrunde, caresiz kalıp kendilerinin de sapıtmıs olduklarını gorunce; dediler ki: Rabbımız bize merhamet etmezse ve bizi bagıslamazsa muhakkak ki husrana ugrayanlardan olacagız |
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسَىٰ إِلَىٰ قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونِي مِن بَعْدِي ۖ أَعَجِلْتُمْ أَمْرَ رَبِّكُمْ ۖ وَأَلْقَى الْأَلْوَاحَ وَأَخَذَ بِرَأْسِ أَخِيهِ يَجُرُّهُ إِلَيْهِ ۚ قَالَ ابْنَ أُمَّ إِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونِي وَكَادُوا يَقْتُلُونَنِي فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْأَعْدَاءَ وَلَا تَجْعَلْنِي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (150) Musa; kavmine kızgın ve uzgun donunce; benden sonra arkamdan ne kotu isler yapmıssınız? Rabbınızın emrinin cabucak gelmesini mi istediniz? dedi ve levhaları attı. Kardesinin basından tutup kendisine dogru cekiyordu: Ey anamın oglu, bu kavim beni gercekten zayıf gorduler. Az kalsın olduruyorlardı. Sen de bana dusmanları sevindirecek harekette bulunma ve beni zalimler guruhu ile bir tutma, dedi |
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلِأَخِي وَأَدْخِلْنَا فِي رَحْمَتِكَ ۖ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ (151) Dedi ki: Rabbım, beni ve kardesimi bagısla. Bizi rahmetinin icine al. Sen merhametlilerin en merhametlisisin |
إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ (152) Muhakkak ki buzagıyı tanrı edinenlere; Rabblarından bir gazab ve dunya hayatında bir horluk erisecektir. Biz, iste boylece cezalandırırız iftira edenleri |
وَالَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ ثُمَّ تَابُوا مِن بَعْدِهَا وَآمَنُوا إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ (153) Kotulukleri isleyip sonra ardından tevbe ve iman edenlere gelince suphesiz ki Rabbın; bundan sonra elbette Gafur´dur, Rahim´dir |
وَلَمَّا سَكَتَ عَن مُّوسَى الْغَضَبُ أَخَذَ الْأَلْوَاحَ ۖ وَفِي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلَّذِينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ (154) Ofkesi dinip, sukun hasıl olunca; Musa levhaları aldı. Onlardaki nushasında Rabblarından korkanlara hidayet ve rahmet vardı |
وَاخْتَارَ مُوسَىٰ قَوْمَهُ سَبْعِينَ رَجُلًا لِّمِيقَاتِنَا ۖ فَلَمَّا أَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ أَهْلَكْتَهُم مِّن قَبْلُ وَإِيَّايَ ۖ أَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَاءُ مِنَّا ۖ إِنْ هِيَ إِلَّا فِتْنَتُكَ تُضِلُّ بِهَا مَن تَشَاءُ وَتَهْدِي مَن تَشَاءُ ۖ أَنتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا ۖ وَأَنتَ خَيْرُ الْغَافِرِينَ (155) Musa, ta´yin ettigimiz vakit icin kavminden yetmis kisi secti. Onları titreme tutunca dedi ki: Rabbım; dileseydin once onalrı da helak ederdin, beni de. Icimizdeki beyinsizlerin isledikleri yuzunden bizi helak eder misin? Bu, Senin imtihanından baska birsey degildir. Onunla diledigini dalalete dusurur, diledigini de hidayete goturursun. Sen, bizim dostumuzsun. O halde bizi bagısla, merhamet et bize. Sen bagıslayanların en hayırlısısın |
۞ وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ ۚ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاءُ ۖ وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ ۚ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ (156) Ve bize; hem bu dunyada bir iyilik yaz, hem de ahirette. Biz sana donduk |
الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (157) Onlar ki; yanlarındaki Tevrat´ta ve Incil´de yazılı bulacakları; okuma, yazma bilmeyen ve nebi olan Rasule tabi olurlar. O, kendilerine ma´rufu emreder, munkerden nehyeder. Temiz seyleri helal kılar, murdar seyleri de haram eder. Onların agır yuklerini ve uzerlerindeki bagları, zincirleri indirir. Iste ona iman edenler, onu ta´zim edenler, ona yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nura tabi olanlar, iste onlar; felaha erenlerin kendileridir |
قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ ۖ فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ (158) De ki: Ey insanlar; ben gercekten goklerin ve yerin mulku kendisinin olan, O´ndan baska hicbir tanrı bulunmayan, hem dirilten, hem olduren Allah´ın hepiniz icin gonderdigi peygamberiyim. Su halde Allah´a ve O´nun ummi peygamberi olan elcisine inanın: Ki o da Allah´a ve O´nun sozlerine inanmaktadır. Ve ona uyun ki hidayete eresiniz |
