×

سورة الكهف باللغة التركية الحديثة

ترجمات القرآنباللغة التركية الحديثة ⬅ سورة الكهف

ترجمة معاني سورة الكهف باللغة التركية الحديثة - Turkish_Modern

القرآن باللغة التركية الحديثة - سورة الكهف مترجمة إلى اللغة التركية الحديثة، Surah Kahf in Turkish_Modern. نوفر ترجمة دقيقة سورة الكهف باللغة التركية الحديثة - Turkish_Modern, الآيات 110 - رقم السورة 18 - الصفحة 293.

بسم الله الرحمن الرحيم

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنزَلَ عَلَىٰ عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَل لَّهُ عِوَجًا ۜ (1)
Hamd olsun Allah'a ki, kuluna kitabı indirdi ve onda hicbir egrilik koymadı
قَيِّمًا لِّيُنذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِّن لَّدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا حَسَنًا (2)
Dosdogru (bir kitap olarak), katından (gelecek) siddetli bir azapla korkutmak ve salih amellerde bulunan Mu'minlere guzel bir ecir oldugunu mujde vermek icin (indirdi)
مَّاكِثِينَ فِيهِ أَبَدًا (3)
Onlar onda ebedi olarak kalıcıdırlar
وَيُنذِرَ الَّذِينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا (4)
Ve; “Allah cocuk edinmistir.” diyen kimseleri uyarması icin indirmistir
مَّا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِآبَائِهِمْ ۚ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ ۚ إِن يَقُولُونَ إِلَّا كَذِبًا (5)
Onların da atalarının da o konu hakkında bir bilgisi yoktur. Agızlarından cıkan bu soz pek buyuktur. Onlar yalandan baskasını soylemiyorlar
فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ عَلَىٰ آثَارِهِمْ إِن لَّمْ يُؤْمِنُوا بِهَٰذَا الْحَدِيثِ أَسَفًا (6)
Belki de sen, bu kitaba iman etmiyorlar diye onların arkasından uzuntuden kendini helak edeceksin
إِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْأَرْضِ زِينَةً لَّهَا لِنَبْلُوَهُمْ أَيُّهُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا (7)
Insanların hangisi daha guzel amel isleyecek diye imtihan etmek icin yeryuzunde bulunanları, oranın susu yaptık
وَإِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعِيدًا جُرُزًا (8)
Bununla beraber Biz bunun ustunde olan seyleri elbet kupkuru bir toprak yaparız
أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا (9)
Sen, yoksa Kehf ve Rakim ehlini bizim (tek) sasılacak ayetlerimizden mi sandın
إِذْ أَوَى الْفِتْيَةُ إِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا آتِنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَدًا (10)
Hani bir kac genc magaraya sıgınmıstı ve soyle demislerdi: "Rabbimiz, bize katından bir rahmet ver ve bu isimizde dogruyu bize nasip et
فَضَرَبْنَا عَلَىٰ آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا (11)
Bunun uzerine Biz de nice yıllar onların kulaklarına perde koyduk (onları uyuttuk)
ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ أَيُّ الْحِزْبَيْنِ أَحْصَىٰ لِمَا لَبِثُوا أَمَدًا (12)
Sonra da iki gruptan hangisinin (magarada) bekledikleri sureyi daha iyi hesap ettigini ortaya cıkarmak icin onları uyandırdık
نَّحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَأَهُم بِالْحَقِّ ۚ إِنَّهُمْ فِتْيَةٌ آمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًى (13)
Biz sana onların haberlerini hak/gercek olarak anlatıyoruz. Onlar, Rablerine iman etmis genclerdi. Biz de onların hidayetini arttırmıstık
وَرَبَطْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ إِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَن نَّدْعُوَ مِن دُونِهِ إِلَٰهًا ۖ لَّقَدْ قُلْنَا إِذًا شَطَطًا (14)
Ayaga kalkarak: "Bizim Rabbimiz goklerin ve yerin Rabbidir. Ondan baska bir ilaha dua etmeyecegiz" O takdirde gercekten son derece batıl bir soz soylemis oluruz” dediklerinde Biz onların kalplerini saglamlastırdık
هَٰؤُلَاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً ۖ لَّوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِم بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍ ۖ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا (15)
Su bizim kavmimiz Allah'tan baska ilahlar edindiler. Onlar hakkında acık bir delil getirselerdi ya! Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi kimdir
وَإِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ إِلَّا اللَّهَ فَأْوُوا إِلَى الْكَهْفِ يَنشُرْ لَكُمْ رَبُّكُم مِّن رَّحْمَتِهِ وَيُهَيِّئْ لَكُم مِّنْ أَمْرِكُم مِّرْفَقًا (16)
(Madem ki) Onlardan ve onların Allah’tan baska ibadet ettiklerinden ayrıldınız. O halde magaraya cekilin ki Rabbiniz size rahmetini yaysın ve islerinizde kolaylık saglasın
۞ وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَت تَّزَاوَرُ عَن كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَت تَّقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِّنْهُ ۚ ذَٰلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ ۗ مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ ۖ وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُّرْشِدًا (17)
