×

سورة المؤمنون باللغة التركية الحديثة

ترجمات القرآنباللغة التركية الحديثة ⬅ سورة المؤمنون

ترجمة معاني سورة المؤمنون باللغة التركية الحديثة - Turkish_Modern

القرآن باللغة التركية الحديثة - سورة المؤمنون مترجمة إلى اللغة التركية الحديثة، Surah Muminun in Turkish_Modern. نوفر ترجمة دقيقة سورة المؤمنون باللغة التركية الحديثة - Turkish_Modern, الآيات 118 - رقم السورة 23 - الصفحة 342.

بسم الله الرحمن الرحيم

قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ (1)
Gercekten Mu'minler kurtulusa ermistir
الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ (2)
Onlar namazlarında husu icinde olanlardır
وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ (3)
Onlar, bos ve yararsız seylerden yuz cevirirler
وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ (4)
Onlar zekatı verirler
وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ (5)
Onlar, ırzlarını/iffetlerini korurlar
إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ (6)
Ancak kendi esleri ve ellerinin altındaki (cariyeleri) haric. Suphesiz onlar (bunlarla iliskilerinden dolayı) kınanmazlar
فَمَنِ ابْتَغَىٰ وَرَاءَ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْعَادُونَ (7)
Artık her kim bundan baskasını isterse iste onlar sınırı asan kimseler olurlar
وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ (8)
Onlar, emanetlerine ve verdikleri sozlere riayet ederler
وَالَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ (9)
Onlar, namazlarını muhafaza ederler
أُولَٰئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ (10)
Iste bunlar varis olanların ta kendileridir
الَّذِينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (11)
Onlar, Firdevs’e varis olacaklardır ve onlar orada ebedi kalacaklardır
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ (12)
Andolsun biz insanı, (suzulmus) bir camurdan yarattık
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ (13)
Sonra onu bir su damlası/nutfe olarak, saglam bir yere (rahme) yerlestirdik
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ ۚ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ (14)
Sonra nutfeyi/spermi, alaka/embriyo haline getirdik. Embriyoyu bir cignem et parcası yaptık. Et parcasından kemik yarattık. Kemige et giydirdik. Sonra onu (ruh vererek) bambaska bir varlık olarak yarattık. Yaratanların en guzeli olan Allah pek yucedir
ثُمَّ إِنَّكُم بَعْدَ ذَٰلِكَ لَمَيِّتُونَ (15)
Sonra siz, bunun arkasından elbette oleceksiniz
ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ تُبْعَثُونَ (16)
Sonra suphesiz sizler, kıyamet gunu yeniden diriltileceksiniz
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ (17)
Andolsun, biz sizin uzerinizde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan gafil degiliz
وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً بِقَدَرٍ فَأَسْكَنَّاهُ فِي الْأَرْضِ ۖ وَإِنَّا عَلَىٰ ذَهَابٍ بِهِ لَقَادِرُونَ (18)
Biz, gokten belli bir olcude su indirdik de (faydalanmanız icin) onu yeryuzunde tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gucumuz yeter
فَأَنشَأْنَا لَكُم بِهِ جَنَّاتٍ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ لَّكُمْ فِيهَا فَوَاكِهُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (19)
O suyla, sizin icin hurma ve uzum bagları yetistirdik ki, oralarda sizin icin bircok meyveler vardır. Siz de onlardan yersiniz
وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِن طُورِ سَيْنَاءَ تَنبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِّلْآكِلِينَ (20)
Turi Sina'da da yetisen bir agac daha meydana getirdik ki, bu agac hem yag hem de yiyenlerin ekmegine katık edecekleri (zeytin) verir
وَإِنَّ لَكُمْ فِي الْأَنْعَامِ لَعِبْرَةً ۖ نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِي بُطُونِهَا وَلَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ (21)
Suphesiz hayvanlarda da sizin icin ibret vardır. Onların karınlarında olanlardan size iciririz. Onlarda sizin icin cok yararlar vardır ve onlardan yersiniz
وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ (22)
Bir de hem onların uzerinde, hem gemilerin uzerinde tasınıyorsunuz
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ (23)
Suphesiz biz Nuh’u kavmine peygamber olarak gonderdik. Kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin O'ndan baska bir ilahınız yoktur. Hic sakınmaz mısınız
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ مَا هَٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُرِيدُ أَن يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَأَنزَلَ مَلَائِكَةً مَّا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ (24)
Kavminden ileri gelen kafirler: "Bu, sizin gibi bir insandan baska bir sey degildir. Sizden ustun olmak istiyor. Eger Allah dileseydi melekleri gonderirdi. Biz, daha onceki atalarımızdan da bunu duymadık." dediler
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ بِهِ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِهِ حَتَّىٰ حِينٍ (25)
O ancak, cinlenmis (kendisine delilik isabet eden) bir adam, oyleyse bir muddet onu (bırakıp) bekleyin
قَالَ رَبِّ انصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ (26)
Nuh: "Rabbim! Beni yalanlamalarına karsılık bana yardım et." dedi
فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ ۙ فَاسْلُكْ فِيهَا مِن كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَن سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْ ۖ وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا ۖ إِنَّهُم مُّغْرَقُونَ (27)
Bunun uzerine Nuh’a: “Gozlerimizin onunde, vahyimize gore gemiyi yap!” diye vahyettik. Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya baslayınca, (sular cosup tastıgında Nuh’a) dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli disili) birer cift, bir de aleyhine hukum verilmis olanın dısında kalan aileni gemiye al ve zulmeden kimseler hakkında bana hic yalvarma! Suphesiz onlar suda bogulacaklardır.”
