اقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ مُّعْرِضُونَ (1) Insanların hesaba cekilmeleri yaklastı. Halbuki onlar gaflet icinde yuz cevirmekteler |
مَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مِّن رَّبِّهِم مُّحْدَثٍ إِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَ (2) Rablerinden kendilerine her yeni ogut geldiginde, onlar mutlaka onu alay ederek dinlerler |
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْ ۗ وَأَسَرُّوا النَّجْوَى الَّذِينَ ظَلَمُوا هَلْ هَٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ ۖ أَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَأَنتُمْ تُبْصِرُونَ (3) Kalpleri baska seylerle mesguldur. Zulmedenler, aralarında gizlice danısıp: "Bu sizin benzeriniz olan bir beser degil mi? Oyleyken, siz simdi gozunuz gore gore buyuye mi geleceksiniz?” |
قَالَ رَبِّي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ ۖ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (4) Peygamber, (onlara) dedi ki: “Rabbim yerdeki ve gokteki her sozu bilir. O, hakkıyla isitendir, hakkıyla bilendir |
بَلْ قَالُوا أَضْغَاثُ أَحْلَامٍ بَلِ افْتَرَاهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌ فَلْيَأْتِنَا بِآيَةٍ كَمَا أُرْسِلَ الْأَوَّلُونَ (5) Onlar, “Hayır, bunlar (Kur'an) anlamsız ruyalardır. Ustelik, onu kendisi uydurdu; dahası, o bir sairdir. Eger boyle degilse, onceki peygamberlerin (mucizelerle) gonderildikleri gibi o da bize bir mucize getirsin.” dediler |
مَا آمَنَتْ قَبْلَهُم مِّن قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا ۖ أَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ (6) Onlardan once helak ettigimiz hicbir memleket halkı iman etmedi de simdi bunlar mı iman edecekler |
وَمَا أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ إِلَّا رِجَالًا نُّوحِي إِلَيْهِمْ ۖ فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ (7) Senden once de ancak kendilerine vahyettigimiz birtakım erkekleri peygamber gonderdik. Eger bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun |
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا لَّا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِدِينَ (8) Biz onları yemek yemez birer ceset kılmadık. Onlar olumsuz de degillerdi |
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَأَنجَيْنَاهُمْ وَمَن نَّشَاءُ وَأَهْلَكْنَا الْمُسْرِفِينَ (9) Sonra onlara verdigimiz sozumuzde durup, onları ve diledigimiz kimseleri kurtarıp, haddi asanları da helak ettik |
لَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ ۖ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (10) Andolsun, size oyle bir kitap indirdik ki sizin butun seref ve sanınız ondadır. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız |
وَكَمْ قَصَمْنَا مِن قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَأَنشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْمًا آخَرِينَ (11) Biz zulmetmekte olan nice memleketleri kırıp gecirdik ve onlardan sonra baska kavimler yarattık |
فَلَمَّا أَحَسُّوا بَأْسَنَا إِذَا هُم مِّنْهَا يَرْكُضُونَ (12) Onlar azabımızı hissedince, hemen oradan suratle kacıyorlardı |
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُوا إِلَىٰ مَا أُتْرِفْتُمْ فِيهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْأَلُونَ (13) (Onlara): “Kacısmayın. Icinde bulundugunuz refaha ve evlerinize donun. Cunku siz sorguya cekileceksiniz” (denildi) |
قَالُوا يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (14) “Eyvah bizlere! Bizler gercekten zalim kimseler idik.” dediler |
فَمَا زَالَت تِّلْكَ دَعْوَاهُمْ حَتَّىٰ جَعَلْنَاهُمْ حَصِيدًا خَامِدِينَ (15) Biz onları bicilmis ekin, sonmus ates gibi yapıncaya kadar bu feryatları devam etti |
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاءَ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ (16) Biz yeri, gogu ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık |
لَوْ أَرَدْنَا أَن نَّتَّخِذَ لَهْوًا لَّاتَّخَذْنَاهُ مِن لَّدُنَّا إِن كُنَّا فَاعِلِينَ (17) Eger biz eglence edinmek isteseydik, elbette onu kendi katımızdan edinirdik. Fakat biz (bunu) yapanlar degiliz |
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ ۚ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ (18) Bilakis, biz hakkı batılın ustune bırakırız. O da o, batılın isini bitirir. Bir de bakarsın ki batıl, yok olup gitmistir. (Allah’ı) vasfettiginiz sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size |
وَلَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ وَمَنْ عِندَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَ (19) Goklerde ve yerde kim varsa Allah'ındır. O’nun katındakiler, O'na ibadet hususunda kibirlenmez ve yorulmazlar |
يُسَبِّحُونَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ (20) Gece ve gunduz durmaksızın O’nu tesbih ederler |
أَمِ اتَّخَذُوا آلِهَةً مِّنَ الْأَرْضِ هُمْ يُنشِرُونَ (21) Yoksa onlar, yeryuzunde ilahlar edindiler de onlar mı oluyu diriltecekler |
لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا ۚ فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ (22) Eger yerde ve gokte Allah’tan baska ilahlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de duzeni bozulurdu. Demek ki, Ars’ın Rabbi Allah, onların vasfettigi sıfatlardan munezzeh ve yucedir |
لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ (23) O, yaptıklarından sorulmaz, oysa onlar sorguya cekilirler |
أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً ۖ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ ۖ هَٰذَا ذِكْرُ مَن مَّعِيَ وَذِكْرُ مَن قَبْلِي ۗ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ الْحَقَّ ۖ فَهُم مُّعْرِضُونَ (24) Yoksa O'ndan baska ilahlar mı edindiler? De ki: “Delilinizi getirin. Iste bu, benimle birlikte olanların zikri (kitabı) ve (bu da) benden oncekilerin zikri (kitabı)!” Hayır, onların cogu hakkı bilmezler; bu yuzden de yuz cevirirler |
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ (25) Senden once gonderdigimiz butun peygamberlere: “Suphesiz, benden baska (hak) ilah yoktur. Oyleyse yalnız bana ibadet edin!” diye vahyetmisizdir |
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَٰنُ وَلَدًا ۗ سُبْحَانَهُ ۚ بَلْ عِبَادٌ مُّكْرَمُونَ (26) (Boyle iken) “Rahman, cocuk edindi” dediler. O bundan munezzehtir, yucedir. Hayır! (Evlat diye niteledikleri) o melekler ikram edilmis kullardır |
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُم بِأَمْرِهِ يَعْمَلُونَ (27) Onun sozunun onune gecmezler ve O'nun emri geregince is gorurler |
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَ إِلَّا لِمَنِ ارْتَضَىٰ وَهُم مِّنْ خَشْيَتِهِ مُشْفِقُونَ (28) Allah, onların onlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar, O’nun razı oldugu kimselerden baskasına sefaat etmezler ve hepsi O’nun korkusuyla titrerler |
۞ وَمَن يَقُلْ مِنْهُمْ إِنِّي إِلَٰهٌ مِّن دُونِهِ فَذَٰلِكَ نَجْزِيهِ جَهَنَّمَ ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ (29) Iclerinden her kim; “Allah’tan baska ben de suphesiz bir ilahım” derse, boylesini Cehennem'le cezalandırırız. Iste biz zalimleri boyle cezalandırırız |
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا ۖ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ ۖ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ (30) Kafirler, gormez mi ki gokler ve yer birlesik iken onları (biz) ayırdık ve her seye sudan hayat verdik. Hala iman etmezler mi |
وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَّعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ (31) Sarsılmasınlar diye yeryuzunde sabit daglar kıldık, yol bulmaları icin orada genis genis yollar var ettik |
وَجَعَلْنَا السَّمَاءَ سَقْفًا مَّحْفُوظًا ۖ وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا مُعْرِضُونَ (32) Gokyuzunu de korunmus bir tavan yaptık. Buna ragmen onlar, bundaki ayetlerden yuz cevirmektedirler |