(Orada olsaydın) gunes dogdugunda; magaralarının sag tarafına kaydıgını, battıgında da sol yandan kayıp gittigini gorurdun. Kendileri ise magaranın genis bir yerinde idiler. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet ederse iste o, dogru yolu bulandır. Kimi de sasırtırsa, artık ona dogru yolu gosterecek bir dost bulamazsın
وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ ۚ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ ۖ وَكَلْبُهُم بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ ۚ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا (18)
Uykuda oldukları halde, sen onları uyanık sanırsın. Biz onları saga sola ceviriyorduk. Kopekleri de magaranın girisinde on ayaklarını uzatmıs (yatmakta idi.) Onları gorseydin, mutlaka onlardan yuz cevirip kacardın ve gorduklerin yuzunden icin korku ile dolardı
وَكَذَٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءَلُوا بَيْنَهُمْ ۚ قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ ۖ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ ۚ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُم بِوَرِقِكُمْ هَٰذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنظُرْ أَيُّهَا أَزْكَىٰ طَعَامًا فَلْيَأْتِكُم بِرِزْقٍ مِّنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا (19)
Boylece biz, birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. Iclerinden biri: “Ne kadar kaldınız?" dedi. (Bir kısmı) “Bir gun, ya da bir gunden az”, dediler. (Digerleri de) soyle dediler: “Ne kadar kaldıgınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Simdi siz birinizi su gumus para ile kente gonderin de baksın; (sehir halkından) hangisinin yiyecegi daha temiz ve lezzetli ise ondan size bir rızık getirsin. Ayrıca, cok nazik davransın (da dikkat cekmesin) ve sizi hicbir kimseye sakın sezdirmesin
إِنَّهُمْ إِن يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ أَوْ يُعِيدُوكُمْ فِي مِلَّتِهِمْ وَلَن تُفْلِحُوا إِذًا أَبَدًا (20)
Eger onlar sizi ele gecirirlerse ya taslayarak oldururler, yahut kendi dinlerine dondururler. O zaman da bir daha asla kurtulusa eremezsiniz
وَكَذَٰلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَا إِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ ۖ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِم بُنْيَانًا ۖ رَّبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ ۚ قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَىٰ أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِم مَّسْجِدًا (21)
Boylece (insanları) onlardan haberdar ettik ki, Allah'ın vadinin hak oldugunu, kıyametin suphe goturmez oldugunu bilsinler. Hani onlar kendi meselelerini aralarında tartısıyorlardı. Bunun uzerine: “Uzerlerine bir bina yapın” demislerdi. Rableri onları daha iyi bilendir. Fakat onların isine galip gelenler ise, “Mutlaka onların ustune bir Mescid edinecegiz” dediler
سَيَقُولُونَ ثَلَاثَةٌ رَّابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِ ۖ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ ۚ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِم مَّا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ ۗ فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَاءً ظَاهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِم مِّنْهُمْ أَحَدًا (22)
Onlar uc kisidir; dordunculeri de kopekleridir" diyecekler. Yine: "Bes kisidir; altıncıları kopekleridir" diyecekler. (Bunlar) gayb hakkında tas atmaktır. "Yedi kisidirler, sekizincileri kopekleridir. De ki: Onların sayısını en iyi Rabbim bilir. Onları cok az kimseden baskası bilmez. O halde, onlar hakkında acık olarak ortaya konandan baska bir seyi tartısma. Onlar hakkında (Ehl-i Kitap'tan hicbir) kimseye bir sey sorma
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَٰلِكَ غَدًا (23)
Hic bir sey icin “Ben onu yarın mutlaka yapacagım.” deme
إِلَّا أَن يَشَاءَ اللَّهُ ۚ وَاذْكُر رَّبَّكَ إِذَا نَسِيتَ وَقُلْ عَسَىٰ أَن يَهْدِيَنِ رَبِّي لِأَقْرَبَ مِنْ هَٰذَا رَشَدًا (24)
Ancak, “Allah dilerse yapacagım.” de. Unuttugun zaman Rabbini an ve “Umarım Rabbim beni, bundan daha dogru olana ulastırır.” de
وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا (25)
Onlar magaralarında uc yuz yıl kaldılar. Buna dokuz daha kattılar
قُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثُوا ۖ لَهُ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ أَبْصِرْ بِهِ وَأَسْمِعْ ۚ مَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا (26)
De ki: “Kaldıkları sureyi Allah daha iyi bilir. Goklerin ve yerin gaybını bilmek O’na aittir. O, ne guzel gorur; O, ne guzel isitir! Onların, O’ndan baska hicbir dostu da yoktur. O, hukmune hicbir kimseyi ortak etmez.”
وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن كِتَابِ رَبِّكَ ۖ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ وَلَن تَجِدَ مِن دُونِهِ مُلْتَحَدًا (27)
Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini degistirecek hicbir kimse yoktur. O’ndan baska asla bir sıgınak da bulamazsın
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ ۖ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا (28)
Sabah, aksam Rablerinin yuzunu dileyerek O’na dua edenlerle beraber sen de sabret. Dunya hayatının suslerini arzulayarak, gozunu onlardan ayırma. Kalbini zikrimizden gafil kıldıgımız, heva/arzularına uymus ve isi taskınlık olan kimseye itaat etme
وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ ۖ فَمَن شَاءَ فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاءَ فَلْيَكْفُرْ ۚ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا ۚ وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ ۚ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا (29)
De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen kafir olsun.” Biz zalimlere oyle bir ates hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini cepecevre kusatmıstır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, erimis maden gibi yuzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne kotu bir icecektir! Cehennem ne korkunc bir sıgınaktır
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ مَنْ أَحْسَنَ عَمَلًا (30)
Gercek su ki, iman edip salih ameller yapanlara gelince, elbette biz iyi is yapanların ecrini zayi etmeyiz
أُولَٰئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِّن سُندُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُّتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ ۚ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا (31)
Onlara, altlarından ırmaklar akan Adn Cennetleri vardır. Orada altın bilezikler takarlar, ince ve kalın ipekten yesil elbiseler giyerler. Orada koltuklarına yaslanırlar. Ne guzel mukafat! (Cennet) Ne guzel bir konak
۞ وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلًا رَّجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِأَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ أَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعًا (32)
Onlara iki adamı ornek ver: Onlardan birisine iki uzum bagı vermistik. Cevresini de hurmalıklarla cevirmis, bu ikisinin arasında da ekinler bitirmistik
كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِم مِّنْهُ شَيْئًا ۚ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَرًا (33)
Her iki bahce de urunlerini vermis, hicbir seyi eksik bırakmamıslardı. Ikisinin arasından da bir ırmak akıtmıstık
وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌ فَقَالَ لِصَاحِبِهِ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَنَا أَكْثَرُ مِنكَ مَالًا وَأَعَزُّ نَفَرًا (34)
Onun baska urunleri de vardı. Iste boyle bir halde arkadasıyla konusurken: "Ben malca senden zenginim, sayıca da senden gucluyum." dedi
وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ قَالَ مَا أَظُنُّ أَن تَبِيدَ هَٰذِهِ أَبَدًا (35)
Derken kendine zulmederek bagına girdi. Soyle dedi: “Bunun sonsuza degin yok olacagını sanmıyorum.”
وَمَا أَظُنُّ السَّاعَةَ قَائِمَةً وَلَئِن رُّدِدتُّ إِلَىٰ رَبِّي لَأَجِدَنَّ خَيْرًا مِّنْهَا مُنقَلَبًا (36)
Kıyametin kopacagına da hic inanmıyorum. Eger Rabbime dondurulecek olursam, elbette bundan daha iyi bir donus yeri bulurum." dedi
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا (37)
Kendisiyle konusmakta olan arkadası ona dedi ki: “Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni (eksiksiz) bir insan seklinde yaratan Allah’a (iman etmede) kufur mu ediyorsun?”
