×

سورة الصافات باللغة التركية تفهيم القرآن

ترجمات القرآنباللغة التركية تفهيم القرآن ⬅ سورة الصافات

ترجمة معاني سورة الصافات باللغة التركية تفهيم القرآن - Turkish_Tefhim

القرآن باللغة التركية تفهيم القرآن - سورة الصافات مترجمة إلى اللغة التركية تفهيم القرآن، Surah Assaaffat in Turkish_Tefhim. نوفر ترجمة دقيقة سورة الصافات باللغة التركية تفهيم القرآن - Turkish_Tefhim, الآيات 182 - رقم السورة 37 - الصفحة 446.

بسم الله الرحمن الرحيم

وَالصَّافَّاتِ صَفًّا (1)
Saflar halinde dizilenlere andolsun
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا (2)
Haykırıp sürükleyenlere
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا (3)
Zikir okumakta olanlara
إِنَّ إِلَٰهَكُمْ لَوَاحِدٌ (4)
Hiç tartışmasız, sizin ilahınız gerçekten birdir
رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ (5)
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi´dir, doğuların da Rabbi´dir
إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ (6)
Hiç şüphesiz, biz dünya göğünü ´çekici bir süsle´, yıldızlarla süsleyip donattık
وَحِفْظًا مِّن كُلِّ شَيْطَانٍ مَّارِدٍ (7)
Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk
لَّا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَىٰ وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ (8)
Ki onlar, Mele-i Alâ´ya kulak verip dinleyemezler ve onlar her yandan kovulur atılırlar
دُحُورًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ (9)
Uzaklaştırılırlar. Onlar için kesintisiz bir azab vardır
إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ (10)
Ancak (sözü hırsızlama) çalıp kapan olursa, artık onu da delip geçen ´yakıcı bir alev´ izler (ve yok eder)
فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَم مَّنْ خَلَقْنَا ۚ إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ (11)
Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Doğrusu biz onları, cıvık, yapışkan bir çamurdan yarattık
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ (12)
Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve onların inkarına) şaşırdın kaldın; onlar ise alay edip duruyorlar
وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ (13)
Kendilerine öğüt verildiğinde, öğüt almıyorlar
وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ (14)
Bir ayet (mucize) gördüklerinde de, alay konusu edinip eğleniyorlar
وَقَالُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ (15)
«Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir» dediler
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ (16)
«Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?»
أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ (17)
«Veya önceki atalarımız da mı?»
قُلْ نَعَمْ وَأَنتُمْ دَاخِرُونَ (18)
De ki: «Evet, üstelik sizler boyun bükmüş kimseler olarak.»
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَإِذَا هُمْ يَنظُرُونَ (19)
İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp durmaktadırlar
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هَٰذَا يَوْمُ الدِّينِ (20)
Derler ki: «Eyvahlar bize; bu, din günüdür.»
هَٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ (21)
«Bu, sizin yalanlamakta olduğunuz (mü´mini kâfirden, haklıyı haksızdan) ayırma günüdür.»
۞ احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ (22)
«Zulmetmekte olanları, eşlerini ve tapmakta olduklarını bir araya getirip toplayın.»
مِن دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَىٰ صِرَاطِ الْجَحِيمِ (23)
«Allah´tan başka (taptıklarını); artık onları cehennemin yoluna yöneltip götürün.»
وَقِفُوهُمْ ۖ إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ (24)
«Ve onları durdurup tutuklayın, çünkü onlar, sorguya çekileceklerdir.»
مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ (25)
(Onlara seslenilir:) «Ne oluyor size, birbirinizle (dünyada olduğu gibi) yardımlaşmıyorsunuz?»
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ (26)
Hayır, bugün onlar teslim olmuşlardır
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ (27)
Kimi kimine yönelmiş olarak birbirlerine soruyorlar
قَالُوا إِنَّكُمْ كُنتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَمِينِ (28)
«Gerçekten sizler bize sağdan (sağduyudan ve haktan) yana gelip yanaşıyordunuz» derler
قَالُوا بَل لَّمْ تَكُونُوا مُؤْمِنِينَ (29)
(Diğerleri de:) «Hayır» derler. «Zaten sizler mü´min olanlar değildiniz.»
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ ۖ بَلْ كُنتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ (30)
«Bizim sizin üzerinizde zorlayıcı hiçbir gücümüz yoktu; hayır, siz (kendiniz) azgın bir kavimdiniz.»
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَا ۖ إِنَّا لَذَائِقُونَ (31)
«Böylece Rabbimizin sözü (yıkım ve azab va´di) üzerimize hak oldu. Hiç tartışmasız, (azabı) tadıcılarız.»
