الر ۚ كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ (1) Elif, Lam, Ra. Bu, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O guclu ve ovguye layık olanın yoluna cıkarmak icin sana indirdigimiz bir kitaptır |
اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ وَوَيْلٌ لِّلْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ شَدِيدٍ (2) O Allah ki, goklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Ugrayacakları siddetli azaptan dolayı vay o kafirlerin haline |
الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا ۚ أُولَٰئِكَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ (3) Onlar, o kimselerdir ki, dunya hayatını ahiret uzerine tercih edip severler; Allah yolundan alıkoyarlar ve onun egriligini isterler. Iste bunlar, hakdan cok uzak bir sapıklık icindedirler |
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ ۖ فَيُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ ۚ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (4) Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gonderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice acıklasın. Allah, diledigini saptırır, diledigini de dogru yola iletir. O, mutlak guc sahibidir, hukum ve hikmet sahibidir |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُم بِأَيَّامِ اللَّهِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ (5) Andolsun, Musa’yı da, “Kavmini karanlıklardan aydınlıga cıkar ve onlara Allah’ın gunlerini hatırlatarak ogut ver" diye ayetlerimizle gonderdik. Suphesiz bunda cok sabreden, cok sukreden herkes icin ibretler vardır |
وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ أَنجَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ ۚ وَفِي ذَٰلِكُم بَلَاءٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ (6) Hani Musa kavmine, “Allah’ın size olan nimetini anın. Hani o sizi, Firavun ailesinden kurtarmıstı. Onlar sizi iskencenin en agırına ugratıyorlar, ogullarınızı bogazlayıp kadınlarınızı sag bırakıyorlardı. Iste bunda size Rabbinizden buyuk bir imtihan vardır” demisti |
وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ ۖ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ (7) Hani Rabbiniz soyle duyurmustu: “Andolsun, eger sukrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eger nankorluk ederseniz, hic suphesiz azabım cok siddetlidir |
وَقَالَ مُوسَىٰ إِن تَكْفُرُوا أَنتُمْ وَمَن فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا فَإِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ حَمِيدٌ (8) Musa, soyle dedi: "Siz ve yeryuzunde bulunanların hepsi nankorluk etseniz de gercek su ki, Allah cok zengindir, ovguye layık olandır |
أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ ۛ وَالَّذِينَ مِن بَعْدِهِمْ ۛ لَا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا اللَّهُ ۚ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّوا أَيْدِيَهُمْ فِي أَفْوَاهِهِمْ وَقَالُوا إِنَّا كَفَرْنَا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ وَإِنَّا لَفِي شَكٍّ مِّمَّا تَدْعُونَنَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ (9) Sizden onceki Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin –ki onları Allah’tan baskası bilmez- haberi size gelmedi mi? Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (ofkeden parmaklarını ısırmak icin) ellerini agızlarına goturup; “Biz sizinle gonderileni inkar ediyoruz. Bizi cagırdıgınız seyden de derin bir suphe icindeyiz.” dediler |
۞ قَالَتْ رُسُلُهُمْ أَفِي اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى ۚ قَالُوا إِنْ أَنتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا تُرِيدُونَ أَن تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ (10) Peygamberleri dedi ki: “Gokleri ve yeri yaratan Allah hakkında mı suphe ediyorsunuz? (Halbuki) O, gunahlarınızı bagıslamak ve sizi belli bir zamana kadar ertelemek icin sizi (imana) cagırıyor. Onlar, “Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi, babalarımızın ibadet ettigi (ilahlardan) alıkoymak istiyorsunuz. Oyleyse bize apacık bir delil getirin” dediler |