لَّٰكِنَّا هُوَ اللَّهُ رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِرَبِّي أَحَدًا (38)
Oysa, O Allah benim Rabbimdir ve ben, Rabbime hic kimseyi sirk kosmam
وَلَوْلَا إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاءَ اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ ۚ إِن تَرَنِ أَنَا أَقَلَّ مِنكَ مَالًا وَوَلَدًا (39)
Bagına girdiginde Masallah (Allah neyi dilerse o olur)! Allah'tan baska kuvvet yoktur, demen lazım degil miydi? Eger beni mal ve cocuk bakımından senden daha az (gucte) goruyorsan
فَعَسَىٰ رَبِّي أَن يُؤْتِيَنِ خَيْرًا مِّن جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِّنَ السَّمَاءِ فَتُصْبِحَ صَعِيدًا زَلَقًا (40)
Belki Rabbim bana senin bagından daha hayırlısını verir. Seninkinin uzerine ise gokten felaket indiriverir de kupkuru corak bir toprak oluverir
أَوْ يُصْبِحَ مَاؤُهَا غَوْرًا فَلَن تَسْتَطِيعَ لَهُ طَلَبًا (41)
Yahut suyu yerin dibine cekiliverir de bir daha onu aramaya gucun yetmez
وَأُحِيطَ بِثَمَرِهِ فَأَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلَىٰ مَا أَنفَقَ فِيهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُشْرِكْ بِرَبِّي أَحَدًا (42)
(Birden) Onun urunleri (afetle) kusatılıverdi. Orası icin harcadıklarına karsı avuclarını (esefle) ovusturup duruyordu. Bahcenin cardakları yere cokmustu. "Ah, keske Rabbime hicbir sirk kosmamıs olsaydım!" diyordu
وَلَمْ تَكُن لَّهُ فِئَةٌ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مُنتَصِرًا (43)
Onun, Allah’tan baska kendisine yardım edebilecek kimseleri yoktu. Kendi kendini kurtaracak gucte de degildi
هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلَّهِ الْحَقِّ ۚ هُوَ خَيْرٌ ثَوَابًا وَخَيْرٌ عُقْبًا (44)
Iste bu durumda velayet (yardım etmek) yalnızca hak olan Allah’a mahsustur. O’nun mukafatı da daha hayırlıdır, verecegi sonuc da daha hayırlıdır
وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاءٍ أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ فَأَصْبَحَ هَشِيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ ۗ وَكَانَ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ مُّقْتَدِرًا (45)
Onlara dunya hayatının ornegini ver: (Dunya hayatı), gokten indirdigimiz yagmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryuzunun bitkileri boy verip birbirine karısırlar. Fakat butun bu canlılık sonunda ruzgarın savurdugu kuru bir cer cope doner. Allah, her sey uzerinde kudret sahibidir
الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا (46)
Mallar ve evlatlar, dunya hayatının susudur. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında sevap olarak da, umit olarak da daha hayırlıdır
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا (47)
Dagları yurutecegimiz ve senin yeryuzunu dumduz gorecegin gunu bir hatırla. Biz onları mahserde toplarız da iclerinden hicbirini bırakmayız
وَعُرِضُوا عَلَىٰ رَبِّكَ صَفًّا لَّقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ ۚ بَلْ زَعَمْتُمْ أَلَّن نَّجْعَلَ لَكُم مَّوْعِدًا (48)
Hepsi saf saf Rabbinin huzuruna cıkarılırlar. Onlara: “Andolsun, sizi ilk once yarattıgımız gibi bize geldiniz. Oysa siz, sizin icin hesaba cekileceginiz bir zaman belirlemedigimizi sanmıstınız.” denir
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هَٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا ۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا ۗ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا (49)
Kitap ortaya konur. Gunahkarları, kitabın icindekilerden korkuya kapılmıs gorursun. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki; kucuk, buyuk hicbir sey bırakmadan hepsini sayıp dokmus!” derler. Onlar butun yaptıklarını karsılarında bulurlar. Senin Rabbin hic kimseye zulmetmez
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ ۗ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاءَ مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ ۚ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا (50)
Hani biz meleklere: “Adem icin (selamlamak icin) secde edin!” demistik de Iblis’ten baska hepsi secde etmislerdi. Iblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dısına cıktı. Simdi siz, beni bırakıp da Iblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Halbuki onlar, sizin icin birer dusmandırlar. Bu, zalimler icin ne kotu bir bedeldir
۞ مَّا أَشْهَدتُّهُمْ خَلْقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَا خَلْقَ أَنفُسِهِمْ وَمَا كُنتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلِّينَ عَضُدًا (51)
Onları, goklerin ve yerin yaratılmasına veya kendilerinin yaratılısına sahit tutmadım. Saptıranları da yardımcı edinecek degilim