فَأَغْوَيْنَاكُمْ إِنَّا كُنَّا غَاوِينَ (32)
«Evet, biz sizi azdırdık, çünkü biz de azgın kimselerdik.»
فَإِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ (33)
Artık o gün onlar azabda ortaktırlar
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ (34)
Doğrusu biz, suçlu, günahkârlara böyle yaparız
إِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا اللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ (35)
Çünkü onlara: «Allah´tan başka ilah yoktur» denildiği zaman, büyüklük taslarlardı
وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُو آلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَّجْنُونٍ (36)
Ve derlerdi ki: «Biz, ünlenmiş bir şair için ilahlarımızı terk mi edeceğiz?»
بَلْ جَاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَلِينَ (37)
Hayır, o, hakkı getirmiş ve gönderilen (peygamber)leri de doğrulamıştı
إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الْأَلِيمِ (38)
Hiç tartışmasız, siz, acıklı azabı tadıcılarsınız.»
وَمَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ (39)
Yapmakta olduklarınızdan başkasıyla cezalanmayacaksınız
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (40)
Ancak muhlis olan kullar başka
أُولَٰئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَّعْلُومٌ (41)
İşte onlar; onlar için bilinen bir rızık vardır
فَوَاكِهُ ۖ وَهُم مُّكْرَمُونَ (42)
Çeşitli meyveler. Onlar ikram görenlerdir
فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ (43)
Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde
عَلَىٰ سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ (44)
Birbirlerine karşı, tahtlar üzerinde (otururlar)
يُطَافُ عَلَيْهِم بِكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ (45)
Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerine dolaşılır
بَيْضَاءَ لَذَّةٍ لِّلشَّارِبِينَ (46)
Bembeyaz, içenlere lezzet (veren bir içki)
لَا فِيهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنزَفُونَ (47)
Onda ne bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir
وَعِندَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ عِينٌ (48)
Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır
كَأَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَّكْنُونٌ (49)
Sanki onlar, saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz)
فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَسَاءَلُونَ (50)
Böyleyken, kimi kimine yönelmiş olarak, birbirlerine soruyorlar
قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ إِنِّي كَانَ لِي قَرِينٌ (51)
Onlardan bir sözcü der ki: «Benim bir yakınım vardı.»
يَقُولُ أَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّقِينَ (52)
«Der ki: -Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın?»
أَإِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَإِنَّا لَمَدِينُونَ (53)
«Bizler öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı, gerçekten biz mi (yeniden diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz?»
قَالَ هَلْ أَنتُم مُّطَّلِعُونَ (54)
(Konuşan yanındakilere) Der ki: «Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor musunuz?»
فَاطَّلَعَ فَرَآهُ فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ (55)
Derken, bakıverdi, onu ´çılgınca yanan ateşin´ tam ortasında gördü
قَالَ تَاللَّهِ إِن كِدتَّ لَتُرْدِينِ (56)
Dedi ki: «Andolsun Allah´a, neredeyse beni de ( şu bulunduğun yere) düşürecektin.»
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبِّي لَكُنتُ مِنَ الْمُحْضَرِينَ (57)
«Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, muhakkak ben de (azab yerine getirilip) hazır bulundurulanlardan olacaktım.»
أَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّتِينَ (58)
«Nasıl, biz ölecek olanlar değil miymişiz?»
إِلَّا مَوْتَتَنَا الْأُولَىٰ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ (59)
«Yalnızca birinci ölümümüzden başka (öyle mi)? Ve biz azaba uğratılacak olanlar da değil miymişiz; (öyle mi)?»
