طسم (1) Ta, Sin, Mim |
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (2) Bunlar apacık kitabın ayetleridir |
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ (3) (Ey Muhammed!) Iman etmiyorlar diye adeta kendini helak edeceksin |
إِن نَّشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِم مِّنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ (4) Dilersek, uzerlerine gokten bir ayet/mucize indiririz de boyunları one egilip kalır |
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مِّنَ الرَّحْمَٰنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ (5) Rahman’dan kendilerine gelen her yeni ogutten mutlaka yuz cevirirler |
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنبَاءُ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (6) Onlar (Allah’ın ayetlerini) yalanladılar. Fakat alay edegeldikleri seylerin haberleri baslarına gelecek |
أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ (7) Yeryuzune bakmazlar mı ki biz orada her guzel ciftten nice bitkiler bitirdik |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (8) Suphesiz bunlarda (Allah’ın varlıgına) bir delil vardır, ancak onların cogu iman etmezler |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (9) Muhakkak Rabbin Aziz, Rahim'dir |
وَإِذْ نَادَىٰ رَبُّكَ مُوسَىٰ أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (10) Hani Rabbin, Musa’ya: "Zalim kavme git!" diye seslenmisti |
قَوْمَ فِرْعَوْنَ ۚ أَلَا يَتَّقُونَ (11) Firavun’un kavmine. Onlar hala sakınmayacaklar mı |
قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ (12) Musa, soyle dedi: “Ey Rabbim! Muhakkak ki ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.” |
وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَىٰ هَارُونَ (13) “Ve gogsum daralır, dilim cozulmez; bunun icin Harun’a da (vahiy) gonder |
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنبٌ فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ (14) “Bir de onların benim aleyhimde bir suc (davaları) var. Dolayısıyla beni oldurmelerinden korkuyorum.” |
قَالَ كَلَّا ۖ فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا ۖ إِنَّا مَعَكُم مُّسْتَمِعُونَ (15) Allah dedi ki: “Hayır, korkma! Ikiniz ayetlerimizle gidin. Muhakkak biz sizinle birlikteyiz, isitenleriz.” |
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (16) Ikiniz Firavun’a gidin ve deyin ki: "Gercekten biz alemlerin Rabbinin rasulleriyiz |
أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ (17) Israilogulları'nı bizimle beraber gonder |
قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ (18) Firavun, soyle dedi: “Seni biz kucuk bir cocuk olarak alıp aramızda buyutup, yetistirmedik mi? Sen omrunun nice yıllarını aramızda gecirdin.” |
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنتَ مِنَ الْكَافِرِينَ (19) “(Boyle iken) sen o yaptıgın isi yaptın (adam oldurdun). Sen nankorlerdensin.” |
قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ (20) Musa, soyle dedi: “Ben onu yaptıgım zaman ne yaptıgını bilmezlerdendim.” |
فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ (21) “Sizden korktugum icin de hemen aranızdan kactım. Derken, Rabbim bana hukum ve hikmet bahsetti de beni peygamberlerden kıldı.” |
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدتَّ بَنِي إِسْرَائِيلَ (22) Benim basıma o nimeti kakmaktasın. (Halbuki) Sen Isarilogullarını kendine kole edindin |
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ (23) Firavun: “Alemlerin Rabbi de nedir?” dedi |
قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِن كُنتُم مُّوقِنِينَ (24) Dedi ki: “Eger yakin sahibi iseniz, (biliniz ki) O, goklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her seyin Rabbidir.” |
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ (25) (Firavun) Etrafında bulunanlara: “Isitmiyor musunuz” dedi |
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ (26) Musa: “O; sizin de Rabbiniz, gecmis atalarınızın da Rabbidir.” dedi |
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ (27) (Firavun): “Size gonderilen bu elciniz mutlaka delidir” dedi |
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ (28) (Musa): “Dogunun, batının ve onların etrafında olanların Rabbidir. Eger akıl ederseniz” dedi |
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَٰهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ (29) “Eger benden baska ilah edinirsen elbette seni zindana atılanlar arasına katarım” dedi |
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُّبِينٍ (30) Musa: “Sana apacık bir delil getirmis olsam da mı?” dedi |
قَالَ فَأْتِ بِهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (31) Firavun: “Dogru soyleyenlerden isen haydi getir onu!” dedi |
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ (32) (Musa) bunun uzerine asasını bıraktı. O da hemen apacık bir yılan oluverdi |
وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ (33) Elini koynundan cıkardı. Bir de ne gorsunler, bakanlara bembeyaz olmus |
قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَٰذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ (34) Firavun, cevresindeki ileri gelenlere: “Suphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır.” dedi |
