| يس (1) Ya Sin
 | 
| وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ (2) Hakim olan Kur'an'a yemin olsun
 | 
| إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ (3) Suphesiz sen elbette gonderilen rasullerdensin
 | 
| عَلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ (4) Dosdogru bir yol uzerinesin
 | 
| تَنزِيلَ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ (5) (Bu Kur'an) ustun, guclu ve cok merhametli olan (Allah) tarafından indirilmistir
 | 
| لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّا أُنذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ (6) Ataları uyarılmamıs, bu yuzden kendileri de gaflet icinde kalmıs bir toplumu uyarman icin (bu kitap indirilmistir)
 | 
| لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَىٰ أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (7) Andolsun, onların cogu uzerine o soz (azap) hak olmustur. Artık onlar iman etmezler
 | 
| إِنَّا جَعَلْنَا فِي أَعْنَاقِهِمْ أَغْلَالًا فَهِيَ إِلَى الْأَذْقَانِ فَهُم مُّقْمَحُونَ (8) Biz, onların boyunlarına halkalar gecirdik. O halkalar cenelere kadar dayanmaktadır. Bu yuzden basları yukarı kalkıktır
 | 
| وَجَعَلْنَا مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ (9) Biz onların onlerine bir set, arkalarına da bir set cektik. Boylelikle onları ortuverdik, artık gormezler
 | 
| وَسَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (10) Kafirlere gelince; onları uyarsan da uyarmasan da birdir, iman etmezler
 | 
| إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَٰنَ بِالْغَيْبِ ۖ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ (11) Sen, ancak zikre (Kur'an'a) uyan ve gormeden Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. Iste boylesini bir magfiret ve guzel bir mukafatla mujdele
 | 
| إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَىٰ وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ ۚ وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُّبِينٍ (12) Muhakkak biz oluleri diriltiriz. Onların ileri gonderdiklerini de, geride bıraktıklarını (izlerini) da yazarız. Biz, her seyi apacık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) sayıp yazmısızdır
 | 
| وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلًا أَصْحَابَ الْقَرْيَةِ إِذْ جَاءَهَا الْمُرْسَلُونَ (13) Onlara, su sehir halkını misal getir: Hani onlara elciler gelmisti
 | 
| إِذْ أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُوا إِنَّا إِلَيْكُم مُّرْسَلُونَ (14) Hani onlara iki elci gondermistik de onları yalanlamıslardı. Bir ucuncusu ile onlara destek vermistik. (Onlar:) "Biz, size gonderilen elcileriz." demislerdi
 | 
| قَالُوا مَا أَنتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَمَا أَنزَلَ الرَّحْمَٰنُ مِن شَيْءٍ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا تَكْذِبُونَ (15) Elcilere dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman, herhangi bir sey indirmedi. Siz sadece yalan soyluyorsunuz
 | 
| قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ (16) Elciler ise: "Rabbimiz biliyor ki biz, size gonderilen elcileriz." diye karsılık verdiler
 | 
| وَمَا عَلَيْنَا إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ (17) Bizim gorevimiz apacık tebligden baska bir sey degildir
 | 
| قَالُوا إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ ۖ لَئِن لَّمْ تَنتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ (18) Onlar dediler ki: "Dogrusu siz, bize ugursuz geldiniz. Eger bu ise bir son vermezseniz, sizi taslarız ve bizden size acı bir azap dokunur
 | 
| قَالُوا طَائِرُكُم مَّعَكُمْ ۚ أَئِن ذُكِّرْتُم ۚ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ مُّسْرِفُونَ (19) (Elciler) dediler ki: "Sizin ugursuzlugunuz kendinizdendir. Size ogut verildi diye mi (ugursuzluga ugradınız)? Dogrusu siz cok ileri giden bir topluluksunuz
 | 
| وَجَاءَ مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَىٰ قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلِينَ (20) Derken beldenin obur ucundan bir adam kosarak geldi ve; "Ey kavmim! Bu elcilere uyunuz." dedi
 | 
| اتَّبِعُوا مَن لَّا يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا وَهُم مُّهْتَدُونَ (21) Sizden herhangi bir ucret istemeyen bu kimselere tabi olun. Cunku onlar hidayete ermis kimselerdir
 | 
| وَمَا لِيَ لَا أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (22) Ben, beni yaratana ne diye ibadet etmeyecekmisim? Ustelik siz yalnız ona donduruleceksiniz
 | 
| أَأَتَّخِذُ مِن دُونِهِ آلِهَةً إِن يُرِدْنِ الرَّحْمَٰنُ بِضُرٍّ لَّا تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلَا يُنقِذُونِ (23) “O’nu bırakıp da baska ilahlar mı edineyim? Eger Rahman; bana bir zarar vermek istese, onların sefaati bana hicbir fayda saglamaz ve beni kurtaramazlar.”
 | 
| إِنِّي إِذًا لَّفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (24) Bu takdirde ben muhakkak apacık bir sapıklık icinde olurum
 | 
| إِنِّي آمَنتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِ (25) Suphesiz ben; Rabbinize iman ettim. Beni dinleyin
 | 
| قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ ۖ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ (26) Ona: "Cennet'e gir!" denildi. O da: "Keske kavmim bilseydi." dedi
 | 
| بِمَا غَفَرَ لِي رَبِّي وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ (27) Rabbimin beni bagısladıgını ve beni ikrama layık kimselerden kıldıgını
 | 
| ۞ وَمَا أَنزَلْنَا عَلَىٰ قَوْمِهِ مِن بَعْدِهِ مِن جُندٍ مِّنَ السَّمَاءِ وَمَا كُنَّا مُنزِلِينَ (28) Kendisinden sonra kavmi uzerine (onları cezalandırmak icin) gokten hicbir ordu indirmedik. Indirecek de degildik
 | 
| إِن كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ (29) (Onları helak eden) Korkunc sesten baska bir sey degildi. Bir anda sonup gittiler
 | 
| يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ ۚ مَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (30) Yazıklar olsun o kullara! Ne zaman kendilerine bir peygamber gelse muhakkak onunla alay ederlerdi
 | 
| أَلَمْ يَرَوْا كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنَ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ (31) Kendilerinden once nice nesilleri helak ettigimizi gormuyorlar mı? Onların artık kendilerine donmeyeceklerini gormediler mi
 | 
| وَإِن كُلٌّ لَّمَّا جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ (32) Ve hepsi toplanıp huzurumuza cıkarılacaklardır
 | 
| وَآيَةٌ لَّهُمُ الْأَرْضُ الْمَيْتَةُ أَحْيَيْنَاهَا وَأَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ (33) Olu toprak onlar icin bir delildir. Biz, onu diriltir ve ondan taneler cıkarırız da onlardan yerler
 | 
| وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا فِيهَا مِنَ الْعُيُونِ (34) Biz, yeryuzunde nice hurma bahceleri, uzum bagları yarattık ve oralarda bircok pınarlar fıskırttık
 | 
| لِيَأْكُلُوا مِن ثَمَرِهِ وَمَا عَمِلَتْهُ أَيْدِيهِمْ ۖ أَفَلَا يَشْكُرُونَ (35) Urunlerinden ve yetistirdiklerinden yesinler diye. Hala sukretmiyorlar mı
 | 
| سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ (36) Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri seylerden butun ciftleri yaratan (Allah) cok munezzehtir
 | 
| وَآيَةٌ لَّهُمُ اللَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَإِذَا هُم مُّظْلِمُونَ (37) Gece de kendileri icin bir delildir. Gunduzu ondan sıyırarak cekip alırız. Bir de bakarsın ki karanlık icinde kalmıslardır
 | 
| وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ۚ ذَٰلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ (38) Gunes de kendi yorungesinde akıp gitmektedir. Iste bu, Aziz ve Alim olan Allah'ın takdiridir
 | 
| وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّىٰ عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ (39) Ay icin de birtakım menziller (yorungeler) tayin ettik. Nihayet o, egri hurma dalı gibi (hilal) olur da geri doner
 | 
| لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ ۚ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ (40) Ne Gunes Ay'a yetisebilir, ne de gece gunduzu gecebilir. Her biri bir yorungede yuzmektedir
 | 
| وَآيَةٌ لَّهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ (41) Onların soylarını dolu gemide tasımamız da onlar icin bir delildir
 | 
| وَخَلَقْنَا لَهُم مِّن مِّثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ (42) Ve onlar icin bindikleri daha baska tasıtlar da yarattık
 | 
| وَإِن نَّشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَرِيخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنقَذُونَ (43) Eger dilersek, onları suda bogarız da kimse de yardımlarına gelemez. Iste o zaman onlar icin bir kurtulus da yoktur
 | 
| إِلَّا رَحْمَةً مِّنَّا وَمَتَاعًا إِلَىٰ حِينٍ (44) Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet ve belli bir zamana kadar dunyadan faydalandırmamız mustesnadır
 | 
| وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ (45) Onunuzdekinden ve arkanızdakinden (dunya ve ahiret azabından) sakının. Umulur ki, size merhamet olunur denildiginde (yuz cevirirler)
 | 
| وَمَا تَأْتِيهِم مِّنْ آيَةٍ مِّنْ آيَاتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ (46) Onlara, ne zaman Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelse mutlaka ondan yuz cevirirler
 | 
| وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ أَنفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنُطْعِمُ مَن لَّوْ يَشَاءُ اللَّهُ أَطْعَمَهُ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (47) Kendilerine; "Allah’ın size verdigi rızıklardan infak edin!" denildigi zaman kafirler, iman edenlere derler ki; "Allah'ın diledigi takdirde yedirip doyuracagı kisiyi acaba biz mi doyuracagız? Gercekten siz apacık bir sapıklık icindesiniz.”
 | 
| وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (48) Eger, dogru soyluyorsanız bu vaat/tehdit ne zaman?" derler
 | 
| مَا يَنظُرُونَ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ (49) Onlar, birbirleriyle cekisip dururken kendilerini ansızın yakalayacak korkunc bir sesi bekliyorlar
 | 
| فَلَا يَسْتَطِيعُونَ تَوْصِيَةً وَلَا إِلَىٰ أَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ (50) Iste o anda onlar; ne bir vasiyette bulunabilirler, ne de ailelerine donebilirler
 | 
| وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُم مِّنَ الْأَجْدَاثِ إِلَىٰ رَبِّهِمْ يَنسِلُونَ (51) Sur'a uflenince, hemen kabirlerinden Rablerine dogru kosarak cıkarlar
 | 
| قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا ۜ ۗ هَٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ (52) Eyvah bize! Mezarımızdan bizi kim kaldırdı? Bu, Rahman'ın vadettigidir. Peygamberler, gercekten dogru soylemistir." derler
 | 
| إِن كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ (53) Sadece korkunc bir ses olur. Bunun uzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar
 | 
| فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَلَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ (54) O gunde hicbir kimseye en ufak bir zulum yapılmaz. Siz islediginizin ancak karsılıgını gorursunuz
 | 
| إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ (55) Dogrusu bugun, cennetlikler eglenceyle mesguldurler
 | 
| هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِئُونَ (56) Kendileri ve esleri golgeliklerde, tahtlar uzerine yaslanmıslardır
 | 
| لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُم مَّا يَدَّعُونَ (57) Orada, onlar icin meyveler vardır. Canlarının istedigi her sey onlarındır
 | 
| سَلَامٌ قَوْلًا مِّن رَّبٍّ رَّحِيمٍ (58) Rahim olan Rabden sozlu bir selam vardır
 | 
| وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ (59) Ey gunahkarlar! Bugun siz (bir tarafa) ayrılın
 | 
| ۞ أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ ۖ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ (60) Ey Ademogulları! Size, Seytan'a ibadet etmeyin. Cunku o, sizin apacık dusmanınızdır." deyip soz almadım mı
 | 
| وَأَنِ اعْبُدُونِي ۚ هَٰذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ (61) Bana ibadet edin. Dosdogru yol budur, demedim mi
 | 
| وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنكُمْ جِبِلًّا كَثِيرًا ۖ أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ (62) O, sizden cogu toplumları saptırmıstı. Hic mi akıl erdirmiyordunuz
 | 
| هَٰذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ (63) Iste bu, size vadedilen Cehennem'dir
 | 
| اصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ (64) Kufrunuz sebebiyle bugun girin oraya
 | 
| الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَىٰ أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُم بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (65) O gun onların agızlarını muhurleriz. Yaptıklarını bizlere elleri anlatır, ayakları da sahitlik eder
 | 
| وَلَوْ نَشَاءُ لَطَمَسْنَا عَلَىٰ أَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَأَنَّىٰ يُبْصِرُونَ (66) Dileseydik; gozlerini silme kor ederdik de, o zaman dogru yolu bulmaya kosusurlardı. Fakat nasıl gorecekler ki
 | 
| وَلَوْ نَشَاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلَىٰ مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِيًّا وَلَا يَرْجِعُونَ (67) Eger dilesek; oldukları yerde onların sekillerini degistirirdik de, ne ileriye gitmeye gucleri yeterdi, ne de geri gelmeye
 | 
| وَمَن نُّعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ ۖ أَفَلَا يَعْقِلُونَ (68) Kime uzun omur verirsek onu yaratılısında tersine dondururuz. Hala akletmiyorlar mı
 | 
| وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ (69) Ona siir ogretmedik, ona yakısmaz da. Bu, yalnızca bir ogut ve apacık Kur’an’dır
 | 
| لِّيُنذِرَ مَن كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ (70) (Kur'an,) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kufre sapanların uzerine sozun hak olması icin (indirilmistir)
 | 
| أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُم مِّمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ (71) Kendi elimizle onlar icin yarattıgımız hayvanları gormuyorlar mı? (Bu sayede) Onlar bunlara sahip olmuslardır
 | 
| وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ (72) O hayvanları, onların emrine verdik. Onlardan kimine biniyorlar, kiminin de etini yiyorlar
 | 
| وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ ۖ أَفَلَا يَشْكُرُونَ (73) O hayvanlarda, insanlar icin daha baska faydalar ve icecekler vardır. Hala sukretmiyorlar mı
 | 
| وَاتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لَّعَلَّهُمْ يُنصَرُونَ (74) Belki yardım gorurler diye Allah'tan baska ilahlar edindiler
 | 
| لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ وَهُمْ لَهُمْ جُندٌ مُّحْضَرُونَ (75) Onlar, kendilerine yardımda bulunmaya guc yetiremezler. Aksine kendileri onlar icin hazırlanmıs askerlerdir
 | 
| فَلَا يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ ۘ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ (76) Artık onların sozleri seni uzmesin. Biz onların gizlediklerini de acıkladıklarını da elbette biliyoruz
 | 
| أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ (77) Insan, kendisini bir nutfeden yarattıgımızı gormuyor mu? Derken, o apacık bir dusman kesiliverir
 | 
| وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُ ۖ قَالَ مَن يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ (78) Kendi yaratılısını unutup, bize ornek veriyor: "Bu curumus kemikleri kim diriltebilir?" diyor
 | 
| قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ ۖ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ (79) De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratılmısı hakkıyla bilendir
 | 
| الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ (80) Yesil agactan sizin icin ates cıkaran O’dur. Iste siz atesi ondan yakıyorsunuz
 | 
| أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَىٰ أَن يَخْلُقَ مِثْلَهُم ۚ بَلَىٰ وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ (81) Gokleri ve yeri yaratan onların bir benzerini yaratmaya guc yetiremez mi? Evet, elbette kadirdir. O hakkıyla yaratıcıdır ve her seyi bilir
 | 
| إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَن يَقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ (82) Bir seyi diledigi zaman, O'nun emri yalnızca: 'Ol!' demesidir. O da hemen oluverir
 | 
| فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (83) Her seyin mulku elinde olan ve sizin de kendisine doneceginiz Allah (noksanlıklardan) munezzehtir
 |