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ (60)
Hiç şüphe yok, bu, asıl büyük ´kurtuluş ve mutluluğun´ ta kendisidir
لِمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ (61)
Böylece, çalışanlar da bunun bir benzeri için çalışmalıdır
أَذَٰلِكَ خَيْرٌ نُّزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ (62)
Nasıl, böyle bir konaklanma mı daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı
إِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِّلظَّالِمِينَ (63)
Doğrusu biz, onu kâfirler için bir fitne (bir imtihan konusu) kıldık
إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ (64)
Şüphesiz o, ´çılgınca yanan ateşin´ dibinde bitip çıkar
طَلْعُهَا كَأَنَّهُ رُءُوسُ الشَّيَاطِينِ (65)
Onun tomurcukları, şeytanların başları gibidir
فَإِنَّهُمْ لَآكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِئُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ (66)
Artık hiç tartışmasız, onlar, ondan yiyecekler, böylelikle karınlarını da ondan dolduracaklar
ثُمَّ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْبًا مِّنْ حَمِيمٍ (67)
Sonra kendileri için onun üzerinde kaynar su karıştırılmış bir içkileri de vardır
ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ (68)
Sonra onların dönecekleri yer, elbette (yine) çılgınca yanan ateştir
إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءَهُمْ ضَالِّينَ (69)
Çünkü onlar, atalarını da sapık kimseler olarak bulmuşlardı
فَهُمْ عَلَىٰ آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ (70)
Kendileri de onların izleri üzerinde koşturup duruyorlardı
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ أَكْثَرُ الْأَوَّلِينَ (71)
Andolsun, onlardan önce, evvelkilerin çoğu da sapmıştı
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا فِيهِم مُّنذِرِينَ (72)
Andolsun, biz onlara uyarıcı-korkutucular göndermiştik
فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ (73)
Uyarılıp korkutulanların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (74)
Ancak muhlis olan kullar başka
وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ (75)
Andolsun, Nuh bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik
وَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ (76)
Onu ve ailesini, o büyük üzüntüden kurtarmıştık
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقِينَ (77)
Ve onun soyunu, (dünyada) onları da baki kıldık
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ (78)
Sonra gelenler arasında da ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık
سَلَامٌ عَلَىٰ نُوحٍ فِي الْعَالَمِينَ (79)
Âlemler içinde selam olsun Nuh´a
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (80)
Gerçekten biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ (81)
Şüphesiz o, bizim mü´min olan kullarımızdandı
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ (82)
Sonra diğerlerini suda boğduk
۞ وَإِنَّ مِن شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ (83)
Doğrusu İbrahim de, onun (soyunun) bir kolundandır
إِذْ جَاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ (84)
Hani o, Rabbine arınmış (selim) bir kalb ile gelmişti
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ (85)
Hani babasına ve kavmine demişti ki: «Sizler neye tapıyorsunuz?»
أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ (86)
«Birtakım uydurma yalanlar için mi Allah´tan başka ilahlar istiyorsunuz?»
فَمَا ظَنُّكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (87)
«Âlemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?»
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِ (88)
Sonra yıldızlara bir göz attı
فَقَالَ إِنِّي سَقِيمٌ (89)
«Ben, doğrusu hastayım» dedi
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرِينَ (90)
Böylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar
فَرَاغَ إِلَىٰ آلِهَتِهِمْ فَقَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ (91)
Bunun üzerine onların ilahlarına sokulup: «Yemek yemiyor musunuz?» dedi
مَا لَكُمْ لَا تَنطِقُونَ (92)
«Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?»
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْبًا بِالْيَمِينِ (93)
Derken onların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi
فَأَقْبَلُوا إِلَيْهِ يَزِفُّونَ (94)
Çok geçmeden (halkı) birbirine girmiş durumda kendisine yönelip geldiler
قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ (95)
Dedi ki: «Yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?»
وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ (96)
«Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.»
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ (97)
Dediler ki: «Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın.»
فَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَسْفَلِينَ (98)
Böylelikle ona bir tuzak hazırlamak istediler. Oysa biz, onları alçaltılmışlar kıldık
وَقَالَ إِنِّي ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّي سَيَهْدِينِ (99)
(İbrahim) Dedi ki «Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete eriştirecektir.»
رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ (100)
«Rabbim, bana salihlerden (olan bir çocuk) armağan et.»
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ (101)
Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَىٰ فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَىٰ ۚ قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ ۖ سَتَجِدُنِي إِن شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ (102)
Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona) : «Oğlum» dedi. «Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken görüyordum. Bir bak, sen ne düşünüyorsun.» (Oğlu İsmail) Dedi ki: «Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah, beni sabredenlerden bulacaksın.»
فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ (103)
Sonunda ikisi de (Allah´ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail´i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı
وَنَادَيْنَاهُ أَن يَا إِبْرَاهِيمُ (104)
Biz ona: «Ey İbrahim» diye seslendik
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا ۚ إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (105)
«Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Hiç şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.»
إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ الْبَلَاءُ الْمُبِينُ (106)
Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ (107)
Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ (108)
Sonra gelenler arasında da ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık
سَلَامٌ عَلَىٰ إِبْرَاهِيمَ (109)
İbrahim´e selam olsun
كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (110)
Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ (111)
Şüphesiz o, bizim mü´min olan kullarımızdandır
وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَاقَ نَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ (112)
Biz ona, salihlerden bir peygamber olarak İshak´ı müjdeledik
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَىٰ إِسْحَاقَ ۚ وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ مُبِينٌ (113)
Ona da, İshak´a da bereketler verdik. İkisinin soyundan, ihsanda bulunan (muhsin olan) da var, açıkça kendi nefsine zulmetmekte olan da
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ (114)
Andolsun, biz Musa´ya ve Harun´a lütufta bulunduk
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ (115)
Onları ve kavimlerini o büyük üzüntüden kurtardık
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ (116)
Onlara yardım ettik, böylece üstün gelenler onlar oldular
وَآتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَبِينَ (117)
Ve ikisine anlatımı açık olan kitabı verdik
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ (118)
Onları dosdoğru olan yola yöneltip ilettik
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ (119)
Sonra gelenler arasında da ikisine (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık
سَلَامٌ عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَارُونَ (120)
Musa´ya ve Harun´a selam olsun
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (121)
Şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz
إِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ (122)
Şüphesiz ikisi, bizim mü´min olan kullarımızdandırlar
وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ (123)
Gerçekten İlyas da, gönderilmiş (peygamber)lerdendi
إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَلَا تَتَّقُونَ (124)
Hani kendi kavmine demişti ki: «Siz korkup sakınmaz mısınız?»
أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ (125)
«Siz Ba´l´e tapıp da yaratıcıların en güzeli (olan Allah´ı) mı bırakıyorsunuz?»
اللَّهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ (126)
«Allah ki, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.»
فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ (127)
Fakat onu yalanladılar; bundan dolayı gerçekten onlar, (azab için getirilip) hazır bulundurulacak olanlardır
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (128)
Ancak, muhlis olan kullar başka
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ (129)
Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık
سَلَامٌ عَلَىٰ إِلْ يَاسِينَ (130)
İlyas´a selam olsun
إِنَّا كَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (131)
Şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz
إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنِينَ (132)
Şüphesiz o, bizim mü´min olan kullarımızdandı
وَإِنَّ لُوطًا لَّمِنَ الْمُرْسَلِينَ (133)
Gerçekten Lût da gönderilmiş (peygamber)lerdendi
إِذْ نَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ (134)
Hani biz onu ve ailesini topluca kurtarmıştık
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ (135)
Geride bırakılanlar arasında bir yaşlı kadın dışında
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ (136)
Sonra da geride kalanları yerle bir ettik
وَإِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِم مُّصْبِحِينَ (137)
Siz onların üstünden muhakkak geçip gidiyorsunuz; sabah vakti
وَبِاللَّيْلِ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (138)
Ve geceleyin. Yine de akıllanmayacak mısınız
وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ (139)
Hiç şüphesiz Yunus da, gönderilmiş (peygamber)lerdendi
إِذْ أَبَقَ إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ (140)
Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَضِينَ (141)
Böylece kur´aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ (142)
Derken onu balık yutmuştu, oysa kendisi (kendini) kınanmış (sayanlardan)dı
فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحِينَ (143)
Eğer (Allah´ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı
لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَىٰ يَوْمِ يُبْعَثُونَ (144)
Onun karnında (insanların) dirilip kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı
۞ فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ سَقِيمٌ (145)
Sonunda o hasta bir durumdayken onu çıplak bir yere (sahile) attık
وَأَنبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِّن يَقْطِينٍ (146)
Ve üzerine, sık geniş yapraklı (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik
وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ (147)
Onu yüz bin olan veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik
فَآمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ (148)
Sonunda ona iman ettiler, biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık
فَاسْتَفْتِهِمْ أَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَ (149)
Şimdi sen onlara sor: Kızlar senin Rabbinin, erkek çocuklar onların mı
أَمْ خَلَقْنَا الْمَلَائِكَةَ إِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ (150)
Yoksa onlar, şahidlik etmekteyken, biz melekleri dişiler olarak mı yarattık
أَلَا إِنَّهُم مِّنْ إِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَ (151)
Dikkat edin; gerçekten onlar, düzdükleri yalanlardan dolayı derler ki
وَلَدَ اللَّهُ وَإِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (152)
«Allah doğurdu.» Onlar, hiç şüphesiz, muhakkak yalan söyleyenlerdir
أَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنِينَ (153)
(Allah,) Kızları, erkek çocuklara tercih mi etmiş
مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ (154)
Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ (155)
Hiç mi öğüt alıp düşünmüyorsunuz
أَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُّبِينٌ (156)
Yoksa sizin apaçık olan ispatlı bir deliliniz mi var
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ (157)
Eğer doğru söyleyenler iseniz, öyleyse getirin kitabınızı
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًا ۚ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ إِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ (158)
Onlar, kendisiyle (Allah ile) cinler arasında da bir soy bağı kurdular. Oysa andolsun, cinler de onların gerçekten (azab için getirilip) hazır bulundurulacaklarını bilmişlerdir
سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ (159)
Onların nitelendirmekte olduklarından Allah yücedir
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (160)
Ancak muhlis olan kullar başka
فَإِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ (161)
Artık siz de, tapmakta olduklarınız da
مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنِينَ (162)
O´na karşı kimseyi fitneye sürükleyecek olanlar değilsiniz
إِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحِيمِ (163)
Ancak kendisi çılgınca yanan ateşe girecek olan başka (onu sürüklersiniz)
وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ (164)
(Melekler der ki:) «Bizden her birimiz için belli bir makam vardır.»