فَإِذَا اسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (28)
Sen ve beraberindekiler gemiye yerlesince: "Bizi zalim kavimden kurtaran Allah’a hamdolsun." de
وَقُل رَّبِّ أَنزِلْنِي مُنزَلًا مُّبَارَكًا وَأَنتَ خَيْرُ الْمُنزِلِينَ (29)
Ve yine soyle de: "Rabbim! Beni mubarek bir yere indir. Indirenlerin en hayırlısı sensin
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ وَإِن كُنَّا لَمُبْتَلِينَ (30)
Suphesiz bunda (Nuh ve kavminin basından gecenlerde) birtakım ibretler vardır. Hakikaten biz (kullarımızı boyle) sınarız
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِن بَعْدِهِمْ قَرْنًا آخَرِينَ (31)
Sonra onların ardından bir baska nesil meydana getirdik
فَأَرْسَلْنَا فِيهِمْ رَسُولًا مِّنْهُمْ أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ (32)
Onlara kendilerinden; “Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan baska hicbir ilahınız yoktur. Hala O’na karsı gelmekten sakınmaz mısınız?” diye ogut veren bir peygamber gonderdik
وَقَالَ الْمَلَأُ مِن قَوْمِهِ الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَاءِ الْآخِرَةِ وَأَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا مَا هَٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ (33)
O peygamberin kavminden, Allah’a kafir olan, ahireti yalanlayan ve bizim dunya hayatında kendilerine bol bol nimet verdigimiz ileri gelenleri soyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediginiz seylerden yiyor, ictiginiz seylerden iciyor.”
وَلَئِنْ أَطَعْتُم بَشَرًا مِّثْلَكُمْ إِنَّكُمْ إِذًا لَّخَاسِرُونَ (34)
Eger, sizin gibi bir insana itaat ederseniz; iste o zaman husrana ugrarsınız
أَيَعِدُكُمْ أَنَّكُمْ إِذَا مِتُّمْ وَكُنتُمْ تُرَابًا وَعِظَامًا أَنَّكُم مُّخْرَجُونَ (35)
Siz olup, toprak ve kemik oldugunuz zaman tekrar (kabirlerinizden) cıkarılacagınızı mı vadediyor
۞ هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَ (36)
“Halbuki bu size vadolunan sey ne kadar da uzak!”
