الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْآخِرَةِ ۚ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ (1) Hamd, goklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah’a mahsustur. Ahirette de hamd O’na mahsustur. O, hikmet sahibidir, (her seyden) haberdardır |
يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا ۚ وَهُوَ الرَّحِيمُ الْغَفُورُ (2) Allah; yere gireni, yerden cıkanı; gokten ineni ve oraya yukseleni bilir. O; cok merhametlidir, cok bagıslayıcıdır |
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَأْتِينَا السَّاعَةُ ۖ قُلْ بَلَىٰ وَرَبِّي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ ۖ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَلَا أَصْغَرُ مِن ذَٰلِكَ وَلَا أَكْبَرُ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ (3) Kafirler: "Kıyamet bize gelmeyecek." dediler. De ki: "Hayır! Gaybı bilen Rabbim'e yemin olsun, o mutlaka size gelecektir. Goklerde ve yerde zerre miktarı bir sey bile O’ndan gizli degildir. Bundan daha kucuk ve daha buyugu de suphesiz apacık kitaptadır (yazılıdır) |
لِّيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ۚ أُولَٰئِكَ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ (4) Bu, iman edip salih amel isleyenleri mukafatlandırması icindir. Iste Onlar icin buyuk bir magfiret ve guzel bir rızık vardır |
وَالَّذِينَ سَعَوْا فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِّن رِّجْزٍ أَلِيمٌ (5) Ayetlerimiz konusunda acze dusurmek icin kosusturanlar ise iste onlar icin de en kotusunden, pek acıklı bir azap vardır |
وَيَرَى الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ الَّذِي أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ هُوَ الْحَقَّ وَيَهْدِي إِلَىٰ صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ (6) Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin (Kur'an'ın) gercek oldugunu bilir. O'nun, mutlak galip ve ovguye layık olan (Allah'ın) yoluna ilettigini gorurler |
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلَىٰ رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ إِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ إِنَّكُمْ لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ (7) Kafir olanlar dediler ki: "Curuyup paramparca oldugunuz vakit yeniden dirileceginizi soyleyerek haber veren kisiyi gosterelim mi |
أَفْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَم بِهِ جِنَّةٌ ۗ بَلِ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَعِيدِ (8) Acaba o, yalan yere Allah'a iftira mı etmistir? Yoksa onda delilik mi var?" (dediler). Hayır! Oyle degil! Ahirete iman etmeyenler azap icinde ve uzak bir sapıklıktadır |
أَفَلَمْ يَرَوْا إِلَىٰ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ ۚ إِن نَّشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْأَرْضَ أَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِّنَ السَّمَاءِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ (9) Onlar onlerindeki ve arkalarındaki goge ve yeryuzune bakmıyorlar mı? Dilersek onları yere batırır veya gokten uzerlerine parcalar dusururuz. Iste bunda, (Rabbine) ihlasla yonelen her kul icin bir ayet/delil vardır |
۞ وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ مِنَّا فَضْلًا ۖ يَا جِبَالُ أَوِّبِي مَعَهُ وَالطَّيْرَ ۖ وَأَلَنَّا لَهُ الْحَدِيدَ (10) Davud’a katımızdan bir lutuf verdik. "Ey daglar ve kuslar! Davud’la tespih edin." Onun icin demiri de yumusattık |
أَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ ۖ وَاعْمَلُوا صَالِحًا ۖ إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (11) Genis zırhlar imal et, dokumasını olculu yap. (Ey Davud hanedanı!) Salih ameller isleyin! Kuskusuz ben, yaptıklarınızı hakkıyla gormekteyim." diye (vahyettik) |
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ ۖ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ ۖ وَمِنَ الْجِنِّ مَن يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ ۖ وَمَن يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ (12) Suleyman'a da sabah gidisi bir ay, aksam donusu bir ay(lık mesafe) olan ruzgarı (boyun egdirdik). Onun icin erimis bakır madenini sel gibi akıttık. Cinlerden de, Rabbinin izniyle onun emrinde calısanlar vardı. Onlardan kim emrimizden sapacak olsa ona siddetli azaptan tattırırdık |
يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاءُ مِن مَّحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ ۚ اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْرًا ۚ وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ (13) Cinler, Suleyman icin diledigi bicimde kaleler, heykeller, havuz gibi canaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı. Ey Davud ailesi! Sukur icin calısın. Kullarımdan sukredenler pek azdır |