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ إِن نَّحْنُ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ وَلَٰكِنَّ اللَّهَ يَمُنُّ عَلَىٰ مَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ ۖ وَمَا كَانَ لَنَا أَن نَّأْتِيَكُم بِسُلْطَانٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ (11) Peygamberleri, onlara dedi ki: “Biz ancak sizin gibi birer insanız. Fakat Allah, kullarından diledigine (peygamberlik) nimetini bahseder. Allah’ın izni olmadıkca, bizim size bir delil getirmemiz haddimize degil. Mu’minler ancak Allah’a tevekkul etsinler.” |
وَمَا لَنَا أَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللَّهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا ۚ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَىٰ مَا آذَيْتُمُونَا ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ (12) “Allah, bize yollarımızı dosdogru gostermisken, biz ne diye O’na tevekkul etmeyelim? Bize yaptıgınız eziyete elbette katlanacagız. Tevekkul edenler, yalnız Allah’a tevekkul etsinler |
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُم مِّنْ أَرْضِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا ۖ فَأَوْحَىٰ إِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمِينَ (13) Kafir olanlar peygamberlerine; “Andolsun, ya sizi yurdumuzdan cıkaracagız, ya da bizim dinimize donersiniz” dediler. Rableri de onlara soyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edecegiz.” |
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْأَرْضَ مِن بَعْدِهِمْ ۚ ذَٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَامِي وَخَافَ وَعِيدِ (14) “Onlardan sonra sizi elbette o yere yerlestirecegiz. Bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimseler icindir |
وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (15) (Rasuller) Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatcı, umitsizce husrana ugradı |
مِّن وَرَائِهِ جَهَنَّمُ وَيُسْقَىٰ مِن مَّاءٍ صَدِيدٍ (16) Husranın ardından da Cehennem vardır. Orada kendisine irinli su icirilecektir |
يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُسِيغُهُ وَيَأْتِيهِ الْمَوْتُ مِن كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ ۖ وَمِن وَرَائِهِ عَذَابٌ غَلِيظٌ (17) Onu yudumlamaya calısacak, fakat bogazından bir turlu gecmeyecektir. Olum kendisini her yandan gelip saracak, fakat bir turlu olemeyecektir. Arkasından da siddetli bir azap gelecektir |
مَّثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ ۖ أَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرِّيحُ فِي يَوْمٍ عَاصِفٍ ۖ لَّا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلَىٰ شَيْءٍ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ (18) Rablerini inkar edenlerin durumu; amelleri, aynen fırtınalı bir gunde ruzgarın siddetle savurdugu bir kule benzer. (Dunyada) kazandıkları hicbir seyin (ahirette) yararını gormezler. Iste bu, derin sapıklıktır |
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ ۚ إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ (19) Gormez misin ki, Allah gokleri ve yeri hak ile yaratmıstır? Eger dilerse sizi yok eder ve yerinize yeniden baskalarını yaratır |
وَمَا ذَٰلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ (20) Bu da Allah’a gore zor bir is degildir |
وَبَرَزُوا لِلَّهِ جَمِيعًا فَقَالَ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنتُم مُّغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللَّهِ مِن شَيْءٍ ۚ قَالُوا لَوْ هَدَانَا اللَّهُ لَهَدَيْنَاكُمْ ۖ سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا أَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِن مَّحِيصٍ (21) Onların tumu (kıyamette) Allah'ın huzuruna cıkarlar. Zayıf bırakılmıslar, buyukluk taslayanlara der ki: “Suphesiz biz size tabi idik; simdi siz, bizden Allah'ın azabından herhangi bir seyi savabilir misiniz?” Derler ki: “Eger Allah bize hidayet etseydi, biz de sizleri hidayete eristirirdik. Simdi yakınsak da sabretsek de fark etmez, bizim icin kacacak hic bir yer yoktur.” |
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْأَمْرُ إِنَّ اللَّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ ۖ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلَّا أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي ۖ فَلَا تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنفُسَكُم ۖ مَّا أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُم بِمُصْرِخِيَّ ۖ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ ۗ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (22) Is hukme baglanıp bitince seytan der ki: “Dogrusu Allah, size gercek olan sozu vaat etti, ben de size vaatte bulundum, ama sozumden caydım. Benim size karsı zorlayıcı bir gucum yoktu; yalnızca sizi cagırdım, siz de bana icabet ettiniz. Oyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtarıcı degilim, siz de beni kurtarıcı degilsiniz. Dogrusu daha once beni ortak kosmanızı da tanımamıstım. Suphesiz zalimlere acıklı bir azap vardır |
وَأُدْخِلَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ ۖ تَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلَامٌ (23) Iman eden ve salih ameller isleyenler, Rablerinin izniyle, ebedi kalacakları ve iclerinden ırmaklar akan Cennetlere sokulacaklar. Oradaki esenlik dilekleri “selam”dır |
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاءِ (24) Gormedin mi, Allah guzel bir sozu nasıl misal getirdi? (Guzel bir soz), koku saglam, dalları goge yukselen bir agac gibidir |
تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا ۗ وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (25) Bu agac, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Allah insanlara dusunup ibret alsınlar diye (boyle) misaller verir |
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبِيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ اجْتُثَّتْ مِن فَوْقِ الْأَرْضِ مَا لَهَا مِن قَرَارٍ (26) Kotu bir sozun durumu da; yerden koparılmıs, ayakta durma imkanı olmayan kotu bir agacın durumu gibidir |
يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ ۖ وَيُضِلُّ اللَّهُ الظَّالِمِينَ ۚ وَيَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ (27) Allah, iman edenleri hem dunya hayatında hem de ahirette sapasaglam bir soz ile sabit kılar, zalimleri ise saptırır. Ve Allah diledigini yapar |
۞ أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللَّهِ كُفْرًا وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ (28) Allah'ın nimetini kufur (ve nankorlukle) degistirenleri ve kavimlerini helak yurduna surukleyenleri gormedin mi |
جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا ۖ وَبِئْسَ الْقَرَارُ (29) Onlar Cehennem'e girecekler. Orası ne kotu bir karargahtır |
وَجَعَلُوا لِلَّهِ أَندَادًا لِّيُضِلُّوا عَن سَبِيلِهِ ۗ قُلْ تَمَتَّعُوا فَإِنَّ مَصِيرَكُمْ إِلَى النَّارِ (30) Onlar Allah’a, O’nun yolundan saptırmak icin, ortaklar kostular De ki: “Bir sure daha faydalanın. Cunku varısınız atesedir |
قُل لِّعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا يُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُنفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لَّا بَيْعٌ فِيهِ وَلَا خِلَالٌ (31) Iman eden kullarıma de ki: "Namazı dosdogru kılsınlar. Hicbir alısveris ve dostlugun bulunmadıgı bir gun gelmeden once kendilerine rızık olarak verdigimiz seylerden Allah yolunda gizlice ve acıktan infak etsinler |
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَّكُمْ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْأَنْهَارَ (32) Allah; gokleri ve yeri yaratan, gokten yagmur indiren ve onunla size rızık olarak turlu meyveler cıkaran, emri geregince denizde yuzmek uzere gemileri emrinize veren, nehirleri de hizmetinize sunandır |
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَائِبَيْنِ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ (33) O, duzenli seyredip hareket eden Gunes'i ve Ay'ı sizin hizmetinize sunan, gece ve gunduzu sizin emrinize verendir |
وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ ۚ وَإِن تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا ۗ إِنَّ الْإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ (34) O, size kendisinden istediginiz seylerin hepsini verdi. Eger Allah’ın nimetlerini saymaya kalkıssanız sayamazsınız. Suphesiz insan cok zalimdir, cok nankordur |
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَٰذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَن نَّعْبُدَ الْأَصْنَامَ (35) Hani Ibrahim demisti ki: “Rabbim! Bu sehri guvenli kıl! Beni ve ogullarımı putlara ibadet etmekten uzak tut |
رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ ۖ فَمَن تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي ۖ وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ (36) “Rabbim! Cunku o putlar insanlardan bircogunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa, o bendendir. Kim de bana karsı gelirse, suphesiz sen cok bagıslayan, cok merhamet edensin |
رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ (37) Rabbimiz! Ben cocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kabe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerlestirdim. Rabbimiz! Namazı dosdogru kılmaları icin (boyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gonullerini onlara meylettir, onları urunlerden rızıklandır, umulur ki sukrederler |
رَبَّنَا إِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفِي وَمَا نُعْلِنُ ۗ وَمَا يَخْفَىٰ عَلَى اللَّهِ مِن شَيْءٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ (38) Rabbimiz! Suphesiz sen, gizledigimizi de, acıga vurdugumuzu da bilirsin. Yerde ve gokte hicbir sey Allah’a gizli kalmaz |
الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ ۚ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاءِ (39) Hamd, iyice yaslanmıs iken bana Ismail’i ve Ishak’ı veren Allah’a mahsustur. Suphesiz Rabbim duayı isitendir |
رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلَاةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي ۚ رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ (40) Rabbim! Beni ve soyumu namazı ikame edenlerden eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur |
رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ (41) Rabbimiz! Hesap gorulecek gunde; beni, ana babamı ve inananları bagısla |
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ ۚ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ (42) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gozlerin dehsetle yerinden fırlayacagı bir gune erteliyor |
مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لَا يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ ۖ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ (43) O gun baslarını dikerek (cagırıldıkları yere dogru) kosarlar. Gozleri kendilerine bile donmez, kalpleri de bombostur |
وَأَنذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْتِيهِمُ الْعَذَابُ فَيَقُولُ الَّذِينَ ظَلَمُوا رَبَّنَا أَخِّرْنَا إِلَىٰ أَجَلٍ قَرِيبٍ نُّجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَ ۗ أَوَلَمْ تَكُونُوا أَقْسَمْتُم مِّن قَبْلُ مَا لَكُم مِّن زَوَالٍ (44) (Ey Muhammed!) Insanları, kendilerine azabın gelecegi gun ile uyar. Zira o gun zalimler, “Ey Rabbimiz! Yakın bir sureye kadar bizi ertele de senin cagrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim” diyecekler. Onlara soyle denilecek: “Daha once siz, sonunuzun gelmeyecegine yemin etmemis miydiniz |
وَسَكَنتُمْ فِي مَسَاكِنِ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْأَمْثَالَ (45) Hatta siz, kendilerine zulmedenlerin yurtlarında yerlestiniz. Onlara neler yaptıgımız da sizin icin apacık ortaya cıktı. Size bircok misaller de gosterdik |
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِندَ اللَّهِ مَكْرُهُمْ وَإِن كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ (46) Onlar tuzaklar kurdular, ama Allah katında da onlara tuzak vardır. Isterse onların tuzakları dagları yerinden oynatacak olsun |
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ (47) Sakın Allah’ın, peygamberlerine verdigi sozden donecegini sanma! Suphesiz Allah, mutlak guc sahibidir, intikam sahibidir |
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْأَرْضُ غَيْرَ الْأَرْضِ وَالسَّمَاوَاتُ ۖ وَبَرَزُوا لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ (48) O gun yer, baska bir yere, gokler de baska goklere donusturulur ve insanlar tek ve Kahhar (her seyin uzerinde yegane hakim) olan Allah’ın huzuruna cıkarlar |
وَتَرَى الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ مُّقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ (49) O gun, sucluları zincirlere vurulmus olarak gorursun |
سَرَابِيلُهُم مِّن قَطِرَانٍ وَتَغْشَىٰ وُجُوهَهُمُ النَّارُ (50) Gomlekleri katrandandır. Yuzlerini de ates buruyecektir |
لِيَجْزِيَ اللَّهُ كُلَّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ ۚ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ (51) Allah, herkese kazandıgının karsılıgını vermek icin boyle yapar. Suphesiz Allah, hesabı cabuk gorendir |
هَٰذَا بَلَاغٌ لِّلنَّاسِ وَلِيُنذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا أَنَّمَا هُوَ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ (52) Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilah oldugunu bilsinler ve akıl sahipleri dusunup ogut alsınlar diye insanlara bir bildiridir |