طه (1) Ta-ha |
مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَىٰ (2) Biz sana Kur’an’ı gucluk cekmen icin indirmedik |
إِلَّا تَذْكِرَةً لِّمَن يَخْشَىٰ (3) Ancak Allah'tan korkanlara bir ogut olsun diye indirdik |
تَنزِيلًا مِّمَّنْ خَلَقَ الْأَرْضَ وَالسَّمَاوَاتِ الْعُلَى (4) O, yeri ve yuksek gokleri yaratan Allah tarafından indirilmistir |
الرَّحْمَٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَىٰ (5) Rahman Ars'a istiva etmistir |
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرَىٰ (6) Goklerde, yerde ve ikisinin arasında ve topragın altında olan her sey O’nundur |
وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى (7) Sen sozunu acıga vursan bile muhakkak O saklı olanı da gizli olanı da bilir |
اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ لَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَىٰ (8) Allah odur ki Ondan baska (hak) ilah yoktur. En guzel isimler yalnız Onundur |
وَهَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ مُوسَىٰ (9) Musa’nın haberi sana geldi mi |
إِذْ رَأَىٰ نَارًا فَقَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَّعَلِّي آتِيكُم مِّنْهَا بِقَبَسٍ أَوْ أَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى (10) Hani bir ates gormustu de ailesine: "Siz durun, ben bir ates gordum. Belki size ondan bir kor getiririm veya atesin yanında bir yol gosteren bulurum." demisti |
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِيَ يَا مُوسَىٰ (11) Atesin yanına geldigi zaman: "Ey Musa!" diye seslenildi |
إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ ۖ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى (12) Ben senin Rabbinim! Ayakkabılarını cıkar. Sen mukaddes Tuva Vadisi'ndesin |
وَأَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحَىٰ (13) Ben seni sectim. Simdi sana vahyolunanı dinle |
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي (14) Suphesiz ben, Allah’ım. Benden baska (hak) ilah yok! Bana ibadet et, beni anmak icin namazı ikame et |
إِنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَىٰ كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَىٰ (15) Muhakkak kıyamet saati gelecektir. Her nefis yaptıgının karsılıgını gorsun diye vaktini neredeyse busbutun gizli tutacagım |
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَن لَّا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَتَرْدَىٰ (16) “Ona iman etmeyen ve hevasına uyan kimse ondan seni alıkoymasın. O takdirde helak olursun.” |
وَمَا تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَا مُوسَىٰ (17) Su sag elindeki nedir Ey Musa |
قَالَ هِيَ عَصَايَ أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَىٰ غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَىٰ (18) O asamdır. Ona dayanırım. Onunla koyunlarıma yaprak silkerim ve ondan baska islerimde de yararlanırım." dedi |
قَالَ أَلْقِهَا يَا مُوسَىٰ (19) Onu at, ey Musa!" dedi |
فَأَلْقَاهَا فَإِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعَىٰ (20) Musa da onu attı. O bir anda hızla hareket eden bir yılan oluverdi |
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ ۖ سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا الْأُولَىٰ (21) Onu al ve korkma!" dedi. "Onu ilk haline dondurecegiz |
وَاضْمُمْ يَدَكَ إِلَىٰ جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ آيَةً أُخْرَىٰ (22) Baska bir alamet olmak uzere de elini koltugunun altına gotur. Kusursuz, hastalıksız, bembeyaz olarak cıkacaktır |
لِنُرِيَكَ مِنْ آيَاتِنَا الْكُبْرَى (23) Boylece sana buyuk mucizelerimizden gosterelim |
اذْهَبْ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَىٰ (24) Firavun’a git, cunku o iyice azdı |
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي (25) Rabbim gonlume ferahlık ver!" dedi |
وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي (26) Isimi kolaylastır |
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي (27) Dilimdeki dugumu coz |
يَفْقَهُوا قَوْلِي (28) Sozumu iyi anlasınlar |
وَاجْعَل لِّي وَزِيرًا مِّنْ أَهْلِي (29) Bana ailemden bir yardımcı ver |
