×

سورة القصص باللغة التركية الحديثة

ترجمات القرآنباللغة التركية الحديثة ⬅ سورة القصص

ترجمة معاني سورة القصص باللغة التركية الحديثة - Turkish_Modern

القرآن باللغة التركية الحديثة - سورة القصص مترجمة إلى اللغة التركية الحديثة، Surah Qasas in Turkish_Modern. نوفر ترجمة دقيقة سورة القصص باللغة التركية الحديثة - Turkish_Modern, الآيات 88 - رقم السورة 28 - الصفحة 385.

بسم الله الرحمن الرحيم

طسم (1)
Ta, Sin, Mim
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (2)
Bunlar apacık kitabın ayetleridir
نَتْلُو عَلَيْكَ مِن نَّبَإِ مُوسَىٰ وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (3)
Iman eden bir toplum icin, Musa ve Firavun'un haberlerinden bir kısmını sana hak olarak okuyacagız
إِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْأَرْضِ وَجَعَلَ أَهْلَهَا شِيَعًا يَسْتَضْعِفُ طَائِفَةً مِّنْهُمْ يُذَبِّحُ أَبْنَاءَهُمْ وَيَسْتَحْيِي نِسَاءَهُمْ ۚ إِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ (4)
Firavun, yeryuzunde ustunluk/buyukluk taslayıp, oranın halkını fırkalara/gruplara ayırdı. Onlardan bir grubu zayıf ve gucsuz bırakıyor, erkek cocuklarını bogazlıyor, kadınlarını sag bırakıyordu. Cunku o, bozgunculardan idi
وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ (5)
Biz ise, ulkede gucsuz bırakılanlara ihsanda bulunmak ve onları onderler yapmak ve onları (oraya) mirascı kılmak istiyorduk
وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْأَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُم مَّا كَانُوا يَحْذَرُونَ (6)
Onları ulkede guc sahibi kılmak, Firavun ile Haman'a ve ordularına, onlardan (Israilogulları'ndan gelecek diye) korktukları seyi gostermek (istiyorduk)
وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ أُمِّ مُوسَىٰ أَنْ أَرْضِعِيهِ ۖ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي ۖ إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ (7)
Musa’nın anasına: ‘Onu emzir, onun adına bir tehlikeden korkarsan onu hemen denize bırak. Korkma ve uzulme. Suphesiz biz onu sana dondurecek ve onu peygamberlerden kılacagız’ diye ilham ettik
فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا ۗ إِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِئِينَ (8)
Firavun hanedanı onu bulup aldılar. Sonunda onlara dusman ve baslarına dert olacaktı. Cunku Firavun, Haman ve orduları suclu idiler
وَقَالَتِ امْرَأَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ لِّي وَلَكَ ۖ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَىٰ أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (9)
Firavun’un karısı: "Benim ve senin icin goz aydınlıgıdır! Onu oldurmeyin, belki bize faydası dokunur ya da onu evlat ediniriz." dedi. Oysa onlar farkında degillerdi
وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَىٰ فَارِغًا ۖ إِن كَادَتْ لَتُبْدِي بِهِ لَوْلَا أَن رَّبَطْنَا عَلَىٰ قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (10)
Musa’nın annesi kalbi bombos olarak sabah etti. Eger biz, (vaadimize) iman edenlerden olması icin onun kalbini pekistirmemis olsaydık, neredeyse isi acıga vuracaktı
وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ ۖ فَبَصُرَتْ بِهِ عَن جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (11)
(Annesi) Musa’nın kız kardesine; “Onu takip et!” dedi. O da uzaktan gozetledi. Onlar ise farkında degillerdi
۞ وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِن قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَىٰ أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ (12)
Biz daha onceden (annesine geri verilinceye kadar) ona sutanalarını haram etmistik. Bunun uzerine (kız kardesi) dedi ki: “Sizin icin ona bakacak, hem de ona iyilikte bulunacak bir aile gostereyim mi?”