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ (33) O, geceyi ve gunduzu, Gunes'i ve Ay'ı yaratandır. Her biri bir yorungede yuzmektedir |
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِّن قَبْلِكَ الْخُلْدَ ۖ أَفَإِن مِّتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ (34) Biz, senden once de hicbir besere olumsuzluk vermedik. Simdi sen olursen, onlar ebedi mi kalacaklar |
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ۗ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً ۖ وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ (35) Her nefIs olumu tadıcıdır. Biz sizi ser ve hayırla imtihan olmak uzere deneriz. Sonunda bize donduruleceksiniz |
وَإِذَا رَآكَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِن يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَٰذَا الَّذِي يَذْكُرُ آلِهَتَكُمْ وَهُم بِذِكْرِ الرَّحْمَٰنِ هُمْ كَافِرُونَ (36) Kafirler seni gordukleri zaman ancak alaya alırlar. “Bu mu ilahlarınızı diline dolayan?” derler. Halbuki kendileri Rahman’ın kitabını inkar ediyorlar |
خُلِقَ الْإِنسَانُ مِنْ عَجَلٍ ۚ سَأُرِيكُمْ آيَاتِي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ (37) Insan cok aceleci (tez canlı) yaratılmıstır. Size yakında ayetlerimi gosterecegim. Simdi acele etmeyin |
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (38) Bir de; “Eger dogru soyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerceklesecek?” diyorlar |
لَوْ يَعْلَمُ الَّذِينَ كَفَرُوا حِينَ لَا يَكُفُّونَ عَن وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَن ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ (39) O kafirler, yuzlerinden ve sırtlarından atesi savamayacakları ve hicbir yardım da gormeyecekleri vakti bir bilseler |
بَلْ تَأْتِيهِم بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ (40) Suphesiz o (tehdit edildikleri azap) onlara ansızın gelecek de kendilerini saskınlıktan dondurup bırakacak. Artık ne onu geri cevirmeye gucleri yetecek, ne de kendilerine goz actırılacak |
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِّن قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (41) Andolsun, senden once de bircok peygamberle alay edildi de iclerinden alay edenleri, o alaya aldıkları sey kusatıverdi |
قُلْ مَن يَكْلَؤُكُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمَٰنِ ۗ بَلْ هُمْ عَن ذِكْرِ رَبِّهِم مُّعْرِضُونَ (42) (Ey Muhammed!) De ki: “(Size azap edecek olsa) gece ve gunduz Rahman’ın azabından sizi kim koruyacak?” Oyle iken onlar Rablerinin zikrinden yuz cevirmekteler |
أَمْ لَهُمْ آلِهَةٌ تَمْنَعُهُم مِّن دُونِنَا ۚ لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَ أَنفُسِهِمْ وَلَا هُم مِّنَّا يُصْحَبُونَ (43) Yoksa bizim dısımızda onları koruyacak ilahları mı var? O ilah edindikleri nesneler kendilerine bile yardım edemezler. Zaten onlar bizden de yardım gormezler |
بَلْ مَتَّعْنَا هَٰؤُلَاءِ وَآبَاءَهُمْ حَتَّىٰ طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ ۗ أَفَلَا يَرَوْنَ أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ نَنقُصُهَا مِنْ أَطْرَافِهَا ۚ أَفَهُمُ الْغَالِبُونَ (44) Evet, biz onları da atalarını da faydalandırdık. Oyle ki uzun sure yasadılar. Ama, artık gormuyorlar mı ki, biz yeryuzunu cevresinden eksiltiyoruz? O halde onlar mı galip gelecekler |
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُم بِالْوَحْيِ ۚ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاءَ إِذَا مَا يُنذَرُونَ (45) De ki: “Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum.” Ama sagırlar uyarıldıkları vakit cagrıyı isitmezler |
وَلَئِن مَّسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِّنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (46) Onlara Rabbinin azabından hafif bir sey dokunsa, muhakkak “Eyvah bize! Gercekten biz zalim kimselerdik” diyeceklerdir |
وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا ۖ وَإِن كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا ۗ وَكَفَىٰ بِنَا حَاسِبِينَ (47) Kıyamet gunu icin adalet terazileri kuracagız. Oyle ki hicbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan is) bir hardal tanesi agırlıgınca da olsa, onu getirip ortaya koyacagız. Hesap gorucu olarak biz yeteriz |
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَىٰ وَهَارُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَاءً وَذِكْرًا لِّلْمُتَّقِينَ (48) Andolsun ki biz Musa ile Harun’a Furkan’ı takva sahiplerine bir ısık ve bir ogut olarak verdik |
الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُم بِالْغَيْبِ وَهُم مِّنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ (49) Onlar, gormedikleri halde Rablerinden korkan ve kıyamet saatinden de cekinen kimselerdir |
وَهَٰذَا ذِكْرٌ مُّبَارَكٌ أَنزَلْنَاهُ ۚ أَفَأَنتُمْ لَهُ مُنكِرُونَ (50) Iste bu (Kur’an) da bizim indirdigimiz mubarek bir zikirdir. Simdi siz bunu mu inkar ediyorsunuz |
۞ وَلَقَدْ آتَيْنَا إِبْرَاهِيمَ رُشْدَهُ مِن قَبْلُ وَكُنَّا بِهِ عَالِمِينَ (51) Andolsun, daha once de Ibrahim’e rusdunu/dogruyu yanlıstan ayırma yetenegini verdik. Biz zaten onu biliyorduk |
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا هَٰذِهِ التَّمَاثِيلُ الَّتِي أَنتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ (52) Hani o, babasına ve kavmine: "Kendilerine ibadet edip, durdugunuz bu putlar nedir?" demisti |
قَالُوا وَجَدْنَا آبَاءَنَا لَهَا عَابِدِينَ (53) Atalarımızı bunlara ibadet ediyor bulduk.” dediler |
قَالَ لَقَدْ كُنتُمْ أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (54) Ibrahim: “Andolsun siz de, atalarınız da apacık bir sapıklık icindesiniz.” dedi |
قَالُوا أَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ أَمْ أَنتَ مِنَ اللَّاعِبِينَ (55) “Sen bize hakkı mı getirdin, yoksa bizimle alay mı ediyorsun?” dediler |
قَالَ بَل رَّبُّكُمْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الَّذِي فَطَرَهُنَّ وَأَنَا عَلَىٰ ذَٰلِكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ (56) Dedi ki: "Hayır! Rabbiniz, goklerin ve yerin Rabbidir. O, bunları yaratandır ve ben de buna sahitlik edenlerdenim |
وَتَاللَّهِ لَأَكِيدَنَّ أَصْنَامَكُم بَعْدَ أَن تُوَلُّوا مُدْبِرِينَ (57) “Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı donup gittikten sonra ben bu putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracagım.” |
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا إِلَّا كَبِيرًا لَّهُمْ لَعَلَّهُمْ إِلَيْهِ يَرْجِعُونَ (58) Derken (Ibrahim) belki kendisine basvururlar diye iclerinden bir buyugu bırakarak onları (putları) paramparca etti |
قَالُوا مَن فَعَلَ هَٰذَا بِآلِهَتِنَا إِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِمِينَ (59) Onlar: “Bunu putlarımıza kim yaptıysa suphesiz ki o zalimlerdendir” dediler |
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَهُ إِبْرَاهِيمُ (60) (Iclerinden bazıları), “Ibrahim denilen bir gencin onları diline doladıgını duyduk” dediler |
قَالُوا فَأْتُوا بِهِ عَلَىٰ أَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ (61) (Bir kısmı da) “O halde haydi, onu insanların gozu onune getirin. Belki (bu konuda) sahitlik ederler” dediler |
قَالُوا أَأَنتَ فَعَلْتَ هَٰذَا بِآلِهَتِنَا يَا إِبْرَاهِيمُ (62) (Ibrahim gelince) “Sen mi yaptın bunu ilahlarımıza ey Ibrahim!” dediler |
قَالَ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَٰذَا فَاسْأَلُوهُمْ إِن كَانُوا يَنطِقُونَ (63) “Hayır! Bunu su buyukleri yapmıstır. Konusabiliyorlarsa, onlara sorun bakalım!” dedi |
فَرَجَعُوا إِلَىٰ أَنفُسِهِمْ فَقَالُوا إِنَّكُمْ أَنتُمُ الظَّالِمُونَ (64) Bunun uzerine birbirlerine donup, “Hic suphesiz asıl zalimler sizsiniz siz!” dediler |
ثُمَّ نُكِسُوا عَلَىٰ رُءُوسِهِمْ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هَٰؤُلَاءِ يَنطِقُونَ (65) Sonra eski inanc ve inatlarına donduler ve: “Andolsun, bunların konusmayacagını sen de bilirsin” dediler |