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَائِيَ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُم مَّوْبِقًا (52)
O gun: "Benim ortaklarım olduklarını sandıklarınızı cagırın" diye buyurur. Onları cagırırlar ama cevap vermezler. Biz aralarına bir ucurum koyarız
وَرَأَى الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّوا أَنَّهُم مُّوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا (53)
Suclular (o gun) atesi gorunce, onun icine duseceklerini iyice anlayacaklar ve ondan kurtulus yolu da bulamayacaklardır
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَٰذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ ۚ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا (54)
And olsun ki, Biz bu Kuran'da insanlara her turlu misali gosterip acıkladık. Fakat tartısmaya en cok duskun (varlık) insandır
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَىٰ وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا (55)
Insanlara hidayet geldikten sonra onların iman etmelerine ve Rablerinden magfiret dilemelerine alıkoyan tek sey; ancak oncekilerin basına gelen sunnetin kendilerine de gelip catmasını yahut onlara gozleri onunde azabın gelmesini beklemeleridir
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ ۚ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ ۖ وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنذِرُوا هُزُوًا (56)
Peygamberleri ancak mujdeci ve uyarıcı olarak gondeririz. Kafirler, batıl ile hakkı ortadan kaldırmak icin mucadele ederler. Ayetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarıları alay konusu yaparlar
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ ۚ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا ۖ وَإِن تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَىٰ فَلَن يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا (57)
Kim, kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da onlardan yuz ceviren ve elleriyle yapıp, islediklerini unutandan daha zalimdir? Suphesiz biz, onu anlamamaları icin kalplerine perdeler gerdik, kulaklarına da agırlıklar koyduk. Sen onları hidayete davet etsen de artık ebediyen hidayet bulamazlar
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ ۖ لَوْ يُؤَاخِذُهُم بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ ۚ بَل لَّهُم مَّوْعِدٌ لَّن يَجِدُوا مِن دُونِهِ مَوْئِلًا (58)
Rabbin; cok bagıslayıcıdır, merhamet sahibidir. Eger yaptıkları yuzunden onları (dunyada) cezaya carptırsaydı, elbette azaplarını carcabuk verirdi. Fakat, onlar icin belirlenmis bir gun vardır ki (o gun gelince) hicbir kurtulus caresi bulamazlar
وَتِلْكَ الْقُرَىٰ أَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِم مَّوْعِدًا (59)
Iste su ulkeler; zulmettikleri zaman onları helak ettik. Onları helak etmek icin de belli bir zaman tayin etmistik
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِفَتَاهُ لَا أَبْرَحُ حَتَّىٰ أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا (60)
Hani Musa, genc arkadasına: "Iki denizin birlestigi yere ulasmaya veya yıllarca yurumeye kararlıyım." demisti
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا (61)
Onlar, iki denizin birlestigi yere ulastıklarında balıklarını unuttular. O da denizde bir yol tutup gitti
فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءَنَا لَقَدْ لَقِينَا مِن سَفَرِنَا هَٰذَا نَصَبًا (62)
O yeri gectikleri zaman genc arkadasına: "Kahvaltımızı getir, bu yolculugumuzda bir hayli yorgun dustuk." dedi
قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ ۚ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا (63)
Genc, “Gordun mu! Kayaya sıgındıgımız sırada balıgı unutmusum. –Dogrusu onu sana soylememi bana ancak Seytan unutturdu- Balık sasılacak bir sekilde denizde yolunu tutup gitmisti.” dedi
قَالَ ذَٰلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ ۚ فَارْتَدَّا عَلَىٰ آثَارِهِمَا قَصَصًا (64)
Musa: "Iste, aradıgımız buydu." dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geriye donduler
فَوَجَدَا عَبْدًا مِّنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِّنْ عِندِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِن لَّدُنَّا عِلْمًا (65)
Orada kendisine tarafımızdan bir rahmet vermis ve nezdimizden bir ilim ogretmis oldugumuz kullarımızdan bir kul buldular
قَالَ لَهُ مُوسَىٰ هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَىٰ أَن تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا (66)
Musa ona: “Sana ogretilen bilgilerden bana, dogruya iletici bir bilgi ogretmen icin sana tabi olayım mı?” dedi
قَالَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا (67)
Adam, soyle dedi: “Dogrusu sen benimle beraber olmaya asla sabredemezsin.”