فَرَدَدْنَاهُ إِلَىٰ أُمِّهِ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (13)
Boylece onu; gozu aydın olsun, uzulmesin ve Allah’ın vaadinin hak oldugunu bilsin diye annesine geri dondurduk. Fakat, onların cogu bilmezler
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَاسْتَوَىٰ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (14)
Musa kemal/olgunluk cagına ulasınca ona, hukum ve ilim verdik. Iyileri iste boyle odullendiririz
وَدَخَلَ الْمَدِينَةَ عَلَىٰ حِينِ غَفْلَةٍ مِّنْ أَهْلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِ هَٰذَا مِن شِيعَتِهِ وَهَٰذَا مِنْ عَدُوِّهِ ۖ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذِي مِن شِيعَتِهِ عَلَى الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ فَوَكَزَهُ مُوسَىٰ فَقَضَىٰ عَلَيْهِ ۖ قَالَ هَٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ ۖ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُّضِلٌّ مُّبِينٌ (15)
O halkın haberi olmadıgı bir sırada sehre girdi ve kavga eden iki adam gordu. Birisi kendi tarafından, digeri dusmanlarından idi. Kendi tarafından olan, dusmanına karsı yardım istedi. Musa da ona bir yumruk vurdu, adamı oldurdu. Bu, Seytan'ın isindendir. O, apacık yoldan saptıran bir dusmandır, dedi
قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ ۚ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (16)
Rabbim! Ben kendime zulmettim, beni bagısla!" dedi. Allah da onu bagısladı. Nitekim O, cokca bagıslayandır, cokca merhamet edendir
قَالَ رَبِّ بِمَا أَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ أَكُونَ ظَهِيرًا لِّلْمُجْرِمِينَ (17)
“Rabbim! Bana verdigin nimetle, artık asla gunahkarlara destek olmayacagım.” dedi
فَأَصْبَحَ فِي الْمَدِينَةِ خَائِفًا يَتَرَقَّبُ فَإِذَا الَّذِي اسْتَنصَرَهُ بِالْأَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُ ۚ قَالَ لَهُ مُوسَىٰ إِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُّبِينٌ (18)
Sehirde korku icinde, etrafı gozetleyerek sabahladı. Bir de ne gorsun; dun kendisinden yardım isteyen adam yine feryat edip yardım istiyordu. Musa ona: "Sen, besbelli azgının/sapkının birisin." dedi
فَلَمَّا أَنْ أَرَادَ أَن يَبْطِشَ بِالَّذِي هُوَ عَدُوٌّ لَّهُمَا قَالَ يَا مُوسَىٰ أَتُرِيدُ أَن تَقْتُلَنِي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْأَمْسِ ۖ إِن تُرِيدُ إِلَّا أَن تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْأَرْضِ وَمَا تُرِيدُ أَن تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِحِينَ (19)
Musa, ikisinin de dusmanı olan kimseyi tutup yakalamak isteyince: "Ey Musa! Dun birisini oldurdugun gibi beni de oldurmek mi istiyorsun?" dedi. "Sen, ıslah edenlerden olmayı degil, ulkede bir zorba olmayı istiyorsun." dedi
وَجَاءَ رَجُلٌ مِّنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ يَسْعَىٰ قَالَ يَا مُوسَىٰ إِنَّ الْمَلَأَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ إِنِّي لَكَ مِنَ النَّاصِحِينَ (20)
Sehrin oteki ucundan bir adam kosarak geldi: "Musa!" dedi. "Ileri gelenler seni oldurmek icin hakkında gorusuyorlar. Hemen cık git! Ben, senin (iyiligin) icin nasihat edenlerdenim
فَخَرَجَ مِنْهَا خَائِفًا يَتَرَقَّبُ ۖ قَالَ رَبِّ نَجِّنِي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (21)
Bunun uzerine korku icinde etrafını gozetleyerek oradan cıkıp gitti. "Rabbim!" dedi. "Beni zalim kavimden kurtar
وَلَمَّا تَوَجَّهَ تِلْقَاءَ مَدْيَنَ قَالَ عَسَىٰ رَبِّي أَن يَهْدِيَنِي سَوَاءَ السَّبِيلِ (22)
Medyen’e dogru yonelince: “Umarım Rabbim beni dogru yola iletir” dedi
وَلَمَّا وَرَدَ مَاءَ مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ أُمَّةً مِّنَ النَّاسِ يَسْقُونَ وَوَجَدَ مِن دُونِهِمُ امْرَأَتَيْنِ تَذُودَانِ ۖ قَالَ مَا خَطْبُكُمَا ۖ قَالَتَا لَا نَسْقِي حَتَّىٰ يُصْدِرَ الرِّعَاءُ ۖ وَأَبُونَا شَيْخٌ كَبِيرٌ (23)
Medyen suyuna varınca ust tarafında (davarlarını) sulayan bir grup insan buldu. Onların berisinde ise karısmasın diye (koyunlarını) kollayan iki hanım buldu. “Haliniz nedir” dedi. “Cobanlar gidinceye kadar biz sulamayız. Babamız ise cok yaslı bir ihtiyardır” dediler
