الر ۚ كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ (1) Elif Lam Ra. Bu, Hakim ve her seyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri saglam kılınmıs, tam olarak acıklanmıs bir kitaptır |
أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ ۚ إِنَّنِي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ (2) Allah’tan baskasına ibadet etmeyesiniz. Ben, O’nun tarafından sizler icin bir uyarıcı ve mujdeciyim |
وَأَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُمَتِّعْكُم مَّتَاعًا حَسَنًا إِلَىٰ أَجَلٍ مُّسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذِي فَضْلٍ فَضْلَهُ ۖ وَإِن تَوَلَّوْا فَإِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ (3) Rabbinizden magfiret dileyin, sonra da tevbe ile O'na donun ki, sizi belli bir sureye kadar guzel bir sekilde gecindirip, yasatsın ve her fazilet sahibine faziletinin karsılıgını versin. Sayet yuz cevirirseniz, suphesiz ben o zaman sizin hakkınızda o buyuk gunun azabından korkarım |
إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ ۖ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (4) Donusunuz Allah’adır. O’nun her seye gucu yeter |
أَلَا إِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُ ۚ أَلَا حِينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ ۚ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (5) Bilin ki; onlar (iclerindekini) O’ndan gizlemek icin goguslerini durup bukerler. Elbiseleriyle ortundukleri zaman da onların gizlediklerini de acıga vurduklarını da bilir. Cunku O, kalplerin ozunde olanı cok iyi bilendir |
۞ وَمَا مِن دَابَّةٍ فِي الْأَرْضِ إِلَّا عَلَى اللَّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا ۚ كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ (6) Yeryuzunde hicbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dunyada) duracakları yeri de, (oldukten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi acık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır |
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا ۗ وَلَئِن قُلْتَ إِنَّكُم مَّبْعُوثُونَ مِن بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ (7) O'nun arsı su uzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi oldugunu denemek icin gokleri ve yeri altı gunde yaratan O'dur. Sayet sen: "Kesinlikle siz, oldukten sonra yine dirileceksiniz" demis olsan, kafirler: "Bu apacık buyuden baska bir sey degildir." derler |
وَلَئِنْ أَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِلَىٰ أُمَّةٍ مَّعْدُودَةٍ لَّيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُ ۗ أَلَا يَوْمَ يَأْتِيهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (8) Andolsun, biz onlardan azabı belirli bir sureye kadar geciktirsek, o zaman da mutlaka “Onu ne alıkoyuyor?” derler. Iyi bilin ki, azap onlara gelecegi gun, kendilerinden bir daha uzaklastırılmaz ve alay etmekte oldukları sey, kendilerini cepecevre kusatmıs olur |
وَلَئِنْ أَذَقْنَا الْإِنسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُ إِنَّهُ لَيَئُوسٌ كَفُورٌ (9) Eger insanlara tarafımızdan bir rahmet tattırıp, sonra onu kendisinden geri alırsak, o artık umitsiz bir nankor olur |
وَلَئِنْ أَذَقْنَاهُ نَعْمَاءَ بَعْدَ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّئَاتُ عَنِّي ۚ إِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌ (10) Eger ona, kendisine dokunan sıkıntıdan sonra nimetler verirsek soyle soyleyecektir: Kotulukler benden uzaklastı. O, gercekten sımaracak ve ovunecektir |
إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُولَٰئِكَ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ (11) Sabreden ve salih ameller isleyen kimseler boyle degildir. Iste onlara, magfiret ve buyuk bir mukafat vardır |
فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحَىٰ إِلَيْكَ وَضَائِقٌ بِهِ صَدْرُكَ أَن يَقُولُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ كَنزٌ أَوْ جَاءَ مَعَهُ مَلَكٌ ۚ إِنَّمَا أَنتَ نَذِيرٌ ۚ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ (12) Simdi sen: “Ona bir hazine indirilmeli yahut onunla beraber bir de bir melek gelmeli degil miydi?” demeleri dolayısıyla gogsun daralıp sana vahyolunanlardan bir kısmını terk mi edeceksin? Sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her seye vekildir |
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ ۖ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِّثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (13) Yoksa: 'Onu kendisi uydurdu' mu diyorlar? De ki: 'Haydi siz, yalan uzere uydurulmus olarak onun benzeri on sure getirin ve eger dogruysanız, Allah'tan baska cagırabildiklerinizi cagırın |
فَإِلَّمْ يَسْتَجِيبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّمَا أُنزِلَ بِعِلْمِ اللَّهِ وَأَن لَّا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ فَهَلْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ (14) Eger size karsılık vermezlerse, onun (Kur'an'ın) ancak Allah’ın ilmi ile indirilmis oldugunu ve O’ndan baska (hak) ilah olmadıgını bilin! Artık siz musluman oluyor musunuz |
مَن كَانَ يُرِيدُ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لَا يُبْخَسُونَ (15) Kim yalnız dunya hayatını ve onun ziynetini isterse, biz onlara yaptıklarının karsılıgını orada tastamam oderiz. Orada onlar bir eksiklige ugratılmazlar |