إِنْ هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ (37)
Onlar; "Hayatımız, ancak dunya hayatıdır. Oluruz ve yasarız. Bizler tekrar diriltilecek degiliz." dediler
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِنِينَ (38)
Bu adam, sadece Allah hakkında yalan uyduran bir kimsedir; biz ona iman etmiyoruz
قَالَ رَبِّ انصُرْنِي بِمَا كَذَّبُونِ (39)
O peygamber: "Rabbim, beni yalanlamalarına karsılık bana yardım et!" dedi
قَالَ عَمَّا قَلِيلٍ لَّيُصْبِحُنَّ نَادِمِينَ (40)
Allah soyle buyurdu: "Pek yakında onlar mutlaka pisman olacaklar
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُثَاءً ۚ فَبُعْدًا لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (41)
Derken onları, gerceklesmesi hak/kacınılmaz olan bir cıglık yakaladı ve onları bir (sel) supruntusu haline getirdik. Uzak olsun oyle zalim bir kavim
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِن بَعْدِهِمْ قُرُونًا آخَرِينَ (42)
Sonra onların ardından baska nesiller meydana getirdik
مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ (43)
Hicbir ummet, ecelinin onune gecemez ve onu geciktiremez
ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَىٰ ۖ كُلَّ مَا جَاءَ أُمَّةً رَّسُولُهَا كَذَّبُوهُ ۚ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَهُم بَعْضًا وَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ ۚ فَبُعْدًا لِّقَوْمٍ لَّا يُؤْمِنُونَ (44)
Sonra birbiri ardınca peygamberlerimizi gonderdik. Her ummete peygamberi geldikce onu yalanladılar. (Biz de) onları birbiri ardından helak edip, (ibretlik) konusulan (olaylar) haline getirdik. Yok olsun iman etmeyen boyle bir toplum
ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ وَأَخَاهُ هَارُونَ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ (45)
Sonra Musa'yı ve kardesi Harun'u ayetlerimizle ve apacık delillerle gonderdik
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا عَالِينَ (46)
Firavun’a ve ileri gelenlerine. Ama onlar buyukluk tasladılar. Zaten onlar kendilerini ustun sayan bir topluluktu
فَقَالُوا أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَ (47)
Bu yuzden: "Kavimleri bize kolelik edip dururken, bizim gibi iki insana mı iman edecegiz?" demislerdi
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَكِينَ (48)
Boylece o ikisini yalanladılar ve helak edilenlerden oldular
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ (49)
Andolsun biz Musa'ya, belki onlar hidayeti bulurlar diye kitabı verdik
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ آيَةً وَآوَيْنَاهُمَا إِلَىٰ رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ (50)
Andolsun ki biz Meryemoglunu da, anasını da bir(er) ayet kıldık ve onları yuksek ve akarsuyu olan rahat bir yerde barındırdık
يَا أَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا ۖ إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ (51)
Ey rasuller! Temiz seylerden yiyin ve salih ameller isleyin. Cunku ben yaptıgınız butun amelleri cok iyi bilirim
وَإِنَّ هَٰذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ (52)
Ve gercekten sizin bu ummetiniz tek bir ummettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde yalnız benden korkun
فَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ زُبُرًا ۖ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ (53)
Ne var ki (insanlar) islerini (dinlerini) aralarında boluk porcuk etmislerdir. Bu sebeple her grup kendi yanındakiyle sevinip boburlenmektedir
فَذَرْهُمْ فِي غَمْرَتِهِمْ حَتَّىٰ حِينٍ (54)
Bir sureye kadar onları kendi sapıklıklarıyla basbasa bırak
أَيَحْسَبُونَ أَنَّمَا نُمِدُّهُم بِهِ مِن مَّالٍ وَبَنِينَ (55)
Zannediyorlar mı ki kendilerine mal ve ogullar sunduk diye
نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِ ۚ بَل لَّا يَشْعُرُونَ (56)
Iyiliklerinde acele ediyoruz. Asla! Fakat onlar anlamıyorlar
إِنَّ الَّذِينَ هُم مِّنْ خَشْيَةِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ (57)
Suphesiz ki Rablerinin korkusundan titreyenler
وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ (58)
Rablerinin ayetlerine iman edenler
وَالَّذِينَ هُم بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَ (59)
Ve Rablerine sirk kosmayanlar
وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوا وَّقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَىٰ رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ (60)
Rabblerine donecekleri icin verdiklerini kalpleri urpererek verenler
أُولَٰئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ (61)
Iste, iyilik hususunda yarısanlar ve (iyilikte) one gecenler bunlardır
وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۖ وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنطِقُ بِالْحَقِّ ۚ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ (62)
Biz, hic kimseyi gucunun yettiginden baskası ile yukumlu kılmayız. Nezdimizde hakkı soyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlıga ugratılmazlar
بَلْ قُلُوبُهُمْ فِي غَمْرَةٍ مِّنْ هَٰذَا وَلَهُمْ أَعْمَالٌ مِّن دُونِ ذَٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ (63)
Bilakis onların kalpleri bundan habersizdir. Onların bundan baska bizzat isledikleri amelleri de vardır
حَتَّىٰ إِذَا أَخَذْنَا مُتْرَفِيهِم بِالْعَذَابِ إِذَا هُمْ يَجْأَرُونَ (64)
Nihayet refah ve bolluk icinde olanlarını azapla kıskıvrak yakaladıgımız zaman, bakmıssın ki hemen feryadı basarlar
لَا تَجْأَرُوا الْيَوْمَ ۖ إِنَّكُم مِّنَّا لَا تُنصَرُونَ (65)
Bugun feryat etmeyin, cunku tarafımızdan size yardım olunmaz
قَدْ كَانَتْ آيَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنتُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ تَنكِصُونَ (66)
Ayetlerim size okunuyordu da topuklarınızın ustunde gerisin geri donuyordunuz
مُسْتَكْبِرِينَ بِهِ سَامِرًا تَهْجُرُونَ (67)
Bununla buyukluk taslar, geceleyin toplanıp hezeyanlar savururdunuz
أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ أَمْ جَاءَهُم مَّا لَمْ يَأْتِ آبَاءَهُمُ الْأَوَّلِينَ (68)
Onlar bu sozu (Kur'an'ı) hic dusunmediler mi? Yoksa kendilerine, daha once gecmisteki atalarına gelmeyen bir sey mi geldi
أَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنكِرُونَ (69)
Yahut onlar rasullerini tanımıyorlardı da bunun icin mi simdi onu inkar ediyorlar
أَمْ يَقُولُونَ بِهِ جِنَّةٌ ۚ بَلْ جَاءَهُم بِالْحَقِّ وَأَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ (70)
Yahut onun cinlenip, delilik isabet ettigini mi soyluyorlar? Bilakis o kendilerine hakkı getirmistir. Halbuki onların cogunlugu haktan hoslanmazlar
وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ ۚ بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُّعْرِضُونَ (71)
Eger hak, onların heva ve heveslerine tabi olsaydı, gokler, yer ve icindeki herkes, mutlaka bozguna ugrardı. Oysa biz onlara, san ve sereflerini ihtiva eden Kur'an'ı getirdik. Fakat onlar, bundan yuz cevirmektedirler
أَمْ تَسْأَلُهُمْ خَرْجًا فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌ ۖ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ (72)
Yoksa sen onlardan bir karsılık mı istiyorsun? Rabbinin verecegi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır
وَإِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ (73)
Sen onları suphesiz ki dosdogru yola davet edersin
وَإِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ (74)
Muhakkak ki ahirete iman etmeyenler dogru yoldan sapanlardır
۞ وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِم مِّن ضُرٍّ لَّلَجُّوا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ (75)
Eger onlara rahmet edip, baslarındaki sıkıntıyı gidermis olsaydık bile yine de onlar; azgınlıkları icinde bocalayıp dururlardı
وَلَقَدْ أَخَذْنَاهُم بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ (76)
Andolsun ki onları azap ile aldıgımız halde yine de Rablerine itaatle boyun egmediler. Yalvarıp, yakarmadılar
حَتَّىٰ إِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا ذَا عَذَابٍ شَدِيدٍ إِذَا هُمْ فِيهِ مُبْلِسُونَ (77)
Nihayet uzerlerine siddetli bir azap kapısı actıgımızda o zaman azabın icinde saskın ve umitsiz kalıverirler
وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ ۚ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ (78)
Sizin icin kulaklar, gozler ve kalpler var eden O’dur. Ne kadar az sukrediyorsunuz
وَهُوَ الَّذِي ذَرَأَكُمْ فِي الْأَرْضِ وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ (79)
Sizi yeryuzunde yaratıp yayan da O'dur. Ve yine O'nun huzurunda toplanacaksınız
وَهُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (80)
Dirilten de olduren de O’dur. Gece ve gunduzun art arda gelmesi de O’na aittir. Hala akletmiyor musunuz
بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْأَوَّلُونَ (81)
Aksine bunlar da oncekilerin dedikleri gibi dediler
قَالُوا أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ (82)
Olup, toprak ve kemik haline geldigimiz zaman, biz yeniden mi diriltilecegiz?" dediler
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا هَٰذَا مِن قَبْلُ إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ (83)
Bu, bize ve atalarımıza daha once de vadedilmisti. Bu, oncekilerin masallarından baska bir sey degildir
قُل لِّمَنِ الْأَرْضُ وَمَن فِيهَا إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ (84)
De ki: "Eger biliyorsanız (soyleyin bakalım), yeryuzu ve onda bulunanlar kime aittir
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (85)
“Allah’ındır.” diyecekler. “Oyle ise siz hic dusunup ogut almaz mısınız?” de
قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ (86)
Yedi gogun Rabbi ve yuce arsın Rabbi kimdir?" de
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ أَفَلَا تَتَّقُونَ (87)
Allah’ındır." diyecekler. (Onlara:) Hala dusunup ogut almaz mısınız? de
قُلْ مَن بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُجِيرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ (88)
De ki: "Eger biliyorsanız (soyleyin): Her seyin hukumranlıgı elinde olan, koruyup kollayan ama kendisi korunmaya (muhtac olmayan) kimdir
سَيَقُولُونَ لِلَّهِ ۚ قُلْ فَأَنَّىٰ تُسْحَرُونَ (89)
Allah’ındır." diyecekler. “Oyle ise nasıl aldanıyorsunuz?” de
بَلْ أَتَيْنَاهُم بِالْحَقِّ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (90)
Dogrusu biz onlara hakkı (gercegi) getirdik. Onlar ise hakikaten yalancılardır
مَا اتَّخَذَ اللَّهُ مِن وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ إِلَٰهٍ ۚ إِذًا لَّذَهَبَ كُلُّ إِلَٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ ۚ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ (91)
Allah, bir cocuk edinmemistir ve O'nunla beraber hicbir ilah yoktur. Eger oyle olsaydı, her ilah kendi yarattıgını alır, elbette onlardan biri digerine galebe calardı. Allah onların niteleye geldiklerinden munezzehtir
عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ (92)
Allah, gizliyi ve acıgı bilendir. O, (musriklerin) ortak kostukları seylerden yuksektir, cok yucedir
قُل رَّبِّ إِمَّا تُرِيَنِّي مَا يُوعَدُونَ (93)
De ki: “Rabbim! Eger onların tehdit olundukları seyi bana gostereceksen
رَبِّ فَلَا تَجْعَلْنِي فِي الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (94)
“Rabbim! O halde beni o zalimler toplulugu arasında kılma!”
وَإِنَّا عَلَىٰ أَن نُّرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ (95)
Bizim onlara yonelttigimiz tehditleri sana gostermeye elbette gucumuz yeter
ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ السَّيِّئَةَ ۚ نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ (96)
Sen, kotulugu en guzel bir tutumla sav. Biz onların yakıstırmakta oldukları seyi cok iyi bilmekteyiz
وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ (97)
Ve de ki: "Rabbim! Seytanların vesveselerinden sana sıgınırım
وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ (98)
“Rabbim yanımda hazır olmalarından da sana sıgınırım.”
حَتَّىٰ إِذَا جَاءَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ (99)
Nihayet onlardan (musriklerden) birine olum gelip cattıgında soyle der: "Rabbim! Beni geri gonder
لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ ۚ كَلَّا ۚ إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا ۖ وَمِن وَرَائِهِم بَرْزَخٌ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ (100)
“Belki geride bıraktıklarımla salih amel islerim.” Asla, bu onun soylemis oldugu bir sozden ibarettir. Onların onlerinde de diriltilecekleri gune kadar bir berzah vardır
فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَا أَنسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَاءَلُونَ (101)
Sur’a uflendigi zaman, iste o gun aralarında soy bagı kalmaz, birbirlerine bir sey de soramazlar
فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (102)
Artık kimin tartıları agır gelirse, iste onlar kurtulusa erenlerin ta kendileridir
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَٰئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ (103)
Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmislerdir. (Cunku onlar) ebedi Cehennem'dedirler
تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ (104)
Ates onların yuzlerini buruyup, yakar ve (dudakları da yanar da) disleri sırıtıp oylece kalır
أَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَىٰ عَلَيْكُمْ فَكُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ (105)
Ayetlerim size okunuyordu da siz onları yalanlıyordunuz, degil mi
قَالُوا رَبَّنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْمًا ضَالِّينَ (106)
Onlar soyle derler: "Rabbimiz! Azgınlıgımız bizi yenmisti ve sapık bir kavim olmustuk
رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْهَا فَإِنْ عُدْنَا فَإِنَّا ظَالِمُونَ (107)
Rabbimiz! "Bizi atesten cıkar. Eger (sapıklıga) tekrar donersek, biz gercekten kendimize zulmetmis oluruz." derler
قَالَ اخْسَئُوا فِيهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ (108)
(Allah) "Asagılık icinde kalın orada, artık benimle konusmayın!" der
إِنَّهُ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْ عِبَادِي يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ (109)
Gercek su ki kullarımdan: “Rabbimiz, iman ettik, bize magfiret ve rahmet buyur. Sen rahmet edenlerin hayırlısısın, diyen bir topluluk vardı
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّىٰ أَنسَوْكُمْ ذِكْرِي وَكُنتُم مِّنْهُمْ تَضْحَكُونَ (110)
Siz ise onları alaya almıstınız. O kadar ki, onlar size beni anmayı unutturdu. Onlara hep guluyordunuz
إِنِّي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُوا أَنَّهُمْ هُمُ الْفَائِزُونَ (111)
Bugun sabrettikleri icin onları odullendirdim. Iste, asıl kurtulusa ermis olanlar onlardır
قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْأَرْضِ عَدَدَ سِنِينَ (112)
“Siz yeryuzunde kac yıl kaldınız” diyecek
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَاسْأَلِ الْعَادِّينَ (113)
Onlar: “Bir gun yahut bir gunun bir bolumu kadar eglendik. Haydi sayanlara sor” diyecekler
قَالَ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا ۖ لَّوْ أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ (114)
Buyurdu ki: “Siz ancak az bir sure eglendiniz. Eger gercekten bilmis olsaydınız
أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ (115)
Sizi, bosuna yarattıgımızı ve bize dondurulmeyeceginizi mi sandınız
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ ۖ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ (116)
Gercek hukumdar olan Allah yuksektedir, yucedir. O’ndan baska hic (hak) ilah yoktur. O, serefli ve yuce Ars’ın Rabbidir
وَمَن يَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِهِ فَإِنَّمَا حِسَابُهُ عِندَ رَبِّهِ ۚ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ (117)
Kim hakkında hicbir delili bulunmaksızın Allah ile birlikte baska bir ilaha ibadet ederse onun hesabı ancak Rabbinin katındadır. Kafirler –hic suphesiz- kurtulusa eremezler
وَقُل رَّبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ (118)
De ki: “Rabbim! Bagısla, merhamet et. Cunku sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!”
❮ السورة السابقة السورة التـالية ❯

قراءة المزيد من سور القرآن الكريم :

1- الفاتحة2- البقرة3- آل عمران
4- النساء5- المائدة6- الأنعام
7- الأعراف8- الأنفال9- التوبة
10- يونس11- هود12- يوسف
13- الرعد14- إبراهيم15- الحجر
16- النحل17- الإسراء18- الكهف
19- مريم20- طه21- الأنبياء
22- الحج23- المؤمنون24- النور
25- الفرقان26- الشعراء27- النمل
28- القصص29- العنكبوت30- الروم
31- لقمان32- السجدة33- الأحزاب
34- سبأ35- فاطر36- يس
37- الصافات38- ص39- الزمر
40- غافر41- فصلت42- الشورى
43- الزخرف44- الدخان45- الجاثية
46- الأحقاف47- محمد48- الفتح
49- الحجرات50- ق51- الذاريات
52- الطور53- النجم54- القمر
55- الرحمن56- الواقعة57- الحديد
58- المجادلة59- الحشر60- الممتحنة
61- الصف62- الجمعة63- المنافقون
64- التغابن65- الطلاق66- التحريم
67- الملك68- القلم69- الحاقة
70- المعارج71- نوح72- الجن
73- المزمل74- المدثر75- القيامة
76- الإنسان77- المرسلات78- النبأ
79- النازعات80- عبس81- التكوير
82- الإنفطار83- المطففين84- الانشقاق
85- البروج86- الطارق87- الأعلى
88- الغاشية89- الفجر90- البلد
91- الشمس92- الليل93- الضحى
94- الشرح95- التين96- العلق
97- القدر98- البينة99- الزلزلة
100- العاديات101- القارعة102- التكاثر
103- العصر104- الهمزة105- الفيل
106- قريش107- الماعون108- الكوثر
109- الكافرون110- النصر111- المسد
112- الإخلاص113- الفلق114- الناس