وَمِن قَوْمِ مُوسَىٰ أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ (159) Musa´nın kavminden bir topluluk vardır ki; irsad ederler ve onunla hukmederler |
وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ أَسْبَاطًا أُمَمًا ۚ وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ إِذِ اسْتَسْقَاهُ قَوْمُهُ أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْحَجَرَ ۖ فَانبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا ۖ قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَّشْرَبَهُمْ ۚ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَأَنزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ ۖ كُلُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ ۚ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَٰكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ (160) Biz, onları on iki oymaga, ummetlere ayırdık. Kavmi ondan su istedigi zaman Musa´ya vahyettik ki: Asanı tasa vur. Ondan on iki pınar fıskırdı. Herkes icecegi yeri belledi. Ve onların uzerine bulutla golge yaptık. Onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Size rızık olarak verdiklerimizin temiz ve guzel olanlarından yeyin. Onlar bize zulmetmediler, ancak kendilerine zulmediyorlardı |
وَإِذْ قِيلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هَٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا نَّغْفِرْ لَكُمْ خَطِيئَاتِكُمْ ۚ سَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ (161) Hani onlara denilmisti ki: Su sehirde oturun, dilediginiz gibi yeyin, icin. «Affet» deyin ve kapısından secde ederek girin ki; yanılmalarınızı bagıslayalım. Ihsan edenlere daha da arttıracagız |
فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلًا غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزًا مِّنَ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ (162) Iclerinden zulmedenler, kend, lerine soylenen sozu baskasıyla degistirdiler. Biz de onlara, zulmeder olduklarından dolayı gokten azab indirdik |
وَاسْأَلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِ إِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ إِذْ تَأْتِيهِمْ حِيتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعًا وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَ ۙ لَا تَأْتِيهِمْ ۚ كَذَٰلِكَ نَبْلُوهُم بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ (163) Onlara; denizin kıyısındaki o kasabanın durumunu sor. Hani onlar, cumartesi gununu ihlal ederek haddi asmıslardı. Zira cumartesi gunleri balıkları suruyle geliyor, cumartesi tatili yapmayacakları gun ise gelmiyordu. Iste biz, fasıklık eder oldukları icin onları boylece imtihan ediyorduk |
وَإِذْ قَالَتْ أُمَّةٌ مِّنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًا ۙ اللَّهُ مُهْلِكُهُمْ أَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا ۖ قَالُوا مَعْذِرَةً إِلَىٰ رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ (164) Hani, iclerinden bir topluluk demisti ki: Allah´ın kendilerini helak edecegi veya cetin bir azab ile cezalandıracagı bir kavme ne diye ogut veriyorsunuz? Onlar da: Rabbınıza karsı mazeret olsun ve belki sakınırlar diye, demislerdi |
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهِ أَنجَيْنَا الَّذِينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّوءِ وَأَخَذْنَا الَّذِينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَئِيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ (165) Onlar, kendilerine verilen ogudu unutunca; Biz, kotulukden men´edenleri kurtardık, zulmedenleri ise fasıklık eder oldukları icin siddetli bir azab ile yakaladık |
فَلَمَّا عَتَوْا عَن مَّا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِئِينَ (166) Boylece onlar, serkeslik ederek yasak edileni yapmakta ısrar edince; asagılık maymunlar olun, dedik |
وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَن يَسُومُهُمْ سُوءَ الْعَذَابِ ۗ إِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيعُ الْعِقَابِ ۖ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ (167) Hani Rabbın; onları kıyamet gunune kadar azabın en kotusune ugratacak olanları, muhakkak gonderecegini ilan etmisti. Suphesiz ki Rabbın; cezayı cabuk verendir. Ve muhakkak ki O; Gafur´dur, Rahim´dir |
وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْأَرْضِ أُمَمًا ۖ مِّنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذَٰلِكَ ۖ وَبَلَوْنَاهُم بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّئَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ (168) Biz; onları, yeryuzunde cemaatlere ayırdık. Iclerinden kimisi salihlerdi, kimisi de onlardan asagıdırlar. Belki donerler diye onları guzellikler ve kotuluklerle denedik |
فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هَٰذَا الْأَدْنَىٰ وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَا وَإِن يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِّثْلُهُ يَأْخُذُوهُ ۚ أَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِم مِّيثَاقُ الْكِتَابِ أَن لَّا يَقُولُوا عَلَى اللَّهِ إِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا فِيهِ ۗ وَالدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (169) Onlardan kotu kimseler gelip onların yerine gecmis, kitaba varis olmuslardı. Dunyanın gecici meta´ını alıyorlar ve: Ileride affedilecegiz diyorlardı. Onlara buna benzer bir meta´ gelse onu da alıyorlar. Onlardan; Allah´a karsı ancak hakkı soyleyeceklerine dair kitab uzerine ahd alınmamıs mıydı? Ahiret yurdu, Allah´tan korkanlar icin daha hayırlıdır. Hala aklınızı basınıza almayacak mısınız |
وَالَّذِينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ الْمُصْلِحِينَ (170) Onlar ki; kitaba sımsıkı sarılırlar ve namazı dosdogru kılarlar. Elbette Biz, ıslah edenlerin mukafatını zayi´ etmeyiz |
۞ وَإِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَأَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّوا أَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ (171) Hani, Biz dagı uzerlerine golgelik gibi kaldırmıstık da, onlar tepelerine dusecek sanmıslardı. Size verdigimizi kuvvetle tutun. Ve onda olanı dusunun ki; sakınasınız |
وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَىٰ أَنفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ ۖ قَالُوا بَلَىٰ ۛ شَهِدْنَا ۛ أَن تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَٰذَا غَافِلِينَ (172) Hani Rabbın; ademogullarının sulbunden soyunu cıkarmıs ve kendilerini nefislerine sahid tutmus. Ben, sizin Rabbınız degil miyim? demisti. Onlar da demislerdiki: Evet, biz buna sahidiz. Kıyamet gunu: Bizim bundan haberimiz yoktu, demeyesiniz |
أَوْ تَقُولُوا إِنَّمَا أَشْرَكَ آبَاؤُنَا مِن قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِّن بَعْدِهِمْ ۖ أَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ (173) Veya daha once sadece atalarımız sirk kosmustu, biz ise onların ardından gelen bir nesiliz, bizi batıl isleyenlerin yaptıkları yuzunden helak eder misin? demeyesiniz |
وَكَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ (174) Iste Biz ayetleri boyle uzun uzadıya acıklarız. Belki donerler diye |
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِي آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا فَانسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ (175) Kendisine ayetlerimizi verdigimiz halde, onlardan sıyrılan ve seytanın arkasına taktıgı sonunda da azgınlardan olan o kimsenin haberini anlat |
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَٰكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الْأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ ۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَث ۚ ذَّٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ (176) Dileseydik onu, bununla yukseltirdik. Fakat o; yere saplandı ve hevesine uydu. Artık onun hali; o kopegin hali gibidir ki, ustune varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. Iste ayetlerimizi yalanlayan kavmin hali boyledir. Sen, kıssayı anlat. Belki dusunurler |
سَاءَ مَثَلًا الْقَوْمُ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَأَنفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ (177) Ayetlerimizi yalanlayarak kendilerine zulmeden kavmin misali ne kotudur |
مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي ۖ وَمَن يُضْلِلْ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ (178) Allah; kimi hidayete erdirirse; odur hidayete eren. Kimi de saptırırsa; iste onlardır husrana ugrayanların kendileri |
