طسم (1) Ta, Sin, Mim |
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (2) Bunlar, apacık Kitab´ın ayetleridir |
نَتْلُو عَلَيْكَ مِن نَّبَإِ مُوسَىٰ وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (3) Sana, Musa ile Firavun´un haberinden inanacak bir kavim icin dogru olarak anlatacagız |
إِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْأَرْضِ وَجَعَلَ أَهْلَهَا شِيَعًا يَسْتَضْعِفُ طَائِفَةً مِّنْهُمْ يُذَبِّحُ أَبْنَاءَهُمْ وَيَسْتَحْيِي نِسَاءَهُمْ ۚ إِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ (4) Gercekten, Firavun, yeryuzunde zorbalıga yoneldi ve halkını sınıflara ayırdı. Iclerinden bir zumreyi gucsuz bularak ogullarını bogazlıyor, kızlarını diri bırakıyordu. Cunku o, bozgunculardandı |
وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ (5) Biz ise istiyorduk ki; gucsuz sayılanlara iyilikte bulunalım, onları onderler kılalım ve onları varisler yapalım |
وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُم مَّا كَانُوا يَحْذَرُونَ (6) Ve onları memleketlerine yerlestirelim, Firavun´ a Haman´a ve ikisinin askerlerine cekinmekte oldukları seyleri gosterelim |
وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ أُمِّ مُوسَىٰ أَنْ أَرْضِعِيهِ ۖ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي ۖ إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ (7) Musa´nın annesine: Onu emzir. Basına bir sey gelmesinden korktugun zaman onu suya bırak. Korkma, uzulme, suphesiz onu, Biz; sana dondurecek ve peygamber yapacagız, diye vahyettik |
فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا ۗ إِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِئِينَ (8) Firavun´un adamları bunun uzerine onu aldılar. Cunku o, sonunda kendileri icin bir dusman ve bir tasa olacaktı. Zira Firavun, Haman ve askerleri gercekten suclu idiler |
وَقَالَتِ امْرَأَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ لِّي وَلَكَ ۖ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَىٰ أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (9) Firavun´un karısı dedi ki: Benim de, senin de gozun aydın olsun. Onu oldurmeyin. Belki bize faydası dokunur veya onu ogul ediniriz. Ve onlar, farkında degillerdi |
وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَىٰ فَارِغًا ۖ إِن كَادَتْ لَتُبْدِي بِهِ لَوْلَا أَن رَّبَطْنَا عَلَىٰ قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (10) Musa´nın annesi, yuregi bombos sabah etti. Sayet inananlardan olması icin kalbini pekistirmemis olsaydık; neredeyse onu acıga vuracaktı |
وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ ۖ فَبَصُرَتْ بِهِ عَن جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (11) Onun kızkardesine dedi ki: Onu izle, o da kimse farkına varmadan onu uzaktan gozetledi |
۞ وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِن قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَىٰ أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ (12) Onceden Biz, onun sut annelerin memesini kabul etmemesini sagladık. Bunun uzerine hemsiresi: Size, sizin adınıza ona bakacak ve iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi? dedi |
فَرَدَدْنَاهُ إِلَىٰ أُمِّهِ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (13) Boylece onun gozu aydın olsun, tasalanmasın ve Allah´ın vaadinin mutlak gercek oldugunu bilsin diye, annesine geri verdik. Ama onların cogu bilmezler |
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَاسْتَوَىٰ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (14) Erginlik cagına erisip olgunlasınca, Biz ona ilim ve hikmet verdik. Iyi davrananları iste boylece mukafatlandırırız |