قَالَ أَفَتَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنفَعُكُمْ شَيْئًا وَلَا يَضُرُّكُمْ (66) Ibrahim: "O halde Allah’ı bırakıp da size hic bir sekilde fayda ya da zarar vermeyen seylere mi ibadet ediyorsunuz?" dedi |
أُفٍّ لَّكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ ۖ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (67) Yazıklar olsun! Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınıza da! Hala aklınızı basınıza almayacak mısınız |
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانصُرُوا آلِهَتَكُمْ إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ (68) (Iclerinden bazıları), “Eger (bir sey) yapacaksanız, onu yakın da ilahlarınıza yardım edin” dediler |
قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ (69) “Ey ates! Ibrahim’e karsı serin ve esenlik ol!” dedik |
وَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَخْسَرِينَ (70) Ona boyle bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları en cok zarar edenler durumuna dusurduk |
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا لِلْعَالَمِينَ (71) Onu Lut ile beraber kurtarıp, icinde alemler icin bereketler kıldıgımız yere ulastırdık |
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً ۖ وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِحِينَ (72) Ve ona Ishak’ı, ustelik bir de Yakub’u bagısladık. Her ikisini de salih kimseler kıldık |
وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَإِقَامَ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءَ الزَّكَاةِ ۖ وَكَانُوا لَنَا عَابِدِينَ (73) Onları emrimizle dogru yolu gosteren onderler kıldık ve kendilerine hayırlar islemeyi, namazı dosdogru kılmayı, zekatı vermeyi vahyettik. Onlar yalnızca bize ibadet eden kimselerdi |
وَلُوطًا آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَت تَّعْمَلُ الْخَبَائِثَ ۗ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِقِينَ (74) Biz, Lut’a da bir hikmet ve bir ilim verdik ve onu cirkin isler yapan memleketten kurtardık. Gercekten onlar kotu bir toplum idiler, fasık (Allah’ın emrinden cıkan kimseler) idiler |
وَأَدْخَلْنَاهُ فِي رَحْمَتِنَا ۖ إِنَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ (75) Ve biz onu rahmetimizin icine aldık. Cunku o, gercekten salih kimselerdendi |
وَنُوحًا إِذْ نَادَىٰ مِن قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ (76) (Ey Muhammed!) Nuh’u da an. Hani o daha once dua etmisti de biz onun duasını kabul ederek, kendisini ve ailesini o buyuk sıkıntıdan (tufandan) kurtarmıstık |
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ (77) Ayetlerimizi yalanlayanlara karsı ona yardım etmistik. Cunku onlar kotu bir toplum idiler. Bu yuzden biz de onları topyekun suda bogduk |
وَدَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ (78) Davud ile Suleyman’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hukum veriyorlardı. Cunku halkın koyunları o ekine girmisti. Biz de hukumlerine sahit olmustuk |
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ ۚ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا ۚ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُودَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ ۚ وَكُنَّا فَاعِلِينَ (79) Biz hukum vermeyi Suleyman’a kavratmıstık. Zaten her birine hukumranlık ve ilim vermistik. Davud ile birlikte, Allah’ı tespih etmeleri icin dagları ve kusları onun emrine verdik. Bunları yapan biz idik |
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَّكُمْ لِتُحْصِنَكُم مِّن بَأْسِكُمْ ۖ فَهَلْ أَنتُمْ شَاكِرُونَ (80) Bir de Davud’a, sizin icin, zırh yapma sanatını ogrettik ki, savaslarınızda sizi korusun. Simdi siz sukrediyor musunuz |