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْآخِرَةِ إِلَّا النَّارُ ۖ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا فِيهَا وَبَاطِلٌ مَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ (16) Iste onlar, kendileri icin ahirette atesten baska bir sey olmayan kimselerdir. (Dunyada) yaptıkları seyler, orada bosa gitmistir. Zaten butun yapmakta oldukları da bos seylerdir |
أَفَمَن كَانَ عَلَىٰ بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّهِ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِّنْهُ وَمِن قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَىٰ إِمَامًا وَرَحْمَةً ۚ أُولَٰئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ ۚ وَمَن يَكْفُرْ بِهِ مِنَ الْأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ ۚ فَلَا تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِّنْهُ ۚ إِنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ (17) Rabbi katından (gelen) acık bir delil uzere olan ve ardından Rabbinden bir sahidin takip ettigi ve kendisinden once bir de onder ve rahmet olarak Musa'nın kitabı bulunan kimse (kafirler gibi) midir? Bunlar o (kitaba) inanırlar. Hangi topluluk onu inkar ederse vadedilen yeri atestir. O'ndan (Kitap) dan suphen olmasın. Suphesiz O, Rabbinden (gelen) haktır. Fakat, insanların cogu iman etmezler |
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا ۚ أُولَٰئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَىٰ رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْأَشْهَادُ هَٰؤُلَاءِ الَّذِينَ كَذَبُوا عَلَىٰ رَبِّهِمْ ۚ أَلَا لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ (18) Allah’a karsı yalan duzerek iftira edenden daha zalim kim olabilir? Iste bunlar, Rablerine arz edilecekler ve sahitler de, “Rablerine karsı yalan soyleyenler iste bunlardır” diyeceklerdir. Biliniz ki, Allah’ın laneti zalimler uzerinedir |
الَّذِينَ يَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ (19) Onlar (halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu egri ve celiskili gostermek isteyen kimselerdir. Hem de onlar ahireti inkar edenlerin ta kendileridir |
أُولَٰئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ۘ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ ۚ مَا كَانُوا يَسْتَطِيعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ (20) Bunlar, yeryuzunde (Allah'ı) aciz bırakacak degillerdir. Onların Allah’tan baska bir velisi/yardımcısı da yoktur. Onlara kat kat azap vardır. Cunku onlar, (hakkı) isitmezler ve gormezlerdi |
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ (21) Iste bunlar, kendilerini ziyana ugratan kimselerdir. Uydurmakta oldukları seyler de kendilerini yuz ustu bırakıp kaybolup gitmistir |
لَا جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ (22) Gercekten onlar, ahirette en cok husrana ugrayanlardır |
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَأَخْبَتُوا إِلَىٰ رَبِّهِمْ أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (23) Iman edip, salih ameller isleyen ve Rablerine gonulden baglananlara gelince, iste onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır |
۞ مَثَلُ الْفَرِيقَيْنِ كَالْأَعْمَىٰ وَالْأَصَمِّ وَالْبَصِيرِ وَالسَّمِيعِ ۚ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًا ۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (24) Bu iki zumrenin durumu, kor ve sagır ile goren ve isiten kimseler gibidir. Bunların durumları hic birbirlerine denk olur mu? Hala dusunmez misiniz |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُّبِينٌ (25) Andolsun, biz Nuh’u kavmine peygamber olarak gonderdik. Onlara soyle dedi: ''Ben sizin icin apacık bir uyarıcıyım |
أَن لَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ ۖ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ أَلِيمٍ (26) Allah’tan baskasına tapmayın/ibadet etmeyin! Ben, size (gelecek) elem verici bir gunun azabından korkuyorum |
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ مَا نَرَاكَ إِلَّا بَشَرًا مِّثْلَنَا وَمَا نَرَاكَ اتَّبَعَكَ إِلَّا الَّذِينَ هُمْ أَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِ وَمَا نَرَىٰ لَكُمْ عَلَيْنَا مِن فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ (27) Halkının ileri gelen kafir takımı: "Biz, senin sadece bizim gibi bir insan oldugunu goruyoruz. Sana, gorusu olmayan, ayak takımından baska kimsenin tabi oldugunu da gormuyoruz. Sizin bizim uzerimize bir ustunlugunuzu de gormuyoruz. Aksine sizin yalancılar oldugunuza inanıyoruz" dediler |
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَىٰ بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَآتَانِي رَحْمَةً مِّنْ عِندِهِ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ أَنُلْزِمُكُمُوهَا وَأَنتُمْ لَهَا كَارِهُونَ (28) Nuh dedi ki: “Ey Kavmim! Soyleyin bakalım; sayet ben Rabbimden gelen apacık bir delil uzerinde isem ve O, kendi katından bana bir rahmet vermis de siz ona karsı kor kalmıssanız, onu istemediginiz halde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?” |
وَيَا قَوْمِ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مَالًا ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ ۚ وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الَّذِينَ آمَنُوا ۚ إِنَّهُم مُّلَاقُو رَبِّهِمْ وَلَٰكِنِّي أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ (29) Ey kavmim! Buna karsı ben sizden herhangi bir mal da istemiyorum. Benim mukafatım ancak Allah’a aittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da degilim. Cunku onlar Rablerine kavusacaklardır. Fakat ben sizin bilgisizce davranan bir toplum oldugunuzu goruyorum |