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ (35) “Sizi sihri ile yerinizden cıkarmak istiyor; ya siz ne buyurursunuz?” |
قَالُوا أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ (36) Dediler ki: "Onu ve kardesini alıkoy. Sehirlere de toplayıcı adamlar gonder |
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ (37) “Sana butun usta sihirbazları getirsinler.” |
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ (38) Boylece sihirbazlar, belli bir gunun belirlenen bir vaktinde bir araya getirildiler |
وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ (39) Insanlara da; “Siz de toplanır mısınız?” denildi |
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِن كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ (40) “Umarız ki sihirbazlar galip gelirlerse biz de onlara uyarız.” |
فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ (41) Sihirbazlar gelince, Firavun’a: “Eger biz ustun gelirsek, gercekten bize bir mukafat var mı?” dediler |
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَّمِنَ الْمُقَرَّبِينَ (42) Firavun: “Evet! Hem o takdirde mutlaka bana yakın kimselerden olacaksınız.” dedi |
قَالَ لَهُم مُّوسَىٰ أَلْقُوا مَا أَنتُم مُّلْقُونَ (43) Musa onlara: “Hadi ortaya atacagınız seyi atın!” dedi |
فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ (44) Bunun uzerine onlar iplerini ve asalarını attılar ve; “Firavun’un gucuyle elbette bizler ustun gelecegiz.” dediler |
فَأَلْقَىٰ مُوسَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ (45) Musa asasını bırakır bırakmaz onların hile ile yaptıklarını yutuverdi |
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ (46) Bunun uzerine sihirbazlar derhal secdeye kapandılar |
قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (47) Alemlerin Rabbine iman ettik." dediler |
رَبِّ مُوسَىٰ وَهَارُونَ (48) Musa’nın ve Harun’un Rabbine |
قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ۚ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ (49) Dedi ki: “Ben size izin vermeden once mi ona iman ettiniz? Demek ki o, size sihri ogreten buyugunuzmus. Yakında bileceksiniz. Mutlaka el ve ayaklarınızı caprazlama kesecegim ve hepinizi toptan asacagım.” |
قَالُوا لَا ضَيْرَ ۖ إِنَّا إِلَىٰ رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ (50) Hic zararı yok. Biz muhakkak Rabbimize donecegiz |
إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَن كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ (51) “Dogrusu biz, iman edenlerin ilki oldugumuzdan dolayı Rabbimizin bizim hatalarımızı bagıslayacagını ummaktayız.” |
۞ وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ (52) Biz Musa’ya; “Kullarımı geceleyin yola cıkar. Muhakkak ki takip edileceksiniz.” diye vahyettik |
فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ (53) Firavun da sehirlere (asker) toplayıcılar gonderdi |
إِنَّ هَٰؤُلَاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ (54) “Suphesiz bunlar azınlık olan bir topluluktur (dediler).” |
وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَائِظُونَ (55) Ve onlar bizi kızdırmaktadırlar |
وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَاذِرُونَ (56) Biz ise suphesiz uyanık, ihtiyatlı bir topluluguz |
فَأَخْرَجْنَاهُم مِّن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (57) (Allah Teala buyurdu ki): Boylece onları bahcelerden ve pınarlardan cıkardık |
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ (58) Hazinelerden ve degerli yerlerden |
كَذَٰلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا بَنِي إِسْرَائِيلَ (59) Iste boyle yaptık ve onlara Israilogulları'nı mirascı kıldık |
فَأَتْبَعُوهُم مُّشْرِقِينَ (60) Firavun ve adamları gun dogarken onları takibe koyuldular |
فَلَمَّا تَرَاءَى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَىٰ إِنَّا لَمُدْرَكُونَ (61) Iki topluluk birbirini gorunce, Musa’nın adamları: "Iste yakalandık." dediler |
قَالَ كَلَّا ۖ إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ (62) Musa: “Hayır! Rabbim suphesiz benimledir, bana yol gosterecektir.” dedi |
فَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْبَحْرَ ۖ فَانفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ (63) Iste o sırada, Musa’ya: "Asanı denize vur!" diye vahyettik. O, hemen yarıldı ve (on iki yol acıldı) her parcası koca bir dag gibi oluverdi |
وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ الْآخَرِينَ (64) Otekileri de oraya yaklastırdık |
وَأَنجَيْنَا مُوسَىٰ وَمَن مَّعَهُ أَجْمَعِينَ (65) Musa’yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık |
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ (66) Sonra otekileri suda bogduk |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (67) Bunda suphesiz bir ibret vardır. Ama pek cokları iman etmis degillerdi |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (68) Suphesiz ki senin Rabbin elbette mutlak guc sahibidir, cok merhametlidir |
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ (69) Ey Muhammed! Onlara Ibrahim’in haberini de oku |
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ (70) Hani o, babasına ve kavmine; “Neye ibadet ediyorsunuz?” demisti |
قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ (71) “Putlara ibadet ediyoruz ve onlara ibadet etmeye devam edecegiz.” demislerdi |
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ (72) Ibrahim, dedi ki: “Onlara dua ettiginizde sizi isitiyorlar mı?” |
أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ (73) “Yahut size fayda veya zararları dokunur mu?” |
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءَنَا كَذَٰلِكَ يَفْعَلُونَ (74) “Hayır! Ama biz babalarımızı boyle yaparken bulduk.” dediler |
قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ (75) Ibrahim, soyle dedi: “Gordunuz mu su sizin (ve onceki atalarınızın) neye ibadet ettiklerini?” |
أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ (76) Siz ve cok daha once gelip gecen atalarınız |
فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ (77) Iste onlar benim dusmanlarımdır. Yalnız alemlerin Rabbi haric |
الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ (78) “O, beni yaratan ve bana dogru yolu gosterendir.” |
وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ (79) Beni yediren ve iciren O'dur.” |
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ (80) Hastalandıgımda da O bana sifa verir |
وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ (81) “O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır.” |
وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ (82) “O, hesap gununde hatalarımı bagıslayacagını umdugumdur.” |
رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ (83) “Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahset ve beni salih kimseler arasına kat.” |
وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ (84) “Sonra gelecekler arasında beni dogrulukla anılanlardan kıl.” |
وَاجْعَلْنِي مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ (85) “Beni Naim Cenneti'nin varislerinden eyle.” |
وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ (86) Babamı da bagısla. Suphesiz o sapıklardandır |
وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ (87) “(Kulların yeniden) diriltilecekleri gun beni utandırma!” |
يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ (88) “O gun ki ne mal fayda verir, ne ogullar!” |
إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ (89) “Allah’a arınmıs bir kalp ile gelen baska.” |
وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ (90) O gun cennet takva sahiplerine yaklastırılır |
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ (91) Cehennem de azgınlar icin ortaya cıkarılıverir |
وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ (92) Ve onlara; "Ibadet etmekte olduklarınız nerede?" denilir |
مِن دُونِ اللَّهِ هَلْ يَنصُرُونَكُمْ أَوْ يَنتَصِرُونَ (93) Allah'ın dısında (edindiginiz ilahların), size yardımları dokunuyor mu veya kendilerine yardımları oluyor mu |
فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ (94) Onlar ve azgınlar hep birlikte oraya atılırlar |
وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ (95) Ve Iblis'in butun orduları da |
قَالُوا وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ (96) Orada birbirleriyle cekiserek, soyle derler |
تَاللَّهِ إِن كُنَّا لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (97) “Allah’a andolsun, biz gercekten apacık bir sapıklık icindeymisiz.” |
إِذْ نُسَوِّيكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (98) “Cunku sizi, alemlerin Rabbi ile bir tutuyorduk.” |
وَمَا أَضَلَّنَا إِلَّا الْمُجْرِمُونَ (99) Bizi o suclulardan baskası saptırmadı |
فَمَا لَنَا مِن شَافِعِينَ (100) “Artık bize sefaat edecek bir kimse de yoktur.” |
وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍ (101) Sıcak bir dost da yok |
فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (102) Ah! Keske bizim icin (dunyaya) bir donus daha olsa da Mu'minlerden olsak |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (103) Suphesiz bunda bir ayet vardır, ama onların cogu iman etmis degildirler |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (104) Suphesiz senin Rabbin mutlak guc sahibi ve cok merhametli olandır |
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ (105) Nuh kavmi rasulleri yalanladılar |
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ (106) Hani kardesleri Nuh onlara demisti ki: "Siz sakınmıyor musunuz |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (107) “Suphesiz ben size gonderilmis guvenilir bir rasulum |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (108) Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin |
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (109) “Buna karsılık sizden hicbir ucret istemiyorum. Benim ucretim ancak alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (110) “O halde, Allah’a karsı gelmekten sakının ve bana itaat edin!” |
۞ قَالُوا أَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْأَرْذَلُونَ (111) Dediler ki: “Sana, sıradan asagılık insanlar uymusken(biz) sana iman eder miyiz?” |
قَالَ وَمَا عِلْمِي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (112) Nuh, soyle dedi: “Onların yaptıklarına dair benim ne bilgim olabilir?” |
إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّي ۖ لَوْ تَشْعُرُونَ (113) “Onların hesaplarını gormek ancak Rabbime aittir. Bir anlayabilseniz!” |
وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ (114) Ben, Mu'minleri kovacak degilim |
إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ (115) Ben, ancak apacık bir uyarıcıyım |
قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ (116) Dediler ki: “Ey Nuh! (Bu isten) vazgecmezsen mutlaka taslananlardan olacaksın!” |
قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ (117) Nuh, soyle dedi: “Ey Rabbim! Kavmim beni yalanladı.” |
فَافْتَحْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنِي وَمَن مَّعِيَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (118) Artık benimle onların aralarında hukum ver ve beni ve benimle beraber olan mu'minleri kurtar |
فَأَنجَيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ (119) Biz de onu ve onunla birlikte olanları dopdolu o gemi icerisinde kurtardık |
ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاقِينَ (120) Sonra geride kalanları suda bogduk |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (121) Muhakkak bunda bir ayet vardır. Onların cogu iman etmediler |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (122) Muhakkak Rabbin Aziz olandır, Rahim olandır |
كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ (123) Ad kavmi de peygamberleri yalanlamıstı |
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ (124) Hani onlara kardesleri Hud, “Sakınmaz mısınız?” demisti |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (125) “Suphesiz ben, size gonderilmis guvenilir bir rasulum.” |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (126) Oyle ise Allah'tan sakının ve bana itaat edin |
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (127) “Buna karsılık sizden hicbir ucret istemiyorum. Benim ucretim ancak alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” |
أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ آيَةً تَعْبَثُونَ (128) Siz her yuksek yerde eglenmek icin koca bir bina mı insa edip durursunuz |
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ (129) Ve ebedi kalırsınız umidi ile sapasaglam kaleler mi yapar durursunuz |
وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ (130) Yakaladıgınız zaman da zorbaca mı davranırsınız |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (131) Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin |
وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُم بِمَا تَعْلَمُونَ (132) Bilmekte oldugunuz seylerle size yardım edenden korkup sakının |
أَمَدَّكُم بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ (133) Size hayvanlar ve cocuklar (vererek) yardım etti |
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (134) Hem de bahceler ve pınarlar da (vermistir) |
إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (135) Gercekten sizin icin buyuk bir gunun azabından korkarım |
قَالُوا سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُن مِّنَ الْوَاعِظِينَ (136) Onlar dediler ki: "Sen ogut versen de, ogut verenlerden olmasan da bizim icin birdir |
إِنْ هَٰذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ (137) Bu oncekilerin adetlerinden baska bir sey degildir |
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ (138) Biz azap olunacaklardan da degiliz |
فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (139) Boylece onu yalanladılar. Biz de onları helak ettik. Muhakkak bunda bir ayet vardır. Onların cogu da iman etmis degildi |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (140) Muhakkak Rabbin Aziz olandır, Rahim olandır |
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ (141) Semud da rasulleri yalanladılar |
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَالِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ (142) Hani kardesleri Salih onlara demisti ki: "Sakınmaz mısınız |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (143) “Ben size gonderilmis guvenilir bir rasulum.” |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (144) O halde Allah’tan korkun ve bana itaat edin |
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (145) “Buna karsılık sizden hicbir ucret istemiyorum. Benim ucretim ancak alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” |
أَتُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ (146) Siz burada guven icinde bırakılacagınızı mı sanıyorsunuz |
فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (147) Bahcelerde ve akarsular arasında |
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَضِيمٌ (148) Ekinler ve meyveleri olgunlasmıs guzel hurma agacları arasında |
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِهِينَ (149) “Dagları maharetle oyup alımlı koskler yapıyorsunuz?” |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (150) Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin |
وَلَا تُطِيعُوا أَمْرَ الْمُسْرِفِينَ (151) Asırı olanların emrine uymayın |
الَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ (152) Ki onlar, yeryuzunde bozgunculuk cıkarır ve (hicbir seyi) ıslah etmezler |
قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ (153) Dediler ki: “Sen muhakkak asırı bir sekilde buyulenmislerdensin |
مَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا فَأْتِ بِآيَةٍ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (154) “Sen de ancak bizim gibi bir besersin. Eger dogru soyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir.” |
قَالَ هَٰذِهِ نَاقَةٌ لَّهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ (155) Salih, soyle dedi: “Iste bir disi deve! Onun (belli bir gun) su icme hakkı var, sizin de belli bir gun su icme hakkınız vardır.” |
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ (156) “Sakın ona bir kotulukle dokunmayın. Yoksa buyuk bir gunun azabı sizi yakalar.” |
فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا نَادِمِينَ (157) Derken onu bogazladılar da pisman oluverdiler |
فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (158) Bunun uzerine azap onları yakaladı. Muhakkak bunda bir ayet vardır ama onların cogu iman etmediler |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (159) Muhakkak senin Rabbin Aziz olandır, Rahim olandır |
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ (160) Lut’un kavmi de rasulleri yalanlamıstı |
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ (161) Hani kardesleri Lut, onlara soyle demisti: "Sakınmaz mısınız?” |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (162) “Suphesiz ben size gonderilmis guvenilir bir rasulum.” |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (163) “Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.” |
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (164) “Buna karsılık sizden hicbir ucret istemiyorum. Benim ucretim ancak alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” |
أَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَمِينَ (165) Insanların icinde erkeklere mi yanasıyorsunuz |
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُم مِّنْ أَزْوَاجِكُم ۚ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ (166) “Rabbinizin sizin icin yarattıgı eslerinizi terk edersiniz demek? Hayır, siz haddi asan bir kavimsiniz.” |
قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَجِينَ (167) Dediler ki: "Ey Lut! Eger sen (bu ise) son vermezsen muhakkak ki (buradan) cıkarılanlardan olacaksın |
قَالَ إِنِّي لِعَمَلِكُم مِّنَ الْقَالِينَ (168) (Lut) dedi ki: ""Dogrusu ben sizin yaptıgınıza cok kızanlardanım |
رَبِّ نَجِّنِي وَأَهْلِي مِمَّا يَعْمَلُونَ (169) “Ey Rabbim! Beni ve ailemi onların yaptıkları cirkin isten kurtar.” |
فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ (170) Bunun uzerine onu ve butun ailesini kurtardık |
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ (171) Ancak o yaslı kadın mustesna. O, geride kalanlardan oldu |
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ (172) Sonra digerlerini helak ettik |
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًا ۖ فَسَاءَ مَطَرُ الْمُنذَرِينَ (173) Onların uzerine bir yagmur (gibi tas) yagdırdık. (Baslarına gelecekler konusunda) uyarılanların yagmuru ne kadar da kotu idi |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (174) Suphesiz bunda buyuk bir ibret vardır. Onların cogu ise iman etmis degillerdir |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (175) Ve muhakkak Rabbin Aziz olandır, Rahim olandır |
كَذَّبَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ (176) Eyke halkı da peygamberleri (Suayb'ı) yalanlamıstı |
إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ (177) Hani Su’ayb, onlara soyle demisti: "Siz sakınmıyor musunuz |
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (178) Suphesiz ben size gonderilmis guvenilir bir rasulum |
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (179) Artık, Allah'tan sakının ve bana itaat edin |
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (180) “Buna karsılık sizden hicbir ucret istemiyorum. Benim ucretim ancak alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” |
۞ أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ (181) “Olcuyu tam yapın. Eksik verenlerden olmayın.” |
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ (182) Dogru terazi ile tartın |
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ (183) “Insanların mal ve haklarını eksiltmeyin. Yeryuzunde bozgunculuk yaparak karısıklık cıkarmayın.” |
وَاتَّقُوا الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْأَوَّلِينَ (184) Sizi ve onceki nesilleri yaratandan sakının |
قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ (185) Dediler ki: "Sen ancak asırı bir sekilde buyulenmislerdensin |
وَمَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَإِن نَّظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ (186) Sen ancak bizim gibi bir besersin ve muhakkak biz seni yalancılardan sanıyoruz |
فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِّنَ السَّمَاءِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (187) Eger dogru soyleyenlerden isen haydi uzerimize gokten parcalar indir |
قَالَ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ (188) Su’ayb: “Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir.” dedi |