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَىٰ مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ ۖ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَن لَّوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ (14) Suleyman'ın olumune hukmettigimiz zaman, onun oldugunu ancak degnegini yiyen bir agac kurdu gosterdi. (Sonunda yere) yıkılınca, anlasıldı ki cinler gaybı bilselerdi o kucuk dusurucu azap icinde kalmazlardı |
لَقَدْ كَانَ لِسَبَإٍ فِي مَسْكَنِهِمْ آيَةٌ ۖ جَنَّتَانِ عَن يَمِينٍ وَشِمَالٍ ۖ كُلُوا مِن رِّزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُ ۚ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ (15) Andolsun, Sebe kavmi icin oturdugu yerlerde buyuk bir ibret vardır. Biri sagda, digeri solda iki bahceleri vardı. (Onlara:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na sukredin. Iste guzel bir memleket ve cok bagıslayan bir Rab |
فَأَعْرَضُوا فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُم بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ أُكُلٍ خَمْطٍ وَأَثْلٍ وَشَيْءٍ مِّن سِدْرٍ قَلِيلٍ (16) Ancak onlar yuz cevirdiler, boylece biz de onlara Arim (her seyi yıkıp supuren azap) selini gonderdik ve onların iki bahcelerini, buruk yemisli, acı ılgınlı ve icinde az sayıda Sedir agacı bulunan iki bahceye donusturduk |
ذَٰلِكَ جَزَيْنَاهُم بِمَا كَفَرُوا ۖ وَهَلْ نُجَازِي إِلَّا الْكَفُورَ (17) Iste nankorluk etmeleri sebebi ile biz onları boyle cezalandırdık. Biz (bu sekilde) ancak nankorleri cezalandırırız |
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا فِيهَا السَّيْرَ ۖ سِيرُوا فِيهَا لَيَالِيَ وَأَيَّامًا آمِنِينَ (18) Kendileri (Sebe) ile iclerinde bereketler kıldıgımız memleketler (Sam) arasında (birbirine yakın) gorunebilen memleketler var ettik. Iclerinde yolculugu olculu kıldık/konaklara ayırdık ve; “Oralarda geceleri ve gunduzleri guvenlik icinde gezip dolasın." (dedik) |
فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ أَسْفَارِنَا وَظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ (19) “Rabbimiz yolculuklarımız arasını uzaklastır” diye dua ettiler ve kendi nefislerine zulmettiler. Biz de onları, ibret kıssaları haline getirdik ve onları busbutun parcaladık. Suphesiz bunda, cok sabreden ve cok sukreden herkes icin ibretler vardır |
وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ (20) Andolsun ki Iblis onlar hakkındaki zannını dogru cıkardı. Boylece mu'minlerden bir grup dısında (hepsi) ona uydular |
وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِم مِّن سُلْطَانٍ إِلَّا لِنَعْلَمَ مَن يُؤْمِنُ بِالْآخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فِي شَكٍّ ۗ وَرَبُّكَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ (21) Oysa Seytan'ın onlar uzerinde hicbir hakimiyeti yoktu. Ancak ahirete iman edenleri, onun hakkında suphe icinde bulunanlardan ayırt edelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin; her seyi koruyandır, muhafaza edendir |
قُلِ ادْعُوا الَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ ۖ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَمَا لَهُمْ فِيهِمَا مِن شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُم مِّن ظَهِيرٍ (22) (Ey Muhammed!) De ki: “Allah’ı bırakıp da ilah olduklarını iddia ettiklerinize dua edin. Onlar ne goklerde ne de yerde bir zerre agırlıgınca bir seye sahiptirler. Onların yerde ve gokte hicbir ortaklıkları yoktur. Allah’ın onlardan bir yardımcısı da yoktur |
وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ ۚ حَتَّىٰ إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ ۖ قَالُوا الْحَقَّ ۖ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ (23) Allah’ın huzurunda, kendisinin izin verdigi kimselerden baskasının sefaati fayda vermez. Nihayet onların yureklerinden korku giderilince: "Rabbiniz ne buyurdu?" derler. Onlar da: "Hak olanı buyurdu." derler. O; yuksektir/yucedir, buyuktur |
۞ قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ قُلِ اللَّهُ ۖ وَإِنَّا أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَىٰ هُدًى أَوْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (24) De ki: "Goklerden ve yerden size rızık veren kimdir?" De ki: "Allah! O halde biz veya siz, ikimizden biri ya dogru yol uzerinde veya acık bir sapıklık icindedir |