وَدَخَلَ الْمَدِينَةَ عَلَىٰ حِينِ غَفْلَةٍ مِّنْ أَهْلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِ هَٰذَا مِن شِيعَتِهِ وَهَٰذَا مِنْ عَدُوِّهِ ۖ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذِي مِن شِيعَتِهِ عَلَى الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ فَوَكَزَهُ مُوسَىٰ فَقَضَىٰ عَلَيْهِ ۖ قَالَ هَٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ ۖ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُّضِلٌّ مُّبِينٌ (15) O, halkının haberi olmadıgı bir sırada sehre girdi ve birbiriyle dovusen iki adam gordu. Su, kendi adamlarından, bu da dusmanlarındandı. Kendi tarafından olan, dusmanına karsı ondan yardım istedi. Bunun uzerine Musa dusmanına bir yumruk indirdi ve olumune sebep oldu. Bu, seytanın isidir. Zira o, apacık saptıran bir dusmandır, dedi |
قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ ۚ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (16) Dedi ki: Rabbım; dogrusu kendime zulmettim. Bagısla beni. Bunun uzerine onu bagısladık. Muhakkak ki O´dur O; Gafur, Rahim |
قَالَ رَبِّ بِمَا أَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ أَكُونَ ظَهِيرًا لِّلْمُجْرِمِينَ (17) Dedi ki: Rabbım, bana verdigin nimet hakkı icin, artık suclulara asla yardımcı olmayacagım |
فَأَصْبَحَ فِي الْمَدِينَةِ خَائِفًا يَتَرَقَّبُ فَإِذَا الَّذِي اسْتَنصَرَهُ بِالْأَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُ ۚ قَالَ لَهُ مُوسَىٰ إِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُّبِينٌ (18) Sehirde korku icinde etrafı gozetleyerek sabahladı. Bir de baktı ki dun, kendisinden yardım isteyen kimse bagırarak ondan yine yardım istiyordu. Musa ona dedi ki: Dogrusu sen, besbelli bir azgınsın |
فَلَمَّا أَنْ أَرَادَ أَن يَبْطِشَ بِالَّذِي هُوَ عَدُوٌّ لَّهُمَا قَالَ يَا مُوسَىٰ أَتُرِيدُ أَن تَقْتُلَنِي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْأَمْسِ ۖ إِن تُرِيدُ إِلَّا أَن تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْأَرْضِ وَمَا تُرِيدُ أَن تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِحِينَ (19) Derken ikisinin de dusmanı olanı yakalamak isteyince: Ey Musa, dun bir cana kıydıgın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen ıslah edenlerden olmayı degil, yeryuzunde bir zorba olmayı istiyorsun, dedi |
وَجَاءَ رَجُلٌ مِّنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ يَسْعَىٰ قَالَ يَا مُوسَىٰ إِنَّ الْمَلَأَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ إِنِّي لَكَ مِنَ النَّاصِحِينَ (20) Sehrin ote basından kosarak bir adam geldi ve dedi ki: Ey Musa; ileri gelenler, seni oldurmek icin aralarında gorusuyorlar. Hemen cık git, dogrusu ben, sana ogut verenlerdenim |
فَخَرَجَ مِنْهَا خَائِفًا يَتَرَقَّبُ ۖ قَالَ رَبِّ نَجِّنِي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (21) Bunun uzerine korku icinde gozetleyerek oradan cıktı ve: Rabbım; beni, o zalimler guruhundan kurtar, dedi |
وَلَمَّا تَوَجَّهَ تِلْقَاءَ مَدْيَنَ قَالَ عَسَىٰ رَبِّي أَن يَهْدِيَنِي سَوَاءَ السَّبِيلِ (22) Medyen tarafına yoneldiginde dedi ki: Umarım ki Rabbım, beni yolun dogrusuna hidayet eder |
وَلَمَّا وَرَدَ مَاءَ مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ أُمَّةً مِّنَ النَّاسِ يَسْقُونَ وَوَجَدَ مِن دُونِهِمُ امْرَأَتَيْنِ تَذُودَانِ ۖ قَالَ مَا خَطْبُكُمَا ۖ قَالَتَا لَا نَسْقِي حَتَّىٰ يُصْدِرَ الرِّعَاءُ ۖ وَأَبُونَا شَيْخٌ كَبِيرٌ (23) Medyen suyuna varınca; davarlarını sulayan bir insan toplulugu gordu. Ve onlardan baska surulerini gozetleyen iki kadın buldu. Onlara: Isiniz nedir? dedi. Onlar da: Cobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız cok yaslıdır da ondan, dediler |
