×

سورة الشعراء باللغة التركية تفهيم القرآن

ترجمات القرآنباللغة التركية تفهيم القرآن ⬅ سورة الشعراء

ترجمة معاني سورة الشعراء باللغة التركية تفهيم القرآن - Turkish_Tefhim

القرآن باللغة التركية تفهيم القرآن - سورة الشعراء مترجمة إلى اللغة التركية تفهيم القرآن، Surah Shuara in Turkish_Tefhim. نوفر ترجمة دقيقة سورة الشعراء باللغة التركية تفهيم القرآن - Turkish_Tefhim, الآيات 227 - رقم السورة 26 - الصفحة 367.

بسم الله الرحمن الرحيم

طسم (1)
Tâ, Sîn, Mîm
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (2)
Bunlar, apaçık olan Kitabın ayetleridir
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ (3)
Onlar mü´min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi)
إِن نَّشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِم مِّنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ (4)
Dilersek, onların üzerine gökten bir ayet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilmiş kalıverir
وَمَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مِّنَ الرَّحْمَٰنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ (5)
Onlara Rahman (olan Allah)´tan yeni bir uyarı gelmeyiversin, hiç tartışmasız ondan yüz çevirirler
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنبَاءُ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (6)
Gerçekten yalanladılar; fakat, alay konusu edinmekte oldukları şeyin haberi kendilerine pek yakında gelecektir
أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ (7)
Yeryüzüne bir bakmadılar mı ki, biz onda her güzel (kerim) çiftten nice ürünler bitirdik
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (8)
Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır; ancak onların çoğu mü´min değildirler
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (9)
Hiç şüphe yok, senin Rabbin, gerçekten O, üstün ve güçlü olandır, merhamet sahibi olandır
وَإِذْ نَادَىٰ رَبُّكَ مُوسَىٰ أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (10)
Hani senin Rabbin, Musa´ya seslenmişti: «Zulmetmekte olan kavime git;»
قَوْمَ فِرْعَوْنَ ۚ أَلَا يَتَّقُونَ (11)
«Firavun´un kavmine. Hâlâ sakınmıyorlar mı?»
قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ (12)
Dedi ki: «Rabbim, kuşkusuz ben, onların beni yalanlamalarından korkmaktayım.»
وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَىٰ هَارُونَ (13)
Göğsüm sıkışmakta, dilim dönmemektedir; bundan dolayı Harun´a da (elçilik görevini bildirmesi için Cibril´i) gönder.»
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنبٌ فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ (14)
«Üstelik, onların bana karşı (davasını savunacakları bir cinayet) suçu(m) var; bundan dolayı beni öldürmelerinden de korkmaktayım.»
قَالَ كَلَّا ۖ فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا ۖ إِنَّا مَعَكُم مُّسْتَمِعُونَ (15)
(Allah:) «Hayır,» dedi. «İkiniz de ayetlerimle gidin, hiç şüphesiz sizinle birlikteyiz (ve) işitmekteyiz.»
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (16)
«Gecikmeksizin Firavun´a giderek deyin ki: -Gerçekten biz, âlemlerin Rabbi´nin elçisiyiz,»
أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ (17)
«İsrailoğullarını bizimle birlikte göndermen için (sana geldik).»
قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ (18)
(Gittiler ve Firavun:) Dedi ki: «Biz seni içimizde daha çocukkken yetiştirip büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?»
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنتَ مِنَ الْكَافِرِينَ (19)
«Ve sen, yapacağın işi (cinayeti) de işledin; sen nankörlerdensin.»
قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ (20)
(Musa) Dedi ki: «Ben onu yaptığım zaman şaşkınlardandım.»
فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ (21)
«Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım; sonra Rabbim bana hüküm (ve hikmet) verdi ve beni peygamberlerden kıldı.»
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدتَّ بَنِي إِسْرَائِيلَ (22)
«Bana karşı lütuf dediğin nimet de, İsrailoğullarını köle kılmandan dolayıdır.»
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ (23)
Firavun dedi ki: «Âlemlerin Rabbi nedir?»
قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِن كُنتُم مُّوقِنِينَ (24)
Dedi ki: «Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir. Eğer ´kesin bilgiyle inanıyorsanız´ (böyledir).»