قُل لَّا تُسْأَلُونَ عَمَّا أَجْرَمْنَا وَلَا نُسْأَلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ (25) De ki: "Siz, bizim islemis bulundugumuz suctan sorulacak degilsiniz ve biz de sizin yapmakta olduklarınızdan sorulacak degiliz |
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلِيمُ (26) De ki: "Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hukmedecektir. O, hukum veren, (her seyi) hakkıyla bilendir |
قُلْ أَرُونِيَ الَّذِينَ أَلْحَقْتُم بِهِ شُرَكَاءَ ۖ كَلَّا ۚ بَلْ هُوَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (27) De ki: O’na ortak kostuklarınızı bana gosterin. Asla gosteremezsiniz. Bilakis yegane galip ve her seyi hikmetle idare eden ancak Allah'tır |
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (28) Biz, seni butun insanlara ancak mujdeleyici ve uyarıcı olarak gonderdik. Fakat insanların cogu bunu bilmezler |
وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (29) Eger, dogru soyluyorsanız bu vaat/tehdit ne zaman gerceklesecek?" derler |
قُل لَّكُم مِّيعَادُ يَوْمٍ لَّا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ (30) De ki: “Sizin vaat olunan bir gununuz vardır. Ondan ne bir an geri kalırsınız, ne de ileri gecersiniz.” |
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن نُّؤْمِنَ بِهَٰذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ ۗ وَلَوْ تَرَىٰ إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِندَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ (31) Kafir olanlar dediler ki: “Biz bu Kur’an’a da, bundan once gelen kitaplara da iman etmeyiz.” Sen o zalimleri Rableri huzurunda durdurulmus, sozu birbirlerine dondururlerken bir gorsen. Gucsuz bırakılan tabiler, buyukluk taslayanlara: “Siz olmasaydınız, biz elbette iman edenler olurduk” derler |
قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا أَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدَىٰ بَعْدَ إِذْ جَاءَكُم ۖ بَلْ كُنتُم مُّجْرِمِينَ (32) Buyukluk taslayanlar da zayıflara: "Size, hidayet geldikten sonra biz mi engel olduk? Hayır, siz zaten gunahkarlar idiniz." derler |
وَقَالَ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَا أَن نَّكْفُرَ بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُ أَندَادًا ۚ وَأَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَأَوُا الْعَذَابَ وَجَعَلْنَا الْأَغْلَالَ فِي أَعْنَاقِ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (33) Zayıf dusurulenler de buyuklenenlere: "Hayır gece gunduz hileler kuruyor; bize Allah'a kufur etmemizi ve O'na esler kosmamızı emrediyordunuz" derler. Azabı gorduklerinde pismanlıklarını acıga vururlar. Biz de kafirlerin boyunlarına halkalar dolarız. Onlar islediklerinden baska bir seyle mi cezalandırılırlar |
وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ (34) Biz hangi ulkeye bir uyarıcı gondermissek mutlaka oranın varlıklı ve sımarık kisileri: "Biz size gonderilmis olan seyi inkar ediyoruz." demislerdir |
وَقَالُوا نَحْنُ أَكْثَرُ أَمْوَالًا وَأَوْلَادًا وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ (35) Yine; “Bizim mallarımız ve cocuklarımız daha coktur. Bize azap edilmeyecektir.” demislerdi |
قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ وَيَقْدِرُ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (36) De ki: “Suphesiz Rabbim, rızkı diledigine bol verir ve (diledigine) kısar. Fakat insanların cogu bilmezler.” |
وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَىٰ إِلَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُولَٰئِكَ لَهُمْ جَزَاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ (37) Bizim katımızda sizi (bize) yaklastıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar baska. Iste onlar icin islediklerine karsılık kat kat mukafat vardır. Onlar Cennet kosklerinde guven icindedirler |
وَالَّذِينَ يَسْعَوْنَ فِي آيَاتِنَا مُعَاجِزِينَ أُولَٰئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ (38) Ayetlerimiz konusunda acze dusurmek icin kosusturanlara gelince iste onlar da azabın icine getirilirler |
قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ ۚ وَمَا أَنفَقْتُم مِّن شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُ ۖ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (39) De ki: "Rabbim, kullarından diledigine bol rızık verir ve (dilediginden de) kısar. Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine baskasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır |
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلَائِكَةِ أَهَٰؤُلَاءِ إِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ (40) O gun onların hepsini biraraya toplar sonra meleklere: "Bunlar size mi tapıyorlardı?" der |