هَارُونَ أَخِي (30) Kardesim Harun’u |
اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي (31) Onunla arkamı guclendir |
وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي (32) Ve onu isimde ortak yap ki |
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا (33) Seni cokca tesbih edebilelim |
وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا (34) Ve seni cokca zikredelim |
إِنَّكَ كُنتَ بِنَا بَصِيرًا (35) Cunku sen bizi hakkıyla gorensin |
قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسَىٰ (36) Ey Musa! Istediklerin sana verilmistir." diye buyurdu |
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً أُخْرَىٰ (37) Andolsun ki sana baska bir sefer daha lutufta bulunmustuk |
إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَىٰ أُمِّكَ مَا يُوحَىٰ (38) Bir zaman, annene ilham edilmesi gerekeni seyi ilham etmistik |
أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِّي وَعَدُوٌّ لَّهُ ۚ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِّنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَىٰ عَيْنِي (39) Musa’yı bir sandıga koy ve nehre (Nil'e) bırak. Nehir onu kıyıya atsın da, onu benim ve onun bir dusmanı alsın. Sana da ey Musa! Gozumun onunde yetistirilmen icin tarafımdan sana bir sevgi bıraktım |
إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَىٰ مَن يَكْفُلُهُ ۖ فَرَجَعْنَاكَ إِلَىٰ أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ ۚ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا ۚ فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَىٰ قَدَرٍ يَا مُوسَىٰ (40) Kız kardesin gitmis ve: "O’na bakacak birini size gostereyim mi?" demisti. Boylece seni, gozu aydın olsun ve uzulmesin diye annene geri dondurduk. Sen bir adam oldurmustun de, seni yine uzuntuden kurtarmıstık. Bu sekilde seni (onceden de) imtihan etmistik. Senelerce Medyen halkı arasında kalmıstın. Sonra da bir takdir uzere geldin ey Musa |
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي (41) Ve seni kendim icin (rasul olarak) sectim |
اذْهَبْ أَنتَ وَأَخُوكَ بِآيَاتِي وَلَا تَنِيَا فِي ذِكْرِي (42) Sen ve kardesin ayetlerimle gidin. Beni anmakta gevseklik gostermeyin |
اذْهَبَا إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَىٰ (43) Ikiniz Firavun’a gidin. Cunku o haddini asmıstır |
فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَّيِّنًا لَّعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَىٰ (44) Ona yumusak soz soyleyin, umulur ki ogut alır ve korkar |
قَالَا رَبَّنَا إِنَّنَا نَخَافُ أَن يَفْرُطَ عَلَيْنَا أَوْ أَن يَطْغَىٰ (45) “Rabbimiz, biz, bize karsı asırı gitmesinden yahut azgınlıgını arttırmasından korkarız” dediler |
قَالَ لَا تَخَافَا ۖ إِنَّنِي مَعَكُمَا أَسْمَعُ وَأَرَىٰ (46) Korkmayın! Ben sizinle beraberim. Isitir ve gorurum." diye buyurdu |
فَأْتِيَاهُ فَقُولَا إِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَأَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْ ۖ قَدْ جِئْنَاكَ بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكَ ۖ وَالسَّلَامُ عَلَىٰ مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَىٰ (47) Haydi gidin ona ve deyin ki: "Biz, Rabbinin rasulleriyiz. Israilogulları'nı bizimle gonder, onlara eziyet etme. Biz sana Rabbinden bir ayet getirdik. Selam hidayete uyanlarındır |
إِنَّا قَدْ أُوحِيَ إِلَيْنَا أَنَّ الْعَذَابَ عَلَىٰ مَن كَذَّبَ وَتَوَلَّىٰ (48) Bize vahyolundu ki, kim yalanlar ve yuz cevirirse ona azap vardır |
قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَا مُوسَىٰ (49) Sizin Rabbiniz kim ey Musa?" dedi |
قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَىٰ كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَىٰ (50) Bizim Rabbimiz, her seye yaratılısını veren ve sonra da dogru yolu gosterendir." dedi |
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْأُولَىٰ (51) Onceki nesillerin durumu ne olacak?" dedi |
قَالَ عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي فِي كِتَابٍ ۖ لَّا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنسَى (52) Onlarla ilgili bilgi Rabbimin katında bir kitaptadır." dedi. "Rabbim, sasırmaz ve unutmaz |