فَسَقَىٰ لَهُمَا ثُمَّ تَوَلَّىٰ إِلَى الظِّلِّ فَقَالَ رَبِّ إِنِّي لِمَا أَنزَلْتَ إِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَقِيرٌ (24) Bunun uzerine onlarınkini suladı. Sonra golgeye cekildi ve dedi ki: Rabbım; dogrusu bana indirecegin hayra muhtacım |
فَجَاءَتْهُ إِحْدَاهُمَا تَمْشِي عَلَى اسْتِحْيَاءٍ قَالَتْ إِنَّ أَبِي يَدْعُوكَ لِيَجْزِيَكَ أَجْرَ مَا سَقَيْتَ لَنَا ۚ فَلَمَّا جَاءَهُ وَقَصَّ عَلَيْهِ الْقَصَصَ قَالَ لَا تَخَفْ ۖ نَجَوْتَ مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (25) Derken, o kadınlardan biri, utana utana yuruyup ona geldi: Babam, dedi, sana sulama ucretini odemek icin seni cagırıyor. Ona gelince, basından geceni anlattı. O da: Korkma; artık zalimler guruhundan kurtuldun, dedi |
قَالَتْ إِحْدَاهُمَا يَا أَبَتِ اسْتَأْجِرْهُ ۖ إِنَّ خَيْرَ مَنِ اسْتَأْجَرْتَ الْقَوِيُّ الْأَمِينُ (26) O ikiden biri dedi ki: Babacıgım, onu ucretle tut. Cunku ucretle tuttuklarının en iyisi bu guclu ve emin kisidir |
قَالَ إِنِّي أُرِيدُ أَنْ أُنكِحَكَ إِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلَىٰ أَن تَأْجُرَنِي ثَمَانِيَ حِجَجٍ ۖ فَإِنْ أَتْمَمْتَ عَشْرًا فَمِنْ عِندِكَ ۖ وَمَا أُرِيدُ أَنْ أَشُقَّ عَلَيْكَ ۚ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ (27) O da dedi ki: Bana sekiz yıl calısmana karsılık, bu iki kızımdan birini sana nıkahlamak istiyorum. Sayet on yıla tamamlarsan o, senden bir lutuf olur. Ama sana zorluk cektirmek istemem. Insaallah beni salihlerden bulacaksın |
قَالَ ذَٰلِكَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ ۖ أَيَّمَا الْأَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّ ۖ وَاللَّهُ عَلَىٰ مَا نَقُولُ وَكِيلٌ (28) Dedi ki: Bu, seninle benim aramdadır. Bu sureden hangisini doldurursam doldurayım, bir kotuluge ugramam. Soylediklerimize Allah Vekil´dir |
۞ فَلَمَّا قَضَىٰ مُوسَى الْأَجَلَ وَسَارَ بِأَهْلِهِ آنَسَ مِن جَانِبِ الطُّورِ نَارًا قَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَّعَلِّي آتِيكُم مِّنْهَا بِخَبَرٍ أَوْ جَذْوَةٍ مِّنَ النَّارِ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ (29) Musa sureyi doldurunca; ailesi ile birlikte yola cıktı. Tur yanında bir ates gordu. Ailesine dedi ki: Durun, ben bir ates gordum. Olur ki size ondan bir haber, yahut ısınmanız icin atesten bir kor getiririm |
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِيَ مِن شَاطِئِ الْوَادِ الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَىٰ إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ (30) Oraya geldiginde, feyizli yerdeki vadinin sag yanındaki agactan: Ey Musa; suphesiz Ben, alemlerin Rabbı olan Allah´ım |
وَأَنْ أَلْقِ عَصَاكَ ۖ فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّىٰ مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ ۚ يَا مُوسَىٰ أَقْبِلْ وَلَا تَخَفْ ۖ إِنَّكَ مِنَ الْآمِنِينَ (31) Asanı bırak, diye seslenildi. Onun bir yılan gibi deprendigini gorunce, donup arkasına bakmadan kactı. Ey Musa, beri gel, korkma. Cunku sen emniyyette olanlardansın, denildi |
اسْلُكْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ وَاضْمُمْ إِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ ۖ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِن رَّبِّكَ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ (32) Elini koynuna sok, lekesiz bembeyaz cıksın. Ellerini kendine cek, korkun kalmasın. Bu ikisi, Firavun ve erkanına karsı Rabbından iki burhandır. Dogrusu onlar, fasıklar guruhudur, denildi |
قَالَ رَبِّ إِنِّي قَتَلْتُ مِنْهُمْ نَفْسًا فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ (33) Dedi ki: Rabbım; dogrusu ben, onlardan bir cana kıydım, beni oldurmelerinden korkarım |