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ ۖ لَهُمْ قُلُوبٌ لَّا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَّا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لَّا يَسْمَعُونَ بِهَا ۚ أُولَٰئِكَ كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ ۚ أُولَٰئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ (179) Andolsun ki; Biz cinn ve insanlardan bir cogunu cehennem icin yarattık. Onların kalbleri vardır; anlamazlar, gozleri vardır; gormezler, kulakları vardır; duymazlar. Onlar; hayvanlar gibidirler, hatta daha da sapıktırlar. Iste onlar; gafillerin kendilerdir |
وَلِلَّهِ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَىٰ فَادْعُوهُ بِهَا ۖ وَذَرُوا الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَائِهِ ۚ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (180) En guzel isimler Allah´ındır. Oyleyse O´na bunlarla dua edin. O´nun isimleri konusunda egrilige sapanları bırakın. Onlar, yaptıklarının cezalarını goreceklerdir |
وَمِمَّنْ خَلَقْنَا أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ (181) Yarattıklarımızdan oyle bir ummet vardır ki; onlar hakkı gosterirler ve onunla adaleti uygularlar |
وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ (182) Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; Biz, onları bilmeyecekleri noktadan derece derece helake yaklastırırız |
وَأُمْلِي لَهُمْ ۚ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ (183) Ben, onlara muhlet veririm. Muhakkak ki Benim duzenim cetindir |
أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ۗ مَا بِصَاحِبِهِم مِّن جِنَّةٍ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ (184) Dusunmuyorlar mı ki; arkadaslarında hicbir delilik yoktur. O, ancak apacık bir uyarıcıdır |
أَوَلَمْ يَنظُرُوا فِي مَلَكُوتِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللَّهُ مِن شَيْءٍ وَأَنْ عَسَىٰ أَن يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ أَجَلُهُمْ ۖ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ (185) Onlar; goklerin melekutuna, Allah´ın yarattıgı herhangi bir seye ve ecellerinin yaklasmıs olması ihtimaline hic bakmazlar mı? Bundan sonra artık hangi soze inanacaklar |
مَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَلَا هَادِيَ لَهُ ۚ وَيَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ (186) Kimi, Allah saptırırsa; onu dogru yola goturecek yoktur. O, bunları taskınlıkları icinde serseri bir halde bırakır |
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا ۖ قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي ۖ لَا يُجَلِّيهَا لِوَقْتِهَا إِلَّا هُوَ ۚ ثَقُلَتْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ لَا تَأْتِيكُمْ إِلَّا بَغْتَةً ۗ يَسْأَلُونَكَ كَأَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَا ۖ قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللَّهِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (187) Sana kıyametin ne zaman gelip catacagını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi, ancak Rabbımın katındadır. Onun vaktini kendisinden baskası acıklayamaz. Onun agırlıgını gokler de, yer de kaldıramaz. O, size ansızın gelir. Sen, onu biliyormussun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah katındadır. Fakat insanların cogu bilmezler |
قُل لَّا أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلَا ضَرًّا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ ۚ وَلَوْ كُنتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِيَ السُّوءُ ۚ إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (188) De ki: Ben, kendime Allah´ın dilediginden baska ne fayda verebilirim, ne de zarar. Eger ben, gaybı bileydim; daha cok hayır yapmak isterdim. Ve bana, hic bir fenalık da dokunmazdı. Ben, sadece iman eden bir kavme uyarıcı ve mujdeciyim |
۞ هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا ۖ فَلَمَّا تَغَشَّاهَا حَمَلَتْ حَمْلًا خَفِيفًا فَمَرَّتْ بِهِ ۖ فَلَمَّا أَثْقَلَت دَّعَوَا اللَّهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ آتَيْتَنَا صَالِحًا لَّنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ (189) O´dur, sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan da gonlunun ısınacagı esini vareden. Esini ortup buruyunce; o, hafif bir yuk yuklendi ve onunla bir muddet gider gelirdi. Nihayet agırlasınca; karı koca Rabbları olan Allah´a: Eger bize salih bir cocuk verirsen andolsun ki sukredenlerden oluruz, diye dua ettiler |