فَسَقَىٰ لَهُمَا ثُمَّ تَوَلَّىٰ إِلَى الظِّلِّ فَقَالَ رَبِّ إِنِّي لِمَا أَنزَلْتَ إِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَقِيرٌ (24)
Bunun uzerine Musa, onların (davarlarını) sulayıp bir golgeye cekilerek: “Rabbim dogrusu bana indirecegin hayra muhtacım” dedi
فَجَاءَتْهُ إِحْدَاهُمَا تَمْشِي عَلَى اسْتِحْيَاءٍ قَالَتْ إِنَّ أَبِي يَدْعُوكَ لِيَجْزِيَكَ أَجْرَ مَا سَقَيْتَ لَنَا ۚ فَلَمَّا جَاءَهُ وَقَصَّ عَلَيْهِ الْقَصَصَ قَالَ لَا تَخَفْ ۖ نَجَوْتَ مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (25)
Iki kadından biri utana utana Musa’nın yanına gelerek: “Babam bizim hayvanlarımızı sulamana karsılık ucret vermek icin seni cagırıyor.” dedi. Musa -aleyhisselam- onun yanına varınca basından gecen olayları anlattı. O da: “Artık korkma, o zalim kavimden kurtuldun.” dedi
قَالَتْ إِحْدَاهُمَا يَا أَبَتِ اسْتَأْجِرْهُ ۖ إِنَّ خَيْرَ مَنِ اسْتَأْجَرْتَ الْقَوِيُّ الْأَمِينُ (26)
Ikisinden biri dedi ki: “Babacıgım onu ucretle tut. Cunku senin ucretle tuttuklarının en iyisi kudretli ve emin bir kisidir.”
قَالَ إِنِّي أُرِيدُ أَنْ أُنكِحَكَ إِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلَىٰ أَن تَأْجُرَنِي ثَمَانِيَ حِجَجٍ ۖ فَإِنْ أَتْمَمْتَ عَشْرًا فَمِنْ عِندِكَ ۖ وَمَا أُرِيدُ أَنْ أَشُقَّ عَلَيْكَ ۚ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ (27)
“Ben, sekiz yıl bana ucretle calısman karsılıgında su iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eger bunu on yıla tamamlarsan da, bu sendendir. Sana zorluk cıkarmak istemem. Insallah beni, salih kimselerden bulacaksın.” dedi
قَالَ ذَٰلِكَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ ۖ أَيَّمَا الْأَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّ ۖ وَاللَّهُ عَلَىٰ مَا نَقُولُ وَكِيلٌ (28)
(Musa) "Bu (sekiz ya da on sene), benimle senin arandadır. Bu iki sureden hangisini yerine getirirsem, bana bir haksızlık edilmesin. Allah, soylediklerimize vekildir." dedi
۞ فَلَمَّا قَضَىٰ مُوسَى الْأَجَلَ وَسَارَ بِأَهْلِهِ آنَسَ مِن جَانِبِ الطُّورِ نَارًا قَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَّعَلِّي آتِيكُم مِّنْهَا بِخَبَرٍ أَوْ جَذْوَةٍ مِّنَ النَّارِ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ (29)
Musa sureyi tamamlayıp ailesi ile yola cıkınca Tur’un yan tarafından bir ates gordu. Ailesine: Siz durun, cunku ben bir ates gordum. Belki atesten size bir haber yahut ısınmanız icin size atesten bir parca getiririm, dedi
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِيَ مِن شَاطِئِ الْوَادِ الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَىٰ إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ (30)
Oraya varınca o mubarek yerdeki vadinin sag kıyısından o agactan ona soyle seslenildi: “Ey Musa, muhakkak ben alemlerin Rabbi olan Allah’ım
وَأَنْ أَلْقِ عَصَاكَ ۖ فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّىٰ مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ ۚ يَا مُوسَىٰ أَقْبِلْ وَلَا تَخَفْ ۖ إِنَّكَ مِنَ الْآمِنِينَ (31)
“Ve asanı da yere bırak.” Onu ufak bir yılan gibi hareket ediyor gorunce arkasına bakmadan donup kactı. Ey Musa, geri gel ve korkma, cunku sen guven altında olanlardansın
اسْلُكْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ وَاضْمُمْ إِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ ۖ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِن رَّبِّكَ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ (32)
Elini koynuna sok, kusursuz bembeyaz cıksın. Korkudan dolayı kollarını kendine cek ki (korkun gitsin.) Iste bunlar, Firavun ve cevresine karsı Rabbinin iki delilidir. Onlar, fasık bir toplumdur
قَالَ رَبِّ إِنِّي قَتَلْتُ مِنْهُمْ نَفْسًا فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ (33)
“Rabbim! Ben onlardan bir kisiyi oldurdum. Bu yuzden beni oldurmelerinden korkuyorum.” dedi