وَأَخِي هَارُونُ هُوَ أَفْصَحُ مِنِّي لِسَانًا فَأَرْسِلْهُ مَعِيَ رِدْءًا يُصَدِّقُنِي ۖ إِنِّي أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ (34) Kardesim Harun´un dili benimkinden daha duzgundur. Onu benimle beraber yardımcı olarak gonder ki beni tasdik etsin. Cunku ben, tekzib etmelerinden endise duyuyorum |
قَالَ سَنَشُدُّ عَضُدَكَ بِأَخِيكَ وَنَجْعَلُ لَكُمَا سُلْطَانًا فَلَا يَصِلُونَ إِلَيْكُمَا ۚ بِآيَاتِنَا أَنتُمَا وَمَنِ اتَّبَعَكُمَا الْغَالِبُونَ (35) Buyurdu ki: Senin gucunu kardesinle artıracagız. Ikinize de oyle bir guc verecegiz ki onlar, size erisemeyecekler. Ayetlerimizle ikiniz de, ikinize uyanlar da ustun geleceklerdir |
فَلَمَّا جَاءَهُم مُّوسَىٰ بِآيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ (36) Musa onlara apacık ayetlerimizle gelince: bu, uydurulmus bir sihirden baska bir sey degildir. Biz, onceki atalarımızdan boylesini isitmemistik, dediler |
وَقَالَ مُوسَىٰ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَن جَاءَ بِالْهُدَىٰ مِنْ عِندِهِ وَمَن تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِ ۖ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ (37) Musa dedi ki: Rabbım, kimin hidayetle katından geldigini ve bu yurdun sonunun kimin olacagını daha iyi bilir. Dogrusu zalimler, asla felah bulmazlar |
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرِي فَأَوْقِدْ لِي يَا هَامَانُ عَلَى الطِّينِ فَاجْعَل لِّي صَرْحًا لَّعَلِّي أَطَّلِعُ إِلَىٰ إِلَٰهِ مُوسَىٰ وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِبِينَ (38) Firavun da dedi ki: Ey ileri gelenler; sizin, benden baska bir tanrınız oldugunu bilmiyorum. Ey Haman; haydi, benim icin camurun uzerinde ates yak da, bana buyuk bir kule yap. Cıkar da belki Musa´nın tanrısını gorurum. Dogrusu onu yalancılardan sanıyorum |
وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ إِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ (39) O da, askerleri de memlekette haksız yere buyukluk tasladılar ve gercekten Bize dondurulmeyeceklerini sandılar |
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ ۖ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ (40) Biz de onu ve askerlerini yakalayıp suya attık. Zalimlerin sonunun nasıl olduguna bir bak |
وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ ۖ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنصَرُونَ (41) Onları, atese cagıran onderler kıldık. Kıyamet gunu de yardım gormezler |
وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً ۖ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ هُم مِّنَ الْمَقْبُوحِينَ (42) Bu dunyada arkalarına la´neti taktık. Kıyamet gunu de onlar cirkinlestirilmis olanlardır |
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِن بَعْدِ مَا أَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْأُولَىٰ بَصَائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَّعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (43) Andolsun ki; Biz, onceki nesilleri yok ettikten sonra Musa´ya insanlar icin basiretler, hidayet ve rahmet olmak uzere kitabı verdik. Olur ki dusunurler diye |
وَمَا كُنتَ بِجَانِبِ الْغَرْبِيِّ إِذْ قَضَيْنَا إِلَىٰ مُوسَى الْأَمْرَ وَمَا كُنتَ مِنَ الشَّاهِدِينَ (44) Musa´ya buyrugumuzu bildirdigimiz vakit, batı yonunde degildin sen. Gorenlerden de olmamıstın |
