تَبَارَكَ الَّذِي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلَىٰ عَبْدِهِ لِيَكُونَ لِلْعَالَمِينَ نَذِيرًا (1) Alemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkan’ı indiren Allah ne yucedir |
الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا (2) Goklerin ve yerin hukumranlıgı O'na mahsustur. Hicbir ogul edinmemistir ve hukumranlıkta hicbir ortagı yoktur. Her seyi o yaratmıs ve bir duzen icinde O takdir etmistir |
وَاتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً لَّا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِأَنفُسِهِمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتًا وَلَا حَيَاةً وَلَا نُشُورًا (3) (Kafirler) O’nu (Allah'ı) bırakıp, hicbir sey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmıs olan, kendilerine bile bir zarar veya yarar saglayamayan, oldurmeye de, yasatmaya da, yeniden diriltmeye de gucleri olmayan ilahlar edindiler |
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا إِفْكٌ افْتَرَاهُ وَأَعَانَهُ عَلَيْهِ قَوْمٌ آخَرُونَ ۖ فَقَدْ جَاءُوا ظُلْمًا وَزُورًا (4) Kafirler dediler ki: “Bu ancak onun uydurdugu bir yalandır. Ona baska bir topluluk da bunun icin yardım etmistir.” Muhakkak onlar zulmettiler, asılsız bir iddiada bulundular |
وَقَالُوا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلَىٰ عَلَيْهِ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (5) Ve dediler ki: “(Bu) oncekilerin masallarıdır. Onu baskalarından alıp yazmıstır. Onlar sabah aksam kendisine okunmaktadır.” |
قُلْ أَنزَلَهُ الَّذِي يَعْلَمُ السِّرَّ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۚ إِنَّهُ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا (6) (Rasulum!) De ki: 'Onu, goklerde ve yerde gizli olanı bilen (Allah) indirmistir. Dogrusu O, cok bagıslayandır, cok esirgeyendir |
وَقَالُوا مَالِ هَٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْشِي فِي الْأَسْوَاقِ ۙ لَوْلَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذِيرًا (7) Bu nasıl bir peygamber?" dediler. "Yemek yiyor, pazarda dolasıyor. Ona bir melek indirilseydi de onun yanında uyarıcı olsaydı ya |
أَوْ يُلْقَىٰ إِلَيْهِ كَنزٌ أَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَا ۚ وَقَالَ الظَّالِمُونَ إِن تَتَّبِعُونَ إِلَّا رَجُلًا مَّسْحُورًا (8) “Yahut ona bir hazine verilmeli ya da mahsullerinden yiyecegi bir bahcesi olmalı degil miydi?” Zalimler: “Siz ancak buyulenmis bir adama uyuyorsunuz” dediler |
انظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْأَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَطِيعُونَ سَبِيلًا (9) Bir bak, onlar sana nasıl misaller getirip sapıklıga dustuler? Artık onlar hicbir yol bulamazlar |
تَبَارَكَ الَّذِي إِن شَاءَ جَعَلَ لَكَ خَيْرًا مِّن ذَٰلِكَ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَيَجْعَل لَّكَ قُصُورًا (10) Dilerse sana bunlardan daha iyisini, altlarından ırmaklar akan Cennetleri verecek ve sana saraylar ihsan edecek olan Allah cok yucedir |
بَلْ كَذَّبُوا بِالسَّاعَةِ ۖ وَأَعْتَدْنَا لِمَن كَذَّبَ بِالسَّاعَةِ سَعِيرًا (11) Onlar zaten (kıyamet) saatini yalanlamıslardı. Kıyameti yalanlayanlar icin alevli bir ates hazırladık |
إِذَا رَأَتْهُم مِّن مَّكَانٍ بَعِيدٍ سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظًا وَزَفِيرًا (12) O ates onları uzaktan gorunce onun buyuk bir ofke ile cıkaracagı siddetli ugultusunu isiteceklerdir |
وَإِذَا أُلْقُوا مِنْهَا مَكَانًا ضَيِّقًا مُّقَرَّنِينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُورًا (13) Onlar elleri boyunlarında baglanıp, onun dar bir yerine atıldıklarında orada: “Olum” diye feryat ederler |
لَّا تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُورًا وَاحِدًا وَادْعُوا ثُبُورًا كَثِيرًا (14) “Bugun olumu bir kere degil, bircok kere temenni edin!” (denilecek) |
قُلْ أَذَٰلِكَ خَيْرٌ أَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ ۚ كَانَتْ لَهُمْ جَزَاءً وَمَصِيرًا (15) De ki: "Bu mu daha iyi, yoksa takva sahiplerine vadedilen Ebedilik Cenneti mi? Orası, onlar icin bir mukafat ve (huzura kavusacakları) bir varıs yeridir |
لَّهُمْ فِيهَا مَا يَشَاءُونَ خَالِدِينَ ۚ كَانَ عَلَىٰ رَبِّكَ وَعْدًا مَّسْئُولًا (16) Onlara orada istedikleri vardır ve (orada) ebedi kalırlar. Bu Rabbinin uzerine, (yerine getirilmesi) istenen bir vaaddir |
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ فَيَقُولُ أَأَنتُمْ أَضْلَلْتُمْ عِبَادِي هَٰؤُلَاءِ أَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّبِيلَ (17) O gun Rabbin, onları ve Allah’tan baska ibadet ettiklerini bir araya toplar ve soyle der: "Su kullarımı siz mi saptırdınız yoksa kendileri mi yoldan saptılar |
قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنبَغِي لَنَا أَن نَّتَّخِذَ مِن دُونِكَ مِنْ أَوْلِيَاءَ وَلَٰكِن مَّتَّعْتَهُمْ وَآبَاءَهُمْ حَتَّىٰ نَسُوا الذِّكْرَ وَكَانُوا قَوْمًا بُورًا (18) Derler ki: “Seni tenzih ederiz. Senden baskalarını veliler edinmek bize yarasmaz. Fakat sen onları ve babalarını faydalandırdın. Sonunda zikri unuttular ve helak olan bir kavim oldular.” |
فَقَدْ كَذَّبُوكُم بِمَا تَقُولُونَ فَمَا تَسْتَطِيعُونَ صَرْفًا وَلَا نَصْرًا ۚ وَمَن يَظْلِم مِّنكُمْ نُذِقْهُ عَذَابًا كَبِيرًا (19) Iste soylediklerinizde sizi yalanladılar. Artık ne uzerinizdeki azabı def edebilirsiniz, ne de bir yardıma guc yetirirsiniz. Sizden kim zulmederse ona buyuk bir azabı tattırırız |
وَمَا أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا إِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْأَسْوَاقِ ۗ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةً أَتَصْبِرُونَ ۗ وَكَانَ رَبُّكَ بَصِيرًا (20) (Rasulum!) Senden once gonderdigimiz butun peygamberler de hic suphesiz yemek yerler, carsılarda dolasırlardı. (Ey insanlar!) Sizin bir kısmınızı diger bir kısmınıza imtihan (vesilesi) kıldık. (Bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin her seyi hakkıyla gormektedir |
۞ وَقَالَ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْنَا الْمَلَائِكَةُ أَوْ نَرَىٰ رَبَّنَا ۗ لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا فِي أَنفُسِهِمْ وَعَتَوْا عُتُوًّا كَبِيرًا (21) Bizimle karsılasmayı ummayanlar; "Bize ya melekler indirilmeliydi ya da Rabbimizi gormeliydik." dediler. Suphesiz onlar, kendi nefislerinde buyukluge kapıldılar ve buyuk bir taskınlık gosterdiler |
يَوْمَ يَرَوْنَ الْمَلَائِكَةَ لَا بُشْرَىٰ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُجْرِمِينَ وَيَقُولُونَ حِجْرًا مَّحْجُورًا (22) Melekleri gordukleri gun, iste o gun gunahkarlara mujde yoktur. Melekler onlara: "Sizin icin (mujde) yasak edilmistir, yasak! diyeceklerdir |
وَقَدِمْنَا إِلَىٰ مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَاءً مَّنثُورًا (23) Onların yaptıkları butun amellere yoneldik ve sacılmıs toz zerreleri haline getirdik |
أَصْحَابُ الْجَنَّةِ يَوْمَئِذٍ خَيْرٌ مُّسْتَقَرًّا وَأَحْسَنُ مَقِيلًا (24) O gun cennetliklerin kalacakları yer daha hayırlı, dinlenecekleri yer daha guzeldir |
وَيَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَاءُ بِالْغَمَامِ وَنُزِّلَ الْمَلَائِكَةُ تَنزِيلًا (25) O gun gok bulutlarla yarılıp parcalanacak ve melekler boluk boluk indirilecektir |
الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ لِلرَّحْمَٰنِ ۚ وَكَانَ يَوْمًا عَلَى الْكَافِرِينَ عَسِيرًا (26) O gun gercek hukumranlık Rahman’ındır ve kafirlere zorlu bir gun olacaktır |
وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَىٰ يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلًا (27) O gun zalim kimse, (caresizlik icinde) ellerini ısırıp soyle diyecektir: “Ne olurdu; ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım!” |
يَا وَيْلَتَىٰ لَيْتَنِي لَمْ أَتَّخِذْ فُلَانًا خَلِيلًا (28) “Yazıklar olsun bana, keske falanı dost edinmeseydim!” |
لَّقَدْ أَضَلَّنِي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ إِذْ جَاءَنِي ۗ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْإِنسَانِ خَذُولًا (29) “Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten Seytan, insanı yardımcısız bırakıverir.” |
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ إِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هَٰذَا الْقُرْآنَ مَهْجُورًا (30) Rasul: “Ya Rabb! Gercekten benim kavmim bu Kur’an’ı terk etti” dedi |
وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا مِّنَ الْمُجْرِمِينَ ۗ وَكَفَىٰ بِرَبِّكَ هَادِيًا وَنَصِيرًا (31) Biz, iste boyle her peygamber icin suclulardan bir dusman yarattık. Yol gosterici ve yardım edici olarak Rabbin yeter |
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْآنُ جُمْلَةً وَاحِدَةً ۚ كَذَٰلِكَ لِنُثَبِّتَ بِهِ فُؤَادَكَ ۖ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْتِيلًا (32) Kafirler: “Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz onunla kalbine sebat verelim diye yaptık ve onu agır agır okuduk |
وَلَا يَأْتُونَكَ بِمَثَلٍ إِلَّا جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَأَحْسَنَ تَفْسِيرًا (33) Onlar sana her ne misal getirseler (buna karsılık) mutlaka biz de sana hakkı ve daha guzel acıklamayı getiririz |
الَّذِينَ يُحْشَرُونَ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ إِلَىٰ جَهَنَّمَ أُولَٰئِكَ شَرٌّ مَّكَانًا وَأَضَلُّ سَبِيلًا (34) Yuzukoyun cehenneme (surulup) toplanacak olanlar; iste onlar, yerleri en kotu, yolları en sapık olanlardır |
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَا مَعَهُ أَخَاهُ هَارُونَ وَزِيرًا (35) Andolsun, biz, Musa’ya Kitabı (Tevrat’ı) verdik ve kardesi Harun’u da ona yardımcı kıldık |
فَقُلْنَا اذْهَبَا إِلَى الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَدَمَّرْنَاهُمْ تَدْمِيرًا (36) Onlara: “Ayetlerimizi yalanlayan topluluga gidin.” dedik. Nihayet o kavmi yerle bir ettik |
وَقَوْمَ نُوحٍ لَّمَّا كَذَّبُوا الرُّسُلَ أَغْرَقْنَاهُمْ وَجَعَلْنَاهُمْ لِلنَّاسِ آيَةً ۖ وَأَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ عَذَابًا أَلِيمًا (37) Nuh kavmini de, peygamberleri yalanladıkları vakit suda bogduk. Onları insanlara bir ibret yaptık ve zalimlere elem dolu bir azap hazırladık |
وَعَادًا وَثَمُودَ وَأَصْحَابَ الرَّسِّ وَقُرُونًا بَيْنَ ذَٰلِكَ كَثِيرًا (38) Ad ve Semud kavimlerini, Ress halkını ve bunların arasında pek cok nesilleri de helak ettik |
وَكُلًّا ضَرَبْنَا لَهُ الْأَمْثَالَ ۖ وَكُلًّا تَبَّرْنَا تَتْبِيرًا (39) Bunların her birine misaller getirdik, (ogut almadıkları icin) hepsini kırıp gecirdik |
وَلَقَدْ أَتَوْا عَلَى الْقَرْيَةِ الَّتِي أُمْطِرَتْ مَطَرَ السَّوْءِ ۚ أَفَلَمْ يَكُونُوا يَرَوْنَهَا ۚ بَلْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ نُشُورًا (40) Muhakkak onlar bela yagmuruna tutulan beldeye ugramıslardır. Acaba bunlar orayı gormediler miydi? Hayır! onlar tekrar dirilmeyi ummuyorlardı |
وَإِذَا رَأَوْكَ إِن يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَٰذَا الَّذِي بَعَثَ اللَّهُ رَسُولًا (41) Seni gordukleri zaman: "Bu mu Allah’ın gonderdigi elci?" diye alay etmekten baska bir sey yapmazlar |
إِن كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ آلِهَتِنَا لَوْلَا أَن صَبَرْنَا عَلَيْهَا ۚ وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ حِينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ أَضَلُّ سَبِيلًا (42) “Eger ilahlarımıza sebat gostermeseydik az kalsın bizi ilahlarımızdan saptıracaktı.” Yakında azabı gorduklerinde yolca kimin sapık oldugunu bileceklerdir |
أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَٰهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا (43) Heva ve hevesini kendine ilah edinen kimseyi gordun mu? O kimseye sen mi vekil olacaksın |
أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ ۚ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ ۖ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا (44) Sen onların cogunu dinler ve akıl erdirirler mi sanırsın? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Hatta onlar yolca daha da sapıklıktadırlar |
أَلَمْ تَرَ إِلَىٰ رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ وَلَوْ شَاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًا ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلًا (45) Rabbinin golgeyi nasıl uzattıgına gormez misin? Dileseydi onu hareketsiz kılardı, sonra gunesi ona delil kıldık |
ثُمَّ قَبَضْنَاهُ إِلَيْنَا قَبْضًا يَسِيرًا (46) Sonra onu yavas yavas kendimize cektik |
وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِبَاسًا وَالنَّوْمَ سُبَاتًا وَجَعَلَ النَّهَارَ نُشُورًا (47) Geceyi sizin icin elbise, uykuyu da rahatlık kılan odur. O gunduzu de yeni bir hayata baslangıc yaptı |
وَهُوَ الَّذِي أَرْسَلَ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ ۚ وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً طَهُورًا (48) Rahmetinin oncesinde ruzgarları bir mujdeci olarak gonderen de O'dur. Biz gokten tertemiz su indirdik |
لِّنُحْيِيَ بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا وَنُسْقِيَهُ مِمَّا خَلَقْنَا أَنْعَامًا وَأَنَاسِيَّ كَثِيرًا (49) Onunla olu bir sehri diriltelim ve onunla yarattıgımız bircok hayvanı ve insanı sulayalım diye |
وَلَقَدْ صَرَّفْنَاهُ بَيْنَهُمْ لِيَذَّكَّرُوا فَأَبَىٰ أَكْثَرُ النَّاسِ إِلَّا كُفُورًا (50) Andolsun, biz bunu insanlar arasında, dusunup ibret alsınlar diye tekrar tekrar acıkladık. Fakat insanların cogu nankorlukte direttiler |
وَلَوْ شِئْنَا لَبَعَثْنَا فِي كُلِّ قَرْيَةٍ نَّذِيرًا (51) Eger dileseydik her bir beldeye elbette bir uyarıcı gonderirdik |
فَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَجَاهِدْهُم بِهِ جِهَادًا كَبِيرًا (52) O halde kafirlere itaat etme ve onlara karsı Kur’an’la buyuk bir mucadele ver |
۞ وَهُوَ الَّذِي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هَٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهَٰذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًا وَحِجْرًا مَّحْجُورًا (53) Iki denizi birbirine salan O'dur. Bu tatlı ve lezzetli, bu da tuzlu ve acıdır. O ikisinin arasına bir perde ve asılamayan bir sınır koymustur |
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ مِنَ الْمَاءِ بَشَرًا فَجَعَلَهُ نَسَبًا وَصِهْرًا ۗ وَكَانَ رَبُّكَ قَدِيرًا (54) Ve o sudan insanı yaratan, onu soy ve hısımlık sahibi kılan O'dur. Rabbin, her seye guc yetirendir |
وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنفَعُهُمْ وَلَا يَضُرُّهُمْ ۗ وَكَانَ الْكَافِرُ عَلَىٰ رَبِّهِ ظَهِيرًا (55) Halbuki onlar Allah’tan baska kendilerine fayda da, zarar da veremeyen seylere ibadet ederler. Kafir, Rabbine karsı (Seytan'a) arka cıkandır |
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا مُبَشِّرًا وَنَذِيرًا (56) Biz, seni ancak bir mujdeci ve bir uyarıcı olarak gonderdik |
قُلْ مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِلَّا مَن شَاءَ أَن يَتَّخِذَ إِلَىٰ رَبِّهِ سَبِيلًا (57) De ki: "Ben, buna karsı sizden bir ucret degil, ancak Rabbine dogru bir yol tutmayı dileyen kimseler (olmanızı) istiyorum |
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ ۚ وَكَفَىٰ بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا (58) Asla olmez, Hayy olana dayanıp, tevekkul et ve O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının gunahlarından hakkıyla haberdar olarak O yeter |
الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۚ الرَّحْمَٰنُ فَاسْأَلْ بِهِ خَبِيرًا (59) Gokleri yeri ve bunların arasındakileri altı gunde yaratan, sonra arsa istiva eden Rahman’dır. O'nu her seyden haberi olan (Allah'a) sor |
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اسْجُدُوا لِلرَّحْمَٰنِ قَالُوا وَمَا الرَّحْمَٰنُ أَنَسْجُدُ لِمَا تَأْمُرُنَا وَزَادَهُمْ نُفُورًا ۩ (60) Onlara: "Rahman'a secde edin!" denildigi zaman, “Rahman da neymis? Biz senin bize emrettigine mi secde edecekmisiz?" derler ve (bu) onların (haktan) kacıp uzaklasmalarını arttırıverir |
تَبَارَكَ الَّذِي جَعَلَ فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَجَعَلَ فِيهَا سِرَاجًا وَقَمَرًا مُّنِيرًا (61) Gokte yıldızlar/gezegenler yaratan ve orada bir kandil (Gunes) ve aydınlatıcı bir Ay var eden (Allah) cok yucedir |
وَهُوَ الَّذِي جَعَلَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ خِلْفَةً لِّمَنْ أَرَادَ أَن يَذَّكَّرَ أَوْ أَرَادَ شُكُورًا (62) Ibret almak veya sukretmek isteyenler icin gece ile gunduzu birbiri ardına getiren de O’dur |
وَعِبَادُ الرَّحْمَٰنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا (63) Rahman’ın kulları, yeryuzunde vakarlı ve alcak gonullu olarak yururler. Cahiller kendilerine hitap ettiklerinde onlar: “Selam!” deyip gecerler |
وَالَّذِينَ يَبِيتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا (64) Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyama durarak gecelerler |
وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ ۖ إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا (65) Onlar: "Rabbimiz, Cehennem azabını bizden uzaklastır. Cunku onun azabı sureklidir." derler |
إِنَّهَا سَاءَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا (66) Orası ne kotu bir karar kılma/durak ve yerlesme yeridir |
وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَٰلِكَ قَوَامًا (67) Ve onlar ki mallarını infak ettiklerinde israf da etmezler, cimrilik de etmezler. Bunun arasında orta bir yol tutarlar |
وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ ۚ وَمَن يَفْعَلْ ذَٰلِكَ يَلْقَ أَثَامًا (68) Onlar ki, Allah ile birlikte baska bir ilaha dua/ibadet etmezler. Hak ile olması dısında, Allah’ın oldurulmesini haram kıldıgı nefsi de oldurmezler. Zina da etmezler. Kim bunları islerse cezaları ile karsılasır |
يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيَخْلُدْ فِيهِ مُهَانًا (69) Kıyamet gunu onun azabı kat kat artırılır ve horlanmıs olarak orada ebedi kalır |
إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَأُولَٰئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا (70) Ancak tevbe edip iman eden ve salih amel isleyenler, Allah bunların gunahlarını sevaba/iyilige cevirir. Allah, cok bagıslayan ve cok merhamet edendir |
وَمَن تَابَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَإِنَّهُ يَتُوبُ إِلَى اللَّهِ مَتَابًا (71) Kim de tevbe eder ve salih amel islerse; iste o, Allah’a tevbesi kabul edilmis olarak doner |
وَالَّذِينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا (72) Onlar yalancı sahitlik etmezler ve yararsız bir seye rastladıklarında onurlu bir sekilde (yuz cevirip) gecerler |
وَالَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَيْهَا صُمًّا وَعُمْيَانًا (73) Onlar ki, Rablerinin ayetleriyle kendilerine ogut verildigi zaman buna karsı sagır ve kor kimseler olarak yuzleri uzere yıkılıp yatmazlar |
وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَامًا (74) Onlar: “Ey Rabbimiz! Eslerimizi ve cocuklarımızı bize goz aydınlıgı kıl ve bizi Allah’a karsı gelmekten sakınanlara onder eyle!” diyenlerdir |
أُولَٰئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ فِيهَا تَحِيَّةً وَسَلَامًا (75) Iste onlar, sabretmelerine karsılık Cennet'in yuksek makamlarıyla mukafatlandırılacaklar ve orada esenlik dilegi ve selamla karsılanacaklardır |
خَالِدِينَ فِيهَا ۚ حَسُنَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا (76) Orada ebedi kalırlar. Orası ne guzel bir durak ve ne guzel bir konaktır |
قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ ۖ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا (77) (Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye deger versin? Siz yalanladınız. Oyle ise azap, yakanızı bırakmayacak.” |