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ عَاصِفَةً تَجْرِي بِأَمْرِهِ إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا ۚ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِمِينَ (81) Suleyman’ın hizmetine de guclu esen ruzgarı verdik. Ruzgar onun emriyle, bereketlendirdigimiz yere dogru eserdi. Biz, her seyi hakkıyla bileniz |
وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَن يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذَٰلِكَ ۖ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظِينَ (82) Seytanlardan onun icin denize dalan ve bundan baska isler gorenleri de (emrine vermistik). Onları gozetenler bizlerdik |
۞ وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ (83) Eyyub’u da an. Hani o Rabbine: “Suphesiz ki ben derde ugradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmisti |
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِهِ مِن ضُرٍّ ۖ وَآتَيْنَاهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُم مَّعَهُمْ رَحْمَةً مِّنْ عِندِنَا وَذِكْرَىٰ لِلْعَابِدِينَ (84) Biz onun duasını kabul ettik ve basındaki sıkıntıyı acıp giderdik. Ayrıca ona hem katımızdan bir rahmet, hem de iyi kullukta bulunanlara bir ibret olmak uzere aile ve cocuklarını ve onlarla birlikte bir o kadarını da verdik |
وَإِسْمَاعِيلَ وَإِدْرِيسَ وَذَا الْكِفْلِ ۖ كُلٌّ مِّنَ الصَّابِرِينَ (85) Ismail’i, Idris’i ve Zulkifl’i de an. Bunların hepsi sabredenlerdendi |
وَأَدْخَلْنَاهُمْ فِي رَحْمَتِنَا ۖ إِنَّهُم مِّنَ الصَّالِحِينَ (86) Ve onları rahmetimizin icine soktuk. Gercekten onlar salih kimselerdendi |
وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَىٰ فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَٰهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ (87) Zunnun’u da an. Hani ofkelenerek (halkından ayrılıp) gitmisti de kendisini asla darda koymayacagımızı, sanmıstı. Derken karanlıklar icinde, “Senden baska hak ilah yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gercekten (nefsine) zulmedenlerden oldum.” diye dua etti |
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّ ۚ وَكَذَٰلِكَ نُنجِي الْمُؤْمِنِينَ (88) Biz de duasını kabul ettik ve kendisini kederden kurtardık. Iste biz Mu’minleri boyle kurtarırız |
وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ (89) Zekeriya’yı da an. Hani o, Rabbine, “Rabbim! Beni tek basıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın.” diye dua etmisti |
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَىٰ وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا ۖ وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ (90) Biz de onun duasını kabul ettik ve kendisine Yahya’yı bagısladık. Esini de kendisi icin, (dogurmaya) elverisli kıldık. Onlar gercekten hayır islerinde yarısırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi |
وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ (91) Irzını korumus olan kadını da (Meryem’i de) hatırla. Ona ruhumuzdan uflemistik. Kendisini de, oglunu da alemlere (kudretimizi gosteren) birer delil yapmıstık |
إِنَّ هَٰذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ (92) Suphe yok ki bu sizin ummetiniz, tek bir ummettir. Sizin Rabbiniz de benim. O halde yalnız bana ibadet edin |
وَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ ۖ كُلٌّ إِلَيْنَا رَاجِعُونَ (93) (Insanlar) (din) islerinde aralarında boluklere ayrıldılar. Hepsi de ancak bize donecekler |
فَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِهِ وَإِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ (94) Su halde, kim Mu’min olarak salih ameller islerse, calısması asla inkar edilmez. Suphesiz biz onu yazmaktayız |
وَحَرَامٌ عَلَىٰ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا أَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ (95) Helak ettigimiz bir ulke halkının (dunya hayatına geri) donmeleri imkansızdır |
حَتَّىٰ إِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُم مِّن كُلِّ حَدَبٍ يَنسِلُونَ (96) Nihayet Ye’cuc ve Me’cuc’un (seddi) acıldıgı zaman her tepeden akın ederler |