وَلَٰكِنَّا أَنشَأْنَا قُرُونًا فَتَطَاوَلَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ ۚ وَمَا كُنتَ ثَاوِيًا فِي أَهْلِ مَدْيَنَ تَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِنَا وَلَٰكِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ (45) Ama Biz; daha nice nesiller yarattık. Omurleri uzadıkca uzadı onların. Sen, Medyen halkı arasında bulunup da onlara ayetlerimizi okumuyordun. O haberleri sana gonderen Biziz |
وَمَا كُنتَ بِجَانِبِ الطُّورِ إِذْ نَادَيْنَا وَلَٰكِن رَّحْمَةً مِّن رَّبِّكَ لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّا أَتَاهُم مِّن نَّذِيرٍ مِّن قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (46) Biz seslendigimiz vakit; sen Tur´un yanında da degildin. Fakat sen, kendinden once onlara uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarman icin, Rabbından bir rahmet olarak gonderildin. Olur ki onlar, dusunurler diye |
وَلَوْلَا أَن تُصِيبَهُم مُّصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَيَقُولُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (47) Yaptıklarından oturu baslarına bir musibet geldigi zaman: Rabbımız, bize bir peygamber gonderseydin de ayetlerine uysak ve mu´minlerden olsak olmaz mıydı? derler |
فَلَمَّا جَاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِندِنَا قَالُوا لَوْلَا أُوتِيَ مِثْلَ مَا أُوتِيَ مُوسَىٰ ۚ أَوَلَمْ يَكْفُرُوا بِمَا أُوتِيَ مُوسَىٰ مِن قَبْلُ ۖ قَالُوا سِحْرَانِ تَظَاهَرَا وَقَالُوا إِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ (48) Ama onlara katımızdan gercek gelince: Musa´ya verilenler gibi ona da verilmeli degil miydi? derler. Daha once Musa´ya verileni de inkar etmemisler miydi? Birbirine destek olan iki buyucu, demislerdi ve biz, hepsini inkar edenleriz, demislerdi |
قُلْ فَأْتُوا بِكِتَابٍ مِّنْ عِندِ اللَّهِ هُوَ أَهْدَىٰ مِنْهُمَا أَتَّبِعْهُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (49) De ki: Sayet dogru sozluyseniz; Allah katından bu ikisinden daha dogru bir kitab getirin de ona uyalım |
فَإِن لَّمْ يَسْتَجِيبُوا لَكَ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يَتَّبِعُونَ أَهْوَاءَهُمْ ۚ وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوَاهُ بِغَيْرِ هُدًى مِّنَ اللَّهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (50) Sayet sana cevab vermezlerse, bil ki; onlar, sırf kendi heveslerine uymaktadırlar. Halbuki Allah´tan bir hidayet olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim vardır. Muhakkak ki Allah; zalimler guruhunu hidayete erdirmez |
۞ وَلَقَدْ وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (51) Andolsun ki; Biz, onlar icin sozu birbirine bitistirdik. Belki dusunurler diye |
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِن قَبْلِهِ هُم بِهِ يُؤْمِنُونَ (52) Kendilerine daha cnceden kitab verdiklerimiz de buna inanırlar |
وَإِذَا يُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ قَالُوا آمَنَّا بِهِ إِنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّنَا إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلِهِ مُسْلِمِينَ (53) Onlara Kur´an okundugu zaman; derler ki: Ona inandık, dogrusu o, Rabbımızdan gelen gercektir. Suphesiz biz, ondan once de muslumanlar olmustuk |
أُولَٰئِكَ يُؤْتَوْنَ أَجْرَهُم مَّرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ (54) Iste onlara sabrettiklerinden oturu ecirleri iki defa verilir. Kotulugu iyilikle savar onlar. Ve kendilerine verdigimiz rızıktan da infak ederler |
وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ (55) Ve bos soz isittikleri zaman ondan yuz cevirirdiler. Bizim islediklerimiz bize, sizin isledikleriniz sizedir. Selam olsun size, biz cahilleri aramayız derler |