وَأَخِي هَارُونُ هُوَ أَفْصَحُ مِنِّي لِسَانًا فَأَرْسِلْهُ مَعِيَ رِدْءًا يُصَدِّقُنِي ۖ إِنِّي أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ (34)
Kardesim Harun’un dili benden daha acıktır. Onu da benimle gonder, bana destek olsun ve beni tasdik etsin. Cunku ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum
قَالَ سَنَشُدُّ عَضُدَكَ بِأَخِيكَ وَنَجْعَلُ لَكُمَا سُلْطَانًا فَلَا يَصِلُونَ إِلَيْكُمَا ۚ بِآيَاتِنَا أَنتُمَا وَمَنِ اتَّبَعَكُمَا الْغَالِبُونَ (35)
Buyurdu ki: “Gucunu kardesinle pekistirecegiz ve size oyle bir guc verecegiz ki ayetlerimiz sayesinde size ulasamayacaklar. Siz ve size uyanlar galiplersiniz.”
فَلَمَّا جَاءَهُم مُّوسَىٰ بِآيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ (36)
Musa onlara apacık ayetlerimizle gelince dediler ki: “Bu ancak duzmece bir buyudur. Biz onceki atalarımız arasında da boylesini isitmemisiz.”
وَقَالَ مُوسَىٰ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَن جَاءَ بِالْهُدَىٰ مِنْ عِندِهِ وَمَن تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِ ۖ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ (37)
Musa dedi ki: “Rabbim kimin nezdinden hidayet geldigini ve yurdun akıbetinin de kimin olacagını bilir. Dogrusu zulmedenler kurtulamazlar.”
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرِي فَأَوْقِدْ لِي يَا هَامَانُ عَلَى الطِّينِ فَاجْعَل لِّي صَرْحًا لَّعَلِّي أَطَّلِعُ إِلَىٰ إِلَٰهِ مُوسَىٰ وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِبِينَ (38)
Firavun da: "Ey ileri gelenler! Sizin icin benden baska ilah tanımıyorum. Ey Haman! Camur uzerine benim icin bir ates yak ve bana bir kule yap. Belki Musa’nın ilahına ulasabilirim. Cunku ben onun yalancılardan oldugunu sanıyorum." dedi
وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ إِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ (39)
O ve orduları, haksız yere yeryuzunde buyuklenmis ve bize dondurulmeyeceklerini sanmıslardı
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ ۖ فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ (40)
Bu sebeple biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Zalimlerin sonunun nasıl olduguna bir bak
وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ ۖ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنصَرُونَ (41)
Biz onları, atese cagıran onculer kıldık. Kıyamet gunu de kendilerine yardım edilmeyecektir
وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً ۖ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ هُم مِّنَ الْمَقْبُوحِينَ (42)
Bu dunyada da peslerine lanet taktık. Kıyamet gunu de onlar, kotulenmis/uzaklastırılmıs kimselerden olacaklardır
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِن بَعْدِ مَا أَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْأُولَىٰ بَصَائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَّعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (43)
Suphesiz onceki nesilleri helak ettikten sonra, belki hatırlayıp ogut alırlar diye Musa'ya, insanlar icin basiretler, hidayet ve rahmet olmak uzere kitap verdik
وَمَا كُنتَ بِجَانِبِ الْغَرْبِيِّ إِذْ قَضَيْنَا إِلَىٰ مُوسَى الْأَمْرَ وَمَا كُنتَ مِنَ الشَّاهِدِينَ (44)
Musa’ya emir verdigimizde sen, Tur Dagı'nın batı tarafında bulunmuyordun. Sen buna sahit olanlardan da degildin
وَلَٰكِنَّا أَنشَأْنَا قُرُونًا فَتَطَاوَلَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ ۚ وَمَا كُنتَ ثَاوِيًا فِي أَهْلِ مَدْيَنَ تَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِنَا وَلَٰكِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ (45)
Fakat biz (Musa’dan sonra) bircok nesiller meydana getirdik. Uzerlerinden uzun zaman gecti. Sen Medyen halkı arasında yasıyor degildin, ayetlerimizi onlardan okuyup ogreniyor da degildin. Fakat (seni peygamber olarak) gonderenler gercekten bizleriz
وَمَا كُنتَ بِجَانِبِ الطُّورِ إِذْ نَادَيْنَا وَلَٰكِن رَّحْمَةً مِّن رَّبِّكَ لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّا أَتَاهُم مِّن نَّذِيرٍ مِّن قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (46)