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (189) Onlar Su’ayb’ı yalanladılar. Derken golge gununun azabı onları yakaladı. Suphesiz o, buyuk bir gunun azabı idi |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (190) Suphesiz bunda bir ibret vardır. Onların cogu ise iman etmis degillerdir |
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (191) Muhakkak Rabbin Aziz olandır, Rahim olandır |
وَإِنَّهُ لَتَنزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (192) Muhakkak ki bu (Kur'an) alemlerin Rabbinin indirmesidir |
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ (193) O'nu Ruhu'l-Emin/Cebrail indirdi |
عَلَىٰ قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ (194) Uyaranlardan olman icin senin kalbine (indirdi) |
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ (195) Apacık Arapca bir dille |
وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ (196) Suphesiz bu (Kur’an) oncekilerin kitaplarında da vardı |
أَوَلَمْ يَكُن لَّهُمْ آيَةً أَن يَعْلَمَهُ عُلَمَاءُ بَنِي إِسْرَائِيلَ (197) Israil ogulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar icin ispatlayıcı bir delil (ayet) degil midir |
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلَىٰ بَعْضِ الْأَعْجَمِينَ (198) Eger onu Arapca bilmeyen birine de indirmis olsaydık |
فَقَرَأَهُ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ (199) O da onlara (Kur'an'ı Arapca) okusaydı, yine de ona iman edecek degillerdi |
كَذَٰلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ (200) Iste boylece biz onu gunahkarların kalbine soktuk |
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ حَتَّىٰ يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ (201) Acıklı azabı gorunceye kadar ona iman etmezler |
فَيَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (202) Iste (bu azap) onlara ansızın gelecek ve farkında bile olmayacaklar |
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنظَرُونَ (203) Ardından: “Acaba bize muhlet verilir mi” derler |
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ (204) Onlar yine de azabımızın carcabuk gelmesini mi istiyorlar |
أَفَرَأَيْتَ إِن مَّتَّعْنَاهُمْ سِنِينَ (205) (Ey Muhammed!) Ne dersin? Biz onları yıllarca (dunya nimetlerinden) yararlandırsak |
ثُمَّ جَاءَهُم مَّا كَانُوا يُوعَدُونَ (206) Sonra kendilerine vaadedilen baslarına gelse, (halleri nice olurdu) |
مَا أَغْنَىٰ عَنْهُم مَّا كَانُوا يُمَتَّعُونَ (207) (Dunyada) yararlandırıldıkları seyler onlara fayda saglamayacaktır |
وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنذِرُونَ (208) Biz uyarıcıları olmaksızın hicbir memleketi helak etmis degiliz |
ذِكْرَىٰ وَمَا كُنَّا ظَالِمِينَ (209) Bu, bir hatırlatmadır. Biz zalimler degiliz |
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاطِينُ (210) Kur’an’ı Seytanlar indirmedi |
وَمَا يَنبَغِي لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ (211) Zaten bu onların harcı degildir, buna gucleri de yetmez |
إِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ (212) Cunku onlar (vahyedileni) duymaktan kesinlikle uzak tutulmuslardır |
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ (213) O halde Allah ile birlikte baska bir ilaha dua etme. O takdirde azap edilenlerden olursun |
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ (214) Once en yakın akrabalarını uyar |
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (215) Mu’minlerden sana tabi olanlara kanatlarını indir |
فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ (216) Eger sana karsı gelirlerse, de ki; “Suphesiz ben sizin yaptıgınız seylerden uzagım.” |
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ (217) Sen, Aziz ve Rahim olana tevekkul et |
الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ (218) O ki, (gece namaza) kalktıgın zaman seni goruyor |
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ (219) Secde edenler ile (secdeye) yatıp kalktıgın zaman da gorur |
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (220) Suphesiz O; hakkıyla isitendir, hakkıyla bilendir |
هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَىٰ مَن تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ (221) Seytanların kime inecegini size haber vereyim mi |
تَنَزَّلُ عَلَىٰ كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ (222) Her yalancı gunahkar uzerine inerler |
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ (223) Bunlar, (seytanlara) kulak verirler ve onların cogu yalancıdırlar |
وَالشُّعَرَاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ (224) Sairlere de azgınlar uyar |
أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ (225) Onlar her vadide saskın saskın dolasmakta olduklarını gormedin mi |
وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ (226) Ve gercekten onlar yapmadıkları seyi soylerler |
إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا ۗ وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ (227) Ancak iman edip, salih amel isleyen, Allah’ı cokca zikreden ve kendilerine zulmedildikten sonra oclerini alanlar mustesna. Zulmedenler de yakında nasıl bir yere devrileceklerini bileceklerdir |