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَٰكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاءُ ۚ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ (56) Muhakkak ki sen; her sevdigini hidayete erdiremezsin. Ama Allah; diledigini hidayete erdirir. Ve hidayete erecekleri en iyi O, bilir |
وَقَالُوا إِن نَّتَّبِعِ الْهُدَىٰ مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ أَرْضِنَا ۚ أَوَلَمْ نُمَكِّن لَّهُمْ حَرَمًا آمِنًا يُجْبَىٰ إِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِّزْقًا مِّن لَّدُنَّا وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (57) Dediler ki: Seninle beraber hidayete uyacak olursak, yerimizden oluruz. Halbuki onları katımızdan bir rızık olarak her seyin mahsulunun toplandıgı emin bir haremde yerlestirmedik mi? Ama onların cogu bilmezler |
وَكَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَعِيشَتَهَا ۖ فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَن مِّن بَعْدِهِمْ إِلَّا قَلِيلًا ۖ وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِثِينَ (58) Biz; nimet ve refahıyla sımarmıs nice kasabaları yok etmisizdir. Iste kendilerinden sonra cok az kimselerin oturabilecegi yerleri. Ve oralara varis olanlar Biz´dik, Biz |
وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرَىٰ حَتَّىٰ يَبْعَثَ فِي أُمِّهَا رَسُولًا يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِنَا ۚ وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرَىٰ إِلَّا وَأَهْلُهَا ظَالِمُونَ (59) Anasına, ayetlerimizi okuyacak bir peygamber gondermedikce Rabbın kasabaları helak etmis degildir. Ve Biz; halkı zalim olan kasabalardan baskasını helak edici degiliz |
وَمَا أُوتِيتُم مِّن شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَزِينَتُهَا ۚ وَمَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (60) Size verilen herhangi bir sey; dunya hayatının bir gecimligi ve susudur. Allah katında olan ise daha hayırlı ve devamlıdır. Hala akletmez misiniz |
أَفَمَن وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيهِ كَمَن مَّتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الْمُحْضَرِينَ (61) Simdi kendisine guzel bir vaadde bulundugumuz ve ona kavusan kimse; dunya hayatında kendisine bir gecimlik verdigimiz, sonra kıyamet gununde huzurumuza getirilmislerden olan kimse gibi midir |
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تَزْعُمُونَ (62) O gun Allah; onlara seslenip: Benim ortagım olduklarını ileri surdukleriniz nerededirler? der |
قَالَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هَٰؤُلَاءِ الَّذِينَ أَغْوَيْنَا أَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَا ۖ تَبَرَّأْنَا إِلَيْكَ ۖ مَا كَانُوا إِيَّانَا يَعْبُدُونَ (63) Aleyhlerine hukum gerceklesen kimseler: Rabbımız; iste bunlar azdırdıgımız kimselerdir. Kendimiz nasıl azmıssak onları da oylece biz azdırdık. Onlardan uzaklasıp sana geldik, zaten onlar bize tapmıyorlardı, derler |
وَقِيلَ ادْعُوا شُرَكَاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَرَأَوُا الْعَذَابَ ۚ لَوْ أَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ (64) Denir ki: Kostugunuz ortaklarınızı cagırın. Onlar cagırırlar, ama kendilerine cevap veremezler. Cehennem azabını gorunce de dogru yolda olmadıklarına yanarlar |
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ مَاذَا أَجَبْتُمُ الْمُرْسَلِينَ (65) O gun, Allah; onlara seslenip: Peygamberlere ne cevab verdiniz? der |
فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْأَنبَاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَاءَلُونَ (66) Ama o gun, onlara karsı butun haberler kor olmustur. Birbirlerine de soramazlar |
فَأَمَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسَىٰ أَن يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِحِينَ (67) Ama tevbe edip inanan ve salih amel isleyen kimsenin, kurtulusa erenlerden olması umid edilir |
وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ وَيَخْتَارُ ۗ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ ۚ سُبْحَانَ اللَّهِ وَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ (68) Rabbın; diledigini yaratır ve secer. Onlar icin secim hakkı yoktur. Onların kostukları ortaklardan Allah munezzehtir ve yucedir |
وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ (69) Rabbın; goguslerinin gizlediklerini de, acıga vurduklarını da bilir |
وَهُوَ اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْأُولَىٰ وَالْآخِرَةِ ۖ وَلَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (70) O, oyle bir Allah´tır ki; kendinden baska ilah yoktur. Onunde de, sonunda da hamd O´nadır. Hukum O´nundur ve O´na donduruleceksiniz |
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ اللَّيْلَ سَرْمَدًا إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِضِيَاءٍ ۖ أَفَلَا تَسْمَعُونَ (71) De ki: Sayet Allah; geceyi kıyamete kadar uzerinizde surekli kılsaydı; Allah´tan baska size ısık getirecek tanrı kimdir? Hala dinlemeyecek misiniz |
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ فِيهِ ۖ أَفَلَا تُبْصِرُونَ (72) De ki: Sayet Allah gunduzu kıyamet gunune kadar uzerinizde surekli kılsaydı; size icinde dinleneceginiz bir geceyi getirecek Allah´tan baska tanrı kimdir? Hala gormeyecek misiniz |
وَمِن رَّحْمَتِهِ جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (73) O´nun rahmetindendir ki; dinlenmeniz icin geceyi, lutfedip verdigi rızkı aramanız icin gunduzu yaratmıstır. Ta ki sukredesiniz |
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تَزْعُمُونَ (74) O gun onlara seslenip: Nerededir Bana ortak olduklarını iddia ettikleriniz? der |
وَنَزَعْنَا مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُوا أَنَّ الْحَقَّ لِلَّهِ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ (75) Her ummetten bir sahid cekip cıkarmısızdır. Ve kesin delilinizi getirin, demisizdir. O zaman gercegin Allah´tan oldugunu ve uydurduklarının kendilerini bırakıp kactıgını anlarlar |
۞ إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِن قَوْمِ مُوسَىٰ فَبَغَىٰ عَلَيْهِمْ ۖ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ ۖ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ (76) Gercekten Karun; Musa´nın kavminden biriydi. Ama onlara karsı azgınlık etti. Biz, ona; anahtarlarını guclu bir toplulugun zor tasıdıgı hazineler vermistik. Kavmi ona soyle demisti: Sımarma, cunku Allah; sımarıkları sevmez |
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ ۖ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا ۖ وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ ۖ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ ۖ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ (77) Allah´ın sana verdigi seylerde ahiret yurdunu gozet. Dunyadaki nasibini de unutma. Allah´ın sana ihsan ettigi gibi sen de ihsan da bulun. Yeryuzunde bozgunculuk arama. Dogrusu Allah; bozguncuları sevmez |
قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَىٰ عِلْمٍ عِندِي ۚ أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَ مِن قَبْلِهِ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعًا ۚ وَلَا يُسْأَلُ عَن ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ (78) Dedi ki: Bu, bana; ancak bende olan bilgiden oturu verilmistir. Bilmez mi ki; Allah, onceleri ondan daha guclu ve topladıgı daha fazla olan nice nesilleri yok etmistir. Suclulardan gunahları sorulmaz |