وَإِنَّا لَنَحْنُ الصَّافُّونَ (165)
«Biziz, o saflar halinde dizilmiş olanlar, gerçekten biziz.»
وَإِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ (166)
«Biziz, o tesbih edenler de, gerçekten biziz.»
وَإِن كَانُوا لَيَقُولُونَ (167)
Onlar (putatapıcılar), her ne kadar şöyle diyor idiyseler de
لَوْ أَنَّ عِندَنَا ذِكْرًا مِّنَ الْأَوَّلِينَ (168)
«Eğer yanımızda öncekilerden bir zikir (kitap) bulunmuş olsaydı,»
لَكُنَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ (169)
«Gerçekten bizler de, Allah´ın muhlis kullarından olurduk.»
فَكَفَرُوا بِهِ ۖ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (170)
Fakat (kitap gelince) onu tanımayıp küfrettiler; yakında bileceklerdir
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ (171)
Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir
إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ (172)
Hiç tartışmasız onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır
وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ (173)
Ve hiç şüphesiz, bizim ordularımız; üstün gelecek olanlar da onlardır
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ (174)
Öyleyse sen, bir süreye kadar onlardan yüz çevir
وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ (175)
Ve onları seyret; onlar da (azabı) yakında göreceklerdir
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ (176)
Şimdi onlar, bizim azabımızı mı acele istiyorlar
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنذَرِينَ (177)
Fakat (azab) onların sahasına indiği zaman, uyarılıp korkutulanların sabahı ne kadar da kötü olur
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّىٰ حِينٍ (178)
Sen bir süreye kadar onlardan yüz çevir
وَأَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ (179)
Ve seyret; onlar da (azabı) yakında göreceklerdir
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ (180)
Üstünlük ve güç (izzet) sahibi olan senin Rabbin, onların nitelendirmekte olduklarından yücedir
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ (181)
Gönderilmiş (peygamber)lere selam olsun
وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (182)
Ve âlemlerin Rabbi olan Allah´a hamd olsun
❮ السورة السابقة السورة التـالية ❯

قراءة المزيد من سور القرآن الكريم :

1- الفاتحة2- البقرة3- آل عمران
4- النساء5- المائدة6- الأنعام
7- الأعراف8- الأنفال9- التوبة
10- يونس11- هود12- يوسف
13- الرعد14- إبراهيم15- الحجر
16- النحل17- الإسراء18- الكهف
19- مريم20- طه21- الأنبياء
22- الحج23- المؤمنون24- النور
25- الفرقان26- الشعراء27- النمل
28- القصص29- العنكبوت30- الروم
31- لقمان32- السجدة33- الأحزاب
34- سبأ35- فاطر36- يس
37- الصافات38- ص39- الزمر
40- غافر41- فصلت42- الشورى
43- الزخرف44- الدخان45- الجاثية
46- الأحقاف47- محمد48- الفتح
49- الحجرات50- ق51- الذاريات
52- الطور53- النجم54- القمر
55- الرحمن56- الواقعة57- الحديد
58- المجادلة59- الحشر60- الممتحنة
61- الصف62- الجمعة63- المنافقون
64- التغابن65- الطلاق66- التحريم
67- الملك68- القلم69- الحاقة
70- المعارج71- نوح72- الجن
73- المزمل74- المدثر75- القيامة
76- الإنسان77- المرسلات78- النبأ
79- النازعات80- عبس81- التكوير
82- الإنفطار83- المطففين84- الانشقاق
85- البروج86- الطارق87- الأعلى
88- الغاشية89- الفجر90- البلد
91- الشمس92- الليل93- الضحى
94- الشرح95- التين96- العلق
97- القدر98- البينة99- الزلزلة
100- العاديات101- القارعة102- التكاثر
103- العصر104- الهمزة105- الفيل
106- قريش107- الماعون108- الكوثر
109- الكافرون110- النصر111- المسد
112- الإخلاص113- الفلق114- الناس