فَلَمَّا آتَاهُمَا صَالِحًا جَعَلَا لَهُ شُرَكَاءَ فِيمَا آتَاهُمَا ۚ فَتَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ (190) Allah onlara salih bir cocuk verince; kendilerine verdigi sey hakkında Allah´a ortaklar kostular. Allah, onların ortak kostukları seyden munezzeh tir |
أَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ (191) Kendileri-yaratılmısken-Bir sey yaratamayan seyleri mi ortak kosuyorlar |
وَلَا يَسْتَطِيعُونَ لَهُمْ نَصْرًا وَلَا أَنفُسَهُمْ يَنصُرُونَ (192) Halbuki bunlar; ne onlara yardım edebilir, ne de kendilerine bir yardımları olabilir |
وَإِن تَدْعُوهُمْ إِلَى الْهُدَىٰ لَا يَتَّبِعُوكُمْ ۚ سَوَاءٌ عَلَيْكُمْ أَدَعَوْتُمُوهُمْ أَمْ أَنتُمْ صَامِتُونَ (193) Onları dogru yola cagırsanız da, size uymazlar. Cagırmanız da, susmanız da onlar icin birdir |
إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ عِبَادٌ أَمْثَالُكُمْ ۖ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَجِيبُوا لَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (194) Allah´tan baska taptıklarınız da sizin gibi kullardır. Eger sadıklardan iseniz; haydi onları cagırın da size karsılık versinler |
أَلَهُمْ أَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَا ۖ أَمْ لَهُمْ أَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَا ۖ أَمْ لَهُمْ أَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَا ۖ أَمْ لَهُمْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا ۗ قُلِ ادْعُوا شُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ كِيدُونِ فَلَا تُنظِرُونِ (195) Onların ayakları var mıdır ki onunla yurusunler? Elleri var mıdır ki onunla tutsunlar? Gozleri var mıdır ki onunla gorsunler? Kulakları var mıdır ki onunla isitsinler? De ki: Cagırın ortaklarınızı da, elinizden gelirse, bana tuzak kurun ve goz actırmayın |
إِنَّ وَلِيِّيَ اللَّهُ الَّذِي نَزَّلَ الْكِتَابَ ۖ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ (196) Muhakkak ki benim dostum, kitabı indirmis olan Allah´tır. Ve O, salihleri dost edinir |
وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِهِ لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَا أَنفُسَهُمْ يَنصُرُونَ (197) O´nu bırakıp taptıklarınız ise; size yardım edemedikleri gibi; kendilerine de yardım edemezler |
وَإِن تَدْعُوهُمْ إِلَى الْهُدَىٰ لَا يَسْمَعُوا ۖ وَتَرَاهُمْ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ (198) Onları hidayete cagırsanız; duymazlar bile. Onları sana bakar gorursun; ama gormezler ki |
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ (199) Sen; affı tut, ma´rufu emret ve cahillerden yuz cevir |
وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ ۚ إِنَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (200) Seytan seni durtecek olursa; hemen Allah´a sıgın. Cunku O; gercekten Semi´ dir, Alim´dir |
إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَوْا إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِّنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَإِذَا هُم مُّبْصِرُونَ (201) Muhakkak ki takvaya erenler; onlar seytan tarafından bir vesveseye ugrayınca iyice dusunurler. Bir de bakarsın ki gordurucudurler |
وَإِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ (202) Kardesleri ise onları azgınlıga suruklerler. Sonra da bırakmazlar |
وَإِذَا لَمْ تَأْتِهِم بِآيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَا ۚ قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ مِن رَّبِّي ۚ هَٰذَا بَصَائِرُ مِن رَّبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (203) Onlara bir ayet getimedigin zaman, derler ki: Sen, bir tane yapsaydın ya? De ki: Ben, ancak Rabbımdan bana vahyolunana uyarım. Bu, Rabbımızdan gozleri acacak delillerdir. Iman eden bir kavim icin hidayet ve rahmettir |
وَإِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَأَنصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ (204) Kur´an okundugu zaman; ona derhal kulak verin ve susun ki, merhamet olunasınız |
وَاذْكُر رَّبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ وَلَا تَكُن مِّنَ الْغَافِلِينَ (205) Rabbına; icinden yalvararak ve korkarak, yuksek olmayan bir sesle sabah aksam zikret. Ve gafillerden olma |
إِنَّ الَّذِينَ عِندَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ ۩ (206) Muhakkak ki Rabbının katındakiler, O´na kulluk etmekten asla buyuklenmezler. O´na tesbih ederler ve O´na secde ederler |