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَإِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ أَبْصَارُ الَّذِينَ كَفَرُوا يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا فِي غَفْلَةٍ مِّنْ هَٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِمِينَ (97) Gercek vaad (kıyametin kopması) yaklasır, bir de bakarsın kafirlerin gozleri acılıp donakalmıstır. “Eyvah bizlere! Dogrusu biz bundan gafildik. Hatta biz zalim kimselermisiz.” derler |
إِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ حَصَبُ جَهَنَّمَ أَنتُمْ لَهَا وَارِدُونَ (98) Hic suphesiz siz de, Allah’tan baska ibadet etiikleriniz de Cehennem'in odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz |
لَوْ كَانَ هَٰؤُلَاءِ آلِهَةً مَّا وَرَدُوهَا ۖ وَكُلٌّ فِيهَا خَالِدُونَ (99) Eger onlar (hak) ilah olsalardı buraya girmezlerdi. Halbuki hepsi orada ebedi kalacaklardır |
لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَهُمْ فِيهَا لَا يَسْمَعُونَ (100) Onların orada ah edip, derin bir ic cekisleri vardır! Onlar orada hicbir sey isitmezler |
إِنَّ الَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُم مِّنَّا الْحُسْنَىٰ أُولَٰئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ (101) Suphesiz kendileri icin tarafımızdan en guzel mukafat hazırlanmıs olanlar var ya; iste bunlar Cehennem'den uzaklastırılmıslardır |
لَا يَسْمَعُونَ حَسِيسَهَا ۖ وَهُمْ فِي مَا اشْتَهَتْ أَنفُسُهُمْ خَالِدُونَ (102) Onlar Cehennem'in ugultusunu dahi duymazlar. Nefislerinin arzu ettigi seyler icinde ebedi kalırlar |
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْأَكْبَرُ وَتَتَلَقَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ هَٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ (103) En buyuk korku bile onları tasalandırmaz ve melekler onları: “Iste bu, size vadedilen (mutlu) gununuzdur.” diyerek karsılarlar |
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ ۚ كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُّعِيدُهُ ۚ وَعْدًا عَلَيْنَا ۚ إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ (104) Gokleri kitap sayfalarının katlandıgı gibi katlayacagımız gunu dusun. Baslangıcta ilk yaratmayı nasıl yaptıysak, -uzerimize aldıgımız bir vaad olarak- onu yine yapacagız. Biz bunu muhakkak yapacagız |
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِن بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ (105) Andolsun, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da, “Arza muhakkak benim salih kullarım mirascı olacaktır.” diye yazmıstık |
إِنَّ فِي هَٰذَا لَبَلَاغًا لِّقَوْمٍ عَابِدِينَ (106) Suphesiz bunda Allah’a kulluk eden bir toplum icin yeterli bir bildiri/ogut vardır |
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ (107) (Ey Muhammed!) Seni ancak alemlere rahmet olarak gonderdik |
قُلْ إِنَّمَا يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ ۖ فَهَلْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ (108) De ki: “Bana ancak, ilahınızın yalnızca bir tek ilah oldugu vahyolunuyor. Artık Musluman oluyor musunuz?” |
فَإِن تَوَلَّوْا فَقُلْ آذَنتُكُمْ عَلَىٰ سَوَاءٍ ۖ وَإِنْ أَدْرِي أَقَرِيبٌ أَم بَعِيدٌ مَّا تُوعَدُونَ (109) Eger yuz cevirirlerse De ki: “Ben size esit sekilde bildirip, acıkladım. Size vaat olunan yakın mıdır, uzak mıdır bilemiyorum |
إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ (110) Suphesiz, Allah sozun acıga vurulanını da bilir, gizlediginizi de bilir |
وَإِنْ أَدْرِي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَّكُمْ وَمَتَاعٌ إِلَىٰ حِينٍ (111) “Bilmiyorum, belki de o sizin icin bir imtihandır. Bir sureye kadar bir faydalanmadır |
قَالَ رَبِّ احْكُم بِالْحَقِّ ۗ وَرَبُّنَا الرَّحْمَٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلَىٰ مَا تَصِفُونَ (112) (Peygamber): “Ey Rabbim! Hak ile hukum ver. Bizim Rabbimiz, sizin turlu nitelemelerinize karsı yardımı istenecek olan Rahman’dır.” dedi |