وَيَا قَوْمِ مَن يَنصُرُنِي مِنَ اللَّهِ إِن طَرَدتُّهُمْ ۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (30) “Ey kavmim! Eger ben onları kovarsam, Allah'a karsı bana kim yardım eder? Hic dusunmuyor musunuz?” |
وَلَا أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ إِنِّي مَلَكٌ وَلَا أَقُولُ لِلَّذِينَ تَزْدَرِي أَعْيُنُكُمْ لَن يُؤْتِيَهُمُ اللَّهُ خَيْرًا ۖ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا فِي أَنفُسِهِمْ ۖ إِنِّي إِذًا لَّمِنَ الظَّالِمِينَ (31) Size ben, “Allah’ın hazineleri yanımdadır” demiyorum, gaybı da bilmem. “Ben bir melegim” de demiyorum. Sizin hor gordugunuz kimseler icin, “Allah, onlara asla hicbir hayır vermez” de diyemem. Allah, onların iclerindekini daha iyi bilir. Boyle bir sey soylersem, o zaman ben gercekten zalimlerden olurum |
قَالُوا يَا نُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَأَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (32) Dediler ki: “Ey Nuh! Bizimle tartıstın ve tartısmayı uzattın. Eger dogru soyleyenlerden isen, haydi kendisiyle bizi tehdit ettigin azabı getir.” |
قَالَ إِنَّمَا يَأْتِيكُم بِهِ اللَّهُ إِن شَاءَ وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ (33) Nuh dedi ki: “Onu size, dilerse ancak Allah getirir ve siz (Allah’tan) kacamayacaksınız.” |
وَلَا يَنفَعُكُمْ نُصْحِي إِنْ أَرَدتُّ أَنْ أَنصَحَ لَكُمْ إِن كَانَ اللَّهُ يُرِيدُ أَن يُغْوِيَكُمْ ۚ هُوَ رَبُّكُمْ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (34) Ben size ogut vermek istesem de, eger Allah sizi azdırmak istemisse, ogudum size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve O’na donduruleceksiniz |
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ ۖ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ إِجْرَامِي وَأَنَا بَرِيءٌ مِّمَّا تُجْرِمُونَ (35) (Ey Muhammed!) Yoksa “Onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu mu?" diyorlar. De ki: “Eger onu uydurmussam, sucum bana aittir. Ben de sizin islemekte oldugunuz suclardan uzagım.” |
وَأُوحِيَ إِلَىٰ نُوحٍ أَنَّهُ لَن يُؤْمِنَ مِن قَوْمِكَ إِلَّا مَن قَدْ آمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ (36) Nuh'a, “Senin kavminden, gercekten iman etmis olanlardan baskası artık iman etmeyecektir; o halde yaptıkları seylerden dolayı uzulme” diye vahyolundu |
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا ۚ إِنَّهُم مُّغْرَقُونَ (37) Gozlerimizin onunde vahyettigimize gore gemi yap, zulmedenler hakkında bana birsey soyleme! Muhakkak onlar bogulacaklardır |
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَأٌ مِّن قَوْمِهِ سَخِرُوا مِنْهُ ۚ قَالَ إِن تَسْخَرُوا مِنَّا فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَ (38) (Nuh) gemiyi yapıyordu. Kavminden ileri gelenler her ne zaman yanına ugrasalar, onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: ''Bizimle alay ediyorsanız, sizin bizimle alay ettiginiz gibi biz de sizinle alay edecegiz |
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَن يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُّقِيمٌ (39) Birazdan alcaltıcı azabın kime gelecegini ve kalıcı azabın kimi kusatacagını anlayacaksınız |
حَتَّىٰ إِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ قُلْنَا احْمِلْ فِيهَا مِن كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَن سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ آمَنَ ۚ وَمَا آمَنَ مَعَهُ إِلَّا قَلِيلٌ (40) Sonunda emrimiz gelip, tandır (icinden sular) kaynamaya baslayınca: "Her cinsten birer cifti ve kendileri hakkında daha once hukum verilmis olanlar dısındaki aileni ve iman edenleri gemiye bindir" dedik. Zaten onun yanında iman etmis olan kimseler cok azdı |
۞ وَقَالَ ارْكَبُوا فِيهَا بِسْمِ اللَّهِ مَجْرَاهَا وَمُرْسَاهَا ۚ إِنَّ رَبِّي لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ (41) (Nuh), “Binin ona. Onun yuzup gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Suphesiz Rabbim cok bagıslayandır, cok merhamet edendir.” dedi |
وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ فِي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادَىٰ نُوحٌ ابْنَهُ وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَب مَّعَنَا وَلَا تَكُن مَّعَ الْكَافِرِينَ (42) Gemi daglar gibi dalgalar arasında akıp onları goturuyordu. Nuh, bir kenara cekilmis ogluna: "Yavrucugum, bizimle bin, kafirlerle olma!" diye seslendi |
قَالَ سَآوِي إِلَىٰ جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاءِ ۚ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ إِلَّا مَن رَّحِمَ ۚ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ (43) O, (Oglu) “Ben, kendimi sudan koruyacak bir daga sıgınacagım” dedi. Nuh, “Bugun Allah’ın rahmet ettikleri haric, O’nun azabından korunacak hic kimse yoktur” dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oglu bogulanlardan oldu |
وَقِيلَ يَا أَرْضُ ابْلَعِي مَاءَكِ وَيَا سَمَاءُ أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاءُ وَقُضِيَ الْأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ ۖ وَقِيلَ بُعْدًا لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (44) “Ey yeryuzu! Yut suyunu. Ey gok! Tut suyunu” denildi. Su cekildi, is bitirildi. Gemi de Cudi’ye oturdu ve; “Zalimler toplulugu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi |
وَنَادَىٰ نُوحٌ رَّبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ (45) Nuh, Rabbine seslenip soyle dedi: “Rabbim! Suphesiz oglum da ailemdendir. Senin vaadin elbette gercektir. Sen de hukmedenlerin en iyi hukmedenisin.” |
قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ ۖ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ ۖ فَلَا تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ ۖ إِنِّي أَعِظُكَ أَن تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ (46) Allah: “Ey Nuh! O, asla senin ailenden degildir. Onun yaptıgı, iyi olmayan bir istir. O halde, hakkında hicbir bilgin olmayan seyi benden isteme. Ben cahillerden olmayasın diye sana ogut veriyorum.” dedi |
قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ ۖ وَإِلَّا تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُن مِّنَ الْخَاسِرِينَ (47) Nuh, “Rabbim! Suphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan seyi istemekten sana sıgınırım. Eger beni bagıslamaz ve bana acımazsan, suphesiz ziyana ugrayanlardan olurum.” dedi |
قِيلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِّنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلَىٰ أُمَمٍ مِّمَّن مَّعَكَ ۚ وَأُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ (48) Ona denildi ki: ''Ey Nuh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan bircok ummete bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden) in. Daha birtakım ummetler de olacak ki, biz onları (dunyada) faydalandıracagız. Sonra da bizden kendilerine elem dolu bir azap dokunacak |
تِلْكَ مِنْ أَنبَاءِ الْغَيْبِ نُوحِيهَا إِلَيْكَ ۖ مَا كُنتَ تَعْلَمُهَا أَنتَ وَلَا قَوْمُكَ مِن قَبْلِ هَٰذَا ۖ فَاصْبِرْ ۖ إِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقِينَ (49) Iste bunlar, sana vahyettigimiz gayb haberlerindendir. Bundan once onları ne sen biliyordun, ne de kavmin. O halde sabret. Cunku (iyi) sonuc, Allah’a karsı gelmekten sakınanların olacaktır |
وَإِلَىٰ عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا ۚ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا مُفْتَرُونَ (50) Ad toplumuna da kardesleri Hud’u gonderdik: "Ey halkım! (yalnızca) Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan baska hak ilahınız yoktur. (Baska ilahlara ibadet ederek) Siz sadece iftira ediyordunuz." dedi |
يَا قَوْمِ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى الَّذِي فَطَرَنِي ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (51) Ey halkım! Sizden bir ucret beklemiyorum. Benim ecrim, beni yoktan yaratana aittir. Aklınızı kullanmıyor musunuz |
وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُم مِّدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً إِلَىٰ قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِمِينَ (52) Ey kavmim! Rabbinizden magfiret dileyin, sonra da O'na tevbe edin ki uzerinize bol bol yagmur gondersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Gunahkarlar olarak yuz cevirmeyin |
قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِكِي آلِهَتِنَا عَن قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ (53) Ey Hud! Sen bize apacık bir delil getirmedin, biz de senin sozunle ilahlarımızı bırakacak ve sana iman edecek degiliz." dediler |
إِن نَّقُولُ إِلَّا اعْتَرَاكَ بَعْضُ آلِهَتِنَا بِسُوءٍ ۗ قَالَ إِنِّي أُشْهِدُ اللَّهَ وَاشْهَدُوا أَنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ (54) Biz ancak ilahlarımızdan biri seni kotu carpmıs demekten baska bir sey demeyiz, dediler. Hud: Ben, Allah’ı sahit tutuyorum. Siz de sahit olun ki, ben sizin O’nu bırakıp kostugunuz sirklerden uzagım |
مِن دُونِهِ ۖ فَكِيدُونِي جَمِيعًا ثُمَّ لَا تُنظِرُونِ (55) Bana hepiniz toptan tuzagınızı kurun. Sonra da bana muhlet vermeyin, dedi |
إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللَّهِ رَبِّي وَرَبِّكُم ۚ مَّا مِن دَابَّةٍ إِلَّا هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا ۚ إِنَّ رَبِّي عَلَىٰ صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ (56) Suphesiz ben, benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkul ettim. Hareket eden ne kadar canlı varsa hepsinin alnından tutan O’dur. Benim Rabbim gercekten dosdogru bir yol uzeredir |
فَإِن تَوَلَّوْا فَقَدْ أَبْلَغْتُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ ۚ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْئًا ۚ إِنَّ رَبِّي عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ (57) Eger yuz cevirirseniz suphesiz ki benimle size gonderileni size teblig ettim. Rabbim sizin yerinize baska bir kavim getirir ve siz O’na hicbir zarar veremezsiniz. Cunku benim Rabbim her seyi gozetendir |
وَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُودًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِّنَّا وَنَجَّيْنَاهُم مِّنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ (58) Emrimiz gelince, Hud'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, onları agır bir azaptan kurtulusa erdirdik |
وَتِلْكَ عَادٌ ۖ جَحَدُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُوا أَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (59) Iste Ad kavmi! Rablerinin ayetlerini inkar ettiler. O’nun peygamberlerine karsı geldiler ve inatcı her zorbanın emrine uydular |
وَأُتْبِعُوا فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ أَلَا إِنَّ عَادًا كَفَرُوا رَبَّهُمْ ۗ أَلَا بُعْدًا لِّعَادٍ قَوْمِ هُودٍ (60) Onlar hem bu dunyada hem de kıyamet gununde lanete tabi tutuldular. Biliniz ki, Ad (kavmi) Rablerini inkar ettiler. (Sunu da) bilin ki Hud'un kavmi Ad, Allah'ın rahmetinden uzak kılındı |
۞ وَإِلَىٰ ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا ۚ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ ۚ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُّجِيبٌ (61) Semud kavmine de kardesleri Salih’i peygamber gonderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Yalnızca Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan baska hicbir ilahınız yok. O, sizi yerden yaratıp sizi orada bir omur boyu yasattı. O halde O’ndan magfiret dileyin. Sonra O’na tevbe edin. Suphesiz ki Rabbim cok yakındır, duaları kabul edendir.” |
قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنتَ فِينَا مَرْجُوًّا قَبْلَ هَٰذَا ۖ أَتَنْهَانَا أَن نَّعْبُدَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا وَإِنَّنَا لَفِي شَكٍّ مِّمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ (62) Ey Salih! Sen bundan once, icimizde umit beslenilen bir kimseydin; simdi babalarımızın ibadet ettiklerine ibadet etmekten bizi men mi ediyorsun? Dogrusu bizi cagırdıgın seyden cok kuskulandıran bir suphe icindeyiz" dediler |
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَىٰ بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَآتَانِي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَن يَنصُرُنِي مِنَ اللَّهِ إِنْ عَصَيْتُهُ ۖ فَمَا تَزِيدُونَنِي غَيْرَ تَخْسِيرٍ (63) Salih, dedi ki: “Ey kavmim! Soyleyin bakayım, eger ben Rabbim tarafından apacık bir delil uzerinde isem ve bana tarafından bir rahmet (peygamberlik) vermisse, O’na karsı geldigim takdirde beni Allah’tan kim koruyabilir? Demek ki, zarara ugratmaktan baska bana katkınız olmaz.” |
وَيَا قَوْمِ هَٰذِهِ نَاقَةُ اللَّهِ لَكُمْ آيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللَّهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَرِيبٌ (64) “Ey kavmim! Iste size mucize olarak Allah’ın disi bir devesi. Bırakın onu, Allah’ın arzında yayılıp otlasın. Ona kotuluk dokundurmayın, yoksa sizi yakında bir azap yakalar.” |
فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا فِي دَارِكُمْ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ ۖ ذَٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ (65) Derken deveyi kestiler. Salih, dedi ki: “Yurdunuzda uc gun daha yasayın. (Sonra helak olacaksınız.) Iste bu, yalanlanamayacak bir tehdittir.” |
فَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِّنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍ ۗ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَزِيزُ (66) Emrimiz gelince, Salih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak (azaptan) ve o gunun zilletinden kurtardık. Suphesiz Rabbin mutlak guc sahibidir, hukum ve hikmet sahibidir |
وَأَخَذَ الَّذِينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ (67) Zalimleri ise bir cıglık aldı ve yurtlarında cansız olarak cokup kaldılar |
كَأَن لَّمْ يَغْنَوْا فِيهَا ۗ أَلَا إِنَّ ثَمُودَ كَفَرُوا رَبَّهُمْ ۗ أَلَا بُعْدًا لِّثَمُودَ (68) Sanki orada hic yasamamıslardı. Biliniz ki Semud kavmi Rablerini inkar etti. (Yine) biliniz ki Semud kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklastı |
وَلَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَىٰ قَالُوا سَلَامًا ۖ قَالَ سَلَامٌ ۖ فَمَا لَبِثَ أَن جَاءَ بِعِجْلٍ حَنِيذٍ (69) Andolsun, elcilerimiz (melekler), Ibrahim’e mujde getirip; “Selam sana!” dediler. O, “Size de selam” dedi ve kızartılmıs bir buzagı getirmekte gecikmedi |
فَلَمَّا رَأَىٰ أَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ إِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً ۚ قَالُوا لَا تَخَفْ إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَىٰ قَوْمِ لُوطٍ (70) Ellerinin buna uzanmadıgını gorunce, onlardan cekindi ve kalbine bir korku girdi. Onlar (onun bu halini gorunce): "Korkma, biz Lut kavmi icin gonderildik." dediler |
وَامْرَأَتُهُ قَائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ وَمِن وَرَاءِ إِسْحَاقَ يَعْقُوبَ (71) Ibrahim’in karısı ayakta idi. (Bu sozleri duyunca) guldu. Ona da Ishak’ı mujdeledik; Ishak’ın arkasından da Yakub’u |
قَالَتْ يَا وَيْلَتَىٰ أَأَلِدُ وَأَنَا عَجُوزٌ وَهَٰذَا بَعْلِي شَيْخًا ۖ إِنَّ هَٰذَا لَشَيْءٌ عَجِيبٌ (72) (Ibrahim'in karısı) Vay halime! Ben ihtiyar bir kadınım, kocam da yaslı oldugu halde nasıl dogurabilirim? Bu sasılacak bir sey! dedi |
قَالُوا أَتَعْجَبِينَ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ ۖ رَحْمَتُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الْبَيْتِ ۚ إِنَّهُ حَمِيدٌ مَّجِيدٌ (73) Melekler: “Allah’ın emrine mi sasıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocagının) ev halkı! Suphesiz O, ovulmeye layıktır, sanı yucedir.” dediler |
فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ الرَّوْعُ وَجَاءَتْهُ الْبُشْرَىٰ يُجَادِلُنَا فِي قَوْمِ لُوطٍ (74) Ibrahim’in korkusu gidip kendisine mujde gelince, Lut kavmi hakkında bizim (elcilerimiz) le tartısmaya koyuldu |
إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لَحَلِيمٌ أَوَّاهٌ مُّنِيبٌ (75) Dogrusu Ibrahim, yumusak huylu, duygulu ve gonulden (Allah'a) yonelen biriydi |
يَا إِبْرَاهِيمُ أَعْرِضْ عَنْ هَٰذَا ۖ إِنَّهُ قَدْ جَاءَ أَمْرُ رَبِّكَ ۖ وَإِنَّهُمْ آتِيهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ (76) Elcilerimiz: “Ey Ibrahim bundan vazgec! Cunku Rabbinin emri kesin olarak gelmistir. Suphesiz onlara geri dondurulemeyecek bir azap gelecektir.” dediler |
وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالَ هَٰذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ (77) Elcilerimiz Lut’a gelince onların yuzunden uzuldu, gogsu daraldı ve; “Bu cok zor bir gun” dedi |
وَجَاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِن قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ ۚ قَالَ يَا قَوْمِ هَٰؤُلَاءِ بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ ۖ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي ۖ أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ (78) Daha once cirkin isler yapan halk, kosarak ona geldiler. Lut: "Ey kavmim! Iste bunlar, kızlarımdır. Onlar sizin icin en temiz olandır. Allah’tan sakının, misafirlerime beni rezil etmeyin. Icinizde hic mi aklı basında olan bir adam yok?" dedi |
قَالُوا لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا فِي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّ وَإِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُرِيدُ (79) Senin kızlarını istemedigimizi biliyorsun. Bizim ne istedigimizi de elbette biliyorsun, dediler |
قَالَ لَوْ أَنَّ لِي بِكُمْ قُوَّةً أَوْ آوِي إِلَىٰ رُكْنٍ شَدِيدٍ (80) (Lut da:) “Keske size karsı (koyacak) bir gucum olsaydı, ya da saglam bir destege dayanabilseydim” dedi |
قَالُوا يَا لُوطُ إِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَن يَصِلُوا إِلَيْكَ ۖ فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِّنَ اللَّيْلِ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنكُمْ أَحَدٌ إِلَّا امْرَأَتَكَ ۖ إِنَّهُ مُصِيبُهَا مَا أَصَابَهُمْ ۚ إِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُ ۚ أَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَرِيبٍ (81) (Melekler) dediler ki: “Ey Lut! Biz Rabbinin elcileriyiz. Onlar sana asla ulasamayacaklar. Geceleyin bir vakitte aileni al gotur. Icinizden kimse ardına bakmasın. Ancak karın mustesna. (Onu bırak.) Cunku onların (kavminin) basına gelecek olan azap, onun basına da gelecektir. Onların azapla bulusma zamanı sabahtır. Sabah yakın degil midir?” |
فَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِّن سِجِّيلٍ مَّنضُودٍ (82) (Azap) emrimiz gelince oranın altını ustune getirdik. Uzerine de Rabbinin katında isaretlenmis pisirilmis balcıktan taslar yagdırdık |
مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ ۖ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِمِينَ بِبَعِيدٍ (83) Rabbinin katından, isaretlenerek (yagdırılmıstır). Bu (azap) simdi de zalimlerden (Mekkeli'lerden) uzak degildir |
۞ وَإِلَىٰ مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا ۚ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ وَلَا تَنقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ ۚ إِنِّي أَرَاكُم بِخَيْرٍ وَإِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُّحِيطٍ (84) Medyen halkına da kardesleri Su’ayb’ı peygamber gonderdik. O, soyle dedi: “Ey kavmim! Yalnızca Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan baska hicbir ilahınız yoktur. Olcuyu ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk icinde goruyorum. Ben sizin adınıza kusatıcı bir gunun azabından korkuyorum |
وَيَا قَوْمِ أَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ ۖ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ (85) Ey kavmim! Olcuyu ve tartıyı adaletle tam yapın. Insanların esyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryuzunde bozgunculuk yaparak karısıklık cıkarmayın |
بَقِيَّتُ اللَّهِ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ۚ وَمَا أَنَا عَلَيْكُم بِحَفِيظٍ (86) Eger iman eden kimseler iseniz Allah’ın bıraktıgı helal kazanc sizin icin daha hayırlıdır. Ben sizin basınızda bir bekci degilim |
قَالُوا يَا شُعَيْبُ أَصَلَاتُكَ تَأْمُرُكَ أَن نَّتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَن نَّفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاءُ ۖ إِنَّكَ لَأَنتَ الْحَلِيمُ الرَّشِيدُ (87) Dediler ki: "Ey Suayb! Atalarımızın ibadet ettikleri seyleri yahut mallarımız hususunda diledigimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumusak huylu ve cok akıllısın |
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَىٰ بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَرَزَقَنِي مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًا ۚ وَمَا أُرِيدُ أَنْ أُخَالِفَكُمْ إِلَىٰ مَا أَنْهَاكُمْ عَنْهُ ۚ إِنْ أُرِيدُ إِلَّا الْإِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُ ۚ وَمَا تَوْفِيقِي إِلَّا بِاللَّهِ ۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ (88) Suayb, soyle dedi: ''Ey kavmim! Soyleyin bakayım. Ya ben Rabbimden gelen acık bir delil uzere isem ve katından bana guzel bir rızık vermisse! Ben size yasakladıgımı kendim yapmak istemiyorum. Ben sadece gucum yettigince (sizi) duzeltmek istiyorum. Basarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkul ettim ve sadece O’na yoneliyorum |
وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقِي أَن يُصِيبَكُم مِّثْلُ مَا أَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ أَوْ قَوْمَ هُودٍ أَوْ قَوْمَ صَالِحٍ ۚ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِّنكُم بِبَعِيدٍ (89) “Ey Kavmim! Bana karsı olan dusmanlıgınız, Nuh kavminin veya Hud kavminin yahut Salih kavminin basına gelenin benzeri gibi bir felaketi sakın sizin de basınıza getirmesin. (Ve unutmayın ki) Lut kavmi sizden uzak degildir.” |
وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ ۚ إِنَّ رَبِّي رَحِيمٌ وَدُودٌ (90) Rabbinizden bagıslanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Suphesiz Rabbim cok merhametlidir, cok sevendir |
قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ كَثِيرًا مِّمَّا تَقُولُ وَإِنَّا لَنَرَاكَ فِينَا ضَعِيفًا ۖ وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَ ۖ وَمَا أَنتَ عَلَيْنَا بِعَزِيزٍ (91) Dediler ki: ''Ey Suayb! Dediklerinin cogunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf goruyoruz. Eger kabilen olmasaydı, seni tasa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı biri degilsin |
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَهْطِي أَعَزُّ عَلَيْكُم مِّنَ اللَّهِ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَاءَكُمْ ظِهْرِيًّا ۖ إِنَّ رَبِّي بِمَا تَعْمَلُونَ مُحِيطٌ (92) Suayb, soyle dedi: ''Ey kavmim! Benim kabilem sizce Allah’tan daha itibarlı mı ki, O’na sırt cevirdiniz? Suphesiz Rabbim, sizin yaptıklarınızı cepecevre kusatıcıdır |
وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلَىٰ مَكَانَتِكُمْ إِنِّي عَامِلٌ ۖ سَوْفَ تَعْلَمُونَ مَن يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌ ۖ وَارْتَقِبُوا إِنِّي مَعَكُمْ رَقِيبٌ (93) Ey halkım! Elinizden gelen, her seyi yapın, ben de yapacagım. Kime rezil edici bir azabın gelecegini, kimin yalancı oldugunu bileceksiniz. Bekleyin, dogrusu ben de sizinle bekliyorum |
وَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْبًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِّنَّا وَأَخَذَتِ الَّذِينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ (94) Emrimiz gelince, Suayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri katımızdan bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri ise o korkunc (ugultulu) ses yakaladı da yurtlarında dizustu cokekaldılar |
كَأَن لَّمْ يَغْنَوْا فِيهَا ۗ أَلَا بُعْدًا لِّمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ (95) Sanki orada hic yasamamıslardı. Biliniz ki Semud kavmi, Allah’ın rahmetinden uzaklastıgı gibi Medyen halkı da uzaklastı |
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ (96) Musa’yı da ayetlerimizle ve acık bir delil ile gondermistik |
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاتَّبَعُوا أَمْرَ فِرْعَوْنَ ۖ وَمَا أَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَشِيدٍ (97) Firavun'a ve onun ileri gelenlerine (gonderdik). Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri dogru degildi |
يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَأَوْرَدَهُمُ النَّارَ ۖ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ (98) Firavun, kıyamet gununde kavminin onune gececek ve onları atese goturecektir. Ne kotu varıs yeridir orası |
وَأُتْبِعُوا فِي هَٰذِهِ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ ۚ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ (99) Onlar, hem bu dunyada, hem de kıyamet gununde lanete ugratıldılar. Ne kotu bagıstır bu onlara verilen |
ذَٰلِكَ مِنْ أَنبَاءِ الْقُرَىٰ نَقُصُّهُ عَلَيْكَ ۖ مِنْهَا قَائِمٌ وَحَصِيدٌ (100) Iste bunlar sana kıssa olarak anlattıgımız ulkelere ait haberlerdendir. Onlardan ayakta duranlar da var, yıkılıp gidenler de |
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلَٰكِن ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ ۖ فَمَا أَغْنَتْ عَنْهُمْ آلِهَتُهُمُ الَّتِي يَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مِن شَيْءٍ لَّمَّا جَاءَ أَمْرُ رَبِّكَ ۖ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْبِيبٍ (101) Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin emri gelince, Allah’ı bırakıp da dua ettikleri ilahları kendilerine hicbir fayda saglamadı. Ilahları onların sadece ziyanlarını artırdı |
وَكَذَٰلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَىٰ وَهِيَ ظَالِمَةٌ ۚ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ (102) Zulme sapmıs memleketlerin halkını yakaladıgında, Rabbinin yakalaması iste boyledir! Suphesiz O’nun yakalaması can yakıcı ve siddetlidir |
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِّمَنْ خَافَ عَذَابَ الْآخِرَةِ ۚ ذَٰلِكَ يَوْمٌ مَّجْمُوعٌ لَّهُ النَّاسُ وَذَٰلِكَ يَوْمٌ مَّشْهُودٌ (103) Suphesiz, ahiret azabından korkanlar icin bunda bir ibret vardır. Bu, insanların (hesap ve ceza icin) toplanacakları bir gundur. O, tanık olunacak bir gundur |
وَمَا نُؤَخِّرُهُ إِلَّا لِأَجَلٍ مَّعْدُودٍ (104) Biz onu (kıyamet gununu) ancak belirli bir zamana kadar erteliyoruz |
يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۚ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَعِيدٌ (105) O gun geldigi zaman Allah’ın izni olmadan hicbir kimse konusamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi bahtiyardır |
فَأَمَّا الَّذِينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَشَهِيقٌ (106) Bedbaht olanlar atestedirler. Onlar orada yuksek hırıltılarla ve inleyerek solurlar |
خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ ۚ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ (107) Onlar, gokler ve yerler ayakta durdukca orada ebedi olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi baska. Suphesiz Rabbin, istedigini yapandır |
۞ وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ ۖ عَطَاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ (108) Bahtiyar olanlar ise Cennet'tedirler. Gokler ve yer ayakta durdukca, orada ebedi kalacaklardır. Ancak Rabbinin diledigi kimseler (Mu'minlerden bir kısım gunahkarlar) mustesna. Bu tukenmez/kesintisiz bir lutuftur |
فَلَا تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِّمَّا يَعْبُدُ هَٰؤُلَاءِ ۚ مَا يَعْبُدُونَ إِلَّا كَمَا يَعْبُدُ آبَاؤُهُم مِّن قَبْلُ ۚ وَإِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَصِيبَهُمْ غَيْرَ مَنقُوصٍ (109) Oyleyse sakın onların ibadet ettigi seylerden kuskun olmasın. Onlar ancak, evvelce babalarının tapındıkları gibi tapınıyorlar. Biz, onlara paylarını eksiksiz olarak verecegiz |
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ ۚ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ۚ وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ (110) Andolsun Biz Musa’ya o Kitabı verdik de hakkında ayrılıga dusuldu. Daha once Rabbin tarafından verilmis bir soz olmasaydı, aralarında (azabın gelmesi icin) hukmedilmis olurdu. Onlar, hala bundan sek ve suphe icindedirler |
وَإِنَّ كُلًّا لَّمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ أَعْمَالَهُمْ ۚ إِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَبِيرٌ (111) Suphesiz Rabbin onların her birine, yaptıklarının karsılıgını tastamam verecektir. Suphesiz Rabbin onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır |
فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْا ۚ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ (112) Oyle ise emrolundugun gibi dosdogru ol. Beraberindeki tevbe edenler de dosdogru olsunlar.Ve asırı gitmeyin. Suphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla gorur |
وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ (113) Bir de zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ates dokunur. Sizin Allah’tan baska yardımcılarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez |
وَأَقِمِ الصَّلَاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ ۚ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ۚ ذَٰلِكَ ذِكْرَىٰ لِلذَّاكِرِينَ (114) (Ey Muhammed!) Gunduzun iki tarafında ve gecenin gunduze yakın vakitlerinde namaz kıl. Cunku iyilikler kotulukleri giderir. Bu, ogut alanlar icin bir oguttur |
وَاصْبِرْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ (115) (Ey Muhammed!) Sabırlı ol! Cunku Allah ihsan sahibi kimselerin mukafatını zayi etmez |
فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِن قَبْلِكُمْ أُولُو بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْأَرْضِ إِلَّا قَلِيلًا مِّمَّنْ أَنجَيْنَا مِنْهُمْ ۗ وَاتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَا أُتْرِفُوا فِيهِ وَكَانُوا مُجْرِمِينَ (116) Sizden onceki nesiller arasında yeryuzunde fesadı engelleyecek fazilet sahipleri olmalı degil miydi? Fakat onlardan, kurtulusa erdirdigimiz az bir kısmı mustesnadır. Zalimler ise, yalnız kendilerine verilen refahın ardına dustuler ve gunahkar kimseler oldular |
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَىٰ بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ (117) Halkı ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin o memleketleri zulum ile helak edecek degildr |
وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً ۖ وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِفِينَ (118) Eger Rabbin dileseydi, insanları tek bir millet/din uzere kılardı. Fakat onlar ihtilaf edip durmaktadırlar |
إِلَّا مَن رَّحِمَ رَبُّكَ ۚ وَلِذَٰلِكَ خَلَقَهُمْ ۗ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ (119) Rabbinin rahmet ettikleri mustesna. Zaten onları bunun icin yaratmıstır. Rabbinin: “Andolsun ki Ben cehennemi cin ve insanlarla dolduracagım” sozu de tumuyle gerceklesmistir |
وَكُلًّا نَّقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ ۚ وَجَاءَكَ فِي هَٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَىٰ لِلْمُؤْمِنِينَ (120) Peygamberlerin haberlerinden senin kalbine sebat verecek her seyi sana anlatıyoruz. Bunlarda, sana hak, mu’minlere de bir ogut ve hatırlatma gelmistir |
وَقُل لِّلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ اعْمَلُوا عَلَىٰ مَكَانَتِكُمْ إِنَّا عَامِلُونَ (121) Iman etmeyenlere soyle de: "Elinizden gelen her seyi yapın, ben de yapacagım |
وَانتَظِرُوا إِنَّا مُنتَظِرُونَ (122) Bekleyin! Suphesiz biz de bekleyicileriz |
وَلِلَّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الْأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ ۚ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (123) Goklerin ve yerin gaybı yalnız Allah’a mahsustur. Butun isler O’na dondurulur. Oyle ise sadece O’na ibadet et ve O’na tevekkul edip, guven. Rabbin yaptıklarınızdan asla gafil degildir |