Biz, Musa'ya seslendigimiz zamanda sen Tur Dagı'nın yanında degildin. Fakat bu, kendilerine senden once bir uyarıcı gelmemis olan bir toplumu belki dusunurler diye uyarman icin Rabbinden bir rahmettir
وَلَوْلَا أَن تُصِيبَهُم مُّصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَيَقُولُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (47)
Kendi elleriyle yaptıklarından dolayı baslarına bir musibet geldiginde: “Rabbimiz, bize bir peygamber gonderseydin de senin ayetlerine tabi olup Mu'minlerden olsaydık.” derler
فَلَمَّا جَاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِندِنَا قَالُوا لَوْلَا أُوتِيَ مِثْلَ مَا أُوتِيَ مُوسَىٰ ۚ أَوَلَمْ يَكْفُرُوا بِمَا أُوتِيَ مُوسَىٰ مِن قَبْلُ ۖ قَالُوا سِحْرَانِ تَظَاهَرَا وَقَالُوا إِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ (48)
Onlara katımızdan hak gelince, “Musa’ya verilen (mucize)lerin benzeri nicin buna da verilmedi?” dediler. Onlar daha once Musa’ya verilen (mucize)leri inkar etmemisler miydi? Onlar: “Iki sihirbaz birbirlerine destek oluyor.” dediler. “Dogrusu biz hepsini (inkar edici) kafirleriz.” dediler
قُلْ فَأْتُوا بِكِتَابٍ مِّنْ عِندِ اللَّهِ هُوَ أَهْدَىٰ مِنْهُمَا أَتَّبِعْهُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (49)
De ki: "Eger dogrulardan iseniz, Allah katından bu iki kitaptan daha dogru bir kitap getirin de, ben de ona tabi olayım
فَإِن لَّمْ يَسْتَجِيبُوا لَكَ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يَتَّبِعُونَ أَهْوَاءَهُمْ ۚ وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوَاهُ بِغَيْرِ هُدًى مِّنَ اللَّهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (50)
Eger sana cevap veremezlerse, bil ki onlar ancak arzularına tabi oluyorlar. Allah'tan bir hidayet olmaksızın kendi hevesine/arzusuna uyandan daha sapık kim olabilir? Suphesiz Allah, zalim topluma hidayet etmez
۞ وَلَقَدْ وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (51)
Andolsun, dusunup ogut alsınlar diye o sozu (Kur’an ayetlerini) onlara pes pese ulastırdık
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِن قَبْلِهِ هُم بِهِ يُؤْمِنُونَ (52)
Daha once kendilerine kitap verdiklerimiz, buna da (Kur'an'a) iman ederler
وَإِذَا يُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ قَالُوا آمَنَّا بِهِ إِنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّنَا إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلِهِ مُسْلِمِينَ (53)
Onlara okundugu zaman derler ki: "Ona iman ettik. Suphesiz o, Rabbimizden gelen haktır. Suphesiz biz, bundan oncede Muslumandık
أُولَٰئِكَ يُؤْتَوْنَ أَجْرَهُم مَّرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ (54)
Iste onlar; sabrettikleri seylerden oturu, iki defa mukafatlandırılırlar, kotulugu iyilikle savarlar ve kendilerine verdigimiz rızıklardan da infak ederler
وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ (55)
Onlar, bos soz isittiklerinde ondan yuz cevirir: “Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız ise sizedir. Size selam olsun! Biz cahilleri (dost olarak) istemeyiz.” derler
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَٰكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاءُ ۚ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ (56)
Suphesiz sen, sevdiklerine hidayet edemezsin. Fakat Allah, diledigine hidayet eder. Hidayete erecek olanları en iyi O bilir
وَقَالُوا إِن نَّتَّبِعِ الْهُدَىٰ مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ أَرْضِنَا ۚ أَوَلَمْ نُمَكِّن لَّهُمْ حَرَمًا آمِنًا يُجْبَىٰ إِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِّزْقًا مِّن لَّدُنَّا وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ (57)
Eger seninle birlikte dogru yolu tutacak olursak, kendi yurdumuzdan cekilip cıkarılırız." dediler. Oysa biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her seyin urunlerinin toplanıp getirildigi; emin, harem kıldıgımız bir yere (Mekke'ye) yerlestirmedik mi? Fakat onların cogu bilmezler
وَكَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَعِيشَتَهَا ۖ فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَن مِّن بَعْدِهِمْ إِلَّا قَلِيلًا ۖ وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِثِينَ (58)
Biz gecimlerinde sımarmıs nice ulkeleri helak ettik. Iste onlardan sonra –cok kısa bir sure dısında- kimsenin oturmadıgı meskenleri. Mirascı olanlar biz olduk biz
وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرَىٰ حَتَّىٰ يَبْعَثَ فِي أُمِّهَا رَسُولًا يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِنَا ۚ وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرَىٰ إِلَّا وَأَهْلُهَا ظَالِمُونَ (59)
Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir rasulu memleketlerin anasına (Mekke'ye) gondermedikce, o memleketleri helak edici degildir. Biz, halkı zalim olan beldelerden baskasını helak edici degiliz
وَمَا أُوتِيتُم مِّن شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَزِينَتُهَا ۚ وَمَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (60)
Size verilen her sey dunya hayatının gecimligi ve susudur. Allah’ın yanında olanlar ise daha iyi ve kalıcıdır. Hala dusunmez misiniz
أَفَمَن وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيهِ كَمَن مَّتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الْمُحْضَرِينَ (61)
Kendisine guzel bir vaadde bulundugumuz ve dolayısıyla ona kavusan kimse, kendisini dunya hayatının gecimliginden yararlandırdıgımız sonra kıyamet gunu (azaba atılmak uzere) getirileceklerden olanla bir midir
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تَزْعُمُونَ (62)
O gun, onlara seslenerek: “Iddia ettiginiz ortaklarım hani nerede?” der
قَالَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هَٰؤُلَاءِ الَّذِينَ أَغْوَيْنَا أَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَا ۖ تَبَرَّأْنَا إِلَيْكَ ۖ مَا كَانُوا إِيَّانَا يَعْبُدُونَ (63)
Haklarında azap sozu gerceklesmis olanlar; “Rabbimiz! Iste azdırdıklarımız onlardır. Kendimiz azdıgımız gibi, onları da azdırdık. Simdi ise onlardan uzaklasarak sana geldik. Zaten onlar, bize de ibadet etmiyorlardı.” dediler
وَقِيلَ ادْعُوا شُرَكَاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَرَأَوُا الْعَذَابَ ۚ لَوْ أَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ (64)
Ortaklarınızı cagırın." denir. Onları cagırırlar. Fakat onlara cevap veremezler ve azabı gorurler. Ne olurdu (dunyada) hidayete girselerdi
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ مَاذَا أَجَبْتُمُ الْمُرْسَلِينَ (65)
O gun Allah, onlara seslenerek: “Peygamberlere ne cevap verdiniz?” der
فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْأَنبَاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَاءَلُونَ (66)
O gun (onları azaptan kurtaracak) haberler/mazeretler onlara kapanacaktır. Birbirlerine bir sey de soramayacaklar
فَأَمَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسَىٰ أَن يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِحِينَ (67)
Tevbe ederek iman eden ve salih amel isleyen kimseye gelince, umulur ki o kurtulusa erenlerden olur
وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ وَيَخْتَارُ ۗ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ ۚ سُبْحَانَ اللَّهِ وَتَعَالَىٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ (68)
Rabbin, diledigini yaratır ve diledigini de secer. Onların ise secme hakkı yoktur. Allah, onların ortak kostuklarından munezzeh ve yuksektedir/yucedir
وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ (69)
Suphesiz Rabbin; onların iclerinde gizlediklerini de, acıga vurduklarını da bilir
وَهُوَ اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۖ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْأُولَىٰ وَالْآخِرَةِ ۖ وَلَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (70)
O, kendisinden baska (hak) ilah olmayan Allah’tır. Dunyada da ahirette de hamd O'na mahsustur. Hukum de O'nundur ve nihayetinde O'na donduruleceksiniz