قَالُوا سُبْحَانَكَ أَنتَ وَلِيُّنَا مِن دُونِهِم ۖ بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّ ۖ أَكْثَرُهُم بِهِم مُّؤْمِنُونَ (41) Melekler diyecekler ki: “Tenzih ederiz seni! Bizim velimiz onlar degil, sensin. Aksine onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Bunların cogu onlara iman ediyorlardı |
فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَّفْعًا وَلَا ضَرًّا وَنَقُولُ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ (42) Bugun birbirinize ne fayda, ne de zarar vermeye gucunuz yeter. Biz zalim olanlara; "Yalanlamakta oldugunuz ates azabını tadın!" deriz |
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا رَجُلٌ يُرِيدُ أَن يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُكُمْ وَقَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا إِفْكٌ مُّفْتَرًى ۚ وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُمْ إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ (43) Ayetlerimiz acık acık onlara okundugunda dediler ki: “Bu ancak atalarınızın ibadet ede geldigi seylerden sizi alıkoymak isteyen bir adamdır.” Yine dediler ki: “Bu uydurulmus bir yalandan baska bir sey degildir.” Kafir olanlar hakka kendilerine geldiginde: “Bu ancak apacık bir buyudur” dediler |
وَمَا آتَيْنَاهُم مِّن كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا ۖ وَمَا أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِن نَّذِيرٍ (44) Halbuki biz onlara okuyacakları kitaplar gondermemistik. Senden once onlara bir uyarıcı da gondermemistik |
وَكَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَا آتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُلِي ۖ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ (45) Bunlardan oncekiler de yalanlamıslardı. Hem bunlar onlara verdigimizin onda birine asla ulasmamıslardır. Fakat yine de peygamberlerini yalanladılar. Ya benim inkarım nasılmıs |
۞ قُلْ إِنَّمَا أَعِظُكُم بِوَاحِدَةٍ ۖ أَن تَقُومُوا لِلَّهِ مَثْنَىٰ وَفُرَادَىٰ ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا ۚ مَا بِصَاحِبِكُم مِّن جِنَّةٍ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا نَذِيرٌ لَّكُم بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَدِيدٍ (46) De ki: “Ben size ancak bir ogut veriyorum: Yalnızca Allah icin ikiser ikiser, birer birer kalkınız. Sonra bu arkadasınızda bir delilik olmadıgını dusununuz. O ancak siddetli bir azabın oncesinde sizin icin bir korkutucudur.” |
قُلْ مَا سَأَلْتُكُم مِّنْ أَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ ۖ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ (47) De ki: "Ben sizden bir ucret istemiyorum. O, sizin olsun. Benim ecrim ancak her seye sahid olan Allah’a aittir |
قُلْ إِنَّ رَبِّي يَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَّامُ الْغُيُوبِ (48) De ki: "Rabbim; hak olanı (batılın uzerine) bırakır, butun gaybleri tamamıyla bilendir |
قُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ (49) De ki: "Hak geldi, batıl ne bir sey ortaya cıkarabilir, ne de geri getirebilir |
قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَىٰ نَفْسِي ۖ وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي ۚ إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ (50) De ki: "Eger yoldan saparsam, kendi aleyhime sapmıs olurum. Eger hidayete erersem, bu ise Rabbimin bana vahyetmesi sebebiyledir. Suphesiz O; hakkıyla isitendir, pek yakındır |
وَلَوْ تَرَىٰ إِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَأُخِذُوا مِن مَّكَانٍ قَرِيبٍ (51) (Rasulum!) Korkuya dustukleri zaman, onları bir gorsen! Artık kurtulus yoktur, yakın bir yerden yakalanmıslardır |
وَقَالُوا آمَنَّا بِهِ وَأَنَّىٰ لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ (52) (Is isten gectikten sonra:) “Ona iman ettik” diyecekler ama uzak yerden (dunya hayatı gelip gectikten sonra) imana ulasıp, kavusmaları ne mumkun |
وَقَدْ كَفَرُوا بِهِ مِن قَبْلُ ۖ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِن مَّكَانٍ بَعِيدٍ (53) Halbuki daha once onu (hakkı) inkar etmislerdi. Uzak bir yerden gayp hakkında atıp tutuyorlardı |
وَحِيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِأَشْيَاعِهِم مِّن قَبْلُ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا فِي شَكٍّ مُّرِيبٍ (54) Artık, bundan once benzerlerine yapıldıgı gibi, kendileriyle arzu ettikleri sey arasına perde cekilmistir. Suphesiz onlar (dunyada iken), kendilerini endiseye dusuren bir suphe icindeydiler |