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ (25)
Çevresindekilere dedi ki: «işitiyor musunuz?»
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ (26)
(Musa:) Dedi ki: «O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir.»
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ (27)
(Firavun) Dedi ki: «Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir.»
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ (28)
«Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan her şeyin de Rabbidir» dedi (Musa)
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَٰهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ (29)
(Firavun) Dedi ki: «Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım.»
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُّبِينٍ (30)
(Musa) Dedi ki: «Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?»
قَالَ فَأْتِ بِهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (31)
(Firavun) Dedi ki: «Eğer doğru sözlülerden isen, onu getir.»
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ (32)
Bunun üzerine asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oluverdi
وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاءُ لِلنَّاظِرِينَ (33)
Elini de çekip çıkardı, bir de (ne görsün) o, bakanlar için ´parlayıp aydınlanıvermiş.´
قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَٰذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ (34)
(Firavun) Çevresindeki önde gelenlere: «Bu dedi». «Doğrusu bilgin bir büyücüdür.»
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ (35)
«Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?»
قَالُوا أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ (36)
Dediler ki: «Bunu ve kardeşini oyala, şehirlere de toplayıcılar gönder,»
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ (37)
«Bütün uzman, bilgin büyücüleri sana getirsinler.»
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ (38)
Böylelikle büyücüler, bilinen bir günün belli vaktinde bir araya getirildi
وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ (39)
Ve insanlara da: «Siz de toplanıyor musunuz?» dendi
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِن كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ (40)
«Umarız ki, eğer galip gelirse biz de büyücülere uyarız.»
فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ (41)
Büyücüler geldiklerinde, Firavun´a: «Şayet biz galip gelirsek, bize bir ücret var gerçekten değil mi?» dediler
قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَّمِنَ الْمُقَرَّبِينَ (42)
«Evet» dedi. «Üstelik şüphesiz siz en yakın(larım) kılınanlardan da olacaksınız»
قَالَ لَهُم مُّوسَىٰ أَلْقُوا مَا أَنتُم مُّلْقُونَ (43)
Musa onlara dedi ki: «Atacağınızı atın.»
فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ (44)
Onlar da, iplerini ve asalarını atıverdiler ve: «Firavun´un üstünlüğü adına, hiç tartışmasız, üstün olanlar gerçekten bizleriz» dediler
فَأَلْقَىٰ مُوسَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ (45)
Böylelikle Musa da asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, uydurmakta olduklarını yutuveriyor
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ (46)
Anında büyücüler secdeye kapandılar
قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (47)
(Ve:) «Alemlerin Rabbine iman ettik» dediler
رَبِّ مُوسَىٰ وَهَارُونَ (48)
«Musa´nın ve Harun´un Rabbine.»
قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ۚ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ (49)
(Firavun) Dedi ki: «Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Hiç tartışmasız, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asıp sallandıracağım.»
قَالُوا لَا ضَيْرَ ۖ إِنَّا إِلَىٰ رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ (50)
«Hiç zararı yok» dediler. «Çünkü biz gerçekten Rabbimize dönücüleriz.»
إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَن كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ (51)
«Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimizin bizim hatalarımızı bağışlayacağını ummaktayız.»
۞ وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ (52)
Musa´ya da: «Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz» diye vahyettik
فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ (53)
Bunun üzerine Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi
إِنَّ هَٰؤُلَاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ (54)
«Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur;»
وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَائِظُونَ (55)
«Ve şüphesiz bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler
وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَاذِرُونَ (56)
Biz ise uyanık bir toplumuz» (dedi)
فَأَخْرَجْنَاهُم مِّن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (57)
Böylelikle biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ (58)
Hazinelerden ve soylu makam(lar) dan da
كَذَٰلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا بَنِي إِسْرَائِيلَ (59)
İşte böyle; bunlara İsrailoğullarını mirasçı kıldık
فَأَتْبَعُوهُم مُّشْرِقِينَ (60)
Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular
فَلَمَّا تَرَاءَى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَىٰ إِنَّا لَمُدْرَكُونَ (61)
İki topluluk birbirini gördükleri zaman, Musa´nın adamları: «Gerçekten yakalandık» dediler
قَالَ كَلَّا ۖ إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ (62)
(Musa:) «Hayır» dedi. «Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.»
فَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْبَحْرَ ۖ فَانفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ (63)
Bunun üzerine Musa´ya: «Asanla denize vur» diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu
وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ الْآخَرِينَ (64)
Ötekileri de buraya yaklaştırdık
وَأَنجَيْنَا مُوسَىٰ وَمَن مَّعَهُ أَجْمَعِينَ (65)
Musa´yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk
ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ (66)
Sonra ötekilerini suda boğduk
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (67)
Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (68)
Ve hiç şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ (69)
Onlara İbrahim´in haberini de aktar / oku
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ (70)
Hani, babasına ve kavmine: «Siz neye kulluk ediyorsunuz?» demişti
قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ (71)
Demişlerdi ki: «Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz.»
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ (72)
Dedi ki: «Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?»
أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ (73)
«Ya da size bir yararları dokunuyor mu veya zararları?»
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءَنَا كَذَٰلِكَ يَفْعَلُونَ (74)
«Hayır» dediler. «Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.»
قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ (75)
(İbrahim) Dedi ki: «Şimdi, neye tapmakta olduklarınızı gördünüz mü?»
أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ (76)
«Hem siz, hem de eski atalarınız?»
فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ (77)
«İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca alemlerin Rabbi hariç»
الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ (78)
«Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O´dur;»
وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ (79)
«Bana yediren ve içiren O´dur;»
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ (80)
«Hastalandığım zaman bana şifa veren O´dur;»
وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ (81)
«Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O´dur;»
وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ (82)
«Din (Ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını ummakta olduğum da O´dur;»
رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ (83)
«Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat;»
وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ (84)
«Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver.»
وَاجْعَلْنِي مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ (85)
«Beni nimetlerle donatılmış cennetin mirasçılarından kıl,»
وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ (86)
«Babamı da bağışla, çünkü o şaşırıp sapanlardandır.»
وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ (87)
«Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme,»
يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ (88)
«Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde»
إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ (89)
«Ancak Allah´a selim bir kalp ile gelenler başka.»
وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ (90)
(O gün) Cennet takva sahiplerine yaklaştırılır
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ (91)
Cehennem de azgınlar için sergilenir
وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ (92)
Ve onlara: «Tapınmakta olduklarınız nerede?» denilir
مِن دُونِ اللَّهِ هَلْ يَنصُرُونَكُمْ أَوْ يَنتَصِرُونَ (93)
«Allah´ın dışında olan (ilah)lar; size yardımları dokunuyor mu veya kendilerine yardımları oluyor mu
فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ (94)
Artık onlar ve azgınlar onun içine dökülüverilmiştir
وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ (95)
Ve İblis´in bütün orduları da
قَالُوا وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ (96)
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki
تَاللَّهِ إِن كُنَّا لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ (97)
«Andolsun Allah´a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,»
إِذْ نُسَوِّيكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ (98)
«Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk
وَمَا أَضَلَّنَا إِلَّا الْمُجْرِمُونَ (99)
«Bizi suçlu günahkârlardan başka saptıran da olmadı.»
فَمَا لَنَا مِن شَافِعِينَ (100)
«Artık bizim için ne bir şefaatçi var,»
وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍ (101)
«Ne de candan, yakın bir dost.»
فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (102)
«Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik.»
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (103)
Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (104)
Ve hiç şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ (105)
Nuh kavmi de gönderilen (peygamberler)leri yalanladı
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ (106)
Hani onlara kardeşleri Nuh: «Sakınmaz mısınız?» demişti
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (107)
«Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.»
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (108)
«Artık Allah´tan korkup sakının ve bana itaat edin.»
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (109)
«Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; benim ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.»
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (110)
«Artık Allah´tan korkup sakının ve bana itaat edin.»
۞ قَالُوا أَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْأَرْذَلُونَ (111)
Dediler ki: «Sana, sıradan aşağılık insanlar uymuşken inanır mıyız?»
قَالَ وَمَا عِلْمِي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (112)
Dedi ki: «Onların yapmakta oldukları hakkında benim bilgim yoktur.»
إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّي ۖ لَوْ تَشْعُرُونَ (113)
«Onların hesabı yalnızca Rabbime aittir, eğer şuurundaysanız (anlarsınız.)»
وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ (114)
«Ve ben mü´min olanları kovacak değilim.»
إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ (115)
«Ben, yalnızca apaçık bir uyarıcı korkutucuyum.»
قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ (116)
Dediler ki: «Eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten taşa tutulanlardan olacaksın.»
قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ (117)
Dedi ki: «Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladı.»
فَافْتَحْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنِي وَمَن مَّعِيَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (118)
«Bundan böyle, benimle onların arasını açık bir hükümle ayır ve beni ve benimle birlikte olan mü´minleri kurtar.»
فَأَنجَيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ (119)
Bunun üzerine, onu ve onunla birlikte olanları (insan ve hayvanlarla) yüklü gemi içinde kurtardık
ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاقِينَ (120)
Sonra bunun ardından geride kalanları da suda boğduk
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (121)
Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (122)
Ve hiç şüphe yok senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir
كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ (123)
Âd (kavmi) de gönderilen (peygamber)leri yalanladı
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ (124)
Hani onlara kardeşleri Hûd: «Sakınmaz mısınız?» demişti
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (125)
«Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.»
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (126)
«Artık Allah´tan korkup sakının ve bana itaat edin.»
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (127)
«Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; benim ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.»
أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ آيَةً تَعْبَثُونَ (128)
«Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşa edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz?»
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ (129)
«Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?»
وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ (130)
«Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?»
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (131)
«Artık Allah´tan korkup sakının ve bana itaat edin.»
وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُم بِمَا تَعْلَمُونَ (132)
«Bilmekte olduğunuz şeylerle size yardım edenden korkup sakının,»
أَمَدَّكُم بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ (133)
«Size hayvanlar, çocuklar (vererek) yardım etti.»
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (134)
«Bahçeler ve pınarlar da.»
إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (135)
«Doğrusu, ben sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.»
قَالُوا سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُن مِّنَ الْوَاعِظِينَ (136)
Dediler ki: «Bizim için farketmez; öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da.»
إِنْ هَٰذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ (137)
«Bu, geçmiştekilerin geleneksel tutumundan başkası değildir.»
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ (138)
«Ve biz azab görecek de değiliz.»
فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (139)
Böylelikle onu yalanladılar, biz de onları yıkıma uğrattık. Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (140)
Ve hiç şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ (141)
Semud (kavmi) de, gönderilen (peygamber)leri yalanladı
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَالِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ (142)
Hani onlara kardeşleri Salih: «Sakınmaz mısınız? demişti
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (143)
«Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.»
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (144)
«Artık Allah´tan korkup sakının ve bana itaat edin.»
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (145)
«Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.»
أَتُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ (146)
«Siz burada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız?»
فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (147)
«Bahçelerin, pınarların içinde.»
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَضِيمٌ (148)
«Ekinler ve yumuşak tomurcuklu can alıcı hurmalıklar arasında?»
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِهِينَ (149)
«Dağlardan da ustalıkla zevkli evler yontuyorsunuz?»
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (150)
«Artık Allah´tan korkup sakının ve bana itaat edin.»
وَلَا تُطِيعُوا أَمْرَ الْمُسْرِفِينَ (151)
«Ve ölçüsüzce davrananların emrine de itaat etmeyin.»
الَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ (152)
«Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmakta ve dirlik, düzenlik kurmamaktadırlar (ıslah etmemektedirler).»
قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ (153)
Dediler ki: «Sen ancak büyülenmişlerdensin.»
مَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا فَأْتِ بِآيَةٍ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (154)
«Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası da değilsin; eğer doğru sözlülerden isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir görelim.»
قَالَ هَٰذِهِ نَاقَةٌ لَّهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ (155)
Dedi ki: «İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün su içme hakkı da sizindir.»
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ (156)
«Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar.»
فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا نَادِمِينَ (157)
«Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular.»
فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (158)
Böylece azab da onları yakaladı. Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (159)
Ve hiç şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ (160)
Lût (kavmi) de, gönderilen (peygamber)leri yalanladı
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ (161)
Hani onlara kardeşleri Lût: «Sakınmaz mısınız?» demişti
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (162)
«Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.»
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (163)
«Artık Allah´tan korkup sakının ve bana itaat edin.»
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (164)
«Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; benim ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.»
أَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَمِينَ (165)
«Siz insanlardan (cinsel arzuyla sadece) erkeklere mi gidiyorsunuz
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُم مِّنْ أَزْوَاجِكُم ۚ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ (166)
«Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz.»
قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَجِينَ (167)
Dediler ki: «Ey Lût, eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten (burdan) sürülüp çıkarılanlardan olacaksın.»
قَالَ إِنِّي لِعَمَلِكُم مِّنَ الْقَالِينَ (168)
Dedi ki: «Gerçekten ben, sizin bu yapmakta olduğunuza öfke ile karşı olanlardanım.»
رَبِّ نَجِّنِي وَأَهْلِي مِمَّا يَعْمَلُونَ (169)
«Rabbim, beni ve ailemi bunların yapmakta olduklarından kurtar.»
فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ (170)
Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık
إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ (171)
Yalnızca geri kalanlar içinde bir kocakarı hariç
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ (172)
Sonra geride kalanları yerle bir ettik
وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًا ۖ فَسَاءَ مَطَرُ الْمُنذَرِينَ (173)
Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık; uyarılıp korkutulanların yağmuru ne kadar da kötü
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (174)
Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (175)
Ve hiç şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır esirgeyendir
كَذَّبَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ (176)
Eyke halkı da, gönderilen (peygamber)leri yalanladı
إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ (177)
Hani onlara Şuayb: «Sakınmaz mısınız?» demişti
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ (178)
«Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.»
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ (179)
«Artık Allah´tan korkup sakının ve bana itaat edin.»
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ (180)
«Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; benim ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir.»
۞ أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ (181)
«Ölçüyü tam tutun ve eksiltenlerden olmayın.»
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ (182)
«Dosdoğru olan terazi ile tartın.»
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ (183)
«İnsanların eşyasını değerden düşürüp eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.»
وَاتَّقُوا الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْأَوَّلِينَ (184)
«Sizi ve önceki yaratılmışları yaratandan korkup sakının.»
قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ (185)
Dediler ki: «Sen ancak büyülenmişlerdensin.»
وَمَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَإِن نَّظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ (186)
«Sen, yalnızca benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin ve biz senin gerçekte yalancılardan olduğunu sanmaktayız.»
فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِّنَ السَّمَاءِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ (187)
«Eğer doğru sözlülerden isen, bu durumda gökten üstümüze bir parça düşürüver.»
قَالَ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ (188)
Dedi ki: «Rabbim, yapmakta olduklarınızı daha iyi bilmektedir
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ (189)
Sonunda onu yalanladılar, böylece onları o gölgelik gününün azabı yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabıydı
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ (190)
Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (191)
Ve hiç şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir
وَإِنَّهُ لَتَنزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ (192)
Gerçekten o (Kur´an), alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ (193)
Onu Ruhu´l-Emin indirdi
عَلَىٰ قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ (194)
Uyarıcı korkutuculardan olman için, senin kalbinin üzerine (indirmiştir)
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ (195)
Apaçık Arapça bir dille
وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ (196)
Ve hiç şüphesiz, o (Kur´an), geçmişlerin kitaplarında da vardır
أَوَلَمْ يَكُن لَّهُمْ آيَةً أَن يَعْلَمَهُ عُلَمَاءُ بَنِي إِسْرَائِيلَ (197)
İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi onlar için ispatlayıcı bir delil (ayet) değil mi
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلَىٰ بَعْضِ الْأَعْجَمِينَ (198)
Onu Arapça bilmeyen birine de indirmiş olsaydık
فَقَرَأَهُ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ (199)
Böylece onlara karşı onu okusaydı, yine ona iman edecek değillerdi
كَذَٰلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ (200)
Biz onu, suçlu günahkârların kalbine işte böyle geçirip yürüttük
لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ حَتَّىٰ يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ (201)
Onlar, o pek acıklı azabı görünceye kadar ona inanmazlar
فَيَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (202)
Artık o (azab), kendileri şuurunda olmadan onlara apansız gelecektir
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنظَرُونَ (203)
Derler ki: «Bize bir süre tanınır mı?»
أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ (204)
Onlar, yine de azabımızı çabuklaştırmak mı istiyorlar
أَفَرَأَيْتَ إِن مَّتَّعْنَاهُمْ سِنِينَ (205)
Gördün mü; biz onları yıllarca yararlandırsak
ثُمَّ جَاءَهُم مَّا كَانُوا يُوعَدُونَ (206)
Sonra kendilerine va´dolunan (azab günü) geliverse
مَا أَغْنَىٰ عَنْهُم مَّا كَانُوا يُمَتَّعُونَ (207)
Onların ´meta ile yararlandıkları´ şey, kendilerini (görecekleri azabtan) bağımsız kılamaz
وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنذِرُونَ (208)
Kendisi için bir uyarıcı, korkutucu olmaksızın, biz hiç bir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz
ذِكْرَىٰ وَمَا كُنَّا ظَالِمِينَ (209)
(Onlara) hatırlatma (yapılmıştır); biz zulmedenler değiliz
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاطِينُ (210)
Onu (Kur´an´ı) şeytanlar indirmiş değildir
وَمَا يَنبَغِي لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ (211)
Bu, onlara yaraşmaz ve güç de yetiremezler
إِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ (212)
Çünkü onlar, (vahyedileni) işitmekten kesin olarak uzak tutulmuşlardır
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ (213)
Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ (214)
(Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyarıp korkut
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (215)
Ve mü´minlerden, sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger
فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ (216)
Eğer sana isyan edecek olurlarsa, artık de ki: «Gerçekten ben, sizin yapmakta olduklarınızdan uzağım.»
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ (217)
Sen, O güçlü ve üstün, esirgeyici olan (Allah´) a tevekkül et
الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ (218)
O, kıyam ettiğin zaman seni görmektedir
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ (219)
Secde edenler arasında dönüp dolaşmanı da
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (220)
Hiç şüphe yok, O, işitendir, bilendir
هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَىٰ مَن تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ (221)
Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi
تَنَزَّلُ عَلَىٰ كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ (222)
Onlar, ´gerçeği ters yüz eden´, günaha düşkün olan her yalancıya inerler
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ (223)
Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler
وَالشُّعَرَاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ (224)
Şairler ise; gerçekten onlara da azgın sapıklar uyar
أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ (225)
Görmedin mi; onlar, her bir vadide vehmedip durmaktadırlar
وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ (226)
Ve gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylemektedirler
إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا ۗ وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ (227)
Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah´ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar (veya öçlerini alanlar) başka. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir
❮ السورة السابقة السورة التـالية ❯

قراءة المزيد من سور القرآن الكريم :

1- الفاتحة2- البقرة3- آل عمران
4- النساء5- المائدة6- الأنعام
7- الأعراف8- الأنفال9- التوبة
10- يونس11- هود12- يوسف
13- الرعد14- إبراهيم15- الحجر
16- النحل17- الإسراء18- الكهف
19- مريم20- طه21- الأنبياء
22- الحج23- المؤمنون24- النور
25- الفرقان26- الشعراء27- النمل
28- القصص29- العنكبوت30- الروم
31- لقمان32- السجدة33- الأحزاب
34- سبأ35- فاطر36- يس
37- الصافات38- ص39- الزمر
40- غافر41- فصلت42- الشورى
43- الزخرف44- الدخان45- الجاثية
46- الأحقاف47- محمد48- الفتح
49- الحجرات50- ق51- الذاريات
52- الطور53- النجم54- القمر
55- الرحمن56- الواقعة57- الحديد
58- المجادلة59- الحشر60- الممتحنة
61- الصف62- الجمعة63- المنافقون
64- التغابن65- الطلاق66- التحريم
67- الملك68- القلم69- الحاقة
70- المعارج71- نوح72- الجن
73- المزمل74- المدثر75- القيامة
76- الإنسان77- المرسلات78- النبأ
79- النازعات80- عبس81- التكوير
82- الإنفطار83- المطففين84- الانشقاق
85- البروج86- الطارق87- الأعلى
88- الغاشية89- الفجر90- البلد
91- الشمس92- الليل93- الضحى
94- الشرح95- التين96- العلق
97- القدر98- البينة99- الزلزلة
100- العاديات101- القارعة102- التكاثر
103- العصر104- الهمزة105- الفيل
106- قريش107- الماعون108- الكوثر
109- الكافرون110- النصر111- المسد
112- الإخلاص113- الفلق114- الناس