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ اللَّيْلَ سَرْمَدًا إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِضِيَاءٍ ۖ أَفَلَا تَسْمَعُونَ (71)
De ki: "Allah, kıyamet gunune kadar geceyi uzerinizde devamlı kılsaydı; Allah’tan baska size bir ısık getirecek ilah kimdir? Hala isitmeyecek misiniz
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ فِيهِ ۖ أَفَلَا تُبْصِرُونَ (72)
De ki: "Allah, kıyamet gunune kadar gunduzu uzerinizde devamlı kılsaydı; Allah’tan baska, size dinleneceginiz bir geceyi getirecek ilah kimdir? Hala gormuyor musunuz
وَمِن رَّحْمَتِهِ جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (73)
Geceyi ve gunduzu sizin icin onda sukun bulasınız ve lutfundan arayısınız diye yaratmıs olması onun rahmetindendir. Olur ki sukredersiniz
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تَزْعُمُونَ (74)
O gun, onlara seslenerek: “Iddia ettiginiz ortaklarım nerede?” der
وَنَزَعْنَا مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُوا أَنَّ الْحَقَّ لِلَّهِ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ (75)
Her toplumdan bir sahit cıkarırız ve: "Haydi! Delillerinizi getirin!" deriz. Iste o zaman hakikatin Allah’a ait oldugunu bilirler. Uydurmus oldukları seyler onlardan kaybolup gider
۞ إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِن قَوْمِ مُوسَىٰ فَبَغَىٰ عَلَيْهِمْ ۖ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ ۖ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ (76)
Gercekte Karun Musa’nın kavminden idi, fakat onlara karsı azgınlık etti. Biz ona oyle hazineler vermistik ki, onların anahtarları(nı tasımak) dahi guc sahibi bir topluluga agır gelirdi. Hani Kavmi ona soyle demisti: "Sımarma/boburlenme! Cunku Allah, sımarıkları/boburlenenleri sevmez
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ ۖ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا ۖ وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ ۖ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ ۖ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ (77)
Allah’ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu kazanmayı arzula. Fakat dunyadaki nasibini de unutma. Allah sana nasıl ihsanda bulunduysa, sen de baskalarına ihsanda bulun. Sakın yeryuzunde fesat cıkarmaya kalkısma! Cunku Allah, bozguncuları sevmez
قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَىٰ عِلْمٍ عِندِي ۚ أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَ مِن قَبْلِهِ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعًا ۚ وَلَا يُسْأَلُ عَن ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ (78)
O da: “Kuskusuz bunlar bana, sahip oldugum bilgim sayesinde verilmistir.” dedi. Allah’ın, ondan daha once kendisinden daha guclu ve daha cok biriktirmis olan nice nesilleri helak ettigini bilmiyor mu? Gunahkarlara sucları sorulmaz
فَخَرَجَ عَلَىٰ قَوْمِهِ فِي زِينَتِهِ ۖ قَالَ الَّذِينَ يُرِيدُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَا أُوتِيَ قَارُونُ إِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ (79)
Kavminin karsısına suslu takılarıyla cıkmıstı. Dunya hayatını isteyenler: "Keske Karun’a verilen gibi bize de verilseydi. O, gercekten buyuk bir pay sahibidir." demislerdi
وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللَّهِ خَيْرٌ لِّمَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا وَلَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الصَّابِرُونَ (80)
Kendilerine ilim verilenler ise: "Yazıklar olsun size! Iman eden ve salih amel isleyenler icin Allah’ın sevabı cok daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavusur." demislerdi
فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِن فِئَةٍ يَنصُرُونَهُ مِن دُونِ اللَّهِ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنتَصِرِينَ (81)
Sonunda onu da, sarayını da yerin dibine gecirdik. Artık Allah'a karsı ona yardım edecek bir toplulugu olmadı, kendi kendine yardım edebileceklerden de degildi