فَخَرَجَ عَلَىٰ قَوْمِهِ فِي زِينَتِهِ ۖ قَالَ الَّذِينَ يُرِيدُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَا أُوتِيَ قَارُونُ إِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ (79) Debdebe icinde kavminin karsısına cıktı. Dunya hayatını isteyenler: keski Karun´a verildigi gibi bizim de olsaydı. Dogrusu o, buyuk bir varlık sahibidir, demislerdi |
وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللَّهِ خَيْرٌ لِّمَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا وَلَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الصَّابِرُونَ (80) Kendilerine bilgi verilmis olanlar da soyle demisti: Yazıklar olsun size Allah´ın mukafatı, iman edip salih amel isleyenler icin daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavusabilir |
فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِن فِئَةٍ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنتَصِرِينَ (81) Sonunda onu da, sarayını da yerin dibine gecirdik. Allah´a karsı kendisine yardım edebilecek kimsesi de yoktu. Bizzat kendisini koruyabileceklerden de degildi |
وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ ۖ لَوْلَا أَن مَّنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا ۖ وَيْكَأَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ (82) Daha dun onun yerinde olmayı isteyenler: Vay demek ki Allah; kullarından dilediginin rızkını genisletip daraltmaktadır. Eger Allah, bize lutfetmemis olsaydı; bizi de yerin dibine gecirirdi. Vay, demek ki kafirler, asla felah bulmazlar, demeye basladılar |
تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لَا يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلَا فَسَادًا ۚ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ (83) Iste ahiret yurdu. Biz; onu, yeryuzunde boburlenmeyen ve bozgunculugu istemeyen kimselere veririz. Akıbet muttekilerindir |
مَن جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا ۖ وَمَن جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (84) Kim, bir iyilikle gelirse; ona, daha hayırlısı verilir. Kim de bir kotulukle gelirse; o kotulukleri isleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza gorurler |
إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لَرَادُّكَ إِلَىٰ مَعَادٍ ۚ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ مَن جَاءَ بِالْهُدَىٰ وَمَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (85) Kur´an´ı senin uzerine farz kılan Allah; elbette seni donecegin yere dondurecektir. De ki: Kimin dogrulukla geldigini, kimin apacık sapıklıkta bulundugunu en iyi bilen Rabbımdır |
وَمَا كُنتَ تَرْجُو أَن يُلْقَىٰ إِلَيْكَ الْكِتَابُ إِلَّا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ ۖ فَلَا تَكُونَنَّ ظَهِيرًا لِّلْكَافِرِينَ (86) Sen; sana bu Kitab´ın verilecegini ummazdın. Bu; ancak Rabbının bir rahmetidir. Oyle ise, sakın kafirlere yardımcı olma |
وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ آيَاتِ اللَّهِ بَعْدَ إِذْ أُنزِلَتْ إِلَيْكَ ۖ وَادْعُ إِلَىٰ رَبِّكَ ۖ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ (87) Allah´ın ayetleri sana indirildikten sonra, sakın seni onlardan alıkoymasınlar. Rabbına davet et ve sakın musriklerden olma |
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ ۘ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۚ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ ۚ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (88) Allah ile birlikte bir baska tanrıya yalvarma. O´ndan baska hicbir ilah yoktur. O´nun zatından baska her sey helak olacaktır. Hukum O´nundur ve sadece O´na donduruleceksiniz |