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَىٰ مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا (68)
“Ic yuzunu kavrayamadıgın bir seye nasıl sabredebilirsin?”
قَالَ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا (69)
Insallah, beni sabırlı olarak bulacaksın ve senin emrine karsı gelmeyecegim." dedi
قَالَ فَإِنِ اتَّبَعْتَنِي فَلَا تَسْأَلْنِي عَن شَيْءٍ حَتَّىٰ أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا (70)
O da soyle dedi: “O halde, eger bana tabi olacaksan, ben sana soylemedikce hicbir sey hakkında bana soru sormayacaksın.”
فَانطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا رَكِبَا فِي السَّفِينَةِ خَرَقَهَا ۖ قَالَ أَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ أَهْلَهَا لَقَدْ جِئْتَ شَيْئًا إِمْرًا (71)
Derken yola koyuldular. Nihayet bir gemiye bindiklerinde (adam) gemiyi deldi. Musa: “Sen onu icindekileri bogmak icin mi deldin? Dogrusu, sen buyuk bir is yaptın.” dedi
قَالَ أَلَمْ أَقُلْ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا (72)
Adam: “Sen benimle beraberlige asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi
قَالَ لَا تُؤَاخِذْنِي بِمَا نَسِيتُ وَلَا تُرْهِقْنِي مِنْ أَمْرِي عُسْرًا (73)
Musa: “Unuttugum icin beni sorgulama ve bu isimde bana gucluk cıkarma!” dedi
فَانطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُ قَالَ أَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍ لَّقَدْ جِئْتَ شَيْئًا نُّكْرًا (74)
Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek cocukla karsılastıklarında, adam (hemen) onu oldurdu. Musa: “Bir cana karsılık olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Andolsun cok kotu bir is yaptın!” dedi
۞ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكَ إِنَّكَ لَن تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا (75)
“Ben sana benimle beraberlige asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi
قَالَ إِن سَأَلْتُكَ عَن شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْنِي ۖ قَدْ بَلَغْتَ مِن لَّدُنِّي عُذْرًا (76)
“Eger bundan sonra sana bir sey soracak olursam artık benimle arkadaslık etme; o takdirde tarafımdan mazur sayılırsın.” dedi
فَانطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا فَأَبَوْا أَن يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَن يَنقَضَّ فَأَقَامَهُ ۖ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ أَجْرًا (77)
Yine yola koyuldular, sonunda ulastıkları kasaba halkından kendilerine yiyecek istediler. Kasaba halkı onları misafir etmek istemedi. Onlar da orada yıkılmaya yuz tutmus bir duvar buldular. O (Hızır), bunu dogrulttu. Musa: "Eger isteseydin buna karsılık bir ucret alabilirdin." dedi
قَالَ هَٰذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ ۚ سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ تَسْتَطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا (78)
Iste bu benimle senin aranda ayrılıs (vaktidir). Simdi sana sabredemedigin seylerin acıklamasını haber verecegim dedi
أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدتُّ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءَهُم مَّلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا (79)
O gemi, denizde calısan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu kusurlu kılmak istedim. (Cunku) onların onunde, her (saglam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı
وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَن يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا (80)
Gence gelince, onun anne ve babası Mu'min idi. Gencin onları azgınlık ve kufre suruklemesinden korktuk
فَأَرَدْنَا أَن يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْرًا مِّنْهُ زَكَاةً وَأَقْرَبَ رُحْمًا (81)
Boylece Rablerinin onlara, bu cocugun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir cocuk vermesini diledik
وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنزٌ لَّهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَن يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنزَهُمَا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ ۚ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ۚ ذَٰلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا (82)
Duvar ise sehirdeki iki yetim gence aitti. Altında da onlara ait bir hazine vardı. Babaları salih insandı. Rabbin, onların olgunluk cagına ulasmasını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini cıkarmalarını istedi. Ben, bunları kendiligimden yapmadım. Iste bu sabredemedigin seylerin acıklamasıdır
وَيَسْأَلُونَكَ عَن ذِي الْقَرْنَيْنِ ۖ قُلْ سَأَتْلُو عَلَيْكُم مِّنْهُ ذِكْرًا (83)
Sana Zulkarneyn’i soruyorlar. De ki: Ona dair size bir haber okuyacagım
إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا (84)
Biz onu yeryuzunde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda (amacına ulasabilecegi) bir yol verdik
فَأَتْبَعَ سَبَبًا (85)
O da bir yol tuttu
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِندَهَا قَوْمًا ۗ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَن تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَن تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا (86)
Nihayet gunesin battıgı yere ulasınca onu kara camurlu bir pınarda batıyor gordu. Onun yanında da bir kavim buldu. Dedik ki: “Ey Zulkarneyn! Onları istersen azaplandırabilirsin yahut onlara guzel muamelede de bulunabilirsin
قَالَ أَمَّا مَن ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَىٰ رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُّكْرًا (87)
Dedi ki: “Kim zulmederse onu azaplandıracagız. Sonra o Rabbine dondurulecek, Rabbi de onu siddetli bir azap ile azaplandıracak
وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاءً الْحُسْنَىٰ ۖ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا (88)
Fakat, kim de iman eder ve salih amel islerse, ona da iyi bir mukafat vardır. Ona emrimizden kolay olanı soyleriz
ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا (89)
Sonra yine (doguya dogru) bir yol tuttu
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلَىٰ قَوْمٍ لَّمْ نَجْعَل لَّهُم مِّن دُونِهَا سِتْرًا (90)
Gunesin dogdugu yere ulasınca, onu kendileriyle gunes arasına ortu koymadıgımız bir millet uzerine dogar buldu
كَذَٰلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا (91)
Iste boyle. Onun yanında olan her seyi busbutun kusatmıstık
ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا (92)
Sonra bir yol tuttu
حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِن دُونِهِمَا قَوْمًا لَّا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا (93)
Nihayet iki dag arasına ulastıgı zaman, onlerinde hemen hemen hicbir soz anlamayan bir kavme rastladı
قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلَىٰ أَن تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا (94)
Dediler ki: “Ey Zulkarneyn! Ye’cuc ve Me’cuc (adlı kavimler) yeryuzunde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karsılıgında sana bir vergi verelim mi?”
قَالَ مَا مَكَّنِّي فِيهِ رَبِّي خَيْرٌ فَأَعِينُونِي بِقُوَّةٍ أَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا (95)
“Rabbimin bana verdigi imkan ve kudret, (sizin vereceginiz vergiden) daha hayırlıdır. Simdi siz bana gucunuzle yardım edin de, sizinle onların arasına saglam bir set yapayım” dedi
آتُونِي زُبَرَ الْحَدِيدِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا سَاوَىٰ بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انفُخُوا ۖ حَتَّىٰ إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا (96)
“Bana (yeterince) demir madeni getirin” dedi. Iki yamacın arasındaki boslugu (daglarla) bir hizaya getirince; “Korukleyin!” dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da; “Bana erimis bakır getirin, bunun uzerine bosaltayım.” dedi
فَمَا اسْطَاعُوا أَن يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا (97)
Artık onu ne asabildiler, ne de delebildiler
قَالَ هَٰذَا رَحْمَةٌ مِّن رَّبِّي ۖ فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ رَبِّي جَعَلَهُ دَكَّاءَ ۖ وَكَانَ وَعْدُ رَبِّي حَقًّا (98)
“Iste bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi gelince onu dumduz eder, Rabbimin vaadi haktır.” dedi
۞ وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ فِي بَعْضٍ ۖ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعًا (99)
Gunu gelince biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karısırlar. Sur’a uflendigi zaman da hepsini bir araya toplarız
وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِّلْكَافِرِينَ عَرْضًا (100)
O gun Cehennem'i kafirlerin karsısına getirir, sunarız
الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاءٍ عَن ذِكْرِي وَكَانُوا لَا يَسْتَطِيعُونَ سَمْعًا (101)
Onlar, gozleri beni anmaktan perdeli olan ve dinleyecek gucleri de olmayan kimselerdi
أَفَحَسِبَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَن يَتَّخِذُوا عِبَادِي مِن دُونِي أَوْلِيَاءَ ۚ إِنَّا أَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ نُزُلًا (102)
Kafirler, beni bırakıp da kullarımı veliler/ilahlar edineceklerini mi sandılar? Biz, Cehennem'i kafirler icin konak olarak hazırladık
قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُم بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالًا (103)
(Ey Muhammed!) De ki: Amelleri bakımından husranda olan kimseleri size haber verelim mi
الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا (104)
Onlar, dunya hayatındaki butun amelleri bosa gitmisken, kendilerini gercekte guzel is yapmakta sanan kimselerdir
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا (105)
Onlar, Rablerinin ayetleri ve O’na kavusacakları hakkında kafir olanlar, boylece amelleri bosa cıkan, o yuzden de kıyamet gununde amelleri icin bir terazi kurmayacagımız kimselerdir
ذَٰلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا (106)
Iste; kafir oldukları, ayetlerimi ve rasullerimi alaya aldıkları icin onların cezası Cehennem'dir
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلًا (107)
Gercekten iman edip salih ameller isleyenlerin ise konakları Firdevs Cennetleri'dir
خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا (108)
Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. Oradan ayrılmak da istemezler
قُل لَّوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِّكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَن تَنفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا (109)
De ki: “Rabbimin sozleri icin deniz(ler) murekkep olsa, buna destek olarak bir o kadar daha katsak Rabbimin sozleri tukenmeden o deniz(ler) tukenir.”
قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ ۖ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا (110)
De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir insanım! Bana ilahınızın sadece tek ilah oldugu vahyediliyor. Kim Rabbine kavusmayı umuyorsa, salih amel islesin ve Rabbine ibadetinde kimseyi ortak kosmasın
❮ السورة السابقة السورة التـالية ❯

قراءة المزيد من سور القرآن الكريم :

1- الفاتحة2- البقرة3- آل عمران
4- النساء5- المائدة6- الأنعام
7- الأعراف8- الأنفال9- التوبة
10- يونس11- هود12- يوسف
13- الرعد14- إبراهيم15- الحجر
16- النحل17- الإسراء18- الكهف
19- مريم20- طه21- الأنبياء
22- الحج23- المؤمنون24- النور
25- الفرقان26- الشعراء27- النمل
28- القصص29- العنكبوت30- الروم
31- لقمان32- السجدة33- الأحزاب
34- سبأ35- فاطر36- يس
37- الصافات38- ص39- الزمر
40- غافر41- فصلت42- الشورى
43- الزخرف44- الدخان45- الجاثية
46- الأحقاف47- محمد48- الفتح
49- الحجرات50- ق51- الذاريات
52- الطور53- النجم54- القمر
55- الرحمن56- الواقعة57- الحديد
58- المجادلة59- الحشر60- الممتحنة
61- الصف62- الجمعة63- المنافقون
64- التغابن65- الطلاق66- التحريم
67- الملك68- القلم69- الحاقة
70- المعارج71- نوح72- الجن
73- المزمل74- المدثر75- القيامة
76- الإنسان77- المرسلات78- النبأ
79- النازعات80- عبس81- التكوير
82- الإنفطار83- المطففين84- الانشقاق
85- البروج86- الطارق87- الأعلى
88- الغاشية89- الفجر90- البلد
91- الشمس92- الليل93- الضحى
94- الشرح95- التين96- العلق
97- القدر98- البينة99- الزلزلة
100- العاديات101- القارعة102- التكاثر
103- العصر104- الهمزة105- الفيل
106- قريش107- الماعون108- الكوثر
109- الكافرون110- النصر111- المسد
112- الإخلاص113- الفلق114- الناس