وَأَصْبَحَ الَّذِينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْأَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَأَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ ۖ لَوْلَا أَن مَّنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَا ۖ وَيْكَأَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ (82)
Daha dun onun yerinde olmayı arzu edenler; “Vay! Demek ki Allah, kullarından diledigi kimselere rızkı bol verir ve (diledigine) kısarmıs. Allah, bize lutfetmis olmasaydı, bizi de yerin dibine gecirirdi. Demek ki kafirler iflah olmayacak.” demeye basladılar
تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لَا يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلَا فَسَادًا ۚ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ (83)
Iste ahiret yurdu. Biz, onu yeryuzunde buyukluk taslamayan ve bozgunculuk cıkarmayanlara has kılarız. Sonuc, Allah’a karsı gelmekten sakınanlarındır
مَن جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا ۖ وَمَن جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (84)
Kim bir iyilik getirirse, ona bundan daha hayırlısı vardır. Kim de bir kotuluk getirirse; bilsin ki kotuluk isleyenler ancak yapmakta olduklarının cezasına carptırılırlar
إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لَرَادُّكَ إِلَىٰ مَعَادٍ ۚ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ مَن جَاءَ بِالْهُدَىٰ وَمَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (85)
Kur’an’ı sana farz kılan Allah, suphesiz seni donulecek bir yere dondurecektir. De ki: “Rabbim hidayetle geleni ve apacık bir sapıklık icinde olanı daha iyi bilir.”
وَمَا كُنتَ تَرْجُو أَن يُلْقَىٰ إِلَيْكَ الْكِتَابُ إِلَّا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ ۖ فَلَا تَكُونَنَّ ظَهِيرًا لِّلْكَافِرِينَ (86)
Sen, bu kitabın sana verilecegini ummuyordun. Ancak o, Rabbinden bir rahmet olarak sana verildi. Oyle ise kafirlere sakın arka cıkma
وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ آيَاتِ اللَّهِ بَعْدَ إِذْ أُنزِلَتْ إِلَيْكَ ۖ وَادْعُ إِلَىٰ رَبِّكَ ۖ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ (87)
Sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Sen Rabbine cagır ve sakın musriklerden olma
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ ۘ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۚ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ ۚ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (88)
Sen Allah ile beraber baska bir ilaha ibadet etme. O’ndan baska hicbir (hak) ilah yoktur. O'nun yuzunden (zatından) baska her sey yok olacaktır. Hukum O'nundur ve O'na dondurulursunuz
❮ السورة السابقة السورة التـالية ❯

قراءة المزيد من سور القرآن الكريم :

1- الفاتحة2- البقرة3- آل عمران
4- النساء5- المائدة6- الأنعام
7- الأعراف8- الأنفال9- التوبة
10- يونس11- هود12- يوسف
13- الرعد14- إبراهيم15- الحجر
16- النحل17- الإسراء18- الكهف
19- مريم20- طه21- الأنبياء
22- الحج23- المؤمنون24- النور
25- الفرقان26- الشعراء27- النمل
28- القصص29- العنكبوت30- الروم
31- لقمان32- السجدة33- الأحزاب
34- سبأ35- فاطر36- يس
37- الصافات38- ص39- الزمر
40- غافر41- فصلت42- الشورى
43- الزخرف44- الدخان45- الجاثية
46- الأحقاف47- محمد48- الفتح
49- الحجرات50- ق51- الذاريات
52- الطور53- النجم54- القمر
55- الرحمن56- الواقعة57- الحديد
58- المجادلة59- الحشر60- الممتحنة
61- الصف62- الجمعة63- المنافقون
64- التغابن65- الطلاق66- التحريم
67- الملك68- القلم69- الحاقة
70- المعارج71- نوح72- الجن
73- المزمل74- المدثر75- القيامة
76- الإنسان77- المرسلات78- النبأ
79- النازعات80- عبس81- التكوير
82- الإنفطار83- المطففين84- الانشقاق
85- البروج86- الطارق87- الأعلى
88- الغاشية89- الفجر90- البلد
91- الشمس92- الليل93- الضحى
94- الشرح95- التين96- العلق
97- القدر98- البينة99- الزلزلة
100- العاديات101- القارعة102- التكاثر
103- العصر104- الهمزة105- الفيل
106- قريش107- الماعون108- الكوثر
109- الكافرون110- النصر111- المسد
112- الإخلاص113- الفلق114- الناس