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّن نَّبَاتٍ شَتَّىٰ (53) O yeryuzunu size bir dosek yapan, sizin icin orada yollar acan ve gokten yagmur yagdırandır. Biz onunla cesitli bitkilerden cifter cifter cıkardık |
كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُولِي النُّهَىٰ (54) Hem siz yiyin; hem de hayvanlarınızı otlatın. Suphesiz bunda akıl sahipleri icin ayetler vardır |
۞ مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَىٰ (55) Sizi topraktan yarattık, sizi oraya dondurecegiz ve sizi bir kere daha oradan cıkaracagız |
وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ آيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَأَبَىٰ (56) Ona ayetlerimizin hepsini gostermistik. Fakat o yalanladı ve diretti |
قَالَ أَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ أَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسَىٰ (57) Ve dedi ki: "Sihrinle bizi yurdumuzdan cıkarmaya mı geldin Ey Musa |
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِّثْلِهِ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَّا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَا أَنتَ مَكَانًا سُوًى (58) Biz de mutlaka sana karsı onun gibi bir sihir yapacagız. Bunun icin seninle bizim aramızda; uygun bir yerde, senin de, bizim de gelebilecegimiz bir bulusma vakti belirle |
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزِّينَةِ وَأَن يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى (59) Musa da: "Bulusma zamanımız bayram gunu ve insanların bir araya toplandıgı kusluk vaktidir." dedi |
فَتَوَلَّىٰ فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ أَتَىٰ (60) Firavun donup hilesini topladı, sonra geldi |
قَالَ لَهُم مُّوسَىٰ وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَيُسْحِتَكُم بِعَذَابٍ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرَىٰ (61) Musa onlara: "Yazıklar olsun size! Allah’a karsı yalan uydurmayın. Sonra bir azapla sizi helak eder. Allah’a karsı yalan uyduran mutlaka husrana ugramıstır." dedi |
فَتَنَازَعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ وَأَسَرُّوا النَّجْوَىٰ (62) Sihirbazlar durumlarını aralarında tartısarak gizlice fısıldastılar |
قَالُوا إِنْ هَٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُرِيدَانِ أَن يُخْرِجَاكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَرِيقَتِكُمُ الْمُثْلَىٰ (63) Bu iki sihirbaz sihirleriyle sizi yurdunuzdan cıkarmak ve ustun olan (sihir) yolunuzu da yok etmek istiyor." dediler |
فَأَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفًّا ۚ وَقَدْ أَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلَىٰ (64) “O bakımdan butun hilelerinizi bir araya getirip saf saf gelin. Cunku bugun kim ustun gelirse umdugunu elde eder.” |
قَالُوا يَا مُوسَىٰ إِمَّا أَن تُلْقِيَ وَإِمَّا أَن نَّكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَلْقَىٰ (65) Sihirbazlar: “Ey Musa! Ya once sen at ya da ilk atan biz olalım.” dediler |
قَالَ بَلْ أَلْقُوا ۖ فَإِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ مِن سِحْرِهِمْ أَنَّهَا تَسْعَىٰ (66) Hayır! Siz atın!" dedi. Bunun uzerine ipleri ve degnekleri sihirlerinden oturu kendisine sanki yuruyorlarmıs gibi gorundu |
فَأَوْجَسَ فِي نَفْسِهِ خِيفَةً مُّوسَىٰ (67) Musa, icten ice bir korkuya kapıldı |
قُلْنَا لَا تَخَفْ إِنَّكَ أَنتَ الْأَعْلَىٰ (68) Korkma! Suphesiz sen daha ustunsun." dedik |
وَأَلْقِ مَا فِي يَمِينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُوا ۖ إِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍ ۖ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ أَتَىٰ (69) Sag elindekini (asanı) at!" Onların yaptıgını yutsun. Onların yaptıkları ancak bir buyucu hilesidir. Buyucu nerede olursa olsun kesinlikle kurtulusa eremez |
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَىٰ (70) Derken buyuculer secdeye kapandılar. “Harun ve Musa’nın Rabbine iman ettik.” dediler |
قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ ۖ فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَا أَشَدُّ عَذَابًا وَأَبْقَىٰ (71) (Firavun) dedi ki: "Ben size izin vermeden once ona iman mı ettiniz? Demek ki o, size sihri ogreten buyugunuzdur. Ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı caprazlama kestirecegim ve sizi hurma dalına asacagım. O zaman goreceksiniz hangimizin azabı daha siddetli ve kalıcı imis |
قَالُوا لَن نُّؤْثِرَكَ عَلَىٰ مَا جَاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذِي فَطَرَنَا ۖ فَاقْضِ مَا أَنتَ قَاضٍ ۖ إِنَّمَا تَقْضِي هَٰذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا (72) Seni, bize gelen apacık mucizelere ve bizi yaratana ustun tutmayacagız. Ne hukum verirsen ver. Sen ancak bu dunya hayatında hukum verebilirsin." dediler |
إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ ۗ وَاللَّهُ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ (73) Gercekten biz, gunahlarımızı ve bizi islemeye zorladıgın buyuyu bagıslayarak bizi affetsin diye Rabbimize iman ettik. Allah’ın verecegi mukafat daha hayırlı ve daha kalıcıdır |
إِنَّهُ مَن يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِمًا فَإِنَّ لَهُ جَهَنَّمَ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَىٰ (74) Gercek su ki, kim Rabbine gunahkar olarak gelirse onun icin cehennem vardır. Orada ne olur, ne de (guzel bir hayat) yasar |
وَمَن يَأْتِهِ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَأُولَٰئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلَىٰ (75) Kim de Mu'min ve salih amel islemis olarak gelirse, iste onlar icin de en yuksek dereceler vardır |
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ وَذَٰلِكَ جَزَاءُ مَن تَزَكَّىٰ (76) Icinde temelli kalacakları, alt kısmından ırmakların aktıgı Adn Cennetleri vardır. Iste bu arınanların mukafatıdır |
وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًا لَّا تَخَافُ دَرَكًا وَلَا تَخْشَىٰ (77) Suphesiz Musa'ya, yetisilmesinden korkmadan ve (bogulmaktan) endise duymaksızın kullarımı geceleyin yuruyuse gecir ve onlara denizde kuru bir yol ac diye vahyettik |
فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ فَغَشِيَهُم مِّنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ (78) Firavun askerleriyle onları takip etti. Denizden onları kaplayacak olan su kaplayıverdi |
وَأَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدَىٰ (79) Firavun; halkını saptırdı, hidayet yolunu gostermedi |
يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنجَيْنَاكُم مِّنْ عَدُوِّكُمْ وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ (80) Ey Israilogulları! Sizi dusmanlarınızdan kurtardık. Tur’un sag tarafını size vadettik. Size kudret helvası ve bıldırcın indirdik |
كُلُوا مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِي ۖ وَمَن يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَىٰ (81) Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyiniz, bu hususta taskınlık ve nankorluk de etmeyiniz; sonra size gazabım iner. Gazabıma ugrayan yıkılıp yok olur gider |
وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِّمَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَىٰ (82) Ben elbette, tevbe edeni ve iman edip salih amel isleyen sonra da hidayete erisen kimseyi bagıslarım |
۞ وَمَا أَعْجَلَكَ عَن قَوْمِكَ يَا مُوسَىٰ (83) Musa! Seni milletinden daha cabuk gelmeye sevkeden nedir?" dedik |
قَالَ هُمْ أُولَاءِ عَلَىٰ أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَىٰ (84) “Onlar da arkamdan geliyorlar. Rabbim! Razı olasın diye ben sana (gelmekte) acele ettim.” dedi |
قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِن بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ (85) Buyurdu ki: "Senden sonra biz kavmini imtihan ettik. Sonra Samiri de onları saptırdı |
فَرَجَعَ مُوسَىٰ إِلَىٰ قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا ۚ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا ۚ أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ أَمْ أَرَدتُّمْ أَن يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُم مَّوْعِدِي (86) Musa kızgın ve kederli bir sekilde kavmine dondu. Dedi ki: “Ey kavmim, Rabbiniz size guzel bir vaatte bulunmadı mı? Yoksa aradan gecen sure size uzun mu geldi, yahut uzerinize Rabbinizden bir gazabın gelmesini mi istediniz de bana olan vaadinizde durmadınız?” |
قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَٰكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا مِّن زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَٰلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ (87) Dediler ki, “Sana verdigimiz sozden kendi istegimizle caymıs degiliz. Fakat biz Mısır halkının mucevheratından yuklu miktarlarda takınmıstık. Iste onları atese attık. Samiri de aynı sekilde attı.” |
فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَّهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هَٰذَا إِلَٰهُكُمْ وَإِلَٰهُ مُوسَىٰ فَنَسِيَ (88) Boylece o, kendilerine boguren bir buzagı heykeli cıkardı ve: "Bu, sizin ilahınızdır, Musa’nın da ilahıdır. Fakat o unuttu." dediler |
أَفَلَا يَرَوْنَ أَلَّا يَرْجِعُ إِلَيْهِمْ قَوْلًا وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا (89) Onun kendilerine bir sozle cevap vermedigini ve onlara bir zarar veya fayda saglamaya gucu olmadıgını gormuyorlar mı |
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هَارُونُ مِن قَبْلُ يَا قَوْمِ إِنَّمَا فُتِنتُم بِهِ ۖ وَإِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمَٰنُ فَاتَّبِعُونِي وَأَطِيعُوا أَمْرِي (90) Andolsun ki daha once Harun onlara soyle demisti: “Kavmim siz bununla ancak sınandınız. Muhakkak sizin Rabbiniz Rahman’dır. O halde bana uyun, emrime itaat edin.” |
قَالُوا لَن نَّبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِفِينَ حَتَّىٰ يَرْجِعَ إِلَيْنَا مُوسَىٰ (91) Onlar ise: "Musa bize geri donunceye kadar basında dikilip buna ibadet etmeye devam edecegiz." dediler |
قَالَ يَا هَارُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ ضَلُّوا (92) “Ey Harun” dedi. “Onların sapıttıklarını gorunce seni alıkoyan ne oldu |
أَلَّا تَتَّبِعَنِ ۖ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِي (93) Bana tabi olmadın, emrime karsı mı geldin |
قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي ۖ إِنِّي خَشِيتُ أَن تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي (94) Dedi ki: “Anamın oglu! Sakalıma, basıma yapısma. Ben, bana: Israilogulları arasında tefrika cıkardın ve benim sozume (neden) uymadın, diyeceginden korktum.” |
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ (95) Senin bu yaptıgın nedir ey Samiri |
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِّنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَٰلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي (96) O da: "Onların gormedikleri bir sey gordum ve elcinin (Cebrail -aleyhisselam-'ın) izinden bir avuc (toprak) avucladım ve onu (erimis mucevheratın icine) attım. Iste nefsim bunu bana hos gosterdi." dedi |
قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَن تَقُولَ لَا مِسَاسَ ۖ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَّن تُخْلَفَهُ ۖ وَانظُرْ إِلَىٰ إِلَٰهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا ۖ لَّنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا (97) Musa: "Haydi git. Artık (ceza olarak) hayatın boyunca bana dokunmayın diyeceksin. Bir de senin icin hic kacamayacagın bir azap gunu var. Uzerine sarılıp ibadet ettigin ilahına bir bak, simdi onu yakacagız. Sonra parca parca edip denize savuracagız." dedi |
إِنَّمَا إِلَٰهُكُمُ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۚ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا (98) Sizin ilahınız ancak, kendisinden baska (hak) ilah olmayan Allah’tır. O her seyi ilmiyle kusatmıstır |
كَذَٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاءِ مَا قَدْ سَبَقَ ۚ وَقَدْ آتَيْنَاكَ مِن لَّدُنَّا ذِكْرًا (99) Iste gecmis olanların haberlerinden sana boylece anlatıyoruz. Suphe yok ki sana katımızdan bir zikir (ogut) verdik |
مَّنْ أَعْرَضَ عَنْهُ فَإِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وِزْرًا (100) Kim ondan yuz cevirirse suphesiz ki o, kıyamet gununde agır bir gunah yuku yuklenecektir |
خَالِدِينَ فِيهِ ۖ وَسَاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حِمْلًا (101) O kimseler onda ebediyen kalacaklardır. Kıyamet gununde o onlar icin ne kotu bir yuk olacaktır |
يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ ۚ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِمِينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقًا (102) Sur’a uflendigi gun, iste o gun sucluların gozleri (korkudan) mavi halde hasrederiz |
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا عَشْرًا (103) Kendi aralarında gizlice siz ancak on gun kaldınız diye fısıldasırlar |
نَّحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ إِذْ يَقُولُ أَمْثَلُهُمْ طَرِيقَةً إِن لَّبِثْتُمْ إِلَّا يَوْمًا (104) Biz, onların soylediklerini daha iyi biliriz. En tutarlı gorus sahibi olanı “Sadece bir gun kaldınız." der |
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا (105) Sana daglardan soruyorlar. De ki: "Rabbim onları un ufak edecektir |
فَيَذَرُهَا قَاعًا صَفْصَفًا (106) Yerlerini de dumduz edecektir |
لَّا تَرَىٰ فِيهَا عِوَجًا وَلَا أَمْتًا (107) Artık orada ne bir cukur, ne de bir tumsek gorebilirsin |
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُ ۖ وَخَشَعَتِ الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَٰنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا (108) O gunde davetciye uyarlar. Hicbir tarafa sapmayarak giderler. Rahman’ın huzurunda sesler kısılmıs olacak. Kıpırdayan dudakların fısıltısından baskasını duyamayacaksın |
يَوْمَئِذٍ لَّا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا (109) O gun, Rahman’ın izin verdigi ve sozunden razı oldugu kimselerden baskasına sefaat fayda vermez |
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا (110) Allah; onlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onların hicbirinin ilmi O'nu kusatamaz |
۞ وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ ۖ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْمًا (111) Ve yuzler Hayy ve Kayyum olan Allah icin egilip boyun bukmustur. Zulum yuklenen husrana ugramıstır |
وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا (112) Mumin olarak salih amel isleyen kimse, zulme ugratılmaktan da korkmaz, (hakkının) eksiltilmesinden de |
وَكَذَٰلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا (113) Boylece onu Arapca bir Kur’an olarak indirdik ve onda tehditlerimizi tekrar ettik. Olur ki korkarlar yahut o onlara bir ibret ve ogut olur |
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ ۗ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَىٰ إِلَيْكَ وَحْيُهُ ۖ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا (114) Gercek Melik/Hukumran olan Allah yucedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan once Kur’an’ı okumakta acele etme ve: “Rabbim! Ilmimi arttır.” de |
وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَىٰ آدَمَ مِن قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا (115) Andolsun ki biz daha once Adem’e vahyetmistik. Fakat o unuttu, biz onu azimli bulmadık |
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ (116) Hani meleklere: Adem'e secde edin demistik de, hemen secde ettiler. Iblis ise kacındı |
فَقُلْنَا يَا آدَمُ إِنَّ هَٰذَا عَدُوٌّ لَّكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقَىٰ (117) Ey Adem! Bu senin ve esinin dusmanıdır. Sakın sizi cennetten cıkarmasın; sonra bedbaht, mutsuz olursun." dedik |
إِنَّ لَكَ أَلَّا تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَىٰ (118) Oysa Cennet'te ne acıkırsın, ne de acık/cıplak kalırsın |
وَأَنَّكَ لَا تَظْمَأُ فِيهَا وَلَا تَضْحَىٰ (119) Ne susuzluk hissedersin, ne de gunesin sıcagında kalırsın |
فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَىٰ شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَّا يَبْلَىٰ (120) Sonunda Seytan ona vesvese verdi: "Ey Adem!" dedi. "Sana ebedilik/sonsuzluk agacını ve yok olmayacak bir saltanatı gostereyim mi |
فَأَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ ۚ وَعَصَىٰ آدَمُ رَبَّهُ فَغَوَىٰ (121) Nihayet ondan yediler. Bunun uzerine kendilerine ayıp yerleri gorundu. Ustlerini cennet yapragı ile ortmeye calıstılar. (Bu suretle) Adem Rabbine asi olup yolunu sasırdı |
ثُمَّ اجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدَىٰ (122) Sonra Rabbi; onu secti, tevbesini kabul etti ve hidayete erdirdi |
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا ۖ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ ۖ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَىٰ (123) Birbirinize dusman olarak hepiniz oradan inin. Benden size bir hidayet gelir de, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht da olmaz |
وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَىٰ (124) Kim de benim zikrimden yuz cevirirse, gercekten onun icin dar,sıkıntılı bir hayat vardır ve biz onu kıyamet gunu kor olarak hasredecegiz |
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِي أَعْمَىٰ وَقَدْ كُنتُ بَصِيرًا (125) O da soyle der: "Rabbim beni nicin kor olarak hasrettin? Ben, goren birisiydim |
قَالَ كَذَٰلِكَ أَتَتْكَ آيَاتُنَا فَنَسِيتَهَا ۖ وَكَذَٰلِكَ الْيَوْمَ تُنسَىٰ (126) (Allah da) der ki: "Iste boyle, sana ayetlerimiz gelmisti de sen onları unutmus idin. Bugun sen de unutulacaksın |
وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي مَنْ أَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِن بِآيَاتِ رَبِّهِ ۚ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَشَدُّ وَأَبْقَىٰ (127) Haddi asıp, Rabbinin ayetlerine iman etmeyenleri de boylece cezalandırırız. Ahiret azabı ise elbette daha siddetli ve daha kalıcıdır |
أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُولِي النُّهَىٰ (128) Kendilerinden onceki nice nesilleri helak etmis olmamız, onları hidayete erdirmedi mi? (Oysa) Onların kaldıkları yerlerde gezinip durmaktadırlar. Suphesiz bunda akıl sahipleri icin ibretler vardır |
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَأَجَلٌ مُّسَمًّى (129) Eger Rabbinden gecmis bir soz ve belirlenmis bir sure/ecel olmasaydı, kuskusuz (azap) kacınılmaz olurdu |
فَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا ۖ وَمِنْ آنَاءِ اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَىٰ (130) Soyledikleri sozlere sabret, gunes dogmadan once ve batmadan once ve gece saatlerinde de Rabbini hamd ederek tesbit et. Gun boyunca da tesbih et ki, hosnutluga eresin |
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ ۚ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ (131) Onlardan bir kısmına bunlarla kendilerini imtihan edelim diye dunya hayatının susu olarak verip, faydalandırdıgımız seylere gozlerini dikme. Rabbinin rızkı ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır |
وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا ۖ لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا ۖ نَّحْنُ نَرْزُقُكَ ۗ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَىٰ (132) Sen aile halkına namazı emret, kendin de sabırla ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Biz seni rızıklandırıyoruz. Guzel akıbet ise takva sahiplerinindir |
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْتِينَا بِآيَةٍ مِّن رَّبِّهِ ۚ أَوَلَمْ تَأْتِهِم بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْأُولَىٰ (133) Bize, Rabbinden bir mucize getirmeli degil miydi?" dediler. Onceki kitaplarda olanların apacık delili (olan Kur’an) onlara gelmedi mi |
وَلَوْ أَنَّا أَهْلَكْنَاهُم بِعَذَابٍ مِّن قَبْلِهِ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ مِن قَبْلِ أَن نَّذِلَّ وَنَخْزَىٰ (134) Biz onları bundan once bir azap ile helak etmis olsaydık; elbette soyle diyeceklerdi: “Rabbimiz, bize bir peygamber gonderseydin de alcalmadan, rezil olmadan once ayetlerine uysaydık |
قُلْ كُلٌّ مُّتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا ۖ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدَىٰ (135) De ki: "Herkes beklemektedir. Siz de bekleyedurun. Yakında kimin dogru yolun sahipleri ve kimin dogru yolu bulmus